
Seyyah
11 dk
Valentino Rossi’nin pistlerdeki yolculuğu 20 yıldır sürüyor. Aldığı mesafenin karşılığı, dünyanın etrafında dört tur ve bir hayat.
“Her yolculuk ayrı bir kişiliğe sahiptir, hiçbiri birbirine benzemez. Ve tüm planlar, önlemler, ihtiyatlar, zorlamalar nafiledir. Yıllar süren mücadelemiz sonrası şunu fark ederiz: Aslında biz yolculuğa çıkmayız, yolculuk bizi çıkarır.”
John Steinbeck, hayatının son demlerinde köpeği Charley ile seyahatini anlattığı Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında adlı kitabında yolculuğu böyle tanımlıyor.
Sonunda vardığınız yer aynıysa bir yolculuğa çıkmış sayılır mısınız peki?
Fiziksel olarak kat edilen mesafeler, her yolculuğun yalnızca görünür kısmıdır. Sonrasında varılan yer ise harita üzerinde gösterebileceğiniz bir yerden ibarettir. Yolculuğa başlarkenki ve vardıktan sonraki benliklerinizin farkını herhangi bir haritaya işaret parmağınızı koyup gösteremezsiniz. Bir insan olarak, yolculuğun size kattıkları kimyasal bir tepkimedir. Olduğunuz o yeni insanı geri döndüremezsiniz, değişime engel olamazsınız. İşin coğrafi boyutuysa tam bir fiziksel tepkimedir. Gittiğiniz yeri beğenmezseniz geri döner ya da başka bir yere gidersiniz.
Fakat unutmayın; nereye giderseniz gidin, sonunda nereye varırsanız varın, eski benliğinize asla kavuşamayacaksınız. Yolculuğun, sizin daha iyi bir versiyonunuzu yaratmasına izin verin. Özünüzü koruyun ama değişmekten korkmayın. Hem korksanız da değişeceksiniz zaten.
MotoGP efsanesi Valentino Rossi’nin yolculuğu 20 yıldır sürüyor. 1996’da Grand Prix sahnesine çıktığında 17 yaşında heyecanlı ve güler yüzlü bir İtalyan idi. 2016 MotoGP sezonunda şampiyonluk mücadelesi verirken, yine o heyecanını ve güler yüzünü korumaya devam ediyor.
Rossi’nin babası Graziano, 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında Grand Prix’lerde yarışmış tam bir eski toprak. Artık Hırvatistan topraklarındaki Rijeka pistinde 46 numaralı motosikletiyle ilk yarışını kazanmıştı. Rossi’nin babası ve annesi o dönem tam anlamıyla birer hippiydi, Graziano’nun uzun saçları kaskının arkasından çıkardı. Ne var ki yaptığı kazalar nedeniyle yaşadığı kafa travmaları Graziano’nun kariyerini erken noktalamasına, Valentino’nun da aynı yoldan gitmek yerine otomobillere yönelmesi için ona bir karting aracı hazırlamasına neden oldu.
“Valentino altı yaşındayken ona bir karting aracı yaptım. Gerçekten şeytani bir aletti. Şasi aslında 60cc’lik bir motora göreydi, ben ise 100’lük motor taktım.”
Graziano’nun tüm çabalarına rağmen, kaderin Valentino’ya çizdiği yol belliydi. Mini moto’lar üzerinde iki tekerle tanışınca, Rossi kararını verdi.
“Otomobil ve motosiklet sevgim birlikte büyüyordu. Ama ne zaman mini moto’yu denedim, işte o zaman motosikletlerden daha fazla keyif aldığımı anladım. Hem karting maddi açıdan zordu hem de babam Graziano, motosiklet dünyasında daha çok insan tanıyordu. Bu sayede bana yarışacak motosikletler ve sponsorlar bulabilirdi.”
Tıpkı bir dönem iki teker üzerinde başarılar elde eden Damon Hill’in, sonunda babası Graham’ın izini bularak Formula 1’de yarışması gibi, Valentino da böylelikle babası Graziano’yu takip etti.
Rossi kalbinde 70’leri taşısa da günümüz gerçeklerinden uzak bir adam değil. Onun favori grupları, aktörleri, filmlerinin hepsi 1970’lerden. Efsanevi Le Mans filminin yıldızı Steve McQueen’e hayran mesela. McQueen’in rollerinden birini almak için yapımcıların Madison Avenue’deki ofisine Harley’i ile çıkıp onları korkutması hakkında şunları söylüyor:
“McQueen benden daha çılgınmış, aslında o yıllarda bu çılgınlıkları yapabiliyormuşsunuz. Bugün motosikletle asansöre girip bir binanın içindeki toplantıya gidemezsiniz. Eğer günümüzde bunu yapmaya kalkarsanız aptalsınız, 1960’larda ise bunu yaptığınızda Steve McQueen oluyordunuz. O başka bir dönemde yaşıyordu. Aslında belki de o zamanlar ünlü olmak daha güzeldi. Daha özgürdünüz, daha az problemle boğuşuyordunuz ve daha az insan sizden söz ediyordu. Bence McQueen benim olabileceğimden çok daha özgürdü.”
Yine de motorsporlarının en özgür ruhlarından biri olan Valentino Rossi, hiç inişi olmayacak gibi görünen çıkışlarla ve hiç yükselişi olmayacak düşüşlerle dolu bir yolculuğa sahip.
“Hayatım boyunca hızlı olmak istedim, sanıyorum bunu babamdan aldım. Erken yaşta bir yarışçı olabilmek için özel bir yeteneğim olduğunu fark ettim. Karting aracımla yarışırken neler olduğunu hissedebiliyor ve anlayabiliyordum. Yine de tek değildim, benden daha hızlı çocuklar vardı. Ben de kendi kendime bunun benim yolum olduğunu ama gelişmem gerektiğini söyledim.”
Dünya Şampiyonası seviyesine çıktıktan sonra Rossi her yıl gelişti. 125 ve 250cc dünya şampiyonluklarının ikisini de serideki ikinci sezonunda kazanarak dönemin prömiyer sınıfı olan 500cc’ye geldi. İki zamanlı, egzoz dumanının arka lastiğin dumanına karıştığı çılgın motosikletlere alışana kadar, Rossi kendini sık sık yerde buldu. Çaylak sezonunda dünya ikincisi olduğu 500cc’deki ikinci yılında, tıpkı 125 ve 250cc’de yaptığı gibi şampiyonluğa ulaştı. Sonrası ise üç yıllık bir hegemonya. En iyi motosiklet Honda’nın üzerinde en iyi sürücü; Rossi.
Fakat hep güler yüzüyle tanıdığımız Rossi, ezeli rakiplerinden Max Biaggi’nin Naomi Campbell ile çıktığı dedikodularına nazire olsun diye yarıştan sonra üzerinde Claudia Schiffer yazılı sarışın bir şişme kadınla zafer turu atan, farklı kazandığı bir yarışın ardından pist kenarındaki portatif tuvalete sırf makara yapmak için koşturan o eğlenceli İtalyan, Honda’da mutlu olmadığını fark etti.

Spor dünyasında kazanmak için mutlu olmanız gerekmez. Hatta bazen, mutluluğu başarıyla takas etmek zorunda kalabilirsiniz. Aynı şekilde, mutlu olmak için de kazanmanız şart değil. Bunun farkında olabilmekse hayli zor.
Valentino başarı garantili Honda’sından bunu fark ederek indi. Kendisi hariç herkesin şaşırdığı, Michael Schumacher’in Ferrari transferine benzer bir hamleyle Yamaha’ya geçti. Yeni sezonun ilk yarışında Doktor, Honda’ya geçen Max Biaggi’nin önünde, Honda’dan yavaş olan Yamaha ile kazandı. Güney Afrika’nın ‘Özgür Devlet’ eyaletinde, Türkçe anlamı ‘Hoş Geldin’ olan Welkom şehrindeki yarış, Rossi’nin evini ve özgürlüğünü bulduğu yarış oldu.
Valentino Yamaha ile birlikte büyüdü, olgunlaştı. 2006’da son yarışta düşerek Nicky Hayden’a, 2007’de Ducati’yle harikalar yaratan Casey Stoner’a kaybetti. Kaybetmeyi Honda’da öğrenemezdi, Yamaha ona kaybetmeyi de öğretti. Kaybetmeyi öğrenmeden efsane olamazsınız.
“Her hafta sürüş stilimi geliştiriyorum. Bu seviyede dahi, keşfedilmemiş bir şeyler var.” 2008’de Stoner’ı Laguna Seca’nın en meşhur ve imkânsız virajı Corkscrew’da geçtiği hafta sonu Rossi bunları söylüyordu. İki yıl sonra motosikleti yatırdıkça daha fazla tutunan mucizevi Bridgestone ön lastikler yeni bir sürüş stili ortaya çıkardı.
1970’lerde dizlerin yavaş yavaş asfalta konduğu sürüş stili, 2010’lara gelirken dirsekleri asfalta dokundurmaya başlamıştı bile. Ardından Stoner, Lorenzo, Pedrosa ve sonrasında Marquez’in yükselişi gelecekti.
Sırf motosiklet sesine benziyor diye bıçakları çıkarılmış motorlu testerelerle yarış izlemeye gelen manyakların mabedi Mugello, İtalya Grand Prix’sinin evi. 2010’da Mugello’daki antrenmanlarda düşüp bacağını kırana kadar kariyerindeki 230 yarışı da kaçırmamış Rossi’nin düşüşünün başlangıcıydı.
Rossi aynı sezon geri dönüp Malezya’da kazandı ancak yokluğunda evi bildiği Yamaha’nın artık yeni bir sahibi vardı. Jorge Lorenzo ilk dünya şampiyonluğunu kazanıp Yamaha’nın birinci sürücüsü olurken, Rossi de Ducati transferini nihayet gerçekleştirdi. Herkes Yamaha’yı bırakmanın kötü bir karar olduğunu tartışadursun, Honda’dan Yamaha’ya geçişine benzer bir biçimde Ducati’yi ayağa kaldıracak seçilmiş kişi Rossi olabilirdi. MotoGP’nin en iyi sürücüsünün bunu ikinci kez yapamaması için sebep yoktu. Olmadı. Rossi Ducati’de felaket iki sezon geçirdi. Kariyerinde ilk kez yarış kazanamadığı sezonlar yaşadı. Dostu, arkadaşı Marco Simoncelli’nin 2011 Malezya’da öldüğü kazada Simoncelli’ye çarpan iki motosikletten biri onun, diğeri eski takım arkadaşı Colin Edwards’ındı. Kariyeri, vücudu, zihni ve hayatı darmadağın oldu. Rossi’nin emekliliği, ilk defa o zamanlar dile getirilmeye başlandı. Rossi, Simoncelli kazası üzerine uzun uzadıya hiç konuşmadı.
En az 2011 kadar kötü geçen 2012 sezonu sonrası Rossi tek yarış kazanamadan, başarısız olarak Ducati’den ayrıldı. Bir dönem herkesin yenilmez olduğunu düşündüğü adamın bir daha eskisi gibi olup olmayacağını kimse bilmiyordu.
2013’te tekrar Yamaha’ya döndüğünde Rossi iki zamanlı 500cc’leri, dört zamanlı 990cc, 800cc ve 1000cc motosikletlerin dönemini görmüş, Biaggi, Gibernau, Capirossi, Stoner gibi eski sürücülerle yarışmış yaşlı bir sürücüydü. Belki de artık eskisi gibi değildi.
Tıpkı Doctor Who’nun Doktor’u gibi, MotoGP’nin Doktor’u da ne zaman bittiğini düşünsek kendini yeniledi, yeniden doğdu. 2013 Assen’de iki yıl süren nadasın ardından podyumun zirvesine çıktı. ‘Yeni Rossi’ Marquez ilk şampiyonluğunu alırken, Rossi sonrası MotoGP’de izlenebilecek bir sürücünün varlığından bahsediliyordu. Rossi yeni stiliyle 2014’te iki yarış, 2015’te ise dört yarış kazandı. Son yarışta şampiyonluğu kaybettiği, veliahtı olabilecek Marquez ile bozuşup Lorenzo ile bir kez daha küstüğü 2015 sezonu için Rossi’nin son şansı diyenler çoktu. Beklenen onuncu şampiyonluk, Valencia’da son tur tamamlandığında Lorenzo şampiyon olurken artık imkânsız görünüyordu.
Sonra Michelin geldi. Rossi’nin kariyerinin başında, Mick Doohan’ın “Çekiş kontrol sistemi sağ bileğim” dediği canavar 500cc’lerle yarıştığı dönem çok iyi tanıdığı Michelin’ler. Herkesin gaz açmaya çekindiği, dördüncü viteste dahi çekiş kaybettiği ve patinaj yaşadığı o lastiklerle Valentino Rossi sıcak bir günde bu yılın en hızlısı. Onuncu şampiyonluk için, yeni bir şansı olabilir.
Rossi’nin yolculuğu kaç şampiyonlukla olursa olsun bittiğinde, varacağı yer Tavullia’daki çiftliği olacak. Güler yüzlü haşarı bir çocuk olarak büyüdüğü kasabasına, güler yüzlü bir orta yaşlı adam olarak dönecek. Yola çıktığı yer ve vardığı yer aynı olsa da motosiklet üzerinde tarihin en iyisi olan bu adam bile değişimden kaçacak kadar hızlı olmayacak.
Valentino’nun değişimi kabullenip içselleştirmesi, yolculuğunu kabullenen bir seyyah gibi her adımın tadını çıkarması, biraz da bu yüzden.