Sıfır Noktası

17 dk

Venus ve Serena Williams, geride kalan 30 senede tenis tarihinin en büyük figürlerinden ikisine dönüştüler. Sıfır noktasında, yanlarında Rick Macci vardı.

Geçtiğimiz yıl vizyona giren Kral Richard: Yükselen Şampiyonlar filmi, Venus ve Serena Williams Kardeşlerin tenis dünyasına nasıl adım attıklarını anlatıyor. Will Smith'in canlandırdığı Baba Richard karakteri, filmin baş kahramanıyken ikinci perdede bir diğer figür öne çıkıyor: Rick Macci. Williams Kardeşlerin ilk koçu, bugün hâlâ Florida'daki akademisinde haftanın yedi günü sabah 03.30'da kalkıp bildiklerini genç tenisçilere aktarmaya devam ediyor. Macci ile Zoom'da bir araya geldik, Venus ve Serena'yla geçen yıllarını konuştuk.

Compton'da bir hafta sonu geçirdiniz ve hayatınız değişti. Tenis tarihi de...

1991 yılının Mayıs ayıydı, sanki dün gibi... Telefonum çaldı, arayan Richard Williams'tı. Üç ila dört ay önce, Venus'ün adını duymuştum. The New York Times, ondan bahseden bir makale yayımlamıştı; 10 yaş altı kategorisinde namağlup olduğunu öğrenmiştim. Gerçi bu ne anlama geliyorsa... Neyse, telefon geldiğinde o soyadı hatırladım, Richard bana Venus ve Serena adlı kızlarının çok iyi olduğundan bahsediyordu. Tahmin edersin, milyonlarca kez duyduğum bir şey bu. Devamıysa daha ilginçti: "Compton'a gelmeni istiyoruz." İsyanlar ve çatışmalar dışında Compton hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Richard'ın cevabı hazırdı: "Hey Rick, sana söz veriyorum vurulmadan evine döneceksin!" Dünyanın en komik adamıydı, daha ilk dakikadan anlaştığımızı hissetmiştim. Yine de çekincelerim vardı. Daha önce hiçbir oyuncuyu izlemek için başka bir şehre gitmemiştim. Ya onlar benim akademime gelir ya da alt yaş turnuvalarında onları gözlemlerdim. Üstelik kızlar henüz 9 ve 10 yaşındaydı. Bilemiyorum, bugün dönüp bakınca nedenini açıklayamıyorum, her şeyden öte sanırım meraklanmıştım. Yuvamı sık terk etmem aslında ama dürüst olmalıyım, hayatımın en iyi tatiliydi! Compton'a gidip bunu söyleyebilecek başka bir insan yoktur.

Oturduk, Richard çantasından bir kâğıt çıkardı ve beni soru bombardımanına tutmaya başladı. Sanki mahkemede ifade veriyordum! Ailesi için kurduğu o dar çembere birini dahil edecekse, başarısı kanıtlanmış, bir rol modeli ve yer yer baba figürü olabilecek birini arıyordu. Son üç senedir Jennifer Capriati'yi çalıştırdığımı, onu ilk 10 seviyesine çıkardığımı biliyordu. Kızlarının gelişimi için doğru kişi olduğumu düşünüyordu.

Kortta neler gözlemlemiştiniz?

Ertesi sabah kırmızı minibüsüyle beni aldı ve East Compton Hills Country Kulübü'ne gittiğimizi söyledi. Meek ve VW -Serena'ya böyle seslenirdim, göbek adı Jameka'dan gelen bir kısaltmaydı; Venus'e ise baş harfleri VW şeklinde- çöplerin ve McDonald's artıklarının arasında oturuyorlardı. 15 dakika geçmişti, etrafıma bakarken "Bir tenis kulübü kurmak için ilginç bir mahalle" diye düşündüm. Derken, bir parkın yanında sağa çekti. Ortam inanılmazdı. 20 adam bir tarafta basketbol oynuyordu. İçki içenler, marihuana tüttürenler, çimlerde baygın yatanlar... Kalakalmıştım. Korta doğru yürürken, oradakilerden biri "Hey, Kral Richard" diye seslendi. Daha o zamandan, mahalleli ona bu lakabı takmıştı. Sonrasında VW ve Meek ile selamlaştılar. The New York Times makalesi, tüm mahallede duyulmuştu, herkes kızları tanıyordu. Compton ve tenis kelimeleri ilk defa yan yana gelmişti. Basketbol sahasını geçtik, korta çıktık, birkaç kutu Wilson top çıkardım fakat Richard, "Hayır, hayır. Biz burada yeni toplarla oynamayız" dedi. Kötü bir zemin, bazı yerlerde uzayan çimler, alışveriş arabasının içine doldurulmuş toplar... File çalınmasın diye, yandaki demirlere altı-yedi zincirle sabitlemişti. Abartmıyorum, fileyi açması yaklaşık 20 dakika sürdü.

Nihayet başladık. Daha o yaşta, Venus'ün boyu 1.80'e yakındı. Birkaç antrenman rutini gösterdim, tekrar etmelerini istedim. Şöyle kıyaslayayım: Capriati, tarihin en iyi junior oyuncusuydu. 12 yaşında, 18 yaş altı kategorisinde ABD şampiyonu olmuştu. Kimi rekorları, bugün dahi yerli yerinde. Harika bir fundamental'ı, şiir gibi bir raket salınımı vardı. Ders kitaplarından çıkmış gibiydi. Bu iki kıza baktığımdaysa... Görüntü tam bir felaketti. Kafamda, "Compton'da benim ne işim var?" demeye başlamıştım, "Bu adam beni kandırmış olmalı..." Olacak iş değildi. Cumartesi sabahındaydık, dönüş uçağım pazar akşamıydı. Kalan 1,5 gün ne yapsam diye düşünmeye başlamıştım.

Birkaç rutin daha denedik, sonuç benzerdi. Tamam, istisnai bir atletizm vardı ortada ama kalan kısımlar pek parlak değildi. Nihayet, "Hadi, şimdi de bir maç yapalım" dedim. O anda, tüm manzara değişti. Çok daha düzgün vuruşlar çıkarmaya, kortta daha iyi hareket etmeye, omuz dönüşleri ve vuruş hazırlığında bir sonraki aşamaya geçmeye başladılar. Beni asıl şaşkınlığa uğratan içlerindeki arzu, o alev alev hiddetti. Hem Serena'da hem Venus'te o ateşi görmek mümkündü. Daha önce görmediğim cinstendi. Topa yetişmek için o kadar hızlı koşuyorlardı ki düşecek gibilerdi. 5 metre ötedeki topa dahi tüm güçleriyle yetişmeye çalışıyorlardı. Delilikti. Kafamda kurmaya başladım. Bu boy, bu iştah... Her şey mümkündü. Richard'ı çağırdım. "Sıradaki Michael Jordan'a sahipsin" dedim. Kolunu omzuma attı, "Hayır birader," diye söze girdi, "sıradaki iki Michael Jordan'a sahibim."

Maç bitti, Venus tuvalete gitmek için babasından izin aldı. Sarıldılar, kucaklaştılar. Aralarında müthiş bir sevgi vardı. Kapıdan çıktı, birkaç metre ellerinin üzerinde yürüdü, sonra da ters taklalar atarak yoluna devam etti. 1991 yılındaydık, o zamanlar büyük ve güçlüyseniz, çevik olmanız beklenmezdi. O atletizmi gördükten sonra doğru bir tedrisat, yeterli finansal destek ve uygun fırsatlar bir araya gelirse, bu iki kız sadece dünya 1 numarası olmakla kalmaz, sporu da değiştirebilir diye düşündüm. Tenis, böyle bir şey görmemişti. O maçta gördüklerim, Venus ve Serena'ya inanmamı sağladı. Beni koç olarak seçtiler, Richard en iyi arkadaşım oldu, Venus ve Serena'yı kızlarım gibi gördüm ve nasıl derler, tarihi yeniden yazdık. Çılgınca, ha?

Rick Macci, Venus Williams ve Richard Williams antrenmanda...

Rick Macci, Venus Williams ve Richard Williams antrenmanda...

Richard Williams, kızlarını izlemesi için başka antrenörlerle de şansını denedi ama birçoğu bu sorumluluğu almayı reddetti. Diğerlerinin gözden kaçırdığı neydi sizce?

9-10 yaşındaki bir sporcunun iyi olduğunu düşünebilirsiniz ama onlara 92 bin dolarlık bir karavan almak, Richard'a yıllık 54 bin dolar maaş ödemek, antrenman partnerlerine 100 bin doların üzerinde para harcamak, benim günde 4 saatimi onlara ayırmam…

Bu devasa bir projeydi. "Size yardımcı olabilirim" demekle karşılığında bir garanti yokken tüm bu parayı harcamayı göze almak farklı şeyler.

Baskın aile üyelerinin kimi sporcuların kariyerini kötü etkilediğini de gördük, tıpkı Mary Pierce gibi.

Evet, ben bir dönem Mary Pierce'ı da çalıştırmıştım. Nick Bollettieri'nin akademisinden ayrılıp benimle çalışmaya başlamışlardı. Jim'le (Pierce) de uzun süre uğraşmak zorunda kaldım. Onunla konuşurken defalarca dikkatli olmasını söyledim. "Böyle gidersen 18 yaşında infilak edecek" dedim. Maalesef öyle de oldu, kariyeri boyunca babası kaynaklı çok zorluk çekti. Richard Williams'ın bu yönünü seviyorum. Sürekli hayat dersi veriyordu. Kızlarının küçük bir çocuk olduğunu hiçbir zaman unutmadı. Medyanın yansıttığı gibi kötü bir adam değildi. Her bir gün antrenman bittikten sonra, o gün nasıl geçmiş olursa olsun, ne kadar mutlu ya da kızgın olurlarsa olsunlar, kızlar yanıma gelirler, bana sarılırlar ve "Çok teşekkürler" derlerdi. Her gün antrenmana kitap getirirler, yağmur yağdığında ofisime geçip kitap okurlardı. Tüm bunlar, Richard'ın onlara aşıladığı değerlerin sonucuydu. Çılgınca konuşur, dışarıya farklı görünürdü ama harika bir babaydı.

Venus ve Serena'nın gelişimi için tekvando, boks, jimnastik gibi dersler aldırdığınız doğru mu?

Richard'ın beni seçmesindeki sebeplerden biri de bence buydu. Ona "Atletik kapasiteleri harika, sen ve Oracene (Price) genetik olarak loto tutturmuşsunuz. Venus bu büyük adımlarla atletizmde olimpiyat seviyesine çıkabilir. Serena keza, her sporda tepeye oynayabilir. Öte yandan, ben onları daha da atletik yapacağım. Michael Jordan'dan daha iyi hale gelmelerini istiyorum" demiştim. Akabinde planımı açıkladım. Tekvando, boks, bale gibi birçok alandan dersler aldırdım. Basketbol topu sürmelerini, sahayı hulahop çevirerek turlamalarını istedim. Binde birlik bir gelişim de sağlasa, hiç yoktan iyiydi. Bunları yaparken eğleniyorlardı da. Sıkıcı fitness seanslarından katbekat iyiydi. 1991- 1995 arası, kızların atletik kapasitelerini en tepeye çıkarmalarını sağladık.

Serena'nın oyununda odaklandığınız ilk konu neydi?

Her şeyin başında groundstroke'lar* vardı. Kadın tenisinde -aslında erkeklerde de- her şey groundstroke'lardan ibarettir. Servisi, voleyi, aşırtmayı, kısa topları, korttaki hareketliliği bir kenara bırakın. Eğer rakibin 20 tane groundstroke vurduysa, senin 21'inciyi vurman gerek. Bir de bunu kaliteli bir şekilde yapman... Hem Serena'nın hem de Venus'un raket kavrayışları bana geldiklerinde gayet iyiydi, bu bir problem olmadı. Örneğin (Andy) Roddick'in tutuşu üzerine biraz mesai yapmamız gerekmişti. Devamında, Serena'nın raketini geriye doğru açışına biraz çalıştık. Topu yerden yükselirken almasını, topla mümkün olduğunca erken buluşmasını, kortun içine girerek süratini ofansif şekilde kullanmasını öğrettik. Topla filenin 3 metre yukarısında değil, arka bacağından güç olarak değil, daha temiz vuruşlarla buluşmaya alıştırdık. Nihayet, rakibi dengesini yitirmişse, bum! Batman, Örümcek Adam ya da Aquaman gibi file önüne koşacaktı. Korkusuzca, top yere inmeden o vuruşu yapacaktı.

Hiçbir tenisçi, Venus Williams'ın benimle çalıştığı dönemde yaptığı kadar hata yapmamıştır ama hepsi pozitif hatalardı. Sonunda, onu iyiye götürecek hatalar. Backhand tarafında hep açık bir duruşla vururdu. Duruma göre çeşitlendirmesini tercih ederdim aslında ama bunu sürekli yapıyordu ve topla buluşma noktasında bir sapma yoktu. Backhand paralelleri, kadın tenisinin en iyi vuruşlarından biri. Bugün dahi, okuması oldukça güç. Beli farklı yönü gösterirken topu paralele göndermeyi başarabiliyor. Teoride herkese Djokovic'in backhand'ini -sağ kol düz, sol dirsek kırık, raket başı önde- öğretsem de Venus, ellerini hemen indirir, sağ bileğini büker, açık duruşla vuruşunu yapardı. Bence en iyi koçluk budur: Doğru ya da yanlış yol yoktur, daha iyi bir yol vardır. Onun için daha iyisi buydu. Ego yapmadım, bu vuruşu ne kadar verimli yaptığını görünce değiştirmedim. Serena farklıydı, vuruş stili daha klastı.

Zaman geçtikçe, 2000'ler ve 2010'larda erken vuruş hazırlığı önem kazandı. Herkes daha hızlı, daha çabuktu. Venus ve Serena'yla vuruşa erken hazırlanmaları için yoğun bir çalışma yaptığımız için devir değişirken onlar hep bir adım öndeydi. Son olarak, elbette servis. Serena, henüz 10 yaşında doğal bir servis rutinine sahipti. Bu, iyi bir servisçi olacağınızı garanti etmez. Bakın, bu işi çok uzun süredir yapıyorum ama hiç kimsenin Venus ve Serena'dan daha fazla servis çalıştığını görmedim. Kesme servis atmayı öğretmek için topu sağa doğru fırlatmaktan tutun birçok biyomekanik dokunuşa servisleri için ciddi vakit ayırdık. Serena, tarihin en iyi servisçisi. Henüz küçük bir çocukken bana "Tarihin en iyi servisine sahip olacağım" derdi, ben de onaylardım. Tarih bunu doğruladı. Hiçbir oyuncu, hayati puanlarda servisini Serena kadar doğru noktalara atmamıştır.

"Bir yolculuğa çıkmış ve büyük ikramiyeyi tutturmuştuk. Artık, yollarına bensiz devam etmelerinin zamanı gelmişti."

"Bir yolculuğa çıkmış ve büyük ikramiyeyi tutturmuştuk. Artık, yollarına bensiz devam etmelerinin zamanı gelmişti."

Williams Kardeşlerin 1992'de Billie Jean King ve Rosie Casals ile oynadıkları çiftler maçına dair neler anımsıyorsunuz?

Sanırım 12 ve 13 yaşlarındalardı. Richard, günün birinde gelip "Bir gösteri maçı yapacağız" dedi. South Carolina'da düzenlenecek Family Circle Kupası'ndan önce, Billie Jean King ve Rosie Casals'la bir çiftler maçı oynayacaklardı. Tarihin en iyi çiftler oyuncularından ikisinden bahsediyoruz. Stadyumda 5 bin kişi vardı. Ne bekleyeceğimi kestiremiyordum; emin olduğum tek şey, insanların "Vay be, bu çocuklar çok agresif" diyecekleriydi. Her zaman böyle oynarlardı. Billie Jean, servis atmaya hazırlanırken Serena -ya da Venus müydü- geri çizginin o kadar içine girdi ki servis çizgisine geri çizgiden daha yakındı! Billie seslendi: "Hey, daha geride beklemelisin." Cevap gecikmedi: "Hayır, biz burada servis karşılıyoruz." Billie yumuşak bir servis atınca, Rosie'nin üzerine o kadar güçlü bir return geldi ki -saatte 100 km'lik bir vuruştan bahsediyorum- Compton'daki bir sokak kavgasından çıkmış gibiydi! Skor tutmaya başladığınızda, bambaşka oyunculara dönüşürlerdi. Karşılarında kardeşleri, kedi ya da köpekleri olması fark etmezdi; rekabetçi dakikalarda gözleri başka bir şey görmezdi. O yaştaki iki çocuğun oynayıp oynayabileceği en agresif tenisti. O gün stadyumda iyi bir tenis gözüne sahip izleyiciler, bu iki kızın tenisin zirvesine çıkacağını görebilirdi.

Maçtan sonra, alelacele havalimanına doğru yola çıktık. Richard ve Oracene önde, Meek ile ben arkalarında, Venus'se en gerideydi. Bir şeyler duymaya başladım:

— Hey Venus, bugün nasıl oynadın?

— Oldukça iyi, teşekkür ederim.

— Groundstroke'ların nasıldı?

— Harikaydı.

— Peki ya servislerin?

— Alev almıştı.

Neler olduğunu anlamak için arkamı döndüm. Venus, elindeki oyuncak bebeğe röportaj veriyordu! Bu hikâye, Richard Williams'ı neden sevdiğimin bir diğer kanıtı. 5 bin kişinin önünde, tarihin en iyi çiftler oyuncularından ikisine karşı raket salladıktan sonra arabaya biniyoruz ve bir oyuncak bebekle konuşmaya başlıyor. Richard, her zaman şunu sağladığından emindi: Onlar önce birer çocuk, sonrasında birer tenisçiydi.

Dört yıllık beraberliğin ardından, yollarınız nasıl ayrıldı?

İlginç hikâyedir. Venus, 12 milyon dolarlık bir sponsorluk anlaşması yaptı. Akabinde Richard, benimle konuşmak istedi. Önümüzdeki beş sene boyunca sadece kızların antrenörü olmaya nasıl yaklaşacağımı sordu. 1995 senesiydi, Venus'le turnuvalara birlikte seyahat etmemi de istiyordu. Karşılığında, senelik 1 milyon dolar teklif etti. Bir şartla, akademimi bırakacaktım. Dört sene boyunca, Richard'a "Hayır" dediğim ender anlardan biriydi. Bir yolculuğa çıkmış ve büyük ikramiyeyi tutturmuştuk. Artık, yollarına bensiz devam etmelerinin zamanı gelmişti. Richard'ın teklifini sevmemiştim. Palm Beach'te bir ev almış, yanına tenis kortları inşa ettirmişti ve benim de orada olmamı istiyordu. Ne de olsa kızlar benimle çalışmayı seviyordu, onlar için ikinci bir baba figürü gibiydim. Günün sonunda, o parayı kabul etmeli miydim? Akademimi bırakmak istememiştim. Birçok insan, kendi işinin patronu olmak ister. Ben de öyleydim. İnsanların sadece topa vuruşlarını değil, hayatlarını da değiştirdiğimi hissediyordum. Hiçbir pişmanlığım yok. Bugün, Kral Richard filmi sayesinde yıllar sonra hakkımın teslim edildiğini düşünüyorum. İnsanlar, Venus ve Serena'yı çalıştırdığımı biliyordu ama onlara bu kadar büyük yatırım yaptığımın, kendimi onlara adadığımın farkında değillerdi. Yıllar içinde defalarca ilk 10 seviyesinde oyuncuları çalıştırma imkânı sunuldu ama hayal ettiğim bu değildi. Bugün 67 yaşındayım, harika bir şirketim var, her gün 03.30'da kalkmaya, insanlara dokunmaya devam ediyorum. Şikâyetçi değilim.

Green Day Tişörtü

Serena, daha o yaşlarda pitbull gibiydi. Bir gün, "Ayaklarını daha iyi hareket ettirmelisin" dedim. Nedenini sordu. "Çünkü dünya 1 numarası olmak istiyorsun" diye yanıtladım. Cevabı, "Zaten dünya 1 numarası olacağım" oldu. "Peki, bir saat daha çalışmak karşılığında ne istersin?" diye sorduğumda "Hey, Rick. Çok acıktım. Bir adamını yolla, bana acı soslu patates kızartması, Snickers ve Pepsi getirsin. Ha bir de, yolda gelirken Green Day grubunun tişörtlerini satan bir mağaza gördüm, yarın sabaha o tişörtten istiyorum" demez mi! Kabul ettim... 1 saat boyunca su bile içmeden makina gibi bir oraya bir buraya koştu. Niagara Şelalesi gibi terliyordu. Nihayet, "Hey Rick, saat 15.15 oldu, dediğini yaptım, yarın sabah ilk iş Green Day tişörtümü getirsen iyi edersin!" diye bağırdı. Serena işte...

Williams Ailesi'yle bugünkü iletişiminiz ne durumda?

Richard'la hâlâ konuşuyoruz ama kızlarla iletişimimiz zamanla koptu. Ta ki filmin galasına kadar. Sonrasındaki partide bir araya gelip laflama şansı bulduk. O günleri yâd ettik; güldük, ağladık. Hatıra koridorlarında tura çıktık. Harikaydı. Hatta Venus'e, 30 sene sonra bir itirafta da bulundum...

Venus'ü ilk profesyonel turnuvasına götürene dek, antrenman partnerini bir kez bile yenememişti. 3,5 seneden bahsediyorum! Akademime gelip bir ay maç kazanamazsa ayrılan çocuklar gördüm. 3,5 sene, sıfır galibiyet. Tabii antrenman partnerleri ATP'de ilk 400 seviyesinde tenisçilerdi. O turnuva için gittiğimiz Oakland'da, antrenman partneri Gerard'ı (Gbedey) yanıma çağırdım. "Maçı tiebreak'e götür. VW'nun seni kıl payı yenmesine izin ver" dedim. Öyle de oldu. Venus heyecanla yanıma geldi, "Hey, Rick, doğru zamanda form tuttum, onca zaman sonra Gerard'ı yendim!" diye haykırdı. Bozuntuya vermedim tabii. Özgüvenini zirveye çıkarmak istiyordum. İşe yaradı: Henüz 14 yaşında, dönemin dünya 58 numarası Shaun Stafford'ı yendi. İkinci turda, finalde Martina Navratilova'yı yenecek 1 numaralı seri başı Arantxa Sanchez Vicario'dan ilk seti aldı. 30 sene sonra olsa da artık o antrenman maçında neler olup bittiğini biliyor...

Rick Macci ile Serena Williams

Rick Macci ile Serena Williams

Serena'nın kariyerini uzaktan da olsa izlediğinizi tahmin ediyorum. Sizce en etkileyici dönemi hangisiydi?

Serena, birçokları için tenisi değiştirmekle kalmadı, modaya atıldı, pop kültürün bir parçası oldu. Spordan daha büyük bir figüre dönüştü. 23 slam, 7 Wimbledon, 6 Amerika Açık, Venus'le beraber kazandıkları 14 çiftler slam'i, 4 olimpiyat altını... Cevap hiçbiri değil. Bunlar zaten aleni olanlar. 35 yaşında dünya 1 numarası olması da değil. Hepsini unutun. Bence Serena, tenis raketini eline almış en iyi kadın sporcu olarak değil tarihin tüm branşlardaki en büyük kadın sporcusu olarak anılacak. Eğer anne olmayı seçmeseydi, otuzun üzerinde slam şampiyonluğu yaşayabilirdi. Bana sorarsanız, bugün sahip olduğu platformla beraber Serena'nın en büyük başarısı, ileride yapacakları olacak.

*Groundstroke: Teniste top kortta bir kez sektikten sonra yapılan vuruşlar.

Socrates Dergi