Sil Baştan

17 dk

2015'te Seattle Storm ile WNBA'e ayak basan Emre Vatansever, geride bıraktığımız sezonda ligi şampiyon tamamlayan Chicago Sky'ın teknik ekibinde yer alıyordu. Vatansever, deneyimlerini Socrates'le paylaştı.

Türk basketbolu gerek kulüp takımları gerekse milli takım bazında dönem dönem yüzümüzü güldürdü, milli oyuncularımızı yurtdışında da izledik ancak ihraç ettiğimiz antrenör sayısı çok fazla değil. Ne mutlu ki bu sayı yakın gelecekte yükselebilir. Mesela şu sıralar karşımızda bir Emre Vatansever gerçeği var. Galatasaray'da ve Yakın Doğu Üniversitesi'nde kupalar kazanan asistan koç, ABD kariyerine Seattle Storm'la başladı, geçtiğimiz sezon ise başantrenör James Wade'in ekibinde, Chicago Sky'la şampiyonluk kupasını kaldırdı. Şimdi o, şampiyonluk kupasıyla birlikte Sky'ın antrenman tesislerinde, ben Socrates ofisinde, buluşma noktamız ise Zoom. ABD'ye gidiş hikâyesi, Candace Parker ve basketbolun evrimi ise konuştuğumuz konulardan birkaçı...

Hocam, evvela tebrik ederim. ABD serüveninize ve şampiyonluk yolculuğuna ayrıca geleceğim ama öncelikle şunu sormak istiyorum: Son birkaç gündür hayatınızda değişiklik oldu mu? Basketbolun kalbinin attığı yerde şampiyon olmak nasıl bir his?

Tabii, oldu. Özellikle sizin gibi basketbolu yakından takip eden insanlar bir mesaj ve telefon yağmuruna tuttu. Duygu kısmından bahsedecek olursam; birinci, ikinci, beşinci, sonuncu olmak ne manaya geliyor, inanın hiç bilmiyorum. O kadar da bir şey ifade etmiyor benim için. Ama şunu söyleyebilirim: Ortaya konan bir emek var, yıllarca üstüne koyulmuş bir plan var, onun karşılığında böyle bir kupa almak (şampiyonluk kupasını gösteriyor) onur verici.

O halde kaseti başa saralım. Galatasaray Kadın Basketbol Takımı'nda asistan koçken Aralık 2014'te istifa ettiniz. Birkaç ay sonra da Seattle Storm ile anlaştınız. İstanbul'dan Seattle'a uzanan yolculuğu anlatabilir misiniz?

Bilirsiniz, WNBA'de nisan-mayıs ayları gibi takımlar bir araya gelmeye başlar. Hemen öncesinde draft olur. Draft'ın evvelinde de NCAA Final Four'u düzenlenir. Ben de kolej finallerini yerinde takip etmek istiyordum. Uzun zamandır düşündüğüm bir şeydi bu. Galatasaray'dan istifa ettikten sonra beş günlük bir plan yaptım. Final Four süresince birçok etkinlik de oluyordu maçların dışında, onlara da katıldım. Koç seminerleri mesela… Tanıdığım koçları görme ve yeni insanlarla tanışma imkânı söz konusuydu. Oradaki beş gün boyunca yeni insanları tanıma şansım oldu. Mesela dönemin Seattle Storm koçu, şu an Indiana Pacers'ta Rick Carlisle'ın asistan koçluğunu yapan Jenny Boucek'le tanıştım. Onunla olan ilişkimin büyümesi sonrası Seattle Storm'a bir davet aldım. Her şey böyle başladı.

Profesyonel basketbolculuk geçmişi olmayan biri olarak antrenörlüğe geçişte zorluk yaşadınız mı? ABD'de, geçmişte çalıştığınız oyunculara ve basketbol anlayışınıza göre değer biçiliyor olsa da Avrupa'da işler daha farklı sanki…

Çok zorluklar yaşadım bu açıdan. Ben Türkiye'de kariyerimi sıfırdan başlayarak inşa ettim. 17-18 yaşlarımdan beri antrenörlük yapıyorum, 15 yıl koçluk yaptım Türkiye'de. ABD'ye geldiğimde bu 15 yılda öğrendiklerimi bir kenara bırakıp yine sıfırdan başlamam gerekti. Kimse Galatasaray'da ya da Yakın Doğu Üniversitesi'nde başardıklarına bakmıyor. İki senede beş kupa kazandık Yakın Doğu'da, Zafer Kalaycıoğlu'yla çalışıyordum. "EuroLeague ve EuroCup'ı kazanmışım ama eee, yani?" diye başladı buradaki hayatım. İnsanlara neyi ne kadar, ne ölçüde bildiğimi, nasıl yaklaştığımı göstermem gerekti.

Şöyle bir avantajım oldu: Avrupa'nın basketbol anlayışıyla haşır neşir olduğum için ABD'deki farklı kültürle karşılaşınca bir nevi kültürleri harmanlama şansı buldum. Diğer insanlar alıştıklarından daha farklı bir bakış açısını da gördüler, hoşlarına gitti. Ama özetle 15 yıl boyunca yaptıklarımı bir kenara bırakıp sıfırdan başlamış gibi oldum ABD'deki hayatıma.

Zafer Kalaycıoğlu'nun ismini zikrettiniz, diğer taraftan Ekrem Memnun'la da çalıştınız. Bu isimlerin basketbola bakış açınızdaki yeri ne?

Çok büyük yerleri var. Özellikle Galatasaray sayesinde çok fazla antrenörle çalışma imkânı buldum. O dönem boyunca Cem Akdağ, Ekrem Memnun, Zafer Kalaycıoğlu, Okan Çevik gibi ligin önemli antrenörleriyle mesai yaptım. Her birinin bende bıraktığı iz büyük, her birinin de farklı özellikleri var. Hepsinden bir şeyler almayı başardığımı düşünüyorum. Bugünkü antrenörlük felsefemin ve bilgimin önemli bir kısmını onlara borçluyum.

Candace Parker

Candace Parker

Yavaş yavaş final serisine geçelim. Seride uzatmalarda kaybettiğiniz maçı da dahil edecek olursak Phoenix Mercury'ye karşı bir üstünlüğünüz söz konusuydu. Ancak son maçın üçüncü çeyreğinde 14 sayı geriye düştünüz. "Şampiyonluğu alacakken en kritik yerde maçı vereceğiz" hissiyatına kapıldınız mı?

Çok güzel bir soru çünkü o anlarda ilginç bir şey oldu. Dördüncü çeyreğin başında fark 11'di ve işler pek de iyi gitmiyordu bizim adımıza. Mola aldık, Candace Parker da bize doğru geliyordu mola esnasında. Görüntülerde de görebilirsiniz, gelirken ellerini aşağı indirerek "Her şey kontrol altında, sakin olun" dedi. Daha önce de böyle şeyler yaşadık tabii ama Candace Parker gibi bir oyuncunun o sözü söylemesi insana ayrı bir güven veriyor. Kendime soruyorum, "Ne görüyor olabilir ki bu kadar rahat davranıyor?" diye. Biz koçlar her zaman en kötüsünü düşünürüz ama neticede oyunu oynayan oyuncular ve oyunun hissiyatını da onlar biliyor.

Parker öyle deyince "Bildiği bir şey var herhalde, maçı koparacağız" dedim. Arkası da geldi, dördüncü çeyreği müthiş oynadık. Özellikle son dört-beş dakikada moral olarak inanılmaz çöktüler. Phoenix Mercury, ekip olarak bulunduğumuz taraftaki potaya hücum ediyordu, maçı henüz tekrar izlememiş olmama rağmen hatırlıyorum; Skylar Diggins'in ters eşleşmeyi yakalamasına rağmen kaçırdığı boş turnike, Diana Taurasi'nin kaçırdığı turnike ve Brianna Turner'ın kaçırdığı alley-oop inanılmaz kritikti. Bunlar üst üste gelince "Tamam" dedim. O anlar öncesinde yaptığımız güçlü savunmanın da etkisiyle ivme iyiden iyiye bize geçti. Bilirsiniz, bu tarz maçlarda son dakikalarda geriden gelen takım avantajlı olur. Momentumu geri kazanmak için vakitleri de yoktu, paniğe kapılıp uzak mesafeli atışlar denediklerinde de maçı kopardık.

Fakat şu da irdelenmeli: Biz normal sezonu 16 galibiyet ve 16 mağlubiyetle altıncı sırada tamamladık. Play-off'larda inanılmaz bir grafiğimiz oldu. Yoksa play-off öncesinde Las Vegas Aces'a 33, play-off'a kalamayan Washington Mystics'e sekiz farkla kaybetmiştik. Böylesine enteresan bir çıkışı biz de beklemiyorduk. Ama takım bir karakter koydu, bunda da en büyük pay Candace Parker'da...

Tam da o noktaya gelecektim. Sezon başında teknik ekiple konuştuğunuzda hedef ne olarak belirlenmişti? Neticede Chicago Sky önceki yıllarda da normal sezonu orta sıralarda bitiren bir takımdı.

Koç James Wade 2019'da buraya geldiğinde ciddi değişiklikler yaptık ancak kemik kadroyu tutmasını da bildik. Türkiye'de herkesin yakından tanıdığı Courtney Vandersloot, Allie Quigley, Stefanie Dolson, Diamond DeShields, Kahleah Copper… Bu ana kadro vardı. Buna Nesibe Aydın GSK'de çok iyi bir sezon geçiren Ruthy Hebard'ı ekledik draft'la, yine Dallas Wings'ten Azura Stevens'ı takasla kadroya kattık. Play-off'ta turları geçip final oynayabilecek bir takım inşa etmeye çalışıyorduk ancak ilk sene ikinci, ikinci sene ilk turda elendik. O büyük adımı bir türlü atamıyorduk.

Geçen sezonun bitiminde bir şeyi fark ettik: Connecticut Sun, Phoenix Mercury'den ayrılan DeWanna Bonner'ı kadrosuna katıp bir yerlere gelmişti. Mercury, Dallas Wings'ten ayrılan Skylar Diggins'i alıp bir yerlere gelmişti. Bizim de yıldız oyuncularımız vardı ama bu takıma şampiyonluk yaşamış bir süperstar katmamız gerektiğine karar verdik. O ara Candace Parker boşa çıkmıştı. Onu almak için elimizden geleni yaptık, kolay bir süreç değildi. Los Angeles Sparks'ta 13 yıl forma giyen, 'franchise' oyuncusu diyebileceğimiz birinden bahsediyoruz. Onu buraya getirmek büyük bir işti.

Dediğim gibi, sezonu 16-16'lık dereceyle bitirince şampiyonluğa dair bir beklentimiz olmadı ama bir yandan da play-off'u yeni bir sayfa olarak gördük, savunmada bazı ayarlamalar yaptık ve sonrasında oyun olarak aktık gittik. Kimse de karşımızda duramadı.

Kartvizit

ABD'de insanlar önce şunu sorar: "Kiminle çalıştın? Bana onların bağlantılarını verir misin?" Avrupa basketbolu ve WNBA aslında iç içe geçmiş, küçük bir aile. Herkes birbirini tanıyor; tüm koçlar, oyunculara bir telefon uzaklıkta. Ben CV'mi oluştururken onlardan referans aldım. Seattle Storm'a giderken Tamika Catchings'in referansından faydalandım. Neticede dört olimpiyat altını bulunan, WNBA şampiyonu bir yıldız. Ayrıca Zafer Kalaycıoğlu ve Ceyhun Yıldızoğlu dönemlerinde onunla çalışmıştım. Sky'a gelirken de Courtney Vandersloot ve Allie Quigley referansım oldu, güzel şeyler söylediler hakkımda.

Bir efsane olsa da iki yıl önce WNBA oyuncuları arasında yapılan anketle ligin en 'abartılan' oyuncusu seçilmişti Parker. Gelen şampiyonluk onun için de çok kıymetli olsa gerek…

Elit seviyedeki oyuncularda her zaman kazanma isteği olur. Candace Parker şu anda 35 yaşında, inanın her sabah benimle antrenman yapar. Dizinde ve belinde ciddi sorunlar var ama her sabah antrenmandan önce Courtney Vandersloot, Allie Quigley ve Candace Parker 45 dakika özel antrenman yapıyor benimle. Bunun üzerine söylenecek çok fazla şey yok. 35 yaşını devirmiş bir oyuncunun antrenmana herkesten önce gelip ekstra çalışma yapması onun hırsını gösteriyor.

Sue Bird'le çalıştım Seattle Storm dönemimde, onlar da benden sonra iki şampiyonluk kazandılar. Şunu gördüm: Belli bir yaşa gelmiş oyuncuları bütün sezon aynı şekilde, aynı kalitede oynatamazsınız. Böyle bir durum yok. Playoff haricinde 32 maçın oynandığı, iki seyahat arası bir gün boşluğun olabildiği bir ligde bu oyuncuları saklamanız lazım. Doğru planı hazırlayıp onu nerede ve nasıl kullanacağınızı belirlemeniz gerekiyor. Bazen bir saat antrenman yaparlar bazen 45 dakika, kimi zaman antrenmana katılmazlar ya da iki maçta oynamazlar, yeri gelir dört-beş maç arka arkaya oynarlar... Böyle bir planlamayla oyuncuyu ligin son bölümüne daha rahat hazırlıyorsunuz.

Tahminimce bu sadece Parker eksenli olmuyordur. Oynamadığı anlarda yerini ikame edecek oyunculara dair ayrı bir planlama yapılması söz konusu. İşin o tarafında sorun yaşadınız mı?

Çok doğru. Sorunlar da yaşadık. Mesela Stefanie Dolson, Parker'a göre biraz daha yavaş, biraz daha iri ama daha iyi bir şutör. Parker'ın olmadığı anlarda onu monte ettik rotasyona. Parker oyundayken yaptığınız ikili oyun savunmasını o yokken aynı şekilde devam ettiremiyorsunuz haliyle. Zorluyorsunuz ama aynı verimi alamıyorsunuz. Dolayısıyla yardım savunmasını biraz daha artırıyoruz, maç içi dengeler değişiyor. Hücumda da böyle. Bir tarafta köşede topu Parker'a emanet edip bire bir oyun oynarken diğer tarafta ikili oyun oynayıp Dolson'ın üçlüğüne güveniyorsunuz. Bir parçayı oynatıp yerine farklı bir parça koyduğunuz her an, yeni bir zorluk demek.

Diana Taurasi hakkında neler söylersiniz? Geçtiğimiz günlerde WNBA tarihinin en iyi oyuncusu seçildi. Kırk yaşına merdiven dayamasına rağmen hâlâ en üst seviyede, finalde de rakibinizdi. Belli bir yaşa gelmiş yıldızların oyuna devam etme konusunda birbirini ittiğini söylemek yanlış olmaz herhalde.

Açıkçası söylediğiniz gibi olmasa bu oyuncular bu yaşa gelmiş olmalarına rağmen final serisinde 30'lu sayılar üretemezlerdi. İçlerindeki rekabetçilik onları itiyor. Taurasi 2011'de Galatasaray'a transfer olduğu zaman şu ankinden daha farklı bir vücut yapısı vardı. Ama antrenörlerle konuştuğum ve bildiğim kadarıyla o da zamanının büyük bir çoğunluğunu, tıpkı Candace gibi, sahada geçiriyor. Yaşlandıkça oyununu daha fazla üçlük kullanan, boyalı alana az giren, girdiğinde de faul almaya odaklanan bir noktaya getirdi. Bu da kolay bir şey değil. Sadece bir-bir buçuk saatlik antrenmanlarla bunu başaramazsınız. Ekstra idman yapmanız lazım.

Candace ile Diana arasındaki rekabet yaklaşık on yıldır var. Ekaterinburg zamanından beri. Hatırlıyorum, bir dönem yabancı kısıtlaması söz konusu oldu. Ekaterinburg'da da dünya kadar yabancı ve yıldız oyuncu vardı, onlar da kararlarını Diana'dan yana kullanıp Candace'ı kesmişlerdi. Keza, az önce bahsettiğiniz anket… Messi ve Ronaldo gibiler. Tüm bunlar onları daha iyi olmaya itiyor.

Şampiyon olduğunuza göre bunu sormamda bir sakınca yok diye düşünüyorum: Phoenix'e karşı final serisinde sizi en çok zorlayan neydi? Mesela Brittney Griner dört maçta da hem sırtı dönük hücumlarda hem de tepeden dağıttığı toplarla oldukça etkili oldu.

Biz iki önemli hususun üzerinde çalıştık. Biri, ikili oyunla ya da driplingle çembere giden oyuncuları, Skylar Diggins ve Diana Taurasi'yi durdurmaktı. Öncelikli hedefimiz buydu. Bunun için de sezon başından beri uyguladığımız savunma stratejisini değiştirdik, ikili oyunlarda daha agresif olduk, 'hedge' ile savunmaya başladık. Bu şekilde durdurduk onları. Diğer plan, Griner'ın pota altındaki etkinliğini azaltmaktı. Sezon boyunca farklı çözümler aradık ona karşı, değişik noktalardan ikili sıkıştırmalar getirdik. Sezon içinde Mercury'ye karşı oynadığımız üç maçı da kaybetmiştik. Oturup o maçları analiz ettiğimizde aslında Griner'a gereğinden fazla odaklandığımızı fark ettik. En nihayetinde pota altından atılan basketler iki, üç sayı çizgisinin gerisinden atılanlar üç sayı değerinde. Basketbol da şu anda üç sayı atmaya, üç sayıyı durdurmaya, pota altından atmaya, pota altını durdurmaya, orta mesafe atış kullanmamaya ve rakibi orta mesafe atışlara zorlamaya dayanıyor. Biz de şunu düşündük: Griner'a topu dışarıda aldırıp sahte 'trap'ler uygulayarak, yani baskı getirerek onu uzak mesafeli atışlara zorlayacaktık. Bunda başarılı olduk da... Planımızı çözüp çembere gittiği anda da ikili sıkıştırma getirdik.

İki ve üç sayı arasındaki farka değinmişken… NBA'de yıllar geçtikçe üçlüğe olan ilgi gitgide artıyor, WNBA'de de benzer bir eğilim söz konusu mu?

Henüz değil. Belki de yedi-sekiz sene gerisinden geliyoruz NBA'in. New York Liberty ve Washington Mystics bunu deneyen, yer yer maç başı otuz üçlük kullanan takımlar mesela ama lig genelinde henüz aynısı geçerli değil. Bir yandan da çok saçma şeyler duyuyorum bazı koçlardan, "Üçlük kullanalım da başka bir şeye gerek yok" gibi. Birçok şeyi birlikte yapmalısınız. Söylediğiniz şeyin içini doldurmanız gerek. O üçlüğü nasıl atacaksınız, o pozisyona nasıl geleceksiniz? Oraları işlemek lazım.

"Sadece tek bir şeyi işleyerek kazanamazsınız. Tek başına istatistikler de sizi bir yere taşımaz. Altını doldurmanız gerek."

"Sadece tek bir şeyi işleyerek kazanamazsınız. Tek başına istatistikler de sizi bir yere taşımaz. Altını doldurmanız gerek."

Peki bundan beş yıl sonra üçlük kullanımı NBA seviyesine iyice yaklaşır mı?

Bence olacak. WNBA takımlarının hangi bölgeden, hangi sıklıkla ve hangi yüzdeyle şut attığını sık sık kontrol ediyoruz; köşe üçlükleri hâlâ yeteri kadar kullanılmıyor. Biliyorsunuz, en verimli bölge orası. İstatistik bilimi oyunu inanılmaz etkiliyor ve bir noktadan sonra bunlar denenmek zorunda kalınacak. İşin analitik kısmı olmadan basketbol düşünülemez. Dolayısıyla bu evrim de kaçınılmaz. Ama sadece tek bir şeyi işleyerek kazanamazsınız. Tek başına istatistikler de sizi bir yere taşımaz. Altını doldurmanız gerek.

NBA sizi etkiliyor mu?

Etkilemez mi? Sadece Chicago Sky'daki serüvenimi değil, antrenörlük kariyerimi komple değiştirdi. Sağ olsun, Zafer Kalaycıoğlu sayesinde NBA'den öğrendiklerimi Türkiye'de uygulama şansı buldum. Yakın Doğu Üniversitesi'nde biz o hızlı basketbolu oynamaya çalıştık. Erken ama aynı zamanda boş olan atışları denedik, iki-üç oyuncuyla oynanan küçük aksiyonları kurguladık, sahanın bir tarafını kullanıp topu diğer tarafa çevirerek savunmanın direncini kırmayı denedik.

Çiçeği burnunda bir şampiyon antrenöre gelecek sezon planlamasını sormayacağım elbette ama en azından orta vadede başantrenörlük hedefiniz var mı?

Tabii ki var, bu işi yapan kimsenin "Aman ölene kadar yardımcı antrenörlük yapayım" dediğini düşünmüyorum. Sıfırdan gelip bir şey inşa etmek hiç kolay olmadı, her geldiğim yerde kendimi ispat etmem gerekti. Her yeni koça kendimi bir daha ispat etmem gerekti. Benim en büyük yatırımım oyuncular oldu. O oyuncuları bir noktaya taşıdığınızda ve bu da başantrenörün kulağına gittiğinde onun güvenini kazanıyorsunuz, lig çevresinde adınız duyuluyor. Ligde oynadığımız her maçta rakip takımdan tanıdığım bir-iki oyuncu var. Ya daha önce beraber çalıştık, ya daha önce rakip olduk ya da bir şekilde yollarımız kesişti…

Dolayısıyla benim de hedefim WNBA'de, NBA'de veya başka bir yerde başantrenörlük. En nihayetinde ben basketbol antrenörüyüm. Hayatım kadın basketbolla başladı, hiç başka fırsat çıkmadı ki kendim de kovalamadım. Yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya çalıştım, kadınlarla çalışmaktan da gurur duyuyorum.

Socrates Dergi