
Sil Baştan
18 dk
Ev sahibi olduğu turnuvalarda daima madalya beklentisiyle giren Türkiye bu kez favori olmaktan uzak. EuroBasket 2017’ye sessiz sedasız hazırlanan 12 Dev Adam’dan ne beklemeliyiz? Geçiş dönemindeki milli takımın yeni patronu Ufuk Sarıca anlatıyor.
2002 Indianapolis arifesinde düzenlenen meşhur ‘Parkorman gecesi’ hep anlatılır. Saçlarını sarıya boyayan takımın görücüye çıktığı ilk gün... Aydın Örs’ün takımında daha sonra şans bulmasanız da o gecede sarı saçlarla yer alan biri olarak, atmosferi nasıl hatırlıyorsunuz?
2002 Dünya Kupası sonrasıydı. Saçlar falan, “Biz de bir şey yapalım” dedik. Ben gerçi 1998 civarı kafama esince boyatmıştım saçları zaten. Hazırlıklıydım. Bütün gözükelim, bir arada gidelim istedik. Neden sordun ki?
Indianapolis’le başlamamın sebebi, mesela o takımın 2001 gibi başarılı bir turnuva geçirmiş olmasına rağmen yine de birleştirici unsur arama isteği... O sarı saçlar, amacına ulaşmasa da herkesi şampiyona havasına sokmuştu. 2017 yazında, sanki önümüzde büyük bir turnuva varmış gibi gelmiyor hiç...
Sana da gelmiyor valla. Tanıtım ve insanları havaya sokmak konusunda biraz eksik kaldık. Herkesin bildiği gibi, işte federasyonda birtakım değişimler oldu. Taşların yerine oturması, bazı yönetimsel görev dağılımları, yapılanmalar derken... Geçmiş dönemde yardımcı antrenörlük yapsam da ben de yeni bir görevdeyim sonuçta. Kitlesel harekette biraz rötar oldu, bu da şampiyona hazırlığına yansıdı gibi. Neyse ki bizim yapımızda işleri son ana bırakmak, son düzlükte harekete geçmek var. Ben yine seyircinin, taraftarın harekete geçeceğini düşünüyorum. Ülkenin şampiyona havasına girmediği doğrudur ama.
Federasyonun beklentiyi yüksek tutmama isteğiyle alakalı olabilir mi?
Tabii, belki... Yine de esasen, her şeyin biraz yeni yeni netleşmesinden kaynaklı bence. Yoksa, örneğin biz geçen turnuva için Tel Aviv’e gittik. Orada her şey hazır. Havalimanı, tüm şehir, bayraklarla ve afişlerle dolu. Bu açıdan bizden öndeler. Bizim eksik kalmamızın sebebi, iki sezondur kulüp takımlarının elde ettiği uluslararası başarıların getirdiği doygunluk da olabilir. Herhâlde tüm Avrupa’da en çok Euroleague maçının oynandığı şehir İstanbul’dur. Galatasaray, bir sene önce EuroCup’ı aldı. Fenerbahçe bu yıl en büyük kupayı kazandı ve basketbol taraftarında başarıya açlık yok. Türkiye’de insanlar yeni bir basketbol maçı izlemek için heyecanlı mı, ondan da emin değilim. TV’yi açtığınızda, ya da bir salona gittiğinizde hemen hemen her gün maç oynanıyor.
Gruptaki ilk maçımız da bayramın ilk gününe denk geliyor... Ülker Arena-Abdi İpekçi arasında seçim şansınız olsa Rusya maçını nerede oynamak isterdiniz? Ataşehir mi?
Ataşehir’i tercih ederim sanırım. Ülker Arena doğru seçim. Burada salonun etrafında daha çok yerleşim yeri var; sanki şehir içinde farklı bir şehir gibi... Sonuçta dolacak salon 15 bin kişilik. Kaç milyon insan vardır bu kentte? 15 milyon? Birazı da evde kalır, tatile gitmez ve maça gelir diye umuyorum.
‘Bormio kampı’ ülkedeki çoğu basketbolsever için hâlâ bir mit. Sizin en çok hangi kısmı hoşunuza gidiyor ya da nesini sevmiyorsunuz?
Bir kere ben artık, “Bormio’da neyi seviyorum?” sorusunu ciddi şekilde tartışabilirim. Hayatımın ciddi bir bölümü orada geçti, sanırım ilk giden ekipteyim. Daha 17-18 yaşında ilk kampımı yapmıştım. Basketbol koçu için rahat ama kaplıca turizmi yapmayan, öylesine gelmiş biri için ne kadar ideal bir lokasyon, orası şüpheli. Bormio, antrenman yapmak için Avrupa’daki en ideal yerlerden biri; çünkü salona giderken trafik yok, sıcak değil, kapanıp herkesten uzak çalışabiliyorsun... Oyuncular hem kondisyon hem de toplu idman yaparken çok konsantre.
Başka yerde, izole olmadığın ortamda bu iş olmaz zaten. Herkesin menajeri var, ailesi var, arkadaşı var... Bormio’da bunu engelliyorsun. Keza yeni yeni çıkan (son dönemde kadın milli takımı tercih etti) Slovenya’nın kuzeybatısındaki Kransjka Gora da böyle yerlerden biri. Milli takımla gidersin işte. Yoksa haritada parmakla gösterilecek yer değil.
17 Temmuz’da başlayan hazırlık kampında içinize en çok ne sindi?
Oyuncuların hepsi çok ağır, daha önce örneği olmayan sezonlardan çıktı. Düşüş yaşamaları, tükenmişlik hissetmeleri doğalken çok çabuk bir araya geldik. Uzun süredir milli takımın parçası olan, malzemecisinden masörüne herkesten de benzer şeyi duyuyorum. Gerçekten farklı bir hava var. Ben kampın ilk antrenmanından sonra özellikle Cedi ve Furkan’a teşekkür ettim. Her ikisi de workout sonrası geldiler. Hatta Furkan gitti, bir de U20 turnuvası oynadı...
O antrenmanda gördüm ki ikisi de milli takıma kafaca tamamen adapte. ‘Gelmiş olmak için’ gelmemişler. Bakıyorsun işte Pau Gasol’e, 38 yaşına girecek. Kupa kaldırmak için geliyor. Var mı ihtiyacı? Kendini bu turnuvayla mı kanıtlayacak onca şampiyonluktan sonra? Tabii, teknik anlamda benim de bu kadroyu planlarken aklımda daha farklı bir yapı vardı.
Ersan’ın gelip Cedi’nin ideal pozisyonunda oynaması gibi...
Evet ama artık bu konuyu geçmişte bıraktık. Yapacak bir şey yok. Ne diyebilirim ki?
Hocam, bir ayda ne değişti peki? Ersan’ın Mayıs ortasında FIBA’ya verdiği “Harika bir EuroBasket geçireceğimizden eminim” başlıklı bir röportaj var. TBF kanadı da Ersan’ın geleceğinden hep emindi. Sonra ne oldu? NBA’den sadece bir yıllık kontrat alabilmesi miydi problem?
Kontrat detayları faktör oldu tabii. Benim için problem, bu takımın planlamasını yaparken Ersan’ın gelmeyeceğini hiç düşünmemem. Aklıma gelmedi bile. Takıma katılacağından emindim, kendisi de hep bu yönde konuştu. NBA’den kontratı, beklediği tarihten geç mi aldı? Bence çok geç değildi. Sözleşmenin uzunluğu hayal kırıklığı yaratmıştır, onu bilemem ama bize keşke en baştan gelmeyeceğini söyleseydi. Benim kafamdaki, hatta federasyonun düşündüğü, ülkede yapılan şampiyonaya katılması ve orada onurlandırılmasıydı. Bir ödüllendirseydik onu. Avrupa’da diğer ülkeler hep böyle yapıyor işte, hatırlayın iki yıl önce Almanya’nın Dirk Nowitzki’ye yaptığını... Olmadı, bu saatten sonra da yakınmanın anlamı yok. Ersan’ın gelmeyişi, Cedi’nin üç numara süresini etkilemesi itibarıyla da bizi komple değiştirdi.
Burada bir örnek vermek istiyorum. Örneğin, Fatih Terim’in Euro 1996 kadrosuna o dönem ikinci ligde forma giyen Vedat İnceefe’yi kadroya dahil etmesi, yakın döneme kadar Terim’in milli takıma ikinci ligden çağırdığı her oyuncu için referans noktasıydı. Basketbolda da ikinci ligde forma giyip milli takım seviyesinde olan istisnai isimlere rastlanabilir mi? Mesela, Hakan Yapar?
Dürüst olayım, tam aksine biz dört numara rotasyonunu şişirmekten korktuk. “Cedi belki çok az Ersan’a yardım eder, hatta acaba Metecan Birsen’i kullanabilir miyiz?” derken temkinli davrandık. Ben yoksa Hakan Yapar’ı değil, onun bu sezon bir-iki maçını izledim, esasen Kerem Gönlüm’ü bu kadroya alırdım.
“Takımı gençleştireceğiz” diyoruz ama bu dar rotasyonda bir oyuncuya ihtiyacımız varsa Kerem Gönlüm de bu takımda 10 dakika oynardı. Bence Birkan Batuk da her zaman bu kadroda olabilecek bir oyuncu ama ben Melih Mahmutoğlu’nun performansını takım için daha gerekli buldum ve kafamı bulandırmak istemedim. Düşünmedim diğer opsiyonları.
Turnuva Türkiye’de olmasa kadro seçiminiz daha farklı olur muydu?
Kesin olurdu. Bir kere benim için Tolga Geçim çok önemli. 2-3-4 pozisyonlarının tamamında süre alırdı. Onun üzerinden ikili oyun oynardık. Hatta ben onu bu yılın kadrosu için de ciddi olarak düşündüm ama bir geldi, sahada duracak hâli yok. Belindeki sakatlık çok kötü etkilemiş onu. Gelecek yıl mutlaka iyi çalışması, güçlenmesi gerekiyor. Turnuvanın ev sahibi olmasak ve Tolga fiziken hazır durumda gelse bu takımın çekirdeğinde yer alırdı. İşte Cedi, 1995 doğumlu olmasına rağmen artık ‘kıdemli’ sayılabilecek statüde bir oyuncu. Furkan Korkmaz’ın, hatta Kenan Sipahi’nin rolü de aynı şekilde daha büyürdü. Ya da Ömer Faruk Yurtseven mesela...
Bu yılki U20 takımı Avrupa Şampiyonası’nda hayal kırıklığı yarattıktan sonra, koç Selçuk Ernak, “Benim gördüğüm, Ömer çok geriye gitmiş” demişti. NC State geçen yıl konferans içi ACC maçlarına başladıktan sonra da Ömer için, “Temas alamıyor, çok yumuşak” eleştirileri gelmişti. Kısa ya da uzun vadede, sizin planlarınız ne ona dair?
Bence bu çocuk Türkiye’nin en iyi uzunlarından biri olur. Çok özel yetenek... Temasla ilgili biraz sıkıntısı olabilir ama bence esas problemi tempoyla alakalı. Blok özelliği müthiş; yüksek posta çıktığı bir anda bile, alçak posttan turnike atmaya çalışan oyuncu için caydırıcı olabiliyor. Fakat oyun akışında, genele yayılan bir iştahı yok. Top ona gelince çok ağır, belki oynarken tam fark edilmiyor bu ama antrenmanda daha net görebiliyorsunuz. 4-5 driplingle çembere gidebileceğini sanıyor. Öyle bir şey mümkün değil tabii. NC State’te koçu değişmiş, orayla bizim de irtibat hâlinde olmamız, ona yardım etmemiz gerekiyor. Yaşına göre vücut yapısı beni çok etkiledi yoksa. Önceden çalışmadığım için, Selçuk Ernak’ın söylediğine ek bir yorum yapamam. Bilemem geri gidip gitmediğini.
Sertaç Şanlı, örneğin; 1.5 senedir birlikteyiz. Bu çocuğa hayatı boyunca kimse, “Oğlum sen şut atsana” dememiş. Ben ilk gün çok şaşırmıştım. Epey istikrarlı hâle gelebilecek, düzgün bir mekaniği var. 25 yaşına geldiğinde de artık teması alır olmuş. Beşiktaş’ta üçlük atmaya başladı, milli takıma da atıyor. Hazırlık maçları arasında İsrail’e karşı oynarken, her deliği kapattı. Aldım istatistik kağıdına baktım maçtan sonra; Sertaç’ın yanında +15 yazıyor.

Hazırlık maçlarıyla alakalı tekrar eden bir durumdan bahsedebiliriz; Finlandiya ve İtalya’ya kaybettik ama orada bile ikinci yarılara büyük serilerle girdik, oyunu dengeledik. Tel Aviv’deki Slovenya ve İsrail maçları ise turnuva sertliğindeydi, 20 asist barajını geçtik hep. Takım umduğunuz noktada mı?
Biz ilk maçlarda hiç hazır değildik. Şöyle anlatayım; oynadığımız o İsviçre maçını sayma ki ben saymıyorum, bizim daha ikinci-üçüncü kez sahaya çıktığımız denklemde rakiplerimiz beşinci-altıncı maçlarını oynuyorlardı. Ben mesela kulüp takımlarında da benzer bir kamp dönemi yaratmaya çalışıyorum. Sezonun ilk hazırlık maçlarını zor rakiplerden seçiyorum, Sırp takımlarını alıyorum örneğin. Deplasmana gidiyorum, geri düşüyorum, sonra yetişiyorum. Bir strateji gibi düşünün.
O safhada geriye düşünce çabalıyorsun, müdafaada sertleşiyorsun, baskı yapman gerekiyor çünkü. Takım olmak da oralarda belli oluyor. Yoksa akşam matinesine bilet alayım, 12 kişi sinemaya gideyim... Takımın hazırlık kampında kriz anı yaşaması büyük lükstür. Parayla satın alamayacağın bir lüks... Hele yeni takımsan, oralarda ayakta kalabilmeyi öğrenmek çok önemli. Mesela biz Çekya’yla maç yaptık. Eksikleri var, küçümseyenler olabilir ama o takım gidip, yıllardır birlikte oynayan Finlandiya’ya 20 sayı fark attı. Slovenler malum, çok iyi kadroyla geliyorlar. İsrail’de altı bin taraftara karşı, turnuva salonunda maç yaptık. Hazırlık maçlarında hiç kaybetmemişlerdi.
8-10 sayıyla baştan sona önde götürdüğün maçı kazanmak elbette önemsiz değil ama ben kriz anını tecrübe etmeyi her zaman tercih ederim. Bir topa, bir sayıya karşı maç kazanarak müdafaa tuzaklarını, hücum yerleşimlerini sürekli değiştirebilmek... Sırplar bizden 10 gün sonra toplandı ama onların eksiklerine rağmen düzenleri belli. Koçları aynı. Ben hazırlık maçında karşıma İtalya’yı, Ettore Messina’yı almalıyım ki taşları daha sık yerinden oynatabileyim.
Hocam benim aklımda bir senaryo var. EuroBasket tarihinde, genellikle de İspanyolların, çapraz eşleşmeleri çaprazında ikinci Hırvatistan ya da Karadağ ve sonra da B lideri, yani yüksek ihtimal İtalya... Evet, kadro kısıtlı ama Rusya’yı geçtiğimiz her denklemde önümüz çok açık değil mi?
Yani sen diyorsun ki C’yi kesin İspanyollar lider geçer... Hırvatlar hazırlık maçlarında çok iyiydi ama. Sergio Scariolo’nun takımı epey yaşlı, turnuvaların çoğunda şimdiye kadar geç açıldılar. Hatırla iki yıl önceki Alman maçını... Orada fauller girse belki İspanyollar turnuva dışında kalacaktı, gidip şampiyon oldular. Grubu forse ederler mi? Belli olmaz bence.
Ama dediğin senaryoda, bizim ikide ikiyle başlayıp ivme almamız önemli. Bunu çok istiyorum. Seyirciye kapalı bir maç oynuyoruz Karadağ’la, ondan sonra takımı yavaş yavaş Rusya maçı ağırlıklı çalıştırmaya başlayacağım. Belçika-Letonya’nın gruptaki son iki maç olması belirleyici olacak tabii. Belçika hazırlık dönemini iyi geçiren takımlardan biri. Bir hafta arayla İspanya’yı 18 sayı farkla, İtalya’yı 20’yle geçtiler.
Letonya? Takımda 1989 ve sonrası doğumlular ilk büyük turnuvasını oynayacak...
Uzun rotasyonu çok iyi. Şutör takım ama bence oyun kurucu eksikleri var. Eşleşmesi zor takım ama zaafları da yok değil. Oralardan yakalamaya çalışacağız onları.
Yani 2-2-1 alan savunması haricinde bazı tuzaklar, terini havluya silen Janis Strelnieks-Dairis Bertans ikilisi...
Dur dur, bir şeyler düşüneceğiz onlara...
6 As Adam
1959 EuroBasket, Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı büyük çaptaki ilk basketbol turnuvası. Maçlar, o dönemki adıyla Mithatpaşa Stadı'nda, açık havada oynandı. Basketbolla pek haşır neşir olmayan ülke halkının şampiyonaya ilgisini çekebilmek ve takımın tanınırlığını kolaylaştırmak adına belirlenen slogan ise '6 As Adam'dı. Ünal Büyükaycan, Tuğrul Demir, Güner Yalçıner, Turhan Tezol, Özer Salnur ve Tunç Erim'in önderliğindeki 6 As Adam, 17 takımın yer aldığı şampiyonada 12'ncilik ile yetindi. Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı turnuvaya yurt dışından özel toplar getirildi, Mithatpaşa'da kullanılan portatif parke ise Deniz Yolları Tersanesi'nde yaptırıldı. Ama şampiyonanın esas olayı, SSCB'nin Fransa'yı mağlup ettiği final maçında bir anda yağmurun bastırmasıydı. Turnuvanın organizatörlerinden basketbol tarihçisi Cem Atabeyoğlu, 2001 tarihli söyleşisinde o anı anlatırken "Açık havada düzenleneceği için son 18 yılın hava raporlarını inceleyerek karar vermiştik. Gördük ki sadece 1950 yılının 22 Mayıs'ında biraz yağmur yağmış. RusyaFransa finalinde ise yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı. Bir an şaşkınlıktan ne olduğunu anlayamadık ancak şaşkınlığı üzerimizden attıktan sonra takımlar, hazır bekleyen otobüslerle Spor ve Sergi Sarayı'na götürdük. Maç, 10 dakika geç başladı. Yaşananlara tanık olan Fransız bir gazeteci yanıma geldi. 'Tebrik ederim, mükemmel bir organizasyon' dedi. İşte bu söz, benim bütün steresimi üzerimden almıştı" ifadelerini kullanacaktı.
Sizin alan savunmanızın Aydın (Örs) Hoca’nın 2-3’ünden ayrıştığı en temel nokta 5 numara değil mi? Bu kadro, personel olarak istenen pota altı atletizmini yaratabilir mi?
Semih, tabii ki daha çakılı ve ağır oynamaya alışmış bir oyuncu. Örneğin, ne bileyim, Juan Palacios gibi değil sonuçta. Ama “Semih ikili oyun oynayamaz/savunamaz” der misin? Demezsin. Furkan Aldemir bu konuda daha iyi bir seçenek gibi gözükse de Semih’in sürelerini elbette ciddi anlamda minimize etmeyeceğiz. Onun kanat açıklığıyla açık alanı sınırlayabiliriz. Artık bütün 5 numaralar yukarı çekiliyor, takip etmezsen de pres çözülüyor. Yarı sahada statik hücumla başarılı olamayız, bunun sadece benim tempoyu seven bir koç olmamla alakası yok.
Hızlı oyuna müsait oyuncularımız var. Furkan Korkmaz, eline topun çok yakıştığı ve fuleli hücuma çıkan bir guard-forvet. Cedi, yıllardır açık alan oynuyor. Yüzde 25-30 fark atıyor rakiplere. Burada bizim kaderimizi, açık alan temposunu set hücumuna yansıtabilmek belirleyecek. Koşacağız ama yarı sahada tempomuzu mutlaka artırmamız gerek.
Furkan Aldemir-Semih Erden ikilisini birlikte oyunda çok az göreceğiz yani? Doğru mu?
Benim hiç tarzım olmayan bir yapı. Şu anki en büyük açmaz, Cedi’yi dört numarada 6-7-8 gün üst üste nasıl oynatacağız? Bir-iki maç olsa hadi neyse. Bunun faul problemi var, kötü günü var... Barış Hersek oynamak zorunda ama son iki-üç seneyi az süre alarak geçirdi. Furkan-Semih ikilisiyle oyunu açamayız, hâliyle şut tehdidimiz olmaz. Erkan Veyseloğlu’nu orada denedim, deniyorum. Slovenya ve İsrail maçlarında çok olumlu oynadı. Epey rahatlattı hücumumuzu.
Ömer Aşık’ın durumuna dair Alvin Gentry (New Orleans Pelicans koçu) “Çok kilo kaybetti. Vücudundaki bakteri, tam tespit edilemeyen o enfeksiyon, Ömer’i tanınmaz hâle getirdi” demişti sezon içinde. Burada davet almasına rağmen kamp süreci ilerlemeden neden kadrodan kesmeyi tercih ettiniz?
Ben açıkçası Ömer’i hiç görmedim. Kampa gelemedi. Sağlığı hiç iyi değilmiş, vücudu herhangi bir yüklemeye aşırı tepki veriyor ve şişmeler oluyormuş... Eklem ağrıları da çok ağırmış. Talihsiz gerçekten. Tek temennim, sağlığına geri kavuşması. Yoksa onunla çalışabilmeyi isterdim ama birlikte antrenmana çıkma şansımız bile olmadı.
Bobby Dixon’ı bıraktığınız günden bu yana bir değişim olmuş mu?
Bobby zaten, geç yaşta gelmesine rağmen ilerleme kaydetmeye müsait bir oyuncuydu. Euroleague şampiyonluğu onu daha olgun biri yapmış. Kararlarında daha seçici; çünkü hem Zeljko Obradovic’le çalışmak hem de bulunduğu kadroda sayısız skor opsiyonunun varlığı ona farklı özellikler kazandırmış. Öğrenmeye açık olduğu için, Fenerbahçe’deki o ortamdan sonuna kadar yararlanmış. Ben hem Obradovic’le hem de burada teknik ekipteki Erdem Can’la konuştum, “Oynayamadığı maç üçtür, dörttür. Kaçırdığı antrenman sayısı da en fazla o kadardır” dediler. Karşıyaka’da da aynı böyleydi. Euroleague’e geldiğinde, o seviyeye çıkarken daha aşağıda kalabilirdi ama Bobby, 30 yaşını geçmiş bir oyuncu olarak en üst seviye için de kendini ayarlayabildi.
Ben şimdi ona, “Hadi geçmişe dönüyoruz. Karşıyaka’daki gibi liderlik yapman, tecrübenle biraz daha öne çıkman lazım” diye telkinde bulunuyorum bu aralar. Sonuçta, milli takıma bu kez çok farklı bir iklimden geliyor.
Hocam, şimdiye kadar EuroBasket serüvenleri bizim için madalya beklentisiyle gidip çeyrek finalin dahi uzağında kalmakla geçti. Bu kez başarı ölçeğini çeyrek final olarak belirleyip buraya ulaşma düşüncesinin tatmin edici olduğunu söyler misiniz?
Öncelikle bu şampiyona, yoğun sezondan ötürü biraz tuhaf geçecek. Rekor sayıda sakatlık ve ismini çeken oyuncu var. Milos Teodosic’in olmamasına rağmen, bence Sırbistan büyük şampiyonluk adayı. İspanya, turnuvanın ileriki safhalarının zaten en büyük favorisi. Bu iki takımın arkasına da ana karakterlerin eksikliğine karşın Fransa’yı koyarım ben. Slovenler çok potansiyelli ama onların da ‘Hırvatistan sendromu’yla biraz yumuşak kalacağını düşünüyorum. Hazırlık maçlarında İtalya’yı pek beğenmedim, ilk sekiz dışına çıkmaları beni çok şaşırtmaz.
Konu bizim takıma geldiğinde ise ben kendimi biliyorum. Çeyrek final gecesi, ben yarı finali düşünerek uykuya dalacağım. Yarı final günü, finali... Hayal kurmanın olayı bu zaten. Yoksa biz grubu geçip çaprazdan geleni elediğimizde, kendimizi Sinan Erdem’e atmış olacağız. Çeyrek final bu takım için başarı mıdır? Başarıdır. Ötesi, biraz işin ekstrası.
Tabii, biz eğer Sinan Erdem’deki o çeyrek final maçına çıkabilirsek... Sonrası ne olur, bilinmez. Bekleyip görmek lazım...