Silinmeyen İzler

10 dk

Elvir Bolic, Manchester United’a attığı golle hatırlanıyor. Ama onun bıraktığı iz, çok daha fazlası. Kendisi ile Old Trafford’daki geceyi ve diğer birçok şeyi konuştuk.

Adınızın geçtiği her konuşma, bir şekilde dönüp dolaşıp o unutulmaz Manchester United maçına bağlanıyor. Biz de oradan başlayalım; maç öncesi takımın ruh hali nasıldı? Avrupa arenasında 40 yıldır kendi sahalarında yenilmediklerini biliyor muydunuz?

Hem bir Şampiyonlar Ligi maçına gidiyorduk hem de rakip Manchester United’dı. O nedenle çok büyük beklenti içinde değildik. Her zamanki gibi kendimize güvenimiz vardı ama “Hadi Manchester’a gidelim de kazanalım” şeklinde düşünmüyorduk. Sadece en iyi sonucu almak istiyorduk. Mücadele edecektik. Bizim için de güzel bir maç olabilirdi, Old Trafford’da oynamak unutulmaz bir his yaşatabilirdi. Maça o duygularla çıktık. O 40 yıllık seriyi de ben maçtan önce bilmiyordum. Kimse bahsetmemişti. Biz onu maçtan sonra öğrendik.

Golü 78. dakikada attınız, o ana kadar maç nasıldı?

Zaten iyi takımlardı ve üzerimizde çok baskı kurdular. Biz de zorlandık. Rüştü Reçber o gün çok iyiydi. Ama gol attıktan sonra bizim bir pozisyonumuz daha vardı. Emil Kostadinov’un kafası direkten dönmüştü. Şimdi düşünüyorum da; bir daha oynansa öyle bir maç olmaz. Güzelliği de biraz burada. Onlar da beklemiyordu. Başarmak bize nasip oldu. Herkes için çok iyi bir anıydı.

Golü anlatabilir misiniz? Zor bir pozisyonda uzaktan kaleye vuruyorsunuz, pas vermeyi veya çalım atmayı düşündünüz mü?

Topu sürerken aklınızdan bin tane düşünce geçer. Şimdi tam hatırlamıyorum ama kesin bende de öyle olmuştur. Ama o şutu çekmek saniyelik bir karar. İnsan, o an en iyi inandığı hamleyi yapar. Ben de kaleye vurdum. Bir boşluk yakaladık ve o boşluğu iyi değerlendirdik. Rakibe de çapması biraz şans oldu. Ama her golde biraz şans vardır. Bazen çok iyi vurursun ama direğe çarpar. O gün gol oldu.

Gol sevinciniz çok sakin, Manchester deplasmanında 78. dakikada galibiyet golünü atan bir forvet gibi değilsiniz.

Benim çoğu gol sevincim öyledir. Gol attıktan sonra önemini hissettim ama diğer yandan maçın bitmesine 15 dakika kaldığını da biliyordum. Golden sonra hemen “Ne kadar kaldı, ne zaman bitecek?” diye düşünmeye başladım. Biliyordum ki o 15 dakika çok uzun sürecekti. Öyle de oldu. Epey baskı kurdular. Ama takım çok iyi savunma yaptı ve maçtan sonra hep beraber çok sevindik. Ben o kadar sene top oynadım, 300’e yakın gol attım ama beni kim görse “Manchester” diyor. O yüzden de çok mutluyum. İtiraf etmek gerekirse eskiden biraz kızıyordum; “O kadar gol attık, sadece bu mu hatırlanıyor?” diyordum kendi kendime. Ama sonra şunu düşündüm; futbol geçiyor, hayat geçiyor, bazı goller iz bırakıyor. Ben de onlardan birini attım.

Fenerbahçe’nin bu ay çıkacağı Manchester United deplasmanını soralım. Nasıl bir maç bekliyorsunuz?

O tip maçlar çok zordur. Manchester United grupta ilk maçını kaybetti. Feyenoord büyük bir avantaj yakaladı. Bu tip gruplarda her tür sonuç çıkabilir. Manchester United her anlamda favori. Bu sezon yeni teknik direktörleri var ve artık Şampiyonlar Ligi’nde oynamıyorlar. Bir şeyleri kanıtlamak zorundalar. O nedenle Fenerbahçe için zor olacak. Ama Fenerbahçe de iyi bir takım. Kaliteli futbolculara sahip. Bu maç belki de bir dönüm noktası olabilir, bir galibiyet sezonun geri kalanını daha iyi noktaya taşıyabilir. Rahat olmalılar. Biz Manchester’a giderken kimse bizden bir şey beklemiyordu ama yendik.

Fenerbahçe’nin santrforları hakkında ne düşünüyorsunuz? Çok fazla eleştiriliyorlar.

Fenerbahçe’de forvet hep eleştirilir. İlk sezonumda 22, ertesi sezon 24 gol attım ama ben de eleştirildim. Mesela “Pres yapmıyor” dendi. Her zaman bir şeyler bulunabilir. Fenerbahçe’de hem gol atacaksın, hem pres yapacaksın, hem diğer işleri yapacaksın, hem de seyirciyi coşturacaksın... Ama bunların hepsini yapanlar dünyada çok nadir. Mesela Emenike gibi bir forvet; koşar, mücadele eder, güçlüdür ama çok zarif işler beklenmez kendisinden. Sonuçta 25 gol atacak bir forvet değil. Benim düşüncem; Fenerbahçe’ye gol vuruşu iyi olan, güzel goller atan forvetler lazım. Fenerbahçe’de oynayacak forvetin çok koşmasına, çok pres yapmasına gerek yok; çünkü Fenerbahçe öyle bir takım değil. Fenerbahçe’ye her an skoru değiştirebilecek oyuncular lazım, sezonda 20-25 gol atan. Çünkü Fenerbahçe forveti birkaç maç pres yapsa da yetmez; kaç dakika gol atmadığını sayarlar. Bence -şu an çok formda olmasa da- Robin van Persie tipi forvetler Fenerbahçe’de daha çok iş yapar. Ben oynarken de “Hava toplarına yükselecek futbolcu lazım” derlerdi. Ama o tip futbolcular Fenerbahçe’de tutmaz.

Galatasaray kariyeriniz çok kısa sürdü. Nedeni sizin tecrübesizliğiniz miydi, yoksa teknik direktör Karl Heinz Feldkamp'la mı anlaşamadınız?

Kalli hakkında olumsuz konuşmak istemem. Antrenörler kötü gördükleri şeyleri yapmak istemezler. Beni yönetim transfer etmişti. O yüzden Kalli bana sıcak bakmadı.

İlk 11’de oynadığım ilk maçta Karşıyaka’ya gol attım, haftanın futbolcusu seçildim ama sonraki maç beni oynatmadı. Hatta bana “Herkes seni yazıyor” diye kızmıştı.

Feldkamp’a kendimi kabul ettiremeyeceğimi anlayınca gittim. Benim de kafam iyi değildi. Ailemi göremiyordum. Kendimi verememiştim.

Trabzonspor maçında kaçırdığınız gol ve idmanda Tugay Kerimoğlu’na attığınız bacak arası nedeniyle gönderildiğinizi söyleyenler var… Bugünden geriye dönüp bakınca, siz bu söylentiler için ne diyeceksiniz?

Ben o zamanlar daha çocuktum. Bacak arası atmayı seviyordum. Dışlanmayı hissettim ama o çalım yüzünden gönderildiğimi sanmıyorum. Asıl sorun, sözleşmemin öğrenilmesi olabilir. Bunu sonradan fark ettim.

Takımda, Boşnakça bildiği için sadece Hayrettin Demirbaş ile konuşabiliyordum. Bir gün bana “Sen çok para alıyorsun” demişti. Sanırım o yüzden takımdakiler bana mesafeliydi.

Trabzonspor maçındaki pozisyonu ise hiç unutmuyorum. Her şeyi yaptım, kaleciyi de çalımladım ama Ogün Temizkanoğlu çizgiden çıkardı. Gol olsaydı belki göndermezlerdi. Ama bir hoca kafaya koyduysa göndermek için mutlaka bahane bulur.

Size “Hava toplarına yükselecek futbolcu lazım” demelerinin nedeni de herhalde Galatasaray’da Hakan Şükür’ün oynamasından kaynaklanıyordu…

Evet ama Hakan Şükür çok iyi futbolcuydu. Şimdi Fenerbahçe’de Fernandao var. Tamam güçlü, havaya çıkıyor ama son vuruşu zayıf. İyi bir futbolcu ama Fenerbahçe forveti değil. Başakşehir, Konyaspor gibi takımlarda oynar, mücadele eder, baskı olmaz, sezon boyunca da 10-12 gol atar, kimse bir şey demez. Ben Fenerbahçe’de 23 gol attığımda “Bunu değiştirelim, yeni forvet alalım” deniliyordu. O da doğaldır. Büyük takım her zaman daha iyisini ister. Ama şimdi bakıyoruz, son senelerde 20 gol üstü atan kaç forvet çıktı?

"Futbol geçiyor, hayat geçiyor, bazı goller iz bırakıyor. Ben de onlardan birini attım."

"Futbol geçiyor, hayat geçiyor, bazı goller iz bırakıyor. Ben de onlardan birini attım."

Fenerbahçe’deki son sezonlarınızda istenen başarılar gelmedi. Sebep neydi?

Devamlı hoca ve oyuncu değişimleri oldu. Bir takım şampiyon olamayınca, hemen baştan bir takım kuruluyor. Mesela bence, 1996’daki şampiyonluğumuzdan sonra Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman kalsaydı bir sene sonra yine şampiyon olurduk. Ama büyük takımlarda, özellikle Fenerbahçe’de bu istikrar olmuyor. Devamlı bir değişim yaşanıyor. Bu da sahaya yansıyor. Ben son senemde 11 gol attım ama o benim istediğim performans değildi. Kendimi kötü hissediyordum. Arka adalem çekiyordu. Düzgün koşamıyordum. Performansım yüzde 50’nin üzerine dahi çıkamamıştı. Fenerbahçe’deki son sezonlarımda sağlıklı olsaydım, çok farklı olurdu.

O sezonun en çok akılda kalan anı, Pendikspor maçı ve sonrasında yaşanan olaylardı. Neler hatırlıyorsunuz?

Yenilmemiz gereken bir maçtı. O maçtan sonraki olaylar bizim için çok kötü oldu. Ben Rüştü’nün arkasındaki arabada, Uche ve Högh ile beraberdim. Tesislerden çıkmak üzereydik. Rüştü, “Ben kaptan olarak ilk çıkayım, siz benim arkamdan gelin” demişti. Olayları gördüm ve çok üzüldüm. Herhangi bir futbolcunun, özellikle Rüştü’nün hak etmediği bir olaydı. Sonuçta hiçbir futbolcu kaybetmek istemez. Öyle bir olaydan sonra yabancı bir futbolcu nasıl gelir o takıma? Aslında Türkiye öyle bir ülke değil. Biz de hiçbir zaman ayrıntılarını bilemedik.

Ayrılık kararınızı etkiledi mi?

Çok, çok… Ben o gün kafamda bitirdim. Çok üzüldüm. Bu tip şeyler beni çok soğuttu. Sadece Fenerbahçe’den de değil, futboldan da… Çok şey verdiğin bir takımda bunun olmaması gerekiyordu.

Sonra La Liga’ya gittiniz. Şimdilerde La Liga çok izleniyor ama üç takımın üstünlüğü var, o dönemki kalite nasıldı?

Çok farklıydı. Benim geldiğim sene inanılmaz takımlar vardı. Sadece Real Madrid ve Barcelona değil; Deportivo La Coruna, Valencia, Athletic Bilbao... Şimdiki gibi uçurum yoktu, yedi-sekiz takım denk kuvvetlerdeydi. Çok zor ve zevkli bir ligdi. Üst düzey oyuncular vardı.

Benim açımdan da hem futbol hem hayat için oraya gitmem süper oldu. Yeni şeyler öğrendim, başka bir dil konuşmaya başladım, farklı bir yerde top oynadım. Sakatlığım orada da devam etti ama insanların bakışı ve baskının azlığı beni rahatlattı.

Kariyerinizin başlangıcında, unutulmaz Kızılyıldız takımının parçası oldunuz. Nasıl bir takımdı, size neler kattı?

O günleri anlatmak gerçekten çok zor. Şu anda 19 yaşında Chelsea’ye gitmek gibi bir şeydi. Altı ay öncesinde Avrupa şampiyonu olmuşlardı. Tokyo’da Dünya Kulüpler Kupası’nda final oynamışlardı. O maçı çok geç saatlere kadar bekleyip televizyondan izlemiştim. Bir ay sonra o futbolcularla beraber oynadım.

Beni gelecek için almışlardı. Eldeki oyuncular gidince beni oynatacaklardı. Sonra Vlada Stosic’i satınca da oynatmaya başladılar. Şampiyonlar Ligi’nde oynadım. Sampdoria’ya, Panathinaikos’a karşı maçlara çıktım. Benim için her şey çok hızlı oldu. O yüzden düşünmeye pek vaktim yoktu. O zamanlar Avrupa’nın en iyi oyuncusu Dejan Savicevic’ti belki ve ben, onunla yan yana oynuyordum. Sinisa Mihajlovic, Vladimir Jugovic gibi isimler vardı. Partizan ile kupa finaline çıkmıştık. Kendi stadımız Marakana’daki maçta 100 bin seyirci vardı. 19 yaşında öyle bir atmosferde oynadım. Benim için büyük bir gurur, kariyerim için önemli bir tecrübeydi. Ondan sonra Galatasaray’da 3 bin kişinin önüne çıkmak veya Fenerbahçe’de derbiler oynamak beni çok zorlamadı. Kariyerimin devamındaki hiçbir şey Kızılyıldız’da oynamak kadar beni etkilemedi.

La Liga’yı bırakıp zor günler geçiren İstanbulspor’a transfer olmaya nasıl karar verdiniz? Riskli bir karar değil miydi?

Artık 32 yaşına gelmiştim ve Türkiye’ye dönmeyi düşünmeye başlamıştım. Evim İstanbul’daydı, arkadaşlarım oradaydı. Hep uzaktaydım. Artık biraz daha sakin yaşamak istiyordum. Aslında La Liga takımlarından Real Zaragoza’dan, Alaves’ten de teklifler geldi ama kabul etmedim. İstanbulspor’a dönünce bir arkadaşım benim problemimi şansa öğrendi ve hemen ameliyat oldum. Ameliyattan sonra rahatladım. Yeniden koşmaya başladım. 33 yaşında kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim. Koşarken artık ağırlık hissetmiyordum. Hatta Aykut Hoca bir idmanda, “Sen bu kadar çabuk muydun?” diye sormuştu.

İstanbulspor’dan sonra üç takım daha değiştirdiniz...

İstanbulspor’da ameliyat olunca iyi bir sezon geçirdim ve teklifler gelmeye başladı. Beşiktaş’tan dahi aradılar ama ben Gençlerbirliği’ni tercih ettim. Orası bana iyi gelmedi. Ankara’da yeniden yalnızdım. Keşke İstanbul’da kalsaydım diyorum. Sonrasında Aykut Hoca’nın yanına, Malatyaspor’a gittim. 33 yaşına gelmiştim. Çok seyahatler yaptım, çok otellerde kaldım, çok kamplar yaşadım. Artık sıkılmıştım. Yavaş yavaş bırakmayı düşünmeye başladım. İdmanlara da maçlara da mutlu gitmiyordum. En son Hırvatistan’a transfer oldum. Eşim hamileydi. Bir maçı 4-1 kazandık, ben de üç gol atmıştım. Eve geldim, eşime “Ben artık bırakacağım” dedim. Haftanın futbolcusu seçilmiştim ama hiç keyif alamıyordum. Bırakma zamanım gelmişti. İki hafta sonra futbolu bıraktım.

Socrates Dergi