
Şimdi ve Burada
8 dk
LeBron James bir zamanlar sadece geleceği tanımlardı. Artık bir geçmişe dönüşmek üzere. Peki onu izlemekten geriye ne kalacak?
8 Ağustos 2004 akşamı Abdi İpekçi'de yerini alanlar Richard Jefferson'ı izlemeyi düşünmüyordu. Yani, o koltuğu satın alırken ilk düşünceleri bu değildi. 'Rüya Takım' İstanbul'a gelmiş, Türkiye ile oynayacağı ilk maça çıkmıştı. Salonda inanılmaz bir gürültü vardı. Allen Iverson en merakla beklenen isimdi, arkasından ise LeBron James geliyordu. Bir sene önce NBA'e adım atmıştı ve herkes tarafından baştan aşağı süzülüyordu. Yeni Jordan mı? Yok değil, belki olabilir, neden olmasın, kesinlikle olamaz...
Aslında bu yazıya Richard Jefferson ile başlamamın çok da bir anlamı yok. Zira kendisi -benim gibi- o maçı izleyen herhangi birinin aklına gelen elli şey arasında yok. Zaten o dönemler New Jersey Nets forması giyen, kalbürüstü bir yetenekti. Kadronun görev adamlarından biri olarak seçilmişti, bu yüzden ondan kimse fazlasını beklemiyordu. Ama her şey, bir hafta önce evi toplama kararı almamla birlikte değişti. Bütün o eski dergi yığınları arasında pek de özenle saklamadığım maç biletine rastgeldim ve daha önce farkına varmadığım bir gerçeğin pençesine düştüm. O Türkiye-ABD maç biletinin üzerinde Richard Jefferson'ın fotoğrafı vardı. Duncan değil, Iverson değil, LeBron değil. Jefferson'ın sıradan bir şutu, bir Kerem Tunçeri fotoğrafının karşısını süslüyordu.
Neden Richard Jefferson? Bu soru bizi başka yerlere götürebilir.
Miami Heat'in Oklahoma City Thunder'ı 4-1 mağlup ettiği 2012 NBA Finalleri, basketbol için yeni bir sayfa demekti. Zira bir sene önce aynı finallerde Dallas Mavericks karşısında dağılan LeBron bu kez muazzam oynamış, sonuna kadar hak ettiği ilk yüzüğünü parmağına takmıştı. Şampiyonlukla birlikte ESPN yazarı Kevin Arnovitz'in yazısı da geldi. 'LeBron James and End of All That' başlıklı yazıda Arnovitz serinin genelinden ya da yıldız oyuncunun performansından bahsetmiyordu. Anlatmak istediği bir çağın kapanışıydı. LeBron James kazanmıştı. Bütün övgü ve öfke bulutu, aşırı sevgi ve nefret, tarihin sandalyesindeki acımasız yargılamalar sona ermişti. LeBron kazanmıştı, artık basketbol konuşmaya başlayabilirdik. Arnovitz'e göre her şeyin sonunda, gerçekten tek konuştuğumuz şey oyun olabilirdi:
"Şimdi, LeBron ilk şampiyonluğunu kazandığına göre, sohbet konuları değişecek. James'in bazı hayranları kaçınılmaz bir şekilde bu işi skor tabelasına dökecek, bunu onun başarısızlığını isteyenlerin yüzüne vuracak. Taraftarlık deneyiminin karanlık taraflarından biri de her zaman böyle diyaloglardır ama son beş yılda ilk kez oyunu her şeyden sıyırıp LeBron'la birlikte kutsayabiliriz."
Köprünün altından çok sular aktı. O günden bu yana LeBron üç final daha oynadı, bir yüzük daha aldı, kaybettiği son finalde az kalsın 'En Değerli Oyuncu' seçilecekti. Artık, eskisi gibi peşinden bir nefret dalgası taşımıyor. Hâlâ en çok izlenen, en çok konuşulan ve muhtelemen yeryüzünde en çok sevilen basketbol oyuncusu o. Nefret edenler de bir yere gitmiş değil, çoğu NBA tarihinin en büyük oyuncularından biri olduğunu teslim ettikten sonra "Bir Jordan değil" demekle yetiniyor. Ama zaman akıyor ve mesele artık ne olacağı, ne olmayacağı da değil. Mesele, geride ne bırakacağı. LeBron James bir zamanlar sadece geleceği tanımlardı, artık bir geçmişe dönüşmek üzere. Otuzlu yaşları, çok iyi baktığı bedenine ufak dokunuşlar yapmaya başladı ve geriye dönüş yok. Ve biz hâlâ yeterince basketbol konuşmuyoruz.
O biletin yeniden keşfi belki de bu yüzden mühim. Geriye dönüp bakınca, 2003'ten bu yana her zaman LeBron konuştuğumuzu, onu önce hayranlık izleyip sonra ondan nefret ettiğimizi, peşinden yine sevmeye başladığımızı görüyoruz. Ama işler her zaman böyle değildi. Üzerinde fikir bildirilmesi, ya tapılması ya da iğrenmesi gerekilen bir figüre dönüşmeden önce LeBron James bir basketbolcuydu. Ona dair kanı geliştirmeye çalışıyorduk ve bu, genelde oyunun sınırlarıyla ya da sınırsızlığıyla alakalıydı. Kimse o günlerde geleceğin farkında değildi. 'The Decision'ın benzeri bile akıllarda yoktu, Dallas Mavericks'e yenildiği finalden sonra yaptığı saçma açıklama da... Her şeyden önce parke vardı ve orada yaptıkları en önemlisiydi. Başkalarından da konuşuyor, onu tüketmeden kullanabiliyorduk. Hatta bilet tasarlarken Richard Jefferson'ı ona tercih edebiliyorduk. Tuhaf ama bir yandan da sevimli bir tercih.
Richard Jefferson, bugünlerde Cleveland Cavaliers forması giyiyor. Heat'e gidişini ESPN canlı yayınında açıklayan LeBron James'in Sports Illustrated'ın internet sitesinde 'Eve Geliyorum' başlıklı bir yazıyla döndüğü şehrin yeni sakini o. 'Kral' çevresinde yarattığı genç bir çekirdekle otuzlu yaşlarını geçirmek istiyor ve Kyrie Irving, Kevin Love, Tristan Thompson gibi isimlerin yanına Jefferson gibi tecrübeli oyuncuları getiriyor. Cavs ile birlikte lig de değişiyor. Önümüzdeki birkaç sene, bizler için yeni bir fırsat olabilir. Artık biletlerin üzerinde Stephen Curry, Kevin Durant, James Harden gibi isimler yer almaya başlayacak ve belki de bu sayede, LeBron'u sadece bir basketbolcu olarak izlemenin önemini anlayabileceğiz.
Buna içinde bulunduğumuz 2015-2016 sezonuyla başlayabiliriz. Birkaç saniyelik Vine'larda Russell Westbrook'un deliliklerine, Stephen Curry'nin kıvrak hareketlerine şahit oluyor, ligin geleceğinin San Antonio Spurs, Golden State Warriors gibi alçakgönüllü, topu paylaşmayı seven takımlarda yatabileceğini düşünüyoruz. 'Ben'in hiçbir zaman kaybolmayacağını, 18 yaşından itibaren dünyaca ünlü isimlere dönüşen bu adamların egolarından asla tam olarak kurtulamayacaklarını biliyoruz ama gidişat yine de umut verici. Önümüz bahar.
Bir yandan da takımların 82 maç yaptığı, kasımdan nisana kadar süren NBA normal sezonunun kısaltılması tartışılıyor. Belki de yakın gelecekte bunun gerçekleştiğine şahit olacağız. Ama bu ligi seven ve bütün spor organizasyonlarından öte bir yerde tutan bazıları için o rutin ve gerçekten bir noktada sıkan normal sezonun farklı bir anlamı var.
Bu noktada söz yeniden 2003'ten beri normal sezonda aksatmadan sahadaki yerini alan, büyük bir sakatlık geçirmemesinin şansıyla da hemen her maça damgasını vuran LeBron'a geliyor. O, normal sezonun rutinine farklı bir değer katıyor. Aralık ayının alelade bir maçına damgasını bazen kaçırdığı bir son saniyeyle vuruyor, bazen bir smaçla. Ama bütün o 'gecenin hareketleri' videolarından ayrı bir noktada LeBron oyuna hükmediyor, 48 dakika boyunca maçın öyküsünün onun üzerinden yürümesini sağlıyor. Kâh onun sayesinde, kâh ona rağmen...
Yıldız oyuncu lige girdiğinde NBA'in geleceğinin onun gibi isimlerde yattığı konuşuluyordu. LeBron her şeyi yapabilen ve yapabilecek bir paket olarak görülüyordu ve yeterince çalışılırsa onun fiziğinde ve yeteneğinde başka gençlerin de bulunabileceği söyleniyordu. Olmadı. Yeni bir Jordan gelmediği gibi yeni bir LeBron da gelmedi.
Şimdi giriş bölümünü geçtik, gelişme de tamamlandı, sonuç bekleniyor. LeBron'un yaşı ilerledikçe NBA de değişiyor. Belki de Stephen Curry gibi sıradan yıldızların çağı kapıda. Fiziksel olarak senin benim gibi görünen ama yetenekleri, iş ahlâkları ve benzersiz zekalarıyla fark yaratan, normal hayatta gayet normal davranan yıldızların çağı...
Yine de şimdi ve buradayken LeBron'u izlemek gerekiyor. Zira bundan yıllar sonra, sizden çok daha genç biri gelip onu sorduğunda aklınıza gelen ilk şey kısır "Jordan mı değil mi?" tartışmaları olmayacak. Belki onu yakından gördüğünüz bir İstanbul akşamını hatırlayacaksınız, belki de parkenin çaprazına yolladığı müthiş bir pası. Muhtemelen birkaç final hatırası geveleyecek, The Decision'ı kesinlikle anacak, tartışmalardan söz edeceksiniz. Ama LeBron'u, formunun zirvesinde, 48 dakika boyunca, bütün iniş çıkışlarıyla, hayranlıkla ve kafa karışıklıklarıyla izlemenin verdiği hissi kelimelere dökmeniz imkânsız olacak.
Evet, bir biletin önemini çok fazla abarttım. Fakat hayat da bazı tesadüfleri seviyor. 2012'de LeBron James ilk yüzüğünü alırken ben bavullarımı topluyordum. İstikamet önce Londra, arkasından Manchester'dı. 1980'lerin kült grubu The Stone Roses yeniden toplanmıştı ve 'Eve Dönüş' konserleri veriyordu. Orada olmalıydım. Kontuarda beklerken Kevin Arnovitz'in final yazısını okumuştum. Arkasından arkadaşımla birlikte uçağa bindik ve bulutların hemen yanında acı bir gerçeğin farkına vardık. Konser biletlerimizi evde bırakmıştık.
Hafıza gürültüyü sevmiyor, geriye birkaç fotoğraf kalıyor. Bu yüzden, seni saklayacağım Richard Jefferson.