
Sınırsız
9 dk
2016 Rio, Işıl Alben’ın üst üste ikinci olimpiyat deneyimi olacak. İlkinde bilinmezliğin heyecanı vardı, ikincide ise yaşanmışlık ön planda.
Bu sizin ikinci olimpiyat deneyiminiz olacak. Türkiye’nin olimpiyat tarihinde, hele ki takım sporlarında pek denk gelinen bir başarı değil bu. Farkınızın ne olduğunu düşünüyorsunuz? İyi bir jenerasyon mu, gelişmiş bir sistem mi?
Bu soruyu görmek bile büyük mutluluk; ikinci kez olimpiyat... Tüm kariyeriniz boyunca kaç defa görebilirsiniz ki? Bence biz iyi bir jenerasyonuz. Bununla beraber, üzerinde çok emek olan bir jenerasyonuz. Yıllar içinde, Avrupa arenasında kulüpler bazında oynadığımız maçlar gelişimimize büyük katkı sağladı. Çok üst düzey maçlar oynadık. Rakiplerimizi daha iyi tanıyoruz artık. Bundan sonrası için bu özelliklerin hepsini aynı anda kullanabilmek lazım. Oyun tecrübesi ve sistem iyi harmanlanırsa bir olimpiyat madalyası ya da Avrupa şampiyonluğundan bahsedebiliriz.
EuroBasket 2011’de final gördünüz. 2012 Londra’dan beşincilikle döndünüz. EuroBasket 2013’te üçüncülük, 2014 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda dördüncülük, EuroBasket 2015’te ise çeyrek final... Bu istikrarı neye borçlu bu takım?
Bu dönemdeki çekirdek kadro çok tecrübeli. Uzun bir zaman diliminde beraberdik. 2005 Avrupa Şampiyonası, ülke olarak katıldığımız ilk şampiyona. Düşünebiliyor musunuz? 30. kez düzenlenirken siz daha ilk kez katılıyorsunuz, o da ev sahibi olduğunuz için... O zamandan başlayan bir ivmelenmeyle bugünlere gelindi. Tabii hiçbir şey parmağınızı şıklatınca olmuyor. Kayıp yılların acısı kolay çıkmadı. Arayı kapatmak için çok büyük adımlar atmak gerekliydi. Uzun kamp süreleri ve sıralamada üstümüzdeki takımlarla sürekli karşılaşmalar sonucunda bir yerlere gelindi, sonra da dereceler almaya başladık. Her ne kadar son beş sene içinde çekirdek kadro değişime uğradıysa da mevcut ekip birbiriyle oynamaya çok alışık. Birbirimizin aldığı nefesi biliyoruz artık. Ayrıca şu da var; bazen kulüp takımlarında düşüşler yaşayabiliyoruz ama burada olmuyor. Milli değerleri yüksek bir takımız. Hepimiz bu kafadayız ve en iyisi için buradayız.
Rakipler özelinde bir soru sormak istiyorum, aslında Fransa hakkında... Son beş yılda Fransa ile dört büyük şampiyonada karşılaştınız. EuroBasket 2011 yarı finalinde galibiyet, EuroBasket 2013 yarı finalinde mağlubiyet, 2014 Dünya Şampiyonası ve EuroBasket 2015’te de gruplarda galibiyet... Rio’da da yine aynı gruptasınız. Neler söylersiniz?
Açıkça söyleyebilirim ki 2011 yılında Fransa’yı yenip finale kaldığımızda, “Bir kere yeneriz, o da bu maça denk geldi” diye düşünmüştüm. Bizler için inanılmaz bir maçtı. Çünkü fiziksel olarak bizden inanılmaz üstünler. Çok atletikler, uzunlar ve daha kalıplılar. Ama ondan sonraki ilk maçta da çok az bir farkla yenildik. O da kendi hatalarımızdan zaten. Açıkçası, basit hataları art arda yapmadığımız sürece biz daha iyi takımız ve galibiyete daha yakın tarafız.
2012 Londra ile 2016 Rio hazırlıkları arasındaki en temel fark ne?
İki olimpiyat arasında teknik ve idari kadrodan tutun oyunculara kadar çok değişiklik var. Değişmeyen tek şey ise heyecan... İlkinde bilmediğimizden, şimdiyse bildiğimizden dolayı! İlk maçın hava atışı yapılmadan o heyecan geçmeyecek galiba.
Erkek milli basketbol takımında ‘12 Dev Adam’ lakabını zaman zaman tiye alan oyuncular olduğunu biliyoruz... ‘Potanın Perileri’ lakabına karşı sizin bakışınız nasıl?
Açıkçası, ilk çıktığında ‘12 Dev Adam’ lakabını çok beğenmiştim. Hem adını hem şarkısını... Çok güçlü ve kararlı geliyor kulağa. Bunun yanında ‘Potanın Perileri’ sanki biraz yumuşak kalıyor. Yaptığımız spor sert, her noktasında kuvvetli olmanız gerekiyor. E o zaman da ‘peri’ biraz narin kalıyor tabii.
Sporda cinsiyet tartışmaları son yıllarda iyice alevlendi... Teniste kadın-erkek ödüllerinin eşitlenmesinden tutun, ‘güç’ kavramı üzerinden kadınların erkeklere yakınsadığına dair açıklamalara, tartışmaların sürdüğü birçok alan var. Siz bu tartışmaların hangi noktasında duruyorsunuz?
Serena Williams’ın Wimbledon zamanında yaptığı açıklama çok hoşuma gitmişti. Maç bileti fiyatları ve ödüllerin farklı olması konusunda güzel sözler söyledi. Ben de kendisine katılıyorum; antrenman saatleri, oynadığımız süre, emek... Her şey aynıysa neden diğer farklılıklar olsun ki? Kadına daha fazla teşvik olmalı; sporcu ya da müteşebbis, fark etmez... Kadınların yaşadığı en büyük zorluklardan biri çocuk sahibi olmak. Hamilelik bir yanda, sonrasında çocuktan ayrı geçen zamanlar diğer yanda... Bu konularda kolaylıklar getirilmeli. Kadın hakları konusunda biraz daha ses çıkarılması da işe yarayacaktır mutlaka.
Bir oyun kurucu olarak birlikte oynamaktan en keyif aldığınız uzunu sorabilir miyim?
Nevriye! Çünkü kendisi bir guard gibi düşünüyor ve müthiş bir oyun okuma yeteneği var. Diğer fiziksel özelliklerini saymıyorum bile. Takımı sete yerleştirmek büyük ölçüde guard’ın işidir ama takımda Nevriye varsa siz seti söylediğinizde o yerleştirmiştir bile, hatta doğru yere gitmeyenleri eliyle oraya koyduğu da olmuştur. Şunu da eklemeliyim; kısa oyuncu perde kullanıp sayı bulduğunda, aslında perdeyi yapan gizli asist yapmış olur. Savunmayı okuyup ona göre perde yapmak, yapılan perdenin açısına göre roll ya da pop yapmak çok önemlidir. Nevriye, bunun tanımı...
Sarunas Jasikevicius, 30 yaşından sonra oyunu daha farklı görmeye başladığını, antrenörlerine 30 yaşından sonra hak vermeye başladığını söyler. Siz buna katılır mısınız?
30 yaşımdan henüz birkaç ay aldım. En çok basketbol konuştuğum ve akıl aldığım kişi Mihriban Oğuz. Sanıyorum son bir yıl içinde, kendisine en az iki-üç kez sahada kendimi çok daha rahat hissettiğimi ve oyundan daha fazla keyif aldığımı söyledim. Özellikle hücum tarafında geçmişe nazaran çok daha kolay pozisyon bulduğumu belirttim. O da bana “Daha dur, bu işin en keyifli yaşlarına yeni başladın” dedi. Jasi’nin bu demecini bilmiyordum ama bilsem, bir an önce 30 yaşıma gelmek isterdim. Kendisini çok seviyorum.
Cristiano Ronaldo’yu çok sevdiğinizi söylemiştiniz... Kendisi, özellikle de Messi ile kıyaslandığında birçok insan tarafından antipatik bulunuyor. Sizin onu sevmenize neden olan şeyler neler?
Sporcuları kıyaslamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Birçok sporcunun farklı yönleri var. Hepimize hitap eden özellikler farklı. Benim için de Messi çok antipatik mesela... Bildiğim kadarıyla Ronaldo, iki fizyoterapistiyle beraber yaşıyor ve tatillerinde dahi onları yanından ayırmıyor. Benim için dünyanın bir numarası o... Olduğu yeri koruması için bir şey yapmasına gerek yok ama buna rağmen, kendisini geliştirmek için çalışmaya devam ediyor ve kendisine yatırım yapıyor. Euro 2016’nın final maçında gözyaşlarını görünce neden sevdiğimi bir kez daha anladım. Çünkü futbola ve ülkesine gönülden bağlı bir sporcu. Tüm bunlardan daha da önemlisi, yardımsever bir insan. Hatta Messi’yi çok seven bir yakınım, “Yahu bu Işıl bu adamı neden bu kadar seviyor?” diye düşünüp araştırma yapmış ve şimdi kendisi de bir Ronaldo hayranı!
Twitter’da kullandığınız bir görsel var; Montreal 76 tişörtlü Badi Ekrem fotoğrafına sizin yüzünüz monte edilmiş ve altında o ünlü replik yer alıyor: “Ben bu yaz neredeydim?” Size hem Şener Şen’in canlandırdığı Badi Ekrem karakterini hem de olimpik sporcu olmanın hissettirdiklerini sormak istiyorum...
Bunu çok iyi yakalamışsınız! Aslında konunun devamı da var ancak sosyal medyaya yansıtamadık. Malum, uzun bir kamp dönemi geçiriyoruz ve parçalı da olsa toplamda üç haftayı dağda geçirdik. Arkadaşlarım çeşitli sahil beldelerinden fotoğraflar paylaşırken, beni de bu şekilde karikatürize etmişler. Tabii çok eğlendik. Hababam Sınıfı’nda birçok favori karakterim var ama hem spora ilgisi hem de beden eğitimi öğretmeni olması nedeniyle, Badi Ekrem hep daha çok ilgimi çekti. Bence müthiş bir karakter! Hatta bu paylaşımdan sonra Nevriye’yle masaj odasına gittik ve bir anda çığlık attı; sağlık ekibinden birinin üzerinde Badi Ekrem’in Montreal tişörtü vardı. Bunu da paylaşacaktık ama sonra ülkemizde gündem değişti...
Olimpik sporcu olmak çok farklı bir duygu; dünyanın her yerinden birçok elit sporcu aynı köyde kalıp, aynı yemekhaneyi kullanıp, aynı çamaşırhaneye eşyalarını götürüyor. Aslında bir yandan kariyerinizin ilk zamanlarına dönüyor ve elde ettiğiniz tüm o konfordan uzaklaşıyorsunuz. Orada herkes eşit ve geçerli olan tek şey; dostluk, kardeşlik ve saygı. Bunu hissettiriyorlar size; o ruhu yaşamak tarifsiz bir duygu.