Sir Bobby Charlton, İmparator Beckenbauer'e Karşı

6 dk

1966 Dünya Kupası'nı yerinde takip eden Bülent Eken, Bobby Charlton ve Franz Beckenbauer'i yazdı.

Futbolda santrforun biteceğini ve orta sahadan sürpriz santrforlar geleceğini yıllardır söylerim. Bu kanıya, üzerinde yıllarca düşünmem ve antrenörlük kariyerimde bu düşünceleri uygulamamla vardım. Buna en büyük katkıyı yapan tecrübelerimden birisi de 1966 Dünya Kupası’na damga vuran orta sahaları yerinde izlemem olmuştur.

1966 Dünya Kupası için dört arkadaş, iki otomobil ile yola çıktık. Yolda, otostop ile seyahat etmek isteyen çok sayıda hippi kızlar vardı. Ne güzel günlerdi! Neyse, daha sonra üç arkadaşım işleri nedeniyle Anvers’te kaldı. Bense turnuva için İngiltere’ye geçtim. O dönem teknik direktörlük görevimi sürdürmekteydim ve 50’li yıllardan beri sistem değişikliklerini takip eden bir futbol adamı olarak, dünya futbolundaki son durumu görmek adına kupayı yerinde izleme kararı almıştım. Bu kararımın ne kadar isabetli olduğunu da ilerleyen yıllarda anladım zaten.

Geçmişte QPR beni transfer etmek istediği için İngilizlere karşı sempatim vardı. Zaten o zamanlarda futbol dendi mi akla İngiltere gelirdi. Bu kupa, Brezilya’nın rüştünü ispatlaması için iyi bir fırsattı fakat kötü bir performansla erken veda ettiler. 1966 Dünya Kupası’nın benim açımdan en büyük özelliği, WM sisteminin bu kupayla yerle bir olmasıydı. WM dizilişi daha evvel Macarların 3-3-4’ü ve Brezilya’nın 4-2-4’ü tarafından bozguna uğratılsa da tamamen yok olması 1966 Dünya Kupası ile olmuştu.

Finalde gözüm, pozisyonumun iki önemli adamı Bobby Moore ve Franz Beckenbauer’deydi. Beckenbauer, o kupada henüz çok genç ve orta sahada kullanılan bir futbolcu olmasına rağmen kalitesini belli ediyordu. Hatta kıyaslayacak olursam Moore’dan daha kaliteli bir oyuncuydu. Tabii ki Moore da çok iyi oyuncuydu ama kendisini daha çok, benim beğenmediğim tarzda, topla çok iyi bir ilişkisi olmayan bir stoper olarak gördüm. Ben her zaman, topu iyi kullanan ve topsuz oyunda da hareketli olan bir defans oyuncusunu tercih ederim. Beckenbauer, bu kıstaslara uygun muhteşem bir oyuncuydu.

Fakat turnuvada mükemmel oynayan genç Beckenbauer, finalde durdu! Almanya’nın maçı kaybetmesinde bunun da etkisi vardı. Buna rağmen beni çok etkilemişti. Türkiye’ye döndüğümde Beckenbauer’in 70’li yıllara damga vuracağını gazetecilere söylemiştim. İngilizlerde ise Bobby Moore’dan çok Bobby Charlton ön plana çıkmaktaydı. Forvetin arkasında oynayan Charlton, aslında bir hücum oyuncusu olmasına rağmen sık sık orta saha üçlüsüne de yardım ederek çağdaş bir futbolcu olduğunu göstermişti. Top Charlton’a geldiğinde derin bir sessizlik olur, daha sonra büyük bir gürültü kopardı. Dünyanın birçok ülkesinde maç izlemiş birisi olarak şunu söyleyebilirim ki seyirci üzerinde böyle etki bırakan başka bir adam görmedim. Eusebio da kupaya damga vuran çok önemli bir isimdi. Lakin benim yıldızlarım Bobby Charlton ve Beckenbauer olmuştu. Topsuz bölgedeki oyunu yönetmenin futboldaki en önemli husus olduğunu düşündüğüm için, bu iki isim benim nezdimde bu kupanın yıldızlarıydı.

Meşhur “Gol mü, değil mi?” tartışmasına gelecek olursak… O golün münakaşasını, otelde dahi yapmaya devam etmiştik. Ben, pozisyonu iyi gören bir yerde izledim maçı. Beni şaşırtan, pozisyona uzak kalan hakemin net bir şekilde karar vermesi olmuştu. Bir de Alman kaleci Tilkowski’nin “Eyvah, golü yedik!” minvalinde yaptığı bir hareket vardı ki ben dahil olmak üzere golü savunanların üstünde durduğu bir tepkiydi bu. Ama o maç Almanya’da oynansaydı, o golün verilmesinin imkânı yoktu. Gol olduğunu düşünen İngilizler dahi benimle aynı kanıdaydı. Zaten İngiltere, ev sahibi avantajını çeyrek finaldeki Arjantin maçında da kullanmıştı.

Sahaya dönersek, futbolun fizyolojik yapıyla olan bağlantısı üzerine epey düşündüm ve çıkarımlarımın doğru olduğunu gördüm. Ben şuna inanırım; soğuk iklimde doğan insanların o soğuğa tahammül edebilmeleri için adale topluluğunda yağ oranı yüksektir. Bu da teknik kapasiteyi bitirir. İzlanda, İsveç gibi ülkeler iyi birer örnektir. İngiltere ve büyük ölçüde Almanya da bu grubun içine girer. Teknik kapasiteyi kazanmak için ılıman iklimdeki insanları satın alırlar. Ben, o zamana kadar Brezilya ve İtalya gibi ılıman iklime sahip ülkelerin iyi top oynayacağını kabullenirdim. Fakat Brezilya’nın oynadığı 4-2-4 sistemi, bana çok ters gelen bir sistemdi zira orta alanı çok boş bırakıyorlardı. Bu nedenle de yıkıldı zaten. WM de aynı şekilde, orta sahada zafiyete neden olmaktaydı. Bu yüzden, o kupanın kendimi futbola hazırlayışıma çok yardımı olmuştur. Üç sistemin çarpıştığı, 4-2-4’ün bittiği, WM’nin ortadan kalktığı, 4-3-3’ün kazandığı ve savunmanın dünya futbolu için önemini artırdığı bir kupaydı. Kendi gözlerimle görüp de inandığım şeye hâlâ inanmaktayım: Futbol takımının en mühim noktası orta sahadır!

Hazırlayan: İlhan Özgen

Socrates Dergi