
Sıradan Biri
13 dk
Mats Hummels, ilk çıkış yaptığı günden beri dünyanın en iyi savunmacılarından biri olarak gösteriliyor. Fakat onu farklı kılan sadece saha içindeki meziyetleri değil. Mikrofonlarımızı Alman yıldıza uzattık.
Mats Hummels, büyük sahnede adını duyurmaya başladığında 'Yeni Beckenbauer' yakıştırması yapanlar vardı. Fakat kendini kanıtladıktan sonra farkının sadece saha içinde olmadığı anlaşıldı. Alman efsanesi Uwe Seeler, savunmacı için şu yakıştırmayı yapmıştı: Modern Çağın Alman Socrates'i...
Sizce futbolda zekâ nasıl bir rol oynuyor?
Bence fazlasıyla, özellikle de oyun zekâsı tarafında... Yine de kritik noktalarda futbol hakkında çok düşünmemek, derinine inmeden bazı şeylerin akıp gitmesine izin vermek ve yük taşımak zorunda kalmamak güzel bir özellik.
Sizde ise durum pek öyle değil...
İşin futbol kısmıyla fazla ilgiliyim, hak veriyorum... Fakat işler fazla üstüme geldiğinde her yazılanı okumamaya çalışıyorum. Kendimi bir günlüğüne internetten koparıyorum. Neyse ki bu gibi kritik dönemleri geçmişimde çok nadir yaşadım.
Bahanelerle de işiniz yok ama...
Bazı durumlarda tumturaklı sözler kullanmak ya da basmakalıp cevaplar vermek daha kolay olurdu. Fakat önceden de olduğu gibi, insanlara futbolu anlatabildiğim ya da kuliste olup bitenleri gizliliği bozmamak kaydıyla az da olsa gösterebildiğim için mutluyum. Bu tavrım insanları yer yer kızdırsa da buna katlanıyorum. Bu tarzıma değer verenler de var, “Hummels artık çenesini kapatsa iyi olur” diyenler de... Neticede hayatım boyunca yoluma böyle devam ettim. Belli konulara kafa yormak ve bunu yansıtmak da öyle veya böyle bu tavrın bir parçası...
Üslubunuz bir futbolcu olarak günlük hayatınızı ne derecede zorlaştırıyor?
Bazen “Amma da akıllı” ya da “Her şeyi paylaşmak zorundaymış gibi davranan bir zekâ küpü” tarzında yorumlarla karşılaştığım oluyor. Ancak şu sıralar maç sonlarında pek bir şey söylemiyorum çünkü biliyorum ki birileri yine söylediklerimden koca bir hikâye yaratacak. Röportajlarımı okuyup yorumda bulunanlar bazen birkaç cümlemin orada yer almamasının daha iyi olacağını düşünüyor. Ben de bazen kendilerine katılıyorum. Fakat bazen de istediğim mesajı vermek benim için daha önemli oluyor.
Gurur sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bu kavram üzerine çok fazla kafa yordum. Bence insan sıkı çalışarak elde ettiği şeylerle gurur duyuyor. Bunun dışındakiler ise kişiyi mutlu ya da memnun ediyor.
Yani profesyonel futbolcu olmak sizi gururlandırıyor mu?
Kesinlikle... Profesyonel futbolculuk elinize 18 yaşında gökten düşen bir fırsat değil. Daha çocukken futbol oynamaktan çok keyif alırdım. İyi bir futbolcu olmak istediğimi biliyordum fakat buna ulaşmam çok da erken olmadı. Normalde profesyonelliğe geçiş yapmayı başaranların çoğu en az 12 sene bir kulüpte oynamış oluyor. Bense antrenman olmayan günlerde dahi arkadaşlarımla buluşup sokakta top oynardım. Bugün futbol sahnesinde durabiliyorsam bunu uzun yıllar verdiğim emeğe, çocuklukta veya gençlikte güzel olduğunu bilsem de önümde engel olabileceğini düşündüğüm şeylerden fedakârlık etmeme borçluyum. Bunların bazen unutulduğunu hissediyorum.
Peki sıradan bir Augsburg galibiyeti de mutlu ediyor mu sizi?
İsme bakmaksızın söylüyorum; ‘sözde’ kolay bir rakibe karşı kazandığınızda dışarıdan üstünüze dayatılan baskı, bir tür rahatlığa dönüşüyor. Böyle söyleyince aklıma 2012 senesi geldi...
Borussia Dortmund’la ikinci defa ligi kazandığınız sezondan bahsediyorsunuz...
İyi bir çıkış yapmıştık ve kupayı kaldırdıktan sonra takımdakilere bunu başarıyla taçlandırmanın kendilerine saf mutluluğun yanı sıra bir rahatlık hissi getirip getirmediğini sormuştum. Hepsinin cevabı “Evet!” oldu. Hâlbuki uzun süre bunu hisseden tek kişinin kendim olduğunu sanıyordum. Bunlar, insanın kaybedecek şeyi olduğunda kendine belli bir baskı uyguladığını tekrar kanıtlıyor.
Dortmund’la şampiyonluk, Bayern’le şampiyonluktan farklı bir his mi?
Durumlar farklı... Ligin bariz favorisi Bayern Münih gibi bir takımla şampiyon olmak ile 2011’de Dortmund’da olduğu gibi aşırı genç bir kadro ile hiç yoktan şampiyonluğa uzanmak arasında bir fark olduğu açık. İkincisinin duygusal anlamda daha farklı bir etkisi var elbette. Bir de ilk şampiyonluk hep biraz daha farklı bir his yaratıyor, onun yerini hiçbir şey dolduramıyor.

2014’te bir de ilk kez Dünya Kupası’nı kazanmıştınız. Bütün bu unvanları taşımak zor olmadı mı, ayaklarınızı nasıl yere basabildiniz?
Öncelikle beni toplumdan uzaklaştırabilecek çok fazla sebep olmamasını umuyorum. Herhangi bir insandan farkım olduğunu düşünmüyorum. Münih’te evimin köşesindeki markete gittiğimde insanlardan sık sık “İyiymiş, buraya da alışverişe geliyorsun” gibi tepkiler alıyorum.
Nasıl karşılık veriyorsunuz?
“İhtiyaçlarımı başka türlü nasıl karşılayabilirim? Ben de sıradan biriyim işte. Kafelere giden, alışverişini yapan, çöpünü atan ve bütün bunların yanında bir de çok iyi futbol oynayabilen biri. İkimizi kıyasladığımızda bizi ayıran tek nokta, belki de sonuncusu.”
Futbolcuların aslında arka planda sıradan bir hayat sürdüren insanlar olduğu sık sık unutuluyor. Farklı alanlarda olduğu gibi ilişkilerinde de güçlü ve zayıf yanları bulunan insanlarız. Yine de insanların oyunculardan büyülendiği gerçeğinden kendim de pek kaçamıyorum.
Peki bunu biraz açabilir misiniz?
Basketbol izlemeyi çok severim mesela, özellikle de NBA’i. Basketbolcuları televizyonda gördüğümde aklımı bazen bir şey kurcalıyor; hepsini adeta buz adam gibi görüyor ve belki de işler onlarda daha farklı işliyor diye düşünüyorum. Yine de bu konuya kafa yordukça onların da bazı maçlarda gerginlik hissettiklerine ve aynı şekilde birtakım kişisel zayıflıklarla boğuştuklarına ikna oluyorum. Fakat onları sadece televizyonda görünce, bu gibi şeyleri fark etmek zorlaşıyor.
Futbolcuların dünya çapında sosyal projelere destek amacıyla gelirlerinin yüzde birini bağışladığı ‘Common Goal’ kampanyasına Bundesliga’dan ilk desteği siz verdiniz. Bu konu hakkında konuşmayı normal karşılıyor musunuz?
Normalde bağış yaptığımı açıklamıyorum. Bu bir istisna oldu çünkü kampanya zaten temelde yüzde birlik bağış fikriyle başladı. Bir de başkalarına da örnek olsun istedim. Amaç zaten bu girişimin altında yatan fikri olabildiğince yaymak ki insanlara bundan bahsetmedikçe amaca ulaşmak da pek mümkün gözükmüyor.
Meslektaşlarınız arasında harekete geçirebildikleriniz oldu mu?
Önceki takımlarımda bu konuda benden bilgi almak isteyenler oldu. Bazıları ileride katılmak istediğini söyledi, hâlâ kararsız olanlar da var. Öte yandan kendi projelerine odaklanmayı tercih eden oyuncular da biliyorum. Bu da son derece anlaşılır bir şey. Bunun gibi ortak yürütülen, etkili başka girişimler de bulunuyor. Ben de bir yandan, UNICEF’teki elçiliğime devam ediyorum mesela...
İlk adımı atmayı sevenlerden misiniz?
Kısmen diyebilirim. Benim için önemli bir şeyse ya da bir şeyin o anda gerçekleşmesi gerektiğini hissetmişsem önayak olurum. Fakat sürekli böyle davranmak zorunda da değilim. İlk adımı atmak güç gerektiriyor ve bazen başkasının inisiyatifi alması hâliyle daha rahat geliyor.
Spor tarihinde ilk adımı atan efsanelerden biri, dergimize de adını veren Socrates... Uwe Seeler ile konuştuğumuzda sizin için “Modern çağın Alman Socrates’i” benzetmesini uygun görmüştü. Bunu bir iltifat kabul eder misiniz?
Sizle görüşmeden kısa bir süre önce okumuştum o röportajı. Çok güzel bir iltifat fakat Socrates’le kıyaslanmak bana fazla cüretkâr bir hareket gibi geliyor.
Socrates politik anlamda aktifti, bir demokrasi hareketine önayak oldu ve döneminin sosyal konularına dikkat çekmek için kendini futbolda sağlam bir yere oturttu. Günümüzde profesyonel futbolcuların şampiyonluk konuşmaları bile eleştirel bir şekilde irdelenirken birtakım söylemlerin değerlendirilmesinde eskiye göre bir zıtlık ya da kıtlık görüyor musunuz?
Bunu kesinlikle hissediyorum. Günümüzde çok normal şeylerin, aşırı cesaret veya küstahlık sonucu ağızdan çıkmadığı sürece, söylenemiyor olmasını ayrıca üzücü buluyorum. Kritik konular hakkında konuşan biri büyük bir skandal yaratmış sayılıyor. Normal sözlerden koca manşetler çıkıyor. Durum böyle devam ederse ileride oyuncular içerik anlamında çok daha az şey paylaşacak. Hepimiz içi boş laflara alışmak zorunda kalacağız. Tıpkı NBA’deki gibi...

NBA’de nasıl durum?
Maç sonunda hatta soyunma odasında yapılan röportajlara bir bakın. Bazı basketbolseverlerin hoşuna gidiyordur belki fakat benim hissettiğim, sanki hiçbir röportajda ne oyuncu ne de antrenör, mesela o günkü mağlubiyetin altında yatan sebeplerden bahsetmiyor. Hepsi içi boş kelimelerle ifade ediliyor. Bir basketbol sever olarak benim için bu röportajların hiçbir değeri yok. Maalesef işler futbolda da benzer yönde gidiyor çünkü oyuncular olumsuz manşetlere mahal verebilecek sözlerle kendilerini tehlikeye atma yanlısı değil.
Bir futbolcunun kendini içeriği kuvvetli bir şekilde yansıtabilmesi için cesarete ihtiyacı var mı?
Bazen var. İnsan gerçekleri düşündükçe, bazı şeyleri söylemenin akıllıca olup olmadığını soruyor kendine. Çünkü yaptığınız cesur bir hareket de olsa sizin için sakıncalı sonuçlar doğurabiliyor. Bir oyuncunun her seferinde doğru anı kestirmesi zor. Bu sebeple açıkça bir şey söyleme konusundaki çekingenlik gün geçtikçe azalmıyor, tam tersine artıyor.
Dünya Kupası’nda aynı grupta olduğunuz İsveç, Meksika ve Güney Kore ile birlikte zor bir mücadele içine gireceksiniz. Sizce grup maçları nasıl geçecek?
Her ne kadar kâğıt üstünde çekebileceğimiz en zor rakiplere denk gelmemiş olsak da kolay lokma takımlarla eşleşmedik. Bu grupta kimse kimseyi kolayca yenemez. Bu yüzden, bence turnuvanın en zor grubundayız çünkü dört takım da gerçekten iyi. Yine de favoriyiz. Bunu grubu birinci bitirerek kanıtlamak istiyoruz. Kapasitemiz de aynısını gösteriyor ama şimdiden rahatça, yüzde 70 ihtimalle çeyrek finale kalacağımızı savunmak da imkânsız.
Alman halkı sizin bu turnuvada unvanınızı korumanızı bekliyor. Siz de aynı beklentilere sahip misiniz?
Rusya'da kupaya oynayabileceğimizi umuyorum, bunun için yeterince güçlüyüz. Ama bir noktadan sonra, yakalayacağımız form belirleyici olacak. 2014 Dünya Kupası'nda oynadığımız Cezayir maçını hatırlıyorum da... Jürgen Klopp'un da önceden sık sık söylediği gibi, yıldızları yerinden oynatamamıştık. Sonrasında kıl payıyla geçilen Fransa maçı ve finalde Arjantin'e verilen bir-iki mutlak gol pozisyonu... Rusya'da doğru formu yakalar mıyız ya da şans yanımızda olur mu, bunların hepsini birlikte göreceğiz. Turnuvadan önce takım arkadaşlarım ve kendim adına sadece şunu söylemek istiyorum: Çok iyi hazırlandık ve öyle yüksek bir seviyedeyiz ki dünya şampiyonu olabiliriz.
Olduğunuz kişiyi yansıtma konusunda kendinize ne kadar güveniyorsunuz?
Özel hayatımdaki Mats Hummels’le futbolcu Mats Hummels arasında farklar vardır elbet. Yine de başka oyuncular bu iki kimlik arasında daha büyük bir çelişki yaşıyormuş gibi geliyor bana. Bazı oyuncular sahada, Almanca en güzel ifadeyle ‘dreckskerl’, yani pislik bir herif gibi. Fakat saha dışında ne kadar güzel insanlar olduklarını biliyorsunuz. Bir de futbolda duygular öyle iç içe ki dışarıdan bakanlar bazen başka algılayabiliyor. Adrenalinle birlikte insan bazen gerçekten başka biri gibi davranabiliyor. Aynı adrenalin maç sonu röportaj esnasında da vücuttan atılmış olmuyor.
Özel hayatınızda nasıl birisiniz?
Gayet sakin biriyimdir.
Evdeyken Thomas Müller’den daha az mı konuşursunuz?
Herkes gibi... (Gülüyor.)
Fakat yenildiğinizde bir o kadar sinirli gözüküyorsunuz...
Spordaki yenilgileri çoğunlukla sporun içinde bırakıyorum. O noktalarda gururum nadiren kırılıyor. Fakat çoğunlukla bir memnuniyetsizlik yaşıyorum. Çünkü kendimden de takım arkadaşlarımdan da beklentilerim yüksek.
Kariyeriniz size ikinciliğin keyifli bir şey olmadığını öğretti mi?
Duruma göre değişir. Zirveye oynarken sezonu ikinci bitirmek çok da keyifli değil. Mesela Dortmund’la geçirdiğim 2014-15 sezonunu zevkle hatırlıyorum. Başta lig sonuncusuyduk sonra yedinci olduk. Yetişmek için bir yarışa girdik ve bu bize acayip keyif verdi. Benim için futbolda önemli olan, maç esnasında veya herhangi bir rekabet içindeyken, kazanmak için oynamak. Ucunda her zaman zafer olmasına gerek yok. Fakat zafere ulaşma ihtimali asla kaybolmamalı.
Bayern Münih’le Bundesliga'da Şimdiden kapıları kapatmak istemiyorum ama Xabi'nin yaptığı gibi futbolu yüksek seviyede bırakmak bir ihtimal. yeni bir şampiyonluk kazanma ihtimaliniz de oldukça kuvvetli gözüküyor...
Geçen senenin sonundan beri sabit bir oyuna kavuşmaya başladık, aynı süreçte diğer takımlar ufak tefek hatalarla yer yer takılıyor gibi geliyor bana. Bunu devam ettirebilirsek, sonunda yine tepede olma şansımız yüksek gözüküyor.
Aralık'ta 29 yaşına girdiniz ve bu Ocak’ta ilk defa baba oldunuz. Peki şimdiden futbol sonrasını düşünmeye başladınız mı?
Kafamda birtakım fikirler dönüyor. İleride profesyonel düzeyde antrenörlük yapar mıyım? Ya da altyapı antrenörü mü olurum? Futbolla alakalı bir şey yapmak ister miyim? Doğruyu söylemek gerekirse şimdiden futbol sonrası hayata eğilmeyi hiç istemiyorum. İleride olur da futboldan keyif almaz ya da performansımda terslik yaşarsam, futbolla alakamı kesmeyi düşünebilirim. Fakat derinlerde bir yerde futbolla hep bir bağım olacağını hissediyorum. Sadece bunun kendini ne noktada belli edeceğini sezemiyorum.
Xabi Alonso geçtiğimiz yaz aktif kariyerini sonlandırırken, gülünç duruma düşmeden en yüksek seviyede bırakmak istediğini belirtmişti. Siz gittiği yere kadar oynamayı mı tercih edersiniz, yoksa doğru zamanda bırakmayı mı?
Şimdiden kapıları kapatmak istemiyorum. Xabi’nin yaptığı gibi yüksek seviyede bırakmak bir ihtimal. Almanya’da biraz daha düşük klasman bir takımda oynamak ya da tekrar yurt dışına gitmek de bir ihtimal olabilir. Çok fazla opsiyon var. O zamanki fiziksel durumuma ve futbolun bana verdiği keyfe bağlı olarak şekillenecek bir karar bu. Gerçek şu ki sağlığım geçtiğimiz senelerdeki gibi iyi olmaya devam ederse birkaç sene daha en üst seviyede kalıp iyi performans sergilemeyi sürdürebilirim.
Çeviri: Göksu Bulut