Dünya Değişirken

8 dk

Gezegenin en gözde altı erkek tenisçisinin Suudi Arabistan’daki bir gösteri turnuvası için bir araya gelmesi ile WTA Finalleri’nin alelacele şekilde aynı ülkeye verilmesi arasında bir bağ var. Nasıl mı?

Tenis dünyası 2017’de Rafael Nadal’ın kariyerinin son günlerine yaklaştığını düşünüyordu. Yıldız oyuncunun yaşadığı ağır sakatlıklar da bu gündemi oldukça kaşıyor, kariyerinin ilk günlerinden beri vücuduna epey yük binen Rafa için artık sonun geldiği konuşuluyordu. “Ne zaman bırakacaksınız?”, “Ne zaman emekli olacaksınız?”, “Kortlara veda ettikten sonra nasıl bir kariyer planı öngörüyorsunuz?”... İspanyol yıldız, karşısında ne zaman bir gazeteci görse bu tarz sorularla karşı karşıya kaldı.

O gazetecilerden biri El Pais için çalışıyordu ve 31 yaşındaki yıldızın o güne dek elde ettiği serveti nasıl yöneteceğini, tenisten sonraki yaşamını nasıl sürdüreceğini sormuştu. Aldığı yanıt şaşırtıcı değildi: “Belki daha elverişli koşullara sahip başka bir ülkeye gitmek daha iyi olabilir ama mutlu olduğum yer burası, İspanya. Ailem, arkadaşlarım… Başka bir ülkede sahip olduğumdan iki kat daha fazla paraya sahip olabilirdim ama mutluluğum yarı yarıya azalır. Para mutluluğu satın almaz.”

O günden yaklaşık yedi yıl sonra Rafael Nadal’ın tenis elçisi olduğu Suudi Arabistan’da Six Kings Slam turnuvasındayız ve yanıtlarını aramamız gereken birkaç soru var: Nadal’dan yola çıkarak turnuvayı kazanması halinde yedi buçuk milyon dolar kazanma ihtimali bulunan bu altı oyuncuyu suçlayabilir miyiz? Veya onlara duyduğumuz sempatinin biraz dahi olsa azalmasını nasıl yorumlayabiliriz? Daha önemlisi ise yarın. Yani gelecek. Dünya sıralamasında ilk sekiz isim arasında bulunan dört ismin ve onlara ek olarak Rafael Nadal gibi bir efsanenin bu coğrafyadan gelen teklifi kabul etmesi ile yıl sonunda oynanacak olan WTA Finalleri’nin oyunun aktörlerine danışılmadan Suudi Arabistan’a verilmesi arasında bir bağlantı yok mu?

1

Formula 1 2011 sezonunun ilk yarışı olan Bahreyn Grand Prix için gelen iptal kararı Bahreynli yetkilileri çileden çıkarmıştı. Hükümet karşıtı gösteriler sebebiyle tadı halihazırda kaçmış vaziyette olan yetkililer, yarışı düzenleme konusunda Formula 1 yönetimini ikna edememiş ve dünyaya vereceği mesajdan mahrum kalmıştı. Bundan 13 yıl önce, başkent Manama başta olmak üzere pek çok şehirde sokaklar hükümet karşıtı göstericilerle doluydu. Her şey yolunda değildi. Hatta hiçbir şey yolunda değildi.

Bir sene sonrasında da değişen bir şey olmadı. Protestolar çoktan uzunca bir sürece yayılacağının işaretini vermişti. Göstericiler ile polisin çatışmasından ölü bedenler çıkıyor, halkın değişim talebi yanıtsız kalıyordu. Dünyanın süreklilik kazanan ölümleri sıradan görmeye başladığı günlerde bir sene önce olduğu gibi, bir kez daha Formula 1 vakti geldi. Sky’dan CNN’e, Al Jazeera’den AFP’ye pek çok basın kuruluşu önce ne olduğunu anlamaya, sonrasında ise bu vahşeti layığıyla aktarmaya çalışıyordu. The Telegraph ise yarışın koşulmasını tarihin en tartışmalı kararlarından biri olarak yorumluyor, attığı başlıkta Formula 1’in bir makineye dönüştüğünden dem vuruyordu. Göstericilerin dünyaya haykırmak istedikleri ise açık ve netti: Hükümet bu yarışı kullanarak uluslararası kamuoyunu kandırmaya, her şeyin normale döndüğü konusunda insanları ikna etmeye çalışacaktı.

Bahreyn pistinin yöneticisi Zayed Rashed Al Zayani, veliaht prens Shaikh Salman bin Isa Hamad Al Khalifa,  F1'in dev patronu Bernie Ecclestone, dönemin FIA Başkanı Jean Todt ve Bahreyn pistinin yönetim kurulu başkanı Muhammed Al Khalifa

Bahreyn pistinin yöneticisi Zayed Rashed Al Zayani, veliaht prens Shaikh Salman bin Isa Hamad Al Khalifa, F1'in dev patronu Bernie Ecclestone, dönemin FIA Başkanı Jean Todt ve Bahreyn pistinin yönetim kurulu başkanı Muhammed Al Khalifa

Etrafına bakmayan, baksa da ne olduğunu idrak edemeyen, ne olduğunu idrak etse dahi sesini çıkarmamayı tercih eden Formula 1 pilotlarının olduğu bir grid’de her şey oldukça rahat ilerledi. Bir yıllık aranın ardından Formula 1’in Bahreyn’e dönüşünü memnuniyetle karşılayanların başında son iki yılın dünya şampiyonu Sebastian Vettel ve grid’in en büyük efsanesi Michael Schumacher geliyordu. Yarış koşulmuştu. Protestocular ile kolluk kuvvetlerinin kavgasından ölü bedenler çıkmaya devam ederken grid’in sesi baskın gelmişti. Hiçbir şey yolunda değildi ama bir şey yolundaydı.

Bahreyn gibi ülkelerin bir derdi var. Konuşmak ve konuşulmak istiyorlar. Dertlerini anlatmak, dünyaya haykırmak, “Biz de buradayız. Bakın, her şey ne kadar normal” demek, sermayenin ekseninin uzun süre önce kaymaya başladığını vurgulamak istiyorlar. Mesela son 20 yıl içinde Formula 1’in gittiği ülkelere bakalım. 2004’te Çin ve Bahreyn, 2009’da Birleşik Arap Emirlikleri, 2014’te Rusya, 2017’de Azerbaycan ve son olarak 2021’de Katar ile Suudi Arabistan F1 takviminin parçası haline geldiler. Spor, yeni sermayenin gölgesinde şekillenirken yeni bir dünya kuruluyor. Birileri de o dünyada kendine yer bulmaya çalışıyor.

Tıpkı Bahreyn gibi Suudi Arabistan da ne olursa olsun konuşmak ve konuşulmak istiyor. Şimdiden cebe koydukları 2034 FIFA Dünya Kupası ev sahipliği, Ada aristokrasinin bir parçası olmak için 2021 Kasım’ında satın aldıkları Newcastle United kulübü, LIV Golf adını verdikleri yepyeni organizasyonla PGA Tur’a meydan okumaları ve dünya golfünün eksenini yerinden etme çabaları… Tüm bunlar bir mesaja dayanıyor: “Biz de buradayız. Bakın, her şey gayet normal.” Suudilerin eksenini kaydırmak istedikleri sporlar ise golfle sınırlı değil.

2

Son yıllarda Newcastle United’ı satın alması ve LIV Golf’ü piyasaya tanıtmasıyla gündeme gelen Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu (PIF), bu senenin başında tenis sporunun yönetimini kendi eline alma, ATP ile WTA’i tek çatı altında toplama niyetinde olduğunu belli etmişti. Hem ATP’yle hem de WTA’le sponsorluk ve partnerlik anlaşmaları imzalayan PIF’ın en büyük amacı sporu direkt satın almak. Bu teklif bugünlerde ne kabul edilmiş ne de reddedilmiş durumda. Ancak ilk adımların atıldığı apaçık şekilde belli oluyor. ATP sıralamalarının isim hakkını alan ve hemen önüne PIF kısaltmasını eklettiren, 23 yaş altı oyuncuların oynadığı Next Gen Finalleri’ni Cidde’ye getiren, Indian Wells, Miami, Madrid gibi önde gelen turnuvaların duvarlarını reklamlarla süsleyen Suudi Arabistan, bugünlerde Six Kings Slam adını verdiği gösteri turnuvasıyla tenis gündemini işgal ediyor.

Rafael Nadal ve Novak Djokovic gibi iki efsanenin yanına dünya 1 numarası Jannik Sinner ile dünya 2 numarası Carlos Alcaraz’ı, onların yanına da Daniil Medvedev ve Holger Rune gibi isimleri eklemiş durumdalar. Bu altı katılımcının her biri sadece ayak bastı parası olarak bir buçuk milyon dolar elde edecek. Bu miktar, geçtiğimiz aylarda oynanan Amerika Açık’ta final oynama başarısı gösteren Taylor Fritz’in aldığı 1,8 milyon dolarlık ödülden sadece biraz daha az bir kazanım. Turnuvadan zaferle ayrılacak ismin kazanacağı ödül ise tamı tamına altı milyon dolar. Bu rakam, tenis tarihinde bir turnuva galibine verilecek en yüksek meblağ. Hem de -tahmin edersiniz ki- açık ara farkla… Zira geçtiğimiz yıl Avustralya Açık’ta mutlu sona ulaşanlar 3,15 milyon Avustralya doları, Roland Garros’tan zaferle ayrılanlar 2,4 milyon euro, Wimbledon’da Merkez Kort’tan galibiyetle çıkanlar 2,7 milyon sterlin, Amerika Açık’ta kupayı kaldıranlar ise 3,6 milyon dolarlık ödüller elde etmişlerdi.

Bu sebeple Six Kings Slam her anlamda pek çok şey vadediyor. Hem tenisçilere hem de bu turnuvayı takip edecek olanlara… Onlar çıkıp oynayacak, biz de seyredeceğiz. Peki her şey bu kadar basit mi? Bu sporu icra edecek olanlar gayet iyi ödüller kazanacak, izleyenlere yüksek düzeyde seyir keyfi sunacaklar diye birçok şeyi görmezden gelebilir miyiz? Elçiliklerde işlenen gazeteci katliamlarını, yasalara göre evlenmek için ‘veli’sinden onay alması gereken kadınları görüp görmemiş gibi yapabilir miyiz? Eşcinsel hakları konusunda bir adım dahi ileri gidemeyen bir aklın, evlilik içi kadının erkeğe itaatini ve sahip olma halini kelimenin gerçek anlamıyla anayasasına ekleyen bir rejimin kendini anlatması için değerlerimizi ve yaşamımızı feda edebilir miyiz?

3

PIF’in tenis sporunu avuçlarının içine alma çabası sadece erkek tenisiyle sınırlı değil. WTA’le imzalayacakları sponsorluk ve partnerlik anlaşmaları da onlar için âdeta bir vaha. Mesela en belirgin örnek önümüzdeki Kasım ayında oynanacak olan WTA Finalleri. Sezonun en iyi sekiz isminin sahne alacağı turnuva bu yıl tarihte ilk kez Suudi Arabistan’a gidecek. Peki nasıl? Kadın tenisinin bu yıl için en önde gelen sekiz ismi en önemli turnuvalardan birinde sahne almak için Suudi Arabistan’a mı gidecek? Kadınların eşit vatandaş statüsünde yer almadığı, pek çok yere yanında velisi olmadan giremediği, tek başına olduğunda uzun mesafeli bir seyahate çıkamadığı Suudi Arabistan’a mı?

PIF, bu yatırımları yaparken ülke ekonomisinin petrole olan bağımlılığını azaltmak ve ‘muhafazakâr’ olarak tanımladıkları krallıklarını daha ilerlemeci ve çağdaş bir yapıya büründürmek için sporu kullandığını ifade ediyor. Spor, esasında onlar için çağdaşlaşma yolunda destekleyici bir unsur. Elbette bu çağdaşlaşma yolculuğu uzun soluklu bir maceraya dönüşebilir. Suudiler önce krallıklarını, sonrasında da ülkelerini daha ilerlemeci bir politik doğrultuya sokabilirler. Buradaki esas mesele Suudilerin geri kalan hiçbir konuda bir arpa boyu yol gitmeden sporu destekleyici bir unsur olarak görmesi. Zira onlar için elzem olan manzaralarının diktatörlük olması değil, diktatörlük olarak görülmesi. Onlar o imajı değiştirmek istiyorlar. Yanlış anlaşılmasın; sadece o imajı rötuşlamak istiyorlar, o imajı ortaya çıkaran etmenleri değil.

Martina Navratilova ve Chris Evert başta olmak üzere kadın tenisinin önemli figürleri bu konuya dair seslerini çıkarsa da WTA Finalleri, farklı bir gelişme yaşanmadığı takdirde önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan’da oynanacak. Peki bu tuhaf karar ile dünya tenisinin en başarılı ve etki gücü yüksek erkek tenisçilerinin bir gösteri turnuvası oynamak için aynı ülkeyi ziyaret etmesi arasında bir bağlantı olabilir mi? Yedi yıl önce “Para mutluluğu satın almaz” diyen Rafael Nadal’ın bu yılın ilk aylarında Suudi Arabistan Tenis Elçisi görevine getirilmesi ve Suudi Arabistan’da da bir akademi açacağını müjdelemesi ile WTA Finalleri’nin Suudi Arabistan’a kaydırılması arasında hiç mi ilişki yok?

Bahsettiğim şey ekonomik veya idari bir bağlantı değil. Burada önemli olan gücün görünürlüğü ve etki durumu. Daha ziyade bir rıza üretme hali. Kaldı ki esas mesele bu bağ. Bu sporu paylaşan iki grubun -erkeklerin ve kadınların- birbirlerinin hissedebilecekleri duygular hakkında pek fikir sahibi olmaması veya fikir sahibi olsa dahi bunu önemsememesi. Mesela ne diyordu Navratilova ile Evert?

“50 yılı aşkın bir süredir kalplerimizi birbirine bağlayan ve hayatımızın eseri haline getirdiğimiz bir fikri birbirimizle paylaşıp durduk: Erkek egemen bir dünyada kadınları güçlü kılabilmek için eşitlik fikri üzerine kurulu bir WTA inşa etme isteği. Bu çabamız bugünlerde tehlike altında. Tur yetkilileri, sporun temelini oluşturan oyunculara yeterince danışmadan WTA Finalleri'ni Suudi Arabistan'a vermenin eşiğinde. WTA'in sahip olduğu değerler ile ev sahipliğine aday olan ülkenin sahiplendiği değerler birbiriyle tezat oluşturmakta.”

4

Tekrar rızaya dönelim. Kurdukları akademilerde, davet edildikleri panellerde, verdikleri röportajlarda sporcu olma yolculuğunda önce iyi bir insan olmanın, farklı insanların tercihlerine saygı duymanın, sosyal hayata eşit şekilde karışabilmenin öneminden bahseden bu altı oyuncu, bu ‘gelişim’e ve ‘ilerleme’ye biraz aceleci şekilde ikna olmuş gibi gözükmüyorlar mı sizce de?

Yaklaşık bir hafta önce gelecek ay emekli olacağını açıklayan Rafael Nadal...

Yaklaşık bir hafta önce gelecek ay emekli olacağını açıklayan Rafael Nadal...

Grand Slam’leri dışarıda bıraktığımızda kadın tenisinin en önemli turnuvası olarak görülen WTA Finalleri’nin bir anda insan hakları konusunda sicili korkunç durumda olan böyle bir ülkeye verilmesinin dayanak noktalarından biri bu güçlü ve aceleci ikna kanalları değil mi? 2024 ila 2026 yılları arasındaki üç edisyonunun tamamını Suudi Arabistan’a veren bu akıl, gücünü efsane statüsüne erişmiş bu tenisçilerin attıkları adımlardan alıyor olamaz mı? Farz edelim, Rafael Nadal’ın Suudi Arabistan’ın tenis elçiliği teklifini kabul etmediği veya Novak Djokovic’in “Bu koşullarda öyle bir ülkeye gitmem” açıklamasını yaptığı bir dünyada gerçekten de o finaller bu kadar kolay şekilde o ülkeye verilir miydi?

Dünya değişirken sporun ekseni de kayıyor. Hayır, tarihin sonu filan gelmedi. Ne F1 araçları birkaç kilometre ötedeki gösterilerin sesini bastırdığı için ne de tarihin en iyi tenisçilerinden birkaçı koşa koşa gösteri turnuvası oynamaya gittiği için gözlerimizi ve kulaklarımızı kapatacağız. Aksine televizyonlarımız açık olacak. Tarihe tanıklık edecek, en azından bir şeyin bilincinde olacağız. Bu isimlerin yaydığı etki gücünden başlayan ve çok kısa bir süre sonra WTA Finalleri’ni Suudi Arabistan’da oynamak zorunda kalacak olan kadın tenisçilere giden bir yol var.

Bu tarz konulara ve dahasına ilgi duyuyorsanız Hatırlama Bahçesi bloguna da göz atabilirsiniz.

Socrates Dergi