
Siyah Kuğu
10 dk
Dünyaca ünlü spor yazarı Simon Kuper, hayatına Paris’te devam ediyor. Yani, şu sıralar Zlatan Ibrahimovic’in hükmettiği kentte. Hollandalı yazar, yakından tanıdığı İsveçli yıldızı Socrates için kaleme aldı.
Neredeyse hiç kimse farkında olmasa da zamanımızın büyük futbolcularından biri, muhtemelen kariyerinin son aylarına giriyor. Paris Saint-Germain’in 34 yaşındaki İsveçli golcüsü Zlatan Ibrahimovic, büyük ihtimalle en üst düzey futbol liglerinde son sezonunu geçiriyor. Dünyanın en iyi futbolcusu seçilip Ballon d’Or ödülünü almışlığı yok ama buna yaklaştı. Lig şampiyonluklarına bakılırsa neslinin en çok kazanan oyuncusu. Üstelik, kendine has eşsiz bir tarzı vardı: forma numarasına bakmaya gerek kalmadan, anında ayırt edilebilecek kült bir oyuncuydu. Sahada Leo Messi ve Cristiano Ronaldo’nun gerisinde kalsa da saha dışında her ikisinden de daha ilgi çekiciydi, hem de fazlasıyla. Futbolcuların birer ‘iş adamı’ olmasını gerektiren bu dönemde, Zlatan öyle değildi. Onu, sandığımızdan çok daha fazla özleyeceğiz.
Onunkisi bir göçmen hikâyesi. Babası Bosnalı alkolik bir hademeydi, annesi ise Hırvat bir temizlikçi. Babası İsveç’te oturma izni alabilsin diye evlenmiş, çok geçmeden ayrılmışlardı. Zlatan, İsveç şehri Malmö’nün fakir etnik gettosu Rosengard’da doğdu. Rosengard için “Somalili, Türk, Yugoslav, Polonyalı ve Kuzey Afrikalı kaynıyordu ama bölgede hiç İsveç yerlisi yoktu” diyor Zlatan’ın otobiyografisi. Yıllardır çıkan futbolcu otobiyografilerinin en iyisi olan bu kitap, sadece İsveç’te 700 binin üstünde sattı. (Otobiyografinin hayalet yazarı David Lagercrantz, geçenlerde kitabın bazı bölümlerinde yer alan ifadelerin Zlatan’ın ağzından çıkmadığını ama söylemesi gereken türden şeyler olduğunu itiraf etti. “Kitapta şiirsel bir hakikat var” diyelim.)
Zlatan’ın (ya da muhtemelen Lagercrantz’ın) söylediğine göre, annesiyle babası hiçbir zaman “Ödevin için yardıma ihtiyacın var mı?” ya da “Sana İsveç tarihiyle ilgili bir şey anlatayım mı?” diye sormadı. Hiç böyle bir şey olmazdı. Bira kutuları, Yugoslav müziği, boş buzdolapları ve Balkan Savaşı... Evde bunlar vardı. Çocukluğunu Yugoslavya’daki trajedinin gölgesinde geçirdi; Sırplar babasının köyünde insanları katlediyor, bir diğer deyişle ‘etnik temizlik’ yapıyordu.
Zlatan, yaşadığı ülke hakkında büyük ölçüde bilgisiz büyüdü. İsveç 1994 Dünya Kupası’nı üçüncü bitirirken o Brezilya’yı tutuyordu. Kitapta “Bizim için İsveç televizyonu diye bir şey yoktu,” diyor ve devam ediyordu: “İsveçlilerinkinden çok farklı bir dünyada yaşıyorduk. İlk kez bir İsveç filmi gördüğümde 20 yaşındaydım ve İsveç’in kahramanlarının ya da spor yıldızlarının kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu.” Bunun yerine, babasıyla birlikte Muhammed Ali gibi Amerikan boksörlerinin videolarını, Bruce Lee ve Jackie Chan filmlerini izliyorlardı. Ali’den öğrendiği, rakiplerine tahrik edici konuşmalar yapmak oldu.
Bisiklet çaldı, okulda yaramazlık yaptı ve futbol oynadı –bazen mahalle kulüplerinde ama daha ziyade Rosengard’daki oyun sahalarında. Getto sahalarında mühim olan gol atmak değil, havalı hareketlerdir: basketbolda ‘tavuk fajita dürümü’, Marsilya’daki sahalarda Zinedine Zidane’ın ‘rulet’i. Diğer yetenekli gençler büyük kulüplerde eğitim görürken, Ibrahimovic oyun sahasında ‘bakmadan’ pas veriyordu; bu hem sokak futbolunun hem sokak basketbolunun başlıca hareketiydi. Topu ayağının her yanıyla kontrol edebiliyordu, aslında vücudunun her yanıyla. Sonunda, Malmö’de profesyonel oldu. Oradaki takım arkadaşlarından Niclas Kindvall, bana şöyle anlattı: “Yanlış zamanda pas veriyordu, yanlış zamanda şut çekiyordu. Yine de gerekli her türlü özelliğe sahipti.” Ibrahimovic, yabancı oyuncu avcıları kendisini, topu önce bir defans oyuncusunun, sonra topukla bir diğerinin üstünden aşırıp gol atarken gördükten sonra Malmö’de uzun süre kalmayacaktı.
İsveçli futbolcuların çoğu isimsiz ‘işçi arılar’dır. ‘Jante Kuralları’na uyarlar; yani “Bizden daha iyi olduğunu zannetme, normal ol yeter” diye buyuran bir çeşit İsveç hayat kanunu. Ama Ibrahimovic, İsveç kanunlarını hiç öğrenmedi. Getto tarzı futbolunun –ki gerçek bir tarzdı buvarlık nedeni, karşısına çıkan ahmakları mahcup etmekti. İsveçlilerin ifadesiyle, Ibrahimovic ‘kaxig’ (inatçı, mağrur) idi, tıpkı Ali gibi.
19 yaşındayken kapüşonlu eşofman, kasket ve kocaman bir kol saatinden oluşan getto üniformasıyla Ajax’a transfer oldu. Ancak orada, ‘sokak futbolcularının’ küçümseyerek verdikleri adla ‘saha futbolu’ndaki bilgisizliğini gözler önüne serdi. Bu spor, bu tür oyunculara nadiren uyuyor. Ajax’taki ilk günler de Ibrahimovic’in yavaş olduğunu, nereye koşacağını bilmediğini, 1.92 metre boyu olduğu halde topa kafa vuramadığını ortaya çıkardı. Tam da sokak futbolu tarzına uygun biçimde, gol atmaya nadiren tenezzül ediyordu. Ajax’ın uğraştığı şeylerden biri de çocuğun içindeki gettoyu çıkarmaktı. Zira karşısında oynayan defans oyuncuları, -enteresan bir şekilde- burunlarını kırmak gibi pis bir alışkanlık edinmişti.
Bir menajer buldu; kısa boylu, şişman bir Hollandalı-İtalyan ve eski garson Mino Raiola, kısa sürede ruh eşi oldu. Zlatan kitapta, aralarındaki diyaloglardan bir örnek veriyor:
Zlatan: S.ktir!
Raiola: Asıl sen git kendini s.k!
Zlatan: Buradan uzaklaşmak istiyorum.
Raiola: Torino’ya git o zaman.
Zlatan: Neden bahsediyorsun sen?
Raiola: Juventus’la bir şeyler ayarlamış olabilirim.
2004’te Juventus’a transfer oldu ve Torino’da, sokak futbolcusu bir şampiyona dönüştü. Bir gün boş bir soyunma odasına çağrıldı, odada üstünde sadece bir havlu bulunan, takımın ürkütücü teknik direktörü Fabio Capello ile karşılaştı. Capello bir makineye eski bir VHS video kaseti taktı ve çıkıp gitti. Zlatan izledi. Videoda, Milan’ın eski büyük golcüsü Marco van Basten’i gol atarken gösteren görüntüler vardı. Zlatan, Capello’nın mesajını aldı: Futbol gol atmaktır ve gerisi teferruattır.
Gettodan gelen yeteneğini gollere yöneltti. Kindvall şöyle diyor: “Seyredenleri mest eden bir oyuncu olmasını sağlayan bazı becerileri kaybetti. Eskiden her maçta inanılmaz bir numara yapardı. Ama o kadar çok şey kazandı ki…”
Zlatan, bir baletin ayaklarına ve gol kokusunu anında alan buruna sahip bir gulyabaniye dönüştü. Sanki Ali’nin görkemli fiziği, Messi’nin estetiğiyle birleşmişti. Çoğu zaman, uçan tekmeyi andıran vuruşlarla gol atabiliyor. 2004’ten bu yana Hollanda, İngiltere, İtalya, İspanya ve şimdi de Fransa’da, 12 sezonun 11’inde lig şampiyonluğu yaşadı. (Juventus’un Ibrahimovic’li kadrosuyla kazandığı iki şampiyonluk şike nedeniyle sonradan kayıtlardan silindi ama Zlatan bunu umursamıyor.)
Kendini adamış bir işçi olarak takımının başarısını tutkulu bir biçimde önemsiyor ama bireyselliğinden de zerre kadar ödün vermiş değil. Aslına bakılırsa, 2009’da dünyanın en iyi kulübü Barcelona’ya gittiğinde, uslu çocuk kültürüne karşı mücadele verdi. “Messi, Xavi, Iniesta, hepsi okullu çocuklar gibiydi. Durum gülünçtü. Teknik direktör parmaklarını şıklatsa zıplayacak haldeydiler” diyordu. Ama ona göre en kötüsü, başlarındaki teknik direktörün ta kendisiydi; yani tüm dünyada saygınlık kazanmış Josep Guardiola. Zlatan’ın kitabı onu ‘gerizekalı’, daha da garibi ‘filozof’ diye yaftalıyor. Guardiola, Zlatan’ın saldırganlığına -gerçek bir erkek gibikavga etme teklifiyle karşılık vermek yerine, onunla konuşmayı kesmişti. Zlatan, kendini bir kez daha o dışlanan Rosengard’lı göçmen çocuk gibi hissetti. Bir keresinde, soyunma odasında Guardiola’ya atıp tutarken devasa metal bir şey tekme attığında, teknik adam sessizce o şeyi yerden kaldırmış ve odadan çıkıp gitmişti. Ve Zlatan, bundan iğrenmişti.

Bir sezonun (ve kaçınılmaz lig şampiyonluğunun) ardından kulüp, AC Milan’a gitmesine izin verdi. Orada da takip eden sezonun lig şampiyonluğunu takım arkadaşlarından birinin ensesini tokatlayarak kutlayacaktı.
Paris Saint-Germain’i devralan Katarlılar, 2012’de Zlatan’ın aklını çeldi ve haberlere bakılırsa yıllık 14 milyon Euro karşılığında onu Milan’dan kopardı. Zlatan, sevgilisi X-Box ile birlikte Bristol Oteli’nde gecesi 3 bin Euro’luk bir süite kapandı. Üstelik “Uygun bir ev bulamazsam belki oteli satın alırım” diye şaka yapıyordu. Eşitlikçi Fransızların ağzı açık kalmıştı; Zlatan’ın ise umurunda değildi.
Buraya ayak basar basmaz, Fransızların mizahi televizyon programı Les Guignols, İsveçli futbolcunun kibrini muhteşem biçimde hicveden bir Zlatan kuklası yaptı (Guignols kuklası olmak, bazı Fransız ünlülerinin yıllarca peşinde koştuğu bir onurdur). Toulouse maçından önce Les Guignols’a ‘röportaj veren’ Zlatan kuklası, PSG’nin hangi kaybetmeye mahkum Fransız takımıyla karşılaşacağını umursamadığını söylerken, kırık Fransızcasıyla stratejisini açıkladı:
Zlatan kuklası: Zlatan, topu Jeremy Menez’den çalıyor. Sonra...
Sunucu kukla: Ama Menez sizin takımınızda!
Zlatan: Evet ama Zlatan, Menez’e güvenmiyor. Topu Menez’den alıyor. Sonra üç Toulouse’luyu ‘zlatanlıyor’. 30 metreden bir ‘zlatan’ çakıyor. Kaleci ‘zlatanlanıyor’ ve Zlatan 1-0 kazanıyor.
‘Zlataner’ (zlatanlamak) fiili, Fransızcaya o dönemde girdi. ‘Hükmetmek’ gibi bir anlama geliyor. Zlatan ekliyor: “Akrobatik, farklı, imkansız bir şey yapmak gibi düşünün, birçok anlama gelebiliyor.”
Zlatan, PSG’deki varlığını hâlâ Paris ve Fransa’ya bir lütuf olarak sunuyor. Parislilerin yabancılara tepeden bakması beklenir. Rollerin böyle değişmesi, yeni bir deneyim. Gelin görün ki Zlatan’ın kibri (ki kendini daima İngilizce ifade ediyor, zira Fransızca öğrenmeye tenezzül etmiyor) hak edilmiş bir kibir. Şahsen, PSG’nin tarihi boyunca kazandığından daha fazla şampiyonluk elde etti. Burada geçirdiği sadece üç buçuk sezonda (şimdiye kadar üç lig şampiyonluğu, baharın başında dördüncüsü bekleniyor) Zlatan, PSG tarihinin en golcü oyuncusu oldu. Muhtemelen en üst düzey futbolcuların en yaşlısı olmasına karşın, düşüşe geçmeyi reddetti; çünkü hızından ziyade beynine, cüssesine ve dehasına bel bağlıyor. 34 yaşında, 16 lig maçında attığı 16 golle Fransa’daki gol krallığı tablosunun zirvesinde bulunuyor ve kariyerinin sezon rekorunu kırma yolunda ilerliyor. Herkesin kabul ettiği üzere; zayıf rakiplerin ceza sahasına girmesine izin verdiği Fransa Ligi’ndeki etkisi, Chelsea ve Real Madrid gibi kendisini kaleden 40 metre uzakta marke etmeye başlayan takımlarla karşılaştığı Şampiyonlar Ligi’ndeki performansına oranla daha öldürücü. Ve bu bahar, ilk Şampiyonlar Ligi zaferini kazanmak için son fırsatı.
Zlatan, aslında en büyük ödülü saha dışında aldı. İsveç halkının en sevdiği sporcuya verdiği ‘Jerring Ödülü’, genellikle sarışın bir kayakçıya gider. Ancak 2007’de bu ödülü kazandığında, ‘kötü çocuk’ Zlatan gözyaşlarına boğulmuştu. “Belki de bu ödülü, gerçekten kabul edildiğime dair bir işaret olarak algıladım; sadece futbolcu olarak değil, insan olarak da... Tüm taşkınlıklarıma ve geçmişime rağmen” diyordu. O, sadece büyük bir futbolcu olmadı. Aynı ölçüde zor başka bir şeyi de başardı: İsveçli oldu. Tam bir İsveçli, sarışın, orta sınıf üyesi olan Helena ile uzun süredir devam eden bir evliliği ve iki çocuğu var. İsveç milli marşının kendisi tarafından rap müziğe uyarlanan versiyonu (bir Volvo reklamı için yapılmıştı ama haberlere bakılırsa fikir kendisine aitti) internette olay oldu. Bu yaz, kusursuzca tasarlanmış bir son gösteride, Fransa’da düzenlenecek 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda, olağanüstü vasat İsveç Milli Takımı’na kaptanlık yapacak.
Sonrasında Katar ya da ABD gibi, çok para kazanacağı bir ‘fil mezarlığına’ gidebilir ya da bir yıl daha İtalya’yı onurlandırmayı tercih edebilir. Ardından da emeklilik günleri için satın aldığı, Stockholm açıklarındaki adada orta yaşlarını geçirmeyi bekler. Zlatan Ibrahimovic, Avrupalı bir göçmenin rüyasını işte böyle gerçek kıldı.
Çeviri: Orkun Yeşim