
Yumruklarıyla Konuşan Sosyolog
11 dk
Siyahları ve gettoyu araştırmak için girdiği boks dünyasından çıkmayı başaramayan sosyolog Loic Wacquant'ın hikâyesi...
Fransız sosyolog Loïc Wacquant. ufak bir köyde orta halli beyaz bir ailede büyüdü. Eylemci sosyolog Pierre Bourdieu’nün öğrencisi oldu. Yazdığı kitaplarla dünyada adından söz ettirdi. 2004 yılında yayımlanacak Ruh ve Beden isimli kitabını yazabilmek içinse tam üç yıl boyunca siyahlardan yumruk yedi...
Her Şey Nasıl Başladı?
Wacquant, doktorasını Chicago Üniversitesi’nde yapmaktadır. Üniversitenin ona sağladığı öğrenci evi, siyah ve beyazların yaşam alanlarının kesiştiği semttedir. Bu semt handiyse şeffaf bir sınırdır. Bu metropolde yaşayanların ırkları doğrultusunda farklı iki ana bölgede yoğunlaşmaları artık yalnızca bir tercih meselesi gibi görünse -ve gösterilse- de bu keskin geçiş Wacquant’ın dikkatini çeker. İlgisi ve merakı daha ziyade iki blok ötesindeki siyah Amerikan gettosuna kayar. Üniversiteden yakın arkadaşı William Julius Wilson’ın -bugün Harvard Üniversitesi’nde profesördür- teşvikiyle bir sonraki araştırmasını bu getto ve gettonun insanları üzerine kurmaya karar verir. Ancak bir sorun vardır: Wacquant, arkadaşı Wilson gibi siyah bir ABD’li değil de bembeyaz bir Fransız olduğundan, mahallenin gündelik gerçeklerine yakından temas edebileceği, insanları dinleyebileceği ve izleyebileceği bir gözlem noktasını nereden ve nasıl bulacaktır?
Judo yapan, kendisi gibi Fransız bir arkadaşı onu bu mahallede bir salona götürür. Wacquant, bir Bourdieu öğrencisi olarak ‘sosyoloğun kendisini in situ (doğal hâliyle) eylemin ateşine atması şarttır’ deyip içeride antrenman yapanların tamamının siyah olduğu, yıllık üyeliğin sadece 10 dolar tuttuğu bu salona, yani Woodlawn Boys Kulübü’ne hemen yazılır. İlk antrenman gününden itibaren bir günlük tutmaya başlar. Acaba bu sert sporu öğrenebilecek ve kendi ‘Tatlı Bilim’inin alfabesine uyarlayabilecek midir?
Boksa Bakış Açıları ve Woodlawn Boys Kulübü/Ailesi
Wacquant’ın salona ilk adım atışı, siyah rap dünyasına Eminem’in girişi gibidir. Bütün şaşkın gözler ona çevrilir. Bu ilk antrenman gününden sonra eve gider ve karşısına çıkabilecek olası sorunları günlüğüne yazar. Bunlarla nasıl başa çıkacağı üzerine kafa yorar. Bu sorunlar, herhangi bir boks salonundaki yaşama yönelik kaleme alınsa da daha büyük ölçekte, hâlâ var olan temel toplumsal algıları açığa çıkarır. Kitabında bu konuyla ilgili “Burada boksörlerin bize öğreteceği çok şey vardır; evet, dövüş hakkında ama her şeyden önce, kendimiz hakkında” diye yazacaktır.
Salona yazıldığında yüzde 80’i beyaz olan mahallesindeki genel algı, onun ‘tehlikeli’ bir muhite gittiği, bir sosyolog olarak bu vurdu kırdılı ‘erkek sanatı’nı tercih etmemesi yönündedir.
Waqcuant’a göreyse bu insanlar içselleştirdikleri gündelik bilgileriyle dünyayı anlamaya çalışıyorlardır. Oysa onun hedefi yeni bir ilişkiler sistemi oluşturarak en basit görünen şeylere yeni bir gözle bakmaktır. Bunu yaparken de etrafındaki olumsuz algılardan etkilenip boksu Muhammed Ali gibi birkaç istisnai başarı hikâyesiyle ele almak, bu gibi boksörlerle konuşup onların antrenmanlarını, ringdeki davranışlarını gözlemleyip ‘bakın aslında onlar da başarılı insanlar’ yaklaşımına tutulmak önündeki en büyük tuzaktır (kendisi bu tuzağa ‘dışlanmışın toplumsal yükselişinin kahramansılığı’ diyecektir). Tüm bu edinilmiş bilgilerden kaçmak ve yeni bir bakış açısı yakalayabilmek için boksu ve camiayı en isimsiz, en az bilinen, henüz parlamamış yerden gözlemlemeye çalışacaktır. Yani ‘adı sanı bilinmeyen boksörlerle kum torbasına vurmak’ zorundadır.
İşte buradan sonra Wacquant, üç yıl boyunca Woodlawn Boys Kulübü’nde haftanın üç ila altı günü Chicago’lu amatör ve profesyonel boksörlerle birlikte çok sıkı bir antrenman programını takip eder. Boksörlerle birçok şehirde 30 kadar turnuvaya katılır. Bu sayede hem ringlere, kulislere, tribünlere girer hem de ‘eldiven arkadaşlarının’ ailelerine, yaşantılarına…
Bu ikincisinde karşısına çıkan hikâyeler, David Simon’ın yarattığı, 2002-2008 yıllarında TV’de gösterilen The Wire dizisini hatırlatır. Dizide hapisten çıkan ve kartelle arasına bir mesafe koymaya karar vererek boks salonu kuran boks hocasıysa Wacquant’ın tecrübesinde, sonradan ikinci babam diyeceği hayatını boksa adamış emektar koç DeeDee Armour’dur. DeeDee, çalıştırdığı sporcuların gündelik yaşantılarından kullandıkları dile kadar söz sahibidir. Örneğin antrenmanlarda ‘boks yapmak’ yerine ‘dövüşmek’ diyen sporcularını her defasında yılmadan uyarır. Bir süre sonra salondan gerçek hayata geçerek bu boksörlerin etrafında birçok düğün, dernek gezen, cenazelere katılan, doğum kutlamalarına ve vaftiz törenlerine tanıklık eden Wacquant artık onlardan biri olduğunda, onların acılarına, gündelik hayatlarında normalleşen çifte standartlara da doğrudan maruz kalır.
Ring arkadaşlarından Ashante’yle Woodlawn’da harabe mahallelerden birinde gezinirken Ashante, terk ettiği okulunu görünce duygulanır. Çocukluğundan, mahalle ve okul arkadaşlarından bahsetmeye başlar. Buraların şimdi ‘tehlikeli’ bulunmasının siyahlardan değil, silahlardan kaynaklandığını, onların zamanında yalnızca yumruklarla dövüşüldüğünü anlatır. Eski mahallesinden tanıdığı neredeyse kimse kalmamıştır. Bunun tek sebebininse uyuşturucu olduğunu ve artık kullanımın beş yaşındaki çocuklara kadar indiğini söyler. Hem uyuşturucu hem silahla gelen bu değişimdense devletini sorumlu tutar; yetkililerin buraları bilinçli olarak başıboş bıraktığını ve görmezden geldiğini söyler. Bir başka sohbetteyse salonun en başarılı boksörü Curtis, ailesinin ona 15 yaşındayken, bir an geleceğini ve o an tanıdıklarının ya ölü ya hapiste olduğunu fark edeceğini söylediğini öfkeyle anlatır. Durduk yere polis durdurmaları, aramaları, sorgularıysa artık alışılmış şeylerdir.
Bu ilişkilerle geçen yılların ardından Wacquant, ilk kez Chicago Altın Eldivenler amatör boks turnuvasına katılır. Bütün ring arkadaşları cümbür cemaat maça gelmiştir. Onu ne kuliste ne tribünde bir an olsun yalnız bırakmazlar. Onların “Unutma sen Woodlawn’lısın!” tezahüratlarıyla iplere tırmanan Wacquant gayet iyi bir maç çıkarsa da suratına sert darbeler alır.
Maç sonrası kuliste bir sonraki maçına dair Wacquant’a tavsiyeler veren arkadaşlarını duyan koç DeeDee “Bir dahaki sefer olmayacak. Dövüştün işte. Artık kahrolası kitabını yazmana yeter. Ringe çıkmana gerek yok” diye bağırır. Wacquant’sa maçtan sonra acı içinde istirahat etmek zorunda kaldığı bu dönemde, daha önce bir antrenmanda burnu kırıldığında filizlenen düşüncesinden emin olur: Başta yalnızca gettonun insanlarını gözlemlemek için bir araç olarak gördüğü boksu, araştırmasının asıl konusu yapmaya karar verir ve kitabının önsözüne o karar anıyla ilgili şunu yazar:
“Fark gözetmeden hem karalamayı hem kutsamayı besleyen ahlakçı söylemle bağını koparan (...) bir gözlemcinin ‘uzaktan bakışıyla’ üretilmiş bu kitap, kişinin bedeniyle (...) yaklaşma zahmetine katlandığında, boksun nasıl da ‘anlamlı’ olduğunu ileri sürmeye çalışmaktadır.”
Ringle ilişkisi bir yıl daha böyle sürüp gidecektir.
Woodlawn Bots Kulübü'nün Biti(rili)şi
Artık vaktinin büyük bölümünü salonda geçiren Wacquant, ciddi ciddi mesleği bırakıp boksta profesyonelliği düşünür hale gelmiştir. Günlüğüne aldığı bir notta şöyle yazar:
“Bugün salonda olmaktan, arka odada DeeDee ve Curtis’le oturup konuşmaktan ve gülmekten, sadece orada yaşamaktan ve nefes almaktan, salonun atmosferini süngerden bir insan gibi emmekten öyle zevk aldım ki bir süre sonra Harvard’a (Society of Fellows tarafından seçilmiştim) gitmek zorunda olma düşüncesi beni kaygıdan boğacak gibi oldu. Sadece katılmaktan öylesine zevk alıyorum ki gözlem ikinci planda geliyor ve açıkçası kendime burada kalabilmek ve boks yapmak, ‘çocuklardan biri’ olarak kalmak için çalışmalarımdan ve araştırmamdan ve tüm geri kalanlardan memnuniyetle vazgeçebileceğimi söylediğim bir noktadayım.”
Wacquant ayrıca, DeeDee’den ilhamla, ileride bir salon açma hayalleri de kurmaktadır. Derken hocası Bourdieu’den bir mektup alır. Bourdieu sanki Wacquant’ı hissetmişçesine ‘nesnesi tarafından baştan çıkarılmaya doğru gittiğini’ yazmıştır. Wacquant’sa çoktan baştan çıkmıştır!Üç yılın ardından Woodlawn Boys Kulübü, Şubat 1992’de kapatılmış ve ‘kentsel dönüşüm’ sırasında yıkılmıştır. O sırada artık Woodlawn’lıların yanında değil, onlardan biri olan Wacquant, bu üzüntüsü için ‘tarifsiz’ diyecektir.
Woodlawn günlerinden sonra Wacquant; Chicago’dan taşındı, kitabı Ruh ve Beden’i bitirdi, üzerine birçok araştırma daha yaptı, kitaplar yazdı ve başka başka şehirlerde yaşadı ama hemen hemen hepsinde bir salona yazılmayı ihmal etmedi. Bir gün kendi salonunu açmanın hâlâ hayali olduğunu röportajlarında dile getirdi. 2014 yılında da ülkemize geldi, Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink anısına düzenlenen konferansta ve Galatasaray Üniversitesi’nde konuşma yaptı. Şu anda Berkeley’de yaşayan sosyoloji profesörü Loïc Wacquant Kaliforniya Üniversitesi’nde 'Tatlı Bilim'le uğraşıyor.
Loïc Wacquant’a Ruh ve Beden’in 15. yılında Socrates adına üç soru sorduk:
Woodlawn Boys Kulübü’ne o ilk girişiniz oldukça ilginç. Salona adım attığınız andan bahsedebilir misiniz?
Salona Fransız bir arkadaşımın önerisi üzerine gitmiştim. İçeri girer girmez sanki bambaşka bir gezegendeymişim gibi hissettiren bu yere hayran kalmıştım; kapalı, sanki gizli bir dünyaydı. Hiç pencere yoktu, bu da dış dünyadan kopukluk hissini güçlendiriyordu. Görüntüler, sesler, o koku, ilginç adetler ve alışılmadık bir dil…
O zamanlar hakkında hiçbir şey bilmediğim, kendine ait tarihiyle, geleneğiyle, idolleriyle bu gezegenden büyülenmiştim. Biri bana iki yıl sonra onlardan biri olacağımı, hatta Chicago Altın Eldivenler’de dövüşeceğimi söyleseydi, büyük ihtimalle “Delirmiş galiba” derdim.
Size başka bir gezegen gibi gelen böylesine yabancı bir ortamda, salonun insanlarına kendinizi nasıl kabul ettirdiniz, benimsettiniz?
Kendimi kabul ettirebildim çünkü dünyalarına bir boksör adayı olarak girdim, bir sosyolog olarak değil. Başta beni bir merak unsuru, bir uzaylı gibi gördüler; salondaki tek gözlüklü, tek üniversite eğitimi almış ve tabii ki tek Fransız bendim. Ve biraz da alakasızdım hani! Boks göründüğü kadar kolay değildir… Ben de yavaş yavaş öğrendim, geliştim ve yoğun antrenmanlarla geçen birkaç aydan sonra benim gibi amatörlerle adamakıllı bir boks maçı çıkarır hâle geldim. Çok sonra da profesyonellerle… Ama en önemlisi, herkesle aynı kurallara tabiydim; dikkatle ve sabırla çalıştım, her sabah koştum, ağırlık idmanları yaptım, torbalara vurdum, ringlere çıktım. Birçok kez darbe aldım, yaralandım, sakatlandım ve diğer herkes gibi burnum bile kırıldı. Yani, kısaca, bu spora kendimi adadım ve hem antrenörler hem de diğer dövüşçüler bunu gördü. Bu yüzden de bana kendilerinden biri olarak yaklaştılar, öyle davrandılar. Boksta ringde ve ring dışında üstünüze düşeni yaparsanız kardeşliğe de kucaklar eşliğinde, kolayca kabul edilirsiniz. Siyah, beyaz, sarı, turuncu, fakir, zengin, eğitimli veya değil, salonun dışında kim olduğunuzu hiç kimse umursamaz, önemli olan tek şey oyunu kurallarına göre oynayıp oynamadığınızdır, insanlara özel hayatlarıyla ilgili sorular sormamak da bu kurallardandır mesela...
Kitabınızda, boksu başta asıl amacınız olan siyahları ve gettoyu gözlemlemeye yarayacak bir araç olarak gördüğünüzü, daha sonra aldığınız bir kararla ise araştırmanızın konusunu tamamen boksa çevirdiğinizi yazıyorsunuz. Size o kararı aldıran neydi, nasıl bir andı?
Evet, baştaki amacım salonu, kent araştırmalarım için gettoda gündelik yaşamı gözlemlememe açılacak bir pencere olarak kullanmaktı, aslında öyle de oldu... Ama bir süre sonra, daha kişisel bir mücadelenin içinde buldum kendimi; antrenmanların, bedeni çalıştırmanın güçlüklerine dayanabilecek miydim, bu sporu öğrenebilecek miydim, kendi hâlinde iyi bir boksör olabilecek miydim? Ve sonra, boksu mutfağından öğrenip yeterince anlamaya başladıktan sonraysa dövüşçülere sosyolojik açıdan mantıklı şeyler söyleyebilecek miydim? Salonun dışındakilere, bir sosyolog yaklaşımıyla boksörleri güçlü kılanın ne olduğunu, onların duygusal ve etik anlayışlarını, neden kendilerini sahip oldukları en ve tek değerli şeyi, yani bedenlerini tahrip eden bir spora, ruh ve beden eğitimine adadıklarını (orta çağ alimlerinin bu kendini adamışlık için kullandıkları güzel bir isim var: religiossime) anlatabilecek miydim? İşte o, sosyoloğun içimdeki boksörle birleştiği andı.