Benim Oyunlarım

12 dk

Teknolojideki uçuşun başında televizyon vardı. Hatta sonrasında da... Zira televizyon ekranı, hayatımızın en önemli bölümüne damga vuracak oyunları da bizlere getirmişti. İşte Socrates ekibinin hafızasından çıkmayan oyunlar...

International Soccer

Ekibin en yaşlısı olduğumu ortaya seren bir başka dosyadayız. 1980'ler Özel Sayısı'nda Kürşat Zaman duygularıma tercüman olmuştu: "Şimdilerde gerçekçilik seviyeleriyle hayal dünyamızı manipüle eden oyunlar, seksenli yıllar söz konusu olduğunda köfte kadar kocaman piksellerden oluşan, size olabildiğince minimal bir görsel deneyim yaşatıp gerisini hayal gücünüze bırakan küçük, deneysel yazılım parçalarıydı. Haliyle, bu primitif yapımların sporseverleri nasıl büyülediklerini anlamak istiyorsak belki de o senelerde bizlere hissettirdiklerine bakmalıyız." Atari 2600 ile başladığım oyun maceramda Commodore 64 farklıydı. Televizyona montajı, kafası bozulan teybi ve joystickleri ile bir dönem sembolüydü. Test Drive, Track & Field, International Karate ve International Basketball hafızamda özel yer tutar ama Emlyn Hughes International Soccer bambaşkadır. Müziğinden grafiklere, beş yönlü vuruş becerisinden 'Donk donk' top sesine kadar... Bunlar elbette nostaljik yanılsama da olabilir ama oyunun Liverpool taraftarı olmamdaki katkısı bir gerçektir. / Caner Eler

Tecmo NBA

Her şey 1992 Yazı'nda, beni hayatım boyu en çok mutlu eden o sürprizle başladı. Babam, ilkokula başlama hediyesi olarak Atari 2600 almıştı. Oyunlar, takip eden 30 yılda yaşamımda büyük yer kapladı. Bir keyiften ziyade, kardeşim Kahraman Özgen'le vakit geçirmenin ve abi-kardeş sınırlarının ötesine geçmenin seanslarıydı bunlar. Nintendo ya da bizdeki modeliyle Micro Genius'lar hayatımıza girince spor oyunları bu mesailerde başrol oynadı. Balıkesir'e yeni taşınmıştık, sene sanırım 1996'ydı ve komşumuzun oğlu Umutcan'ın davetiyle 'joystick misafirliğine' gitmiştik. Orada bir oyun karşımıza çıktı: Tecmo NBA Basketball. Hayat, Kahraman ve İlhan Biraderler için hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. 82 maçlık sezon, kadrolar, hücum setleri, All-Star Maçı… 1991-1992 NBA Sezonu, saatlerimizi verdiğimiz bir maceraydı; Larry Bird, Drexler, Magic'in önderliğinde. Sonra büyüdük, yüzlerce oyun oynadık, 2K, FIFA, PES serileriyle tanıştık. Geniş arkadaş gruplarıyla Dünya Kupası'na taş çıkartan turnuvalar yaptık. Ama çocukluğum deyince aklıma Kahraman Özgen geliyorsa, bunda Tecmo NBA saatlerinin ve şu önerinin payı hiç de az değil: "Abicim, bence pick & roll oynayalım." / İlhan Özgen

Championship Manager

Atari ile büyüdüm. Kendini yenileyen, zamana ayak uydurabilen biri olmadığım için; iki piksellik Super Mario'dan aldığım tadın binde birini en detaylı grafiklere sahip oyunlardan alamadım. İlk aşk olması dolayısıyla buradaki küçük köşemde Mario anlatmayı düşündüm ama müdürümüz İlhan Özgen "Sporun içinde kalalım" dediği için buna imkân bulamadım. Hoş, birkaç yıl boyunca ayrılmaz parçam haline gelen Nintendo Gameboy'da Mario'nun hakem koltuğunda oturduğu basit bir tenis oyunu vardı, bazı araba yarışlarını da severdim ama benim hayatıma damga vuran spor oyunu bunlar değil. 12 yaşımdayken ilk bilgisayarıma sahip oldum. Başta FIFA 99 oynardım, sonra Championship Manager'ı duydum. Maçı kendin oynamıyormuşsun, bu çok saçma gelmişti ama okul servisinden arkadaşım Gökhan Anıl'ın ısrarlarıyla ondan aldığım CM 00-01 CD'sini kurdum. Sonrası, girdap. Üniversiteyi bitirmeme sebebim bile büyük oranda bu oyun serisi. Detaylar arttıkça ilgimi kaybettim, artık uğraşamıyorum ama çok güzel günler, geceler geçirdim. Ne maçlar yaşadım, ne anılar edindim... Herhangi bir kişiyle saatlerce CM sohbeti yapabilirim, hepsinin sonunu da "Keşke o günlere dönebilsem" diye bağlarım. / Atahan Altınordu

Pokemon

Ash Ketchum ve kadim dostu Pikachu'nun Pokemon evreninde verdiği mücadele, aynı jenerasyondan birçoklarımızın anıları arasında müstesna bir yere sahiptir. Doksanların ortasında Japonya'da bir 'Game Boy' oyunu olarak doğan Pokemon efsanesi, yıllar içinde sayısız kez şekil değiştirdi; çizgi film, sinema filmi, kart ve taso oyunu, akıllı telefon uygulaması gibi farklı biçimlerde tezahür etti. Her ne kadar birkaç sene önce popüler olan modern akıllı telefon versiyonlarını pek sevmediysem de geçmişte Pokemon Red ve Blue ismiyle bilinen oyunlara ömrümü verdiğimi söyleyebilirim. Kahramanımızın Pallet Kasabası'ndan başlayan yolculuğu onu önce ünlü Pokemon eğitmenlerinin karşısına ve son olarak Pokemon Ligi'ne taşıyor. Amaç, Ash'in 1078 çizgi film bölümü sonunda yaptığını yapıp ligin zirvesine çıkmak. Tabii bu sırada farklı tipte Pokemon'lar yakalamak, zor bulunan efsane türlerin peşinden koşmak ve spor müsabakası tadında kapışmalara girmek de bambaşka bir heyecan unsuru. / Aras Yetiş

F1 Pole Position

Doksanların sonunda Fransa'dan tatil için gelen akrabalarımı dört gözle beklerdim. Kuzenimin getirdiği CD koleksiyonu, müzik zevkimizi değiştirdi. Bir başka hediyesi Super Nintendo da hayatımızı... Milenyum, Schumi-Hakkinen rekabetiyle F1'in sıçrama yaptığı bir eşikti. Yarışlar NTV ile evimize ulaşıyor, F1 Racing dergisi ise bilgi dünyamızı değiştiriyordu. Benim için farkı ise bir oyun yarattı. Kuzenimin Super Nintendo'nun yanında verdiği, 1992 yapımı F1 Pole Position, müzikleri ve motor sesleriyle etkileyiciydi. Takvimdeki 16 pisti seçebilir, araçtaki ayarları değiştirebilirdiniz. Lisans hakları nedeniyle Senna'nın yerine Michael Andretti'nin yer aldığı oyunda Benetton'ın prensi Schumacher'den Nigel Mansell'a, Hakkinen'den Damon Hill'e pek çok yıldız vardı. İsimleri öyle aklımıza kazınmıştı ki küçük ablam Tuğba'yla "Andretti Mansell Schumacher" diye bir şarkı bile bestelemiştik. Şarkının sözleri bu kadardı: Andretti Mansell Schumacher... Evin içinde böyle bağıran iki çocuk düşünün. Bir yandan da gerçek hayatta Schumi, Ferrari ile efsaneleşiyordu. Şimdi bakınca, iyi ki delirmemişim. Belki de delirdim. Her halükârda sabrın için teşekkürler, anne. / İnan Özdemir

Goal 3

Küçük bir oda, 37 ekran tüplü televizyon ve onun içine sığan kocaman bir dünya. Henüz 10 yaşına basmamış Buğra'nın atari mesaisinde Circus Charlie ve birçok olimpik sporu deneyimleyebildiğim Track & Field kadar Goal 3 oyunu da ciddi bir yer kaplıyordu. Japonya Milli Takımı'yla dünyanın farklı köşelerinden rakiplere meydan okuduğunuz futbol oyunu, sizi güldürmenin bir yolunu bulurdu. Takım içinde özel şutuna göre seçtiğiniz karakterin gözlük veya saç stilinden rakiplerin pirana ya da muz şutuna, bir atari oyununa kıyasla şaşıracak çok konu vardı. Yağmur yağınca zemin ve top ağırlaşır, toprak sahalar bataklığa dönüşüp oyuncuları içine çeker, kayarak müdahale ettiğiniz oyuncunun gözü pörtler veya hava iyice bozduğunda, sahadakilere yıldırım düşebilirdi. Yetmez, topun üzerine çıkıp koşabilir veya bir takım arkadaşınız sizi sırtına alıp rakip kaleye gidebilirdi. Evet, gerçeklerden uzaktı ama o yaşta gerçeklere pek de ihtiyacım yoktu. Zaten oyunun asıl adı da Goal 3 değilmiş, çok sonraları öğrendim. Olsun. Eğlendiriyordu, kâfiydi. / Buğra Balaban

Winning Eleven 4

PlayStation 5 öncesi dönemde aynı markanın tüm konsol serilerini çok uzun süreler oynama şansım oldu fakat PlayStation'ın başında fazla mesai harcadığımız ilk günler 1999 yılına, kuzenim Burak Karakulak ile birlikte Winning Eleven 4 maçları yaptığımız PlayStation partilerine dayanıyor. Dedemlerin aile apartmanında oturan ve bizden 10 yaş büyük olan akrabamız Gökhan Abi, ailemizde PlayStation 1 alan ilk kişiydi ve biz de onun evinden çıkmazdık. Kaybedenin bakkala Balmond isimli çikolatadan almaya gittiği bu maçlar 44-0 gibi skorlarla bitince, Gökhan Abi'nin asıl amacının bizi bakkala göndermeyi eğlenceli hale getirmek olduğunu biraz geç de olsa anlamıştık. Yedi yaşındayken bize çok kurnazca bir taktik gibi gelen, Brezilya'yı seçip hızı ve şut gücü 99 olan Roberto Carlos'u forvete yerleştirme hamlesi bile Gökhan Abi'ye karşı kazanmak için işe yaramamıştı. Bazen Master League'de oyun motorunun verdiği hayali oyuncularla dolu kadroyu yıldızlar topluluğuna çevirdik, bazen de karşılıklı Brezilya-Arjantin maçı yapıp Batistuta ve Ronaldo'yu kapıştırdık… Arkasından çıkan her futbol oyununu alıp oynasak da ne Winning Eleven 4'u ne de Japon spikerin abartılı gol anlatımlarını unutabildik. / Kaan Demirel

FIFA 08

Şimdiye kadar okuduğunuzun hikâyeler, hep gerçek manada 'retro' diyebileceğimiz oyunlara dairdi. Benim ise yaşım itibarıyla hayatımda yer edinen oyun, biraz daha yakın tarihe ait: FIFA 08. Ailemin aldığı ilk bilgisayara, bu işlerden anlayan kuzenim aracılığıyla FIFA 08'i indirmiştim ama indirdiğim versiyon ne yazık ki demoydu. Uzun bir süre de size sınırlı sayıda takımla oynama imkânı veren demo versiyonu oynamak durumunda kaldım. O versiyondaki takımlardan biri olan Marsilya ile özellikle de Bakari Kone ile ayrı bir bağım oluştu diyebilirim. Kolay modda oynayınca ceza sahasının köşelerinden atılan plaseler bir şekilde kaleye giriyor, ben büyüleniyordum. Oyunda oluşan bir bug sebebiyle hücumcu Bryan Ruiz'in 2 numaralı formayı giymesi ise aklıma "Forvette oynayan adam 2 numara giyer mi?" sorusunu getiriyordu. Daha sonrasında -hatırlamadığım bir şekilde- oyunun tam versiyonunu edindikten sonra Barcelona'yı seçip rakip yarı sahada faul almaya çalışmak en sevdiğim şeydi. Çünkü sonrasında topun başına, oyundaki meşhur yatay duruşuyla Ronaldinho geliyordu. O frikiklerde ise uzmandım. Sebebi mi? Yine kolay modda oynamak… / Ruhat Akkuş

FIFA 11

Bazı oyunları müziklerle, bazı müzikleri oyunlarla hatırlarız. FIFA 11, benim için ilk cümleyi kapsıyor. Dan Wonder'ın Black'i, FIFA denildiğinde aklıma gelen ilk parça. Bu bestenin hafızamda bu kadar yer etmesinin temel nedeni; Colours, Ghosts ya da Song 2 gibi şarkıların yeteri kadar etkileyici olamamaları değil. Esas sebep, sevgili dostum Erim Gönenç Dede ile neredeyse FIFA 13 çıkana kadar aynı oyunda bağlı kalıp Atletico Madrid kariyerini yıllarca devam ettirmemiz. David de Gea, FIFA 12 ile sizin için Manchester United oyuncusu olmuş olabilir. Bizim için o hâlâ koyu bir Atletico'lu. Simao Sabrosa'yı muhtemelen Beşiktaş İskelesi'ne gönderdiniz. Hayır, biz onu Arda Turan'ın yedeği olarak anımsıyoruz. Tomas Ujfalusi ve kanayan dudağı mı? Evet, biz de böyle bir imgeye sahibiz. Ancak Çek oyuncunun forması bizim için sarı-kırmızı değil. Diego Forlan ve Sergio Agüero gibi birçok oyuncu için benzer karşılaştırmaları yapabilmem mümkün. Bana bu unutulmaz kariyeri yaşatan FIFA 11 hakkında cümlelerimi tamamlarken, size de bir soru yöneltmek isterim: Sahi, sizin favori FIFA şarkınız ve unutamadığınız kariyeriniz hangisiydi? / Arhan Ata Pilavoğlu

FIFA Street 4

Rio de Janeiro'nun favelalarına gittiniz mi? Ben gittim. Hem de defalarca. Peki ya Amsterdam? Onu da deneyimlemiş sayılırım. FIFA Street 4 için PlayStation salonlarının kapısını aşındırdığımız her hafta sonu, aynı zamanda bu şehirlere de uğruyordum. Liseye geçiş sınavının üzerinden iki sene geçmiş, üniversiteye giriş sınavına ise henüz iki sene varken; arkadaş grubumuzla beraber hayatımızın en keyifli yıllarını yaşarken en büyük eğlencelerimizin başında söz konusu oyun vardı. Hatta o dönem gönül verdiğim renklerin maçını izlemek yerine sokak futboluyla ünlü Amsterdam şehrine yolculuk yapmak çok daha eğlenceli geliyordu. Belki de bundaki en büyük etken, gerçeğin gözüme oyun kadar hayalperest gözükmemesiydi. Önce üniversite sınavının yaklaşması, daha sonrasında farklı şehirleri tercih etmek zorunda kalmamız ve en nihayetinde pandemi yüzünden epey uzunca bir süredir sokak futbolundan uzaktayız. Oyunun hâlâ gerçekten daha hayalperest olduğu konusunda ise fikrim değişmiş durumda değil. Memlekete döndüğümde nereye uğrayacağımı biliyorum. Favelalar bizi bekliyor olabilir. Veya Amsterdam. / Kerim Kılıç

Socrates Dergi