
"Son düdük çalana kadar..."
12 dk
Bayern Münih'in Avrupa mesaisinin en trajik ânında da en büyük zaferinde de Giovane Elber kadrodaydı. Brezilyalı efsane, eski defterleri Socrates için açtı.
Bayern Münih'ten bahsederken en sık kullanılan kelimelerden biri gelenek. Giovane Elber de 1990'ların sonu, 2000'lerin başında Münih geleneğine anlam katan yıldızlardan biriydi. Heyecan verici stiliyle yıllarca Almanya'da kendine yer edinen Elber, tarihi bir şekilde kaybedilen 1999 Şampiyonlar Ligi serüveninin de Valencia karşısında geri düştükten sonra kazanılan 2001 Şampiyonlar Ligi Finali'nin de kahramanlarından biriydi. Dolayısıyla tecrübenin ne demek olduğunu çok yakından biliyor. Bize de anlatmasını rica ettik.
Futbolu bıraktıktan kısa süre sonra Bayern Münih'e döndünüz; gözlemci ve kulüp elçisi oldunuz. Yeniden Bayern'de görev almak sizi mutlu ediyor mu?
Tahmin edemeyeceğiniz kadar. Tüm dünyayı dolaşıyorum. Bazen yeni ofis açılışı için yola koyulup Şanhay'a gidiyorum, bazen başka bir sebeple başka bir yere. Özellikle kulübe yeni sponsorluk anlaşmaları kazandırabilmek adına oldukça aktifiz. Bayern Münih Akademisi'yle de ilgileniyorum.
Gözlemcilik yaptığınız süreçte Brezilya'da genç yetenekleri tarıyordunuz. Nasıl bir deneyimdi?
2006'da kramponlarımı asıp emekli olduktan sonra iki buçuk sene boyunca Bayern Münih'in Güney Amerika gözlemci ekibindeydim. Doğrusu zor bir işti; yalnızca mahir gözlerinizin olması yetmiyor, gidip keşfedilmemiş olağanüstü yetenekleri bulmanız gerekiyor. Brezilya'da bile olsanız çok iyi oyuncuları bir çırpıda yakalamak mümkün değil. Önce oyuncuların futbolda yeterince iyi olup olmadığını gözlemlemelisiniz. Sonra karakterlerini daha yakından tanımak için nasıl yetiştirildiklerini araştırmalısınız. En son büyüdüğü çevreye göz atmalısınız.
Bu yetenek tüm kriterlerinizi sağlasa bile her şeyin sorunsuz işleyeceğinin garantisi yok, değil mi? Mesela Breno…
Doğru, çok güzel örnek. Bayern'de oynamak ve günün birinde 'Yeni Lucio' olmak için gerekli temel özelliklerin tümüne sahipti. Bu yalnızca benim değerlendirmem değildi; KarlHeinz Rummenigge de Uli Hoeness de Franz Beckenbauer de aynı fikirdeydi. Ne yazık ki yolunu kaybetti.
Bu transferden nasıl bir ders çıkardınız?
Böyle hatalar gelişme sürecinin parçasıdır. Breno olayından sonra Uli, gelecekte Brezilyalı oyuncuları transfer ederken onları doğrudan Münih'e getirmemem gerektiğini söyledi. Avrupa'da daha küçük kulüplerle birkaç sezon geçirdiklerinde hem soğuk kış aylarına hem de dile alışabiliyorlar.
Anlattıklarınız kariyerinizi de özetliyor. Siz de Bayern öncesi Grasshoppers ve Stuttgart formalarını terletmiştiniz.
Doğru. En başta AC Milan'a transfer olmuştum ama gerek takım içindeki güçlü rekabet gerek İtalya'daki yabancı sınırı yüzünden oynama fırsatı bulamadım. Bu sebeple İsviçre'ye kiralık gönderildim ve bu, başıma gelebilecek belki de en iyi şeydi. Zürih'te Almancayı öğrendim, futbolumu inanılmaz geliştirdim. Bu tecrübenin ardından Stuttgart'a ve Münih'e alışmam çok daha kolay oldu.
2003'te Bayern'den ayrılsanız da çok geçmeden farklı bir rolle kulübe döndünüz. Aileden kopamadınız diyebilir miyiz?
O sürecin en güzel tarafı, kulübe karşı duyduğum derin bağlılığı kavramak oldu. Tarifsiz bir his. Ben Bayern'i her şeyden çok seviyorum. Kulübün gelişimi, her yıl istikrarlı şekilde ortaya konulan performans oldukça çarpıcı.
Kariyerinizi sonlandırırken gelecek planınız belli miydi?
Hayır. O sıralar futboldan uzaklaşmaya ve hayatta başka hangi konularda iyi olduğumu keşfetmeye ihtiyacım vardı, bu da biraz zaman aldı. Bir mola almam lazımdı. Hiçbir zaman teknik direktör olmak istememiştim, menajerlik de bana uygun bir iş değildi. Gözlemcilik ise gerçekten ilginç bir deneyimdi ama üstüme en iyi uyan, kulüp elçisi rolü oldu.
Bayern Münih, geleneklerine bağlı bir kulüp. Düzenlenen törenler, buluşmalar sayesinde sık sık eski takım arkadaşlarınızla görüşme fırsatı buluyorsunuz. Bu size nasıl hissettiriyor?
Sadece takım arkadaşlarım değil, benden eski Münih efsaneleriyle de düzenli olarak görüşüyoruz. Çok güzel bir kültür bu. Mesela aklıma bir Oktoberfest buluşmamız geldi. O gün Jean-Marie Pfaff da aramızdaydı, onu gören taraftarlar çılgınlar gibi ilgi göstermişti. Bunlara şahit olmak çok hoş. Kulübün her sene böyle organizasyonlarla aileyi bir araya getirmesini oldukça kıymetli buluyorum.
Az önce teknik direktör olmayı hiçbir zaman düşünmediğinizi söylemiştiniz. Neden?
Eğer iyi bir teknik direktör olmak istiyorsanız mesleğinize âşık olmalısınız. Bense daha oyuncuyken seyahatlere doymuştum. Her hafta oteller, uçaklar, otobüs yolculukları… Ayrıca antrenörlük yapacaksanız her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeniz gerek, bu çok zor bir görev. Teknik direktör değiller ama eski takım arkadaşlarım Hasan Salihamidzic ve Fredi Bobic'i örnek vereyim. Biri Bayern'de, diğeri Frankfurt'ta yönetici, ikisi de günde 24 saat çalışıyor. Onları her görüşümde içimden "Bu işler hiç bana göre değil, çok stresli" diyorum.
Peki gördüğünüz en iyi çalıştırıcı kimdi?
Ottmar Hitzfeld'le birçok başarı kazandınız, sorunun cevabı o olabilir mi? Her antrenörden bir şeyler öğrenirsiniz ama Ottmar Hitzfeld bambaşka biriydi. Onunla çalışmak saf bir keyif. Şanslıyım ki onunla çalışmaya başladığımızda tecrübeli bir profesyoneldim, ne istediğimi çok iyi biliyordum. Bu sayede uyumumuz mükemmeldi.
Ottmar sadece bir teknik direktör değildi; babaydı, kardeşti, dosttu. Aramızdaki iletişim bugün bile kopmuş değil. Her sene doğum günlerimizde birbirimizi kutlarız, mesajlaşırız. Hâlâ görüşüyor olmamız harika.
1999 yılında Manchester United ile Şampiyonlar Ligi Finali'nde karşılaştınız ve Hitzfeld yönetimindeki Bayern Münih, tarihinin en acı mağlubiyetlerinden birini tattı. O gece, maçın ardından günün birinde kupayı Münih'e getirmek için yemin ettiniz mi?
'Yemin' doğru kelime olmayabilir çünkü Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmak öyle basit bir iş değil. Elbette, 1999'da yaşadığımız hayal kırıklığı çok büyüktü. Her şeyden önce maçın ellerimizden kayıp gidiş biçimi bize çok acı verdi. Ama takım yapısını korursak ve birkaç iyi ekleme yaparsak kısa vadede yine hedefe yürüyebileceğimizi içten içe biliyorduk. Zaten öyle de oldu, iki yıl sonra Milano'daki finalde Valencia'yı geçip zafere ulaştık. Gerçi o da hiç kolay değildi.

"1999'da yaşadığımız hayal kırıklığı çok büyüktü. Her şeyden önce maçın ellerimizden kayıp gidiş biçimi bize çok acı verdi."
Bu tür zaferlerde takımın karakteri ve mantalitesinin başrolü oynadığı söylenir. Katılır mısınız?
Evet. Alın işte, 1999'dan iyi örnek mi var? Tarihin en dramatik yenilgilerinden birini tattık fakat ânında dersimizi çıkardık. Bu olay, o ekibin müthiş karakterini çok iyi özetliyor. Mesela 2001'deki Şampiyonlar Ligi Finali'nden dört gün önce, Hamburg'da Patrik Andersson'un son saniye golüyle lig şampiyonluğunu kazandık. O maçtaki tecrübemiz sayesinde bir maçın bazen 90 dakikadan biraz daha uzun sürebildiğini biliyorduk. (Gülüyor.) Futbolda son düdük çalana kadar kendinize güvenmelisiniz. Öyle bir senaryoyla kazanılan şampiyonluğun hissettirdiklerini anlatmak mümkün değil. Nefes kesiciydi. Şimdi bile tüylerim diken diken oluyor.
Sizce Hamburg'da şampiyonluğu kaybetmiş olsaydınız yine de Şampiyonlar Ligi şampiyonu olabilir miydiniz?
Eminim ki daha zor olurdu. O maçı kaybetmiş olsak Milano'ya bambaşka düşüncelerle giderdik. Finalde Valencia öne geçti ama dehşete kapılmadık. Acele etmedik, şansımızı bekledik. Hamburg'daki o maçı yaşamamış olsak geri dönüşümüz daha zor olurdu. Kazandığımız deneyim özgüvenimizi artırmıştı.
Son on yılda futboldaki değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
Oyun çok hızlandı. Oyuncular da artık bizim zamanımıza göre daha farklı çalışıyor. Antrenmanlar çok daha modern ve bilimsel hale geldi. Artık her takımda çok sayıda fizyoterapist var. 90 dakika sahada kalabilmeniz için her an yüzde yüz hazır olmak zorundasınız.
Peki fırsatınız olsa bugün yine futbol oynamak ister miydiniz?
Bence tıpkı eskisi gibi zevk alırdım. Günümüzde birçok takım hücuma dayalı hızlı bir oyun oynuyor. Böyle bir takımda forma giymek çok eğlenceli olurdu. Artık çok az maç golsüz bitiyor. Durum böyle olunca oynamak isterdim tabii.
Modern futbolda hangi forvet oyuncularını beğeniyorsunuz?
Lewandowski, tartışmasız. Durmaksızın atıyor. Son zamanlarda topla ilişkisi de daha iyi. Daha zarif duruyor, komple santrfor işte. Neymar da kendini çok geliştirdi, o da en üst seviyede.
Karşılaştığınız rakip oyunculardan sizi en çok rahatsız eden kimdi?
İtalyan savunmacılara karşı oynamaktan hep nefret ettim. Maldini'ymiş, Costacurta'ymış fark etmiyor, hepsi çok rahatsız ediyordu. Blok halinde kalmayı çok iyi biliyorlardı, pozisyonları çok iyi okuyorlardı. Hiç boşluk bulamıyorduk. Ne zaman Milan'la oynasak çok zorlanıyordum.
Neden artık Bundesliga'da eskisi kadar Brezilyalı yok?
Geri döneceklerdir, o konuda bir endişem yok. Ama ligde nedense böyle bir eğilim var, çok Brezilyalı göremiyoruz. Fakat Avrupa genelinde de durum aynı. Dünyada yılın futbolcusu seçiliyor, Brezilyalı yok. Eskiden her sene ödül için en az üç ya da dört Brezilyalı oyuncunun adı geçerdi, şimdiyse Neymar'dan başka kimse yok.
Yirmi yıl sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?
Umarım şimdi ne yapıyorsam onu yapmaya devam ediyor olurum. Londrina'daki çiftliğime gitmek, orada sığırlarım ve atlarımla ilgilenmek isterim. Ve tabii sık sık Münih'e gidip Bayern için çalışmaya devam etmeyi de…
Peki Bayern Münih, yirmi yıl sonra nerede olur?
Yine zirvede. Elbette ara sıra zor zamanlar olacaktır ama Bayern hep yeniden ayağa kalkma becerisine sahip çünkü temeli gerçekten çok sağlam bir kulüp.
Çeviri: Furkan Karasoy