
Son Durak mı, Son Şans mı?
18 dk
Türkiye, Robin van Persie ve Lukas Podolski gibi isimler için son durak mı, son şans mı? Yıldızların gelişi sadece para mı götürür, yoksa bir kültür yeşertir mi? Uğur Meleke ve Bağış Erten, bu soruların cevaplarını aradı.
Avrupa'yı da içine alan duraklama döneminin ardından yeni bir transfer çılgınlığı dönemine girdik. Robin van Persie, Nani, Podolski gibi isimlerin Türkiye'ye gelişi, bu patlamanın bir versiyonu mu, yoksa Türkiye'nin kendine özgü şartları mı var?
Uğur Meleke: Kariyeri düşüşe geçmiş yıldız oyuncuların önünde üç yol var. İlki, üst seviye liglerin alt sınıf takımlarında devam etmek. Diğeri; ABD, Çin, Katar ya da Suudi Arabistan'a giderek kıta değiştirmek. Sonuncusu da ne olursa olsun Avrupa'da kalmak. Bu sonuncu yol Türkiye, Yunanistan, Rusya ve biraz da Ukrayna'dan geçiyor. Bence burada belirleyici faktörler var; oyuncunun hesabında kaç para olduğu ya da gençliğini nasıl geçirdiği gibi… O lüks hayatın sonsuza dek süreceğini düşünüp çok harcadıysa, parayı birinci plana alıyor ve 28-29 yaşlarında Katar'a, Çin'e gidiyor. Robin van Persie gibi hâlâ büyük liglerin başaltı takımlarında talep görebilecek bir adam Türkiye'yi tercih edebiliyor. Biz de iyi bir seçeneğiz ister istemez, futbolun yarattığı ekonomi itibarıyla futbol standardımızın üzerindeyiz. Avrupa'nın en iyi 11-12. ligiyken, ekonomik açıdan Rusya ile birlikte beş büyük ligin ardından geliyoruz.
Bağış Erten: Nani, van Persie, Podolski üçlüsünün Türkiye tercihini Eto'o'nun transferinden ayrı değerlendirmek gerekir. Eto'o bence Katar'a gitti, Türkiye'ye gelmedi. Antalyaspor'un burada temsil ettiği şey Türkiye futbolu değil, o başka bir şey. Ama Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, hatta Trabzonspor ve Bursaspor gibi takımlara gelirken, oyuncunun son transferini yaptığı düşünülmeyebilir. 31-32 yaşında bu takımlara gelip bir tane daha böyle transfer yapabilirler. Bu ikinci kontratı yakalamak için Katar'a gitmemesi, Avrupa sahnesine yakın bir takıma gelmesi lazım. Nani de, van Persie de, Podolski de ilk olarak banka hesaplarını düşünerek geldiler, evet. Ancak ikinci planda da "Bu iş daha bitmedi" var. Ayrıca üçü de antrenörleri tarafından iyi değerlendirilmediklerini hissediyorlar. Bu da Türkiye'yi bir meydan okuma alanı hâline getiriyor. Ama tüm bu nedenler içinde en güçlü etkiyi yaratan unsur para. Önce para açıyor kapıyı, sonra amaçlar...
U.M: Bu transferlerin Drogba, van Hooijdonk, Kuyt gibi oyuncuların gelişinden farkı, biraz daha genç olmaları. Bu nesil, biraz daha uzun oynayacak galiba. 30 yaşın bu jenerasyon için anlamı eskisinden farklı. İletişim çağıyla birlikte yeni nesil çocuklar daha geç olgunlaşıyor. 2000'lerdeki 20 yaşında çocuk, 2015'teki 20 yaşında çocuktan daha olgundu. Bugün 23-24 yaşındaki çocuklar, sokakta oynamadıkları için hâlâ konsol oyunu çağındalar. Bir kızla tanışmak için çaba sarf etmedikleri, reddedilmedikleri, kaybetmedikleri için, hayatta geç olgunlaşıyorlar. Bu Z jenerasyonu dedikleri nesil geç olgunlaşınca, 30 yaş jenerasyonu daha değerli oluyor. Pirlo'nun 30 yaşından sonra yıldızlaşması, Riquelme'nin geçen yıla kadar sahada olması tesadüf değil. Alttan yerlerini dolduracak oyuncu gelmiyor. Şu an 25 yaş altı en büyük yıldız kim, düşünelim. Neymar var, hâlâ küçük bir çocuk. Hazard var, kulüp takımı dışında bir sihri yok, kulübe de ne kadar tesir ettiği tartışılır. Courtois var, ekstra bir yetenek. Pogba'yı sayabiliriz… Geriye dönelim. Orijinal Ronaldo, 20 yaşındayken Altın Top aldı. Baggio aldığında sanırım 24 yaşındaydı, Ronaldinho aynı şekilde.
B.E: Tek istisna Messi, ona da bu jenerasyona dahil değil diyelim…
U.M: Messi insan olmadığı için hep istisna…
Bu transferleri teknik olarak nasıl değerlendirirsiniz? Sizce beklentileri karşılayacaklar mı?
U.M: Nani daha 28 yaşında. Üstelik bence diğer iki oyuncuya göre avantajı, beş büyük ligden geçen sezon çıkmış olması. Portekiz'e dönme travmasını çok başarılı atlattı. Ve kamuoyuna şunu söyledi: "Ben Manchester United seviyesinin altında da iş yapabilirim, bunu mental olarak çözebilirim." Podolski de önceki yıllarda Köln'e dönerek aynı sınavı vermiş bir oyuncu ama sonuçta beş büyük ligin dışına ilk defa çıktı. En büyük sınavı verecek olan ise van Persie. 32 yaşında, şimdiye kadar hep dünyanın en büyük santrforları arasında anıldı. Dikey bir düşüş yaşadı. Onun için zor bir sınav olabilirdi ama bu adamlar coğrafya itibarıyla o kadar iyi yetiştiriliyorlar ki bu travmaları atlatmakta hiç zorlanmıyorlar. O yüzden ben, çok nadir bu kadar olumlu bakan biri olarak, üç transferi de olumlu buluyorum.
B.E: Ben çekinceler bölümünü söyleyeyim. Bazı teknik adamlar, bazı futbolcuları başka noktaya getirirler. Çok yakın zamanda, 2010'lu yıllarda, Premier Lig'in bana göre en değerli ödülünü almış ve oyuncular tarafından 'En İyi Oyuncu' seçilmiş bir isim Nani. Buraya kadar yükselmiş bir oyuncunun, Alex Ferguson gittikten sonra ilk sezon az forma bulması, ardından Lizbon'a gitmesi bir soru işareti yaratıyor. İkinci soru işareti ise Lizbon'a gitmekle İstanbul'a gelmek arasında çok önemli bir farkın olmasında yatıyor. Nani şimdi hiç bilmediği bir yere geliyor. Yurt dışında yaşamanın anlamı, bence kendi dilini konuşamamak. En çok özlediğin şey toprak ya da vatan değil bence, kendi dilin. O yüzden kendi dilinin konuşulduğu yerlerde adaptasyonun çok kısa sürebilir. Ama dediğin gibi; Sporting'de bu kadar başarılı olabilmek önemli bir veri Nani için.

U.M: Bir de Fenerbahçe'ye bu sezon çok Portekizli ve Brezilyalı geldi, öyle bir şansı var.
B.E: Aynen öyle. Van Persie'ye gelince; aralarındaki en kariyerli oyuncu o. Onu yavaşlatan, çok temel bir sakatlık problemiydi ve Türkiye Ligi sertten ziyade faullü bir lig, darbeye dayalı sakatlıkların Avrupa'nın birçok ülkesinden daha fazla olduğunu görüyoruz. Bu, onu zorlayacak etmenlerden biri. Podolski'yle ilgili ise büyük bir çekincem var. Arsenal'da pek verimli olamadığını biliyoruz. Bayern için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Verim alınabilecek oyun tarzını iki kere gördük; biri Almanya Milli Takımı, diğeri Köln'de. Her ikisinde de arkasında mutlak suretle çok sağlam, hem hücumcu hem defansif bir bek var, her ikisinde de o öndeki üçlüden kimseye tipik forvet diyemiyoruz. Herkesin döndürülerek oynatılabildiği bir sistemde Podolski iş yapabiliyor. Galatasaray, Türkiye'de bunu yapabilmeye en yatkın takımlardan biri aslında. Ama Podolski'den verim alabilmek için biraz daha fazlası gerekebilir. En büyük kariyerini milli takımda yapmış bir oyuncu, o düzeneğin bir parçası demektir. O yüzden bazı tereddütlerim var ancak demin söylediğin çok önemli; dünyada adaptasyon sorunundan yola çıkarak yöneltilen "Hangi ülkeden oyuncu alınmalı?" sorusunun bir ve iki numaralı cevapları Almanya ve Hollanda'dır.
Türkiye, bu futbolcular için son durak mıdır, yoksa son şans mı?
B.E: Türkiye, hiçbir zaman bir ilk şans ülkesi olmadı. Sihrini ilk kez Türkiye'de gösterip krallar gibi uğurlanan çok az futbolcu var. O yüzden bizim bir futbolcudan uzun süre verim alabilmemiz için, futbolcunun son şansı olması lazım. Kimse son durak transferi yapmak istemez ama gerçekler farklı olabilir.
U.M: Yunanistan ya da Rusya olsaydı konuştuğumuz ülke, yine aynı şeyler söyleyecektik. Adam beş büyük ligin üst düzey takımlarında devam etme şansı varken niye Yunanistan'a gitsin ki? O yüzden Türkiye'nin son şans olması coğrafi olarak da, sosyal olarak da, ekonomik olarak da doğal. Tabii Türkiye'nin birtakım avantajları da var. Bir futbolcu olarak ABD'ye gitsen, sevdiklerin uyurken ayakta olacaksın, hayatından çok uzakta kalacaksın. Asya'ya gitsen, zorlu iklim koşullarıyla baş etmen gerekecek. Üstelik kendi ulusal takımında oynamamayı da göze almış olacaksın. Rusya'ya gitsen; yine sert iklim koşulları, yapay sahalar, uzun ve meşakkatli deplasmanlar… Ama Türkiye'ye gelirsen, iki-üç saatte Avrupa'nın her yerine ulaşma imkânın olacak. Günübirlik aileni görüp geri gelebilir, sabah onlarla kahvaltı edip akşam yemeğinde kulübünde olabilirsin. İklim harika. İstanbul gibi harika bir şehrin güzel tarafında yaşıyorsun, çirkinlikleriyle baş etmen gerekmiyor çünkü senin için her koşul hazırlanmış oluyor.
B.E: Kritik nokta, gördükleri muamele ile algılarının son şanstan son durağa dönme ihtimali. Türkiye, bütün bu söylediklerini yaptıktan sonra "Bak, sen bize katkı verirsen, buradaki koşullar sayesinde Avrupa'ya yakın olup oranın en büyüklerinde elde ettiğine yakın para kazanabilir, hâlâ büyük sahnenin önemli bir parçası olabilirsin" mesajını veremiyor. Bu bakış açısı ile "Ben burada ne yapsam kabul edilir zaten" düşüncesi arasında çok ince bir çizgi var.
U.M: Kardeş Higuain geliyor, "Buranın Maradona'sı olacağım" diyor. Niye? Çünkü havaalanında binlerce kişi tarafından karşılanıyor.
B.E: Kesinlikle. "Ben burada kral tahtına oturuyorum" rahatlığı, algıyı bir anda kırıyor. Bu tehlikeli bir algı işte; bizi Katar'a, ABD'ye eşleyen şey bu ve önüne hiç geçemiyoruz. "Ona Fenerbahçe'nin, Galatasaray'ın büyüklüğünü anlatamadık" cümleleri geliyor peşinden. Sorsan, ne anlatacaktın da anlatamadın? Cevabı yok. Çünkü öyle kültürel, tarihi bir atmosfere sokmuyorsun adamı.
30 yaş civarı transferlere çok olumlu bakılmıyor. Ama geriye dönüp bakıldığında, aslında kulüpler çoğundan büyük fayda gördü; Hagi, van Hooijdonk, Ernst, Zokora, Kewell... Bir sürü örnek sayabiliriz.
U.M: İki faktör var. Birincisi, futbolcuların oynama süreleri arttı. Bunda çalışma prensiplerinin, teknolojinin, 20'li yaşlarda kendilerine çok daha iyi bakmak zorunda olmalarının etkisi var. Herhâlde çok yakın bir gelecekte bu 30 üstü kalıbı, 35 üstü olarak kullanılmaya başlanacak. Mesela; Ibrahimovic 34 yaşında, Ronaldo 30'u doldurdu ve Ronaldo'yla ilgili konuşurken 30 yaş aklına gelen son şeylerden biri. İkincisi, takım içinden bir bireyi tek başına alıp performans ölçümü yapmak futbola uygun durum değil. Diğer oyuncuların performansının düşük olması, seni yüksekte gösterebiliyor. Yeni nesil gençlerin çok yavaş gelişmesinin de bu oyuncuların daha iyi görünmesinde etkisi var. Tarık Çamdal kötü olduğu sürece Sabri'yi iyi gösterecek.
B.E: Beş büyük ligin temel olarak Türkiye'den daha iyi birkaç somut parametresi var. Bir kere oyun 10 dakika daha uzun, en az. Hızı da çok daha fazla. Koşulan mesafelerde en az 10 kilometre fark var. Her şeyin bir tık daha yavaşlaması, yeteneğiyle oynayan futbolcuları, ilerleyen yaşlarına rağmen sihirlerini daha rahat ortaya koyabilecekleri bir dünyanın parçası yapabilir. Ama şöyle de bir şey var; bu düşüncenin başarılı olması, aynı zamanda çok ciddi bir başarısızlığın da kabulü aslında. Yani bu adamları getiriyorsun ama sen hızlanmayacaksın, bunu kabulleniyorsun.
U.M: Bu da Türkiye'nin Avrupa'nın en pahalı yedinci ligi olmasına rağmen, kulüp katsayıları açısından 12. olmasını açıklıyor işte.
B.E: Dzsudzsak ismi geçerken duyduğum heyecan ile Mario Gomez ismi geçerken yaşadığım hayal kırıklığı arasındaki mesafe çok uzun. Bu çok acı. Üç tane isim gündeme geldiğinde, o üç ismin bambaşka dünyaları temsil etmesi ve tek ortak özelliklerinin belirli menajerlerin portföylerinde yer alıyor olmaları, çok ciddi bir sıkıntı.
Peki bu oyuncular, sahada verdikleri katkının dışında genç futbolcuların gelişimine de katkıda bulunuyor mu?
B.E: Daha yukarıdan düşünelim; Türkiye'ye gelen hangi önemli antrenör, yanında birini yetiştirdi? Hangi büyük futbolcu, kendisine benzer bir kalıpta oyuncuyu işaret edip "Bu oyuncuyla yürüyün" dedi ve bu doğru çıktı?
U.M: Piontek-Terim var. Derwall-Denizli var. 25 sene olmuş. Fatih Terim'i düşünüyorum; bir tane yardımcısı teknik direktör olmuş değil. Hagi-Emre Belözoğlu diyorlar da Emre zaten 11 yaşında manşetlere çıkmış, çok yetenekli bir oyuncuydu. Tamam, Hagi yine de onun gelişimine katkıda bulunmuştur ama onun da üzerinden yaklaşık 20 sene geçmiş.
B.E: Ben Hooijdonk kadar iyi iletişimi olan çok az futbolcu gördüm. Ama onun bile tecrübelerini aktarmasına müsait bir ortam yok. Röportajlarında "Ben frikik tekniğini 28 yaşında öğrendim, antrenmanlardan sonra Tuncay'la Semih'le frikik çalışıyoruz" diyordu. Sonuç? Sıfır.
U.M: Bir ezber tutturmuşuz, sorunun altyapı eğitiminde olduğunu söylüyoruz. Üstyapı eğitiminde çok mu ilerideyiz? 25 yaşından sonra gelişen kaç tane futbolcumuz var? Sıfıra yakın. Altyapı eğitiminde değil, genel eğitimde başarısızız.
Geleceğe yatırım amaçlı alınan ve bu yatırımın karşılığını verebilen çok az oyuncu var. Bruma, Stoch, Dia, Fabio Pinto; çok sayıda başarısız örnekle karşılaşıyoruz. Bu oyuncuları niye burada geliştiremiyoruz?
U.M: Geliştirme gibi bir meselemiz, tecrübemiz, böyle bir kültürümüz, sabrımız, organizasyonumuz, planımız yok. Hiddink söylemişti bunu; Türkçede plan, proses ve organizasyon gibi kelimelerin karşılığı yok, hep aynı kelimeler kullanılıyor. Türkçede sevgi var abi, aşk var. Plan, organizasyon falan yok; bunlar hep batıdan bize geçmiş sözcükler.

B.E: Yaklaşık on senedir aynı şeyi söylüyorum; Casillas ve Busquets olabilmen için, o takımın sana "Senin önündeki Yaya Toure'yi kovarım, senin dışında hiçbir kaleciye yer açmam, sen bu takımın geleceğisin" garantisini vermesi lazım. Biz her gençten ispat bekliyoruz hâlâ. İspat kılıcı, eğitimde en son tavsiye edilen unsurdur. "Yemeğini bitirirsen, oyununu oynarsın" gibi... Ve ispatla tehdit arasında çok küçük bir fark var, tersten kurduğunda tehdide evrilir: "Yemeğini bitirmezsen, oyununu oynayamazsın." Bu bakış açısı da genç oyuncuyu cesaretlendirecek bir şey olamaz.
Bu güven ve ispat teorisi yerli oyuncuların gelişiminde de açıklayıcı olabilir mi? Son dönemde Bilal Kısa, öncesinde Yusuf Şimşek örnekleri var... Genç yaşlarında kendilerine güven sağlamaları mümkün olmamıştı, geç yaşlarda kendilerini kanıtlayabildiler.
U.M: Saha içinde Emre Çolak'ı hâlâ azarlıyorlar. Bu durumun güzel bir örneğidir. Selçuk paylıyor Emre'yi hata yapınca. Emre dediğin, 24 yaşında bir adam.
B.E: Ben yeni yabancı oyuncu kuralının, Türkiye'ye kaliteli yabancı bekleyenleri büyük hayal kırıklığına uğratacağını düşünüyorum. Ama yerli oyuncular Avrupa piyasasında daha fazla imkân bulacaktır. Bu kural, Enes Ünal artık Manchester City'ye gidebildiği için işimize yarayacak, van Persie Türkiye'ye geldiği için değil.
U.M: Orta sınıf oyuncun İsviçre'ye, Belçika'ya, Hollanda'nın orta sınıf takımlarına gidecek. Karakter olarak da oyun olarak da olağanüstü gelişecekler. O açıdan işimize yarayacak.
Dünyada scouting ağları çok genişledi. Yetenekli her futbolcu adayı ismini duyuruyor. Norveçli bir genç 7-8 milyonluk transfer yapabiliyor. Bu yüzden, yaşı geçmiş oyuncuların maliyeti düşüyor. Türkiye'nin oyuncu geliştirmede iyi olmadığını düşünürsek, acaba doğru politika mı izleniyor?
B.E: Pragmatik bir politika izleniyor. Türkiye'de dünyanın en kötü futbolcu izleme programı var. Katar'ın dahi daha iyi izlediğini düşünüyorum. Hevesli pek çok genç scout'un, Türkiye'ye bakıp bu paraların yarısına şampiyon takım kurma garantisi verebileceğine eminim. Herhangi bir Anadolu kulübü, iyi ekip ve gözlemcilerle şampiyonluğa oynayabilecek bir takım kurabilir.
O zaman yeni yabancı kuralı bunun da önünü açar mı doğru planlamayla?
U.M: Dünyanın en kötü tarama ekibi diyor işte Bağış, bu şartlarda nasıl doğru değerlendirme yapabilirsin ki?
B.E: Yeni yabancı kuralının da işe yarayacağına inanmıyorum. Bu, umarım ilk sene olduğu için böyledir. Yabancı sınırlaması isteyenler, bu sene sonunda seslerini yükseltecek. Çünkü anlaşılmış birtakım menajerlerin ağlarına düşülüp on milyonlarca paranın heba edileceği açık.