
Son Harika
6 dk
Nadia Comaneci’nin Montreal’deki kusursuz performansından tam 40 yıl sonra Simone Biles, Rio’da sahneye çıktı. Comaneci ile aynı tedrisattan geçen ABD’li jimnastikçinin hikâyesini, oyunlarda onu anlatan ses yazdı.
2016 Rio Olimpiyat Oyunları’nda artistik jimnastikte bir yıldızın; Simone Biles’ın doğuşuna değil belki ama en parlak anına tanıklık ettik.
Türkiye’de yalnızca dört yılda bir izleyebildiğimiz bu spor dalına dair sözcük dağarcığımıza da bir kavram eklendi: The Biles. Birçok kişi, 19 yaşındaki bu genç kadını yer aletinde kendi adını taşıyan hareketini yaptığında tanıdı. Fakat o, Rio’ya geldiğinde 2013 yılından bu yana dünya şampiyonalarında 10 altın madalyayı boynuna takmıştı bile.
Biles, 1.47 boyu, 42 kg ağırlığıyla jimnastiğe çok uygun bir vücuda sahip. Bunun yanı sıra güçlü bacakları, hafif bedenini çok yükseğe sıçratabiliyor. Özellikle yerde, serisini sunarken o kadar rahat görünüyor ki -birçok jimnastikçinin aksine- kendisini izlerken, zorlandığına dair en ufak bir ipucu yakalayamıyorsunuz. “Bazen dönüp bakınca ‘Bunları ben mi yaptım?’ sorusuyla baş başa kalıyorum” diyecek kadar da yaptığı sporla bütünleşiyor.
Biles’ın yeteneği tartışılmaz elbette; onda belki Messi’yi sahada, Phelps’i havuzda izlerken görebildiğimiz çok nadir bir kumaş var. Ancak dördü altın beş olimpiyat madalyasının ardındaki güç, onun ‘özel’ oluşu ile sınırlı değil. Rio’da gördük ki ABD’nin jimnastikteki üstünlüğü, kurdukları sistemde yatıyor.
2004 Atina’dan bu yana, artistik jimnastikte bireysel madalyalar hep farklı bir ABD’li jimnastikçiye gidiyor. 2000 yılından beri ise takımlarda ABD hep kürsüde. Jimnastik sporunda mükemmelliğe ne kadar yakınsanız, o kadar başarılısınız demektir ve salt yetenek, bu düzeye erişmekte yeterli olamaz.
ABD sistemine mercek tuttuğumuzda çok önemli bir isim ön plana çıkıyor: Marta Karolyi. 1976 Montreal’de, Rumen Nadia Comaneci 10 tam puanlarını kazanırken onu kenardan izleyip gurur duyan antrenör Karolyi, yaklaşık 15 yıldır ABD milli takımında görev yapıyor.
1981’de Romanya’dan kaçarak sığındığı ABD’de eşi Bela ile birlikte jimnastik salonu açan Karolyi, 1996 yılına gelindiğinde ABD ulusal takımının başantrenörü oldu, 2001’de ABD Ulusal Takım Koordinatörü unvanını aldı ve eşiyle birlikte yeni bir sistem kurdular. Bu yarı merkezi sistemde, jimnastikçiler kendi antrenörleriyle yıl boyu evlerinde çalışmanın yanı sıra, dönem dönem Karolyi’lerle birlikte kampa giriyorlar. Bu süreçte çalıştırıcılarını da yanında götürüyor ve eksik kalan yönlerini burada telafi ediyorlar.
Marta Karolyi, ülkesi Romanya’da başladığı antrenörlük kariyerinin yarısından fazlasını ABD’ye bu sporu yerleştirerek, sevdirerek geçirdi ve emekli olmadan hemen önce, ‘ustalık eseri’ Simone Biles’ı tüm dünyanın görebileceği bir yere bıraktı.
Altı yaşında jimnastiğe başlayan Biles’ı, sekiz yaşından beri Aimee Boorman çalıştırıyor. Ancak Biles’ın yetiştirilmesinde Karolyi’nin etkisi çok büyük. Henüz büyükler kategorisinde yarışmaya başlamadan önce, bu iki çalıştırıcı da Biles’ın yeteneğinin farkındaydı. Fakat Boorman Karolyi’ye bu küçük yeteneği gösterdiğinde, Karolyi’nin ilk cümlesi “Bu hoplayıp zıplayan kıza konsantrasyonu ve disiplini öğretebileceğimden emin değilim” olmuştu. 2011 yılında katıldığı yarışmalarda atlama masasında ve yerde iyi performans gösteren Biles’ın asimetrikteki başarısızlığı da Karolyi’yi düşündürüyordu.
Simone, 2012 yılında lise eğitimini evden alarak zamanının çok daha büyük bir alanını spora ayırmaya başladı. Artistik jimnastiğin yalnızca akrobasi değil; ayrıntılar üzerinde yoğunlaşma ve sabır gerektiren bir süreç olduğunu bu dönemde öğrendi. Biles beklenen patlamayı ancak hayat tarzını spor üzerine kurduğunda gerçekleştirebildi.
2013’te artık hünerlerini büyükler kategorisinde gösterebilecek durumdaydı. Sezon başında çok zorlanan Biles, özel bir kampa davet edildi ve burada ABD’nin bir sporcuya sunabileceği tüm fırsatlardan faydalandı; Karolyi ile bire bir zaman geçirdi, spor psikoloğundan danışmanlık aldı, adeta durdurulamaz bir güç açığa çıktı. Biles üst üste üç yıl açık ara farkla dünya şampiyonu olurken herkesi büyülemeyi de başardı.
Rio’da, Biles’ın göz kamaştırıcılığına takım arkadaşlarının katkısını da unutmamak gerek. ‘Final Five’ adı verilen takımın her bir üyesi, bireyselde madalya alabilecek kapasitedeydi. Öyle bir altyapıları var ki Biles ile ya da Biles’sız, bu alanı domine edeceklerdi. Hatta ay sonunda emekli olacak Marta Karolyi’nin kurduğu sistem öyle oturmuş durumda ki artık Karolyi’nin kendisine bile ihtiyaç yok.
Evet, Biles çok özel bir yetenek ve onu en parlak döneminde canlı izleyebildiğimiz için şanslıyız. Ancak yetenek neredeyse onu arayıp bulan, parlatmak için gereken tüm kaynakları sporcunun önüne koyan ve onlara en iyilerle çalışma şansını sunan ABD sistemi, bu sporcuları ve benzerlerini yetiştirmeye devam edecek.
2016 Rio boyunca güle oynaya yarışan Simone Biles, altını açıklandığında tutamadığı gözyaşları ile herkesi etkiledi. Ama o an, yarışmayı tribünden izleyen biri daha ağlıyordu; o isim Marta Karolyi’ydi. Nadia Comaneci altın madalyasını kazanırken gözyaşlarını tutamayan Karolyi, o günden tam 40 yıl sonra bu kez Biles’ı izlerken ağlıyordu. Ancak Karolyi’nin gözyaşlarında üzüntü değil; uzun yılların sabrı, mücadelesi ve gururu vardı. Bir efsane yaratarak başladığı kariyerini, başka bir yıldızla noktalıyordu.