
Sonsuzluk
5 dk
'Döngü’ ana konulu 82'nci sayımızın girişinde Caner Eler’in kaleminden bir Manchester United efsanesi olan Sir Alex Ferguson yer alıyor.
"İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir." -Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
Paolo Sorrentino'nun son filmi The Hand of God'ı izledikten sonra yerime çivilendim. Filmi izledikten sonra çocukluğuma yaptığım zihinsel seyahatin de etkisiyle filme âşık olduğumu hissettim. Bir şeyler yazmak için Twitter'a girdiğimde, sinema yazarı Tanju Baran'ın kaleme aldıklarına rastladım: "Daha önce bir yönetmenin, Paolo Sorrentino'nunkine benzer şekilde yüreğini, kendi özelini seyirciye açtığı bir film izledim mi, bilmiyorum. Olağanüstü bir film, âşık oldum." Filmle ilgili okumalara devam ettiğimde Sorrentino'nun Esquire'a verdiği röportajdaki şu sözleri beni çarptı: "Bu trajedi hayatımı belirledi. Ergenliğim ebeveynlerimin ölümüyle sonlandı. 17 yaşındaydım, şu an olduğu kadar yaşlıydım. O tarihe, o güne sıkışıp kaldım. O acı hep benimle olacak. O acı, mizacımı ve kişiliğimi mühürledi. Beni dengesizliğe, hiddete ve çılgınlığa teşne hale getirdi. Sinemaya da bu yüzden başladım. Bu tahammül edilemez sızıdan kaçmak için paralel başka bir gerçeklik yaratmalıydım." Sorrentino'nun yaşadığı kadar ağır veya değil herkesin sürekli tekrarlayan, kişiliğini ve hayatını biçimlendiren günleri, olayları ve anları olabilir. Bazıları, insanı nedensellik döngüsünü sorgulamaya itebilir; bazıları da bir devasa hanedanlığın kuruluşuna zemin hazırlayabilir.
Sir Alex Ferguson'ın oğlu Jason Ferguson'ın çektiği Never Give In adlı belgeselde belki Fergie'nin teknik direktörlük kariyerine tüm detaylarıyla değinilmiyor ama tarihin en büyük kazananlarından birinin kişiliğini hangi olayların şekillendirdiği anlatılıyor. Tersane işçisi bir babanın, 1961'de Clydeside'daki büyük çıraklar grevine önderlik eden sosyalist oğlunun, dev futbol endüstrisinin en büyüklerinden birine dönüşme hikâyesine konuk oluyorsunuz. Fanatiği olduğu Glasgow Rangers'la sözleşme imzalayan Protestan bir futbolcunun, eşi Katolik olduğu için çok sevdiği kulübü tarafından hor görülmesi ve hata yaptığı ilk maçtan sonra takımdan gönderilmesinin onda yarattığı travma ise anlatının en vurucu kısımlarından. Bu travma ve onlara "Defolun gidin!" diyememek, içinde hiç sönmeyen bir hırs, öfke ve tutku yanardağı oluşturuyor. Peter Bradshaw'a göre bu, Alex Ferguson'ın "Rosebud" teorisine uyan travmatik hatırası. Aslında o sonsuz kazanma döngüsünü, kaybetmeyi ve aşağılanmayı öğrenerek inşa ediyor. Önce mütevazı Aberdeen'de Celtic ve Rangers'ı alt edip 25 yıl sonra kulübe ilk şampiyonluğunu kazandırıyor. İskoçların efsane futbolcusu ve Aberdeen'den Ferguson'ın öğrencisi Gordon Strachan belgeselde "İçimdeki canavarı o ortaya çıkardı. Onunla başkalaştım" diyor. Ligde üç şampiyonluk ve kupalar derken 1983'te Real Madrid'i geçip Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı kazandıktan sonra ilginç bir olay yaşanıyor.
1983 FA Cup Finali'nde rakip Aberdeen, rakibi Rangers'ı geçip kupayı kazansa da takım her zamanki yıkıcı futbolunu oynamaz. Maç sonu röportajında Ferguson zafer sevincinden çok oyuncularına Rangers'ı ezerek yenmedikleri için kızgındır. Onları yerer. Lavları ilk kez orada herkes onlara bakarken püskürtür. Rangers'a karşı öfkesi sonsuzdur. Tüm bu nükleer enerjiyi Manchester United'a da taşır ancak ilk yıllar hiç kolay olmaz. Ama sabırlı olmayı da kaybederek öğrenir. Neyse ki United yönetimi de sabreder. 1993'te Kırmızı Şeytanlar'ın 26 yıllık lig şampiyonluğu hasretini sona erdirir. Dışarıdan futbolcularına ve rakiplere karşı zorbalığına yakın katı tavırlarıyla da bilinen Ferguson belgeselde bunlara da değiniyor. Alameti farikasının psikoloji olduğu söylendiğinde ise insan yönetimi diye düzeltiyor. 26 yıl sonra şampiyonluk getirdiği United'ı 26 yıl yönetip dünyanın her anlamda zirvesine taşıdıktan sonra emekliye ayrılır; bir yandan yeni iyi döngüler oluşturup diğer yandan kötü döngüleri kırarak ve devasa bir miras bırakarak... Bugünlerde 80'inci yaş gününü kutluyor ve United onun başarı döngüsünü mumla arıyor.
Yine yeni bir yıl ve umutların, iyi dileklerin yinelendiği zamanlar. Daha iyi hissettiren sarmallara sahip spor dünyasında ise motor sporlarında takvimler sona ererken Avustralya Açık gibi organizasyonlarla bazı sporlarda yeni takvim yılları başlıyor. Biz de dergi ekibi olarak bu sayıda "Döngü" hikâyelerine odaklanmak istedik. Önce 24 yaşındaki Max Verstappen'in yedi yıllık Lewis Hamilton hükümdarlığını bitirdiği ve belki de kendi dönemini başlattığı -Hollywood senaryolarına rakip olabilecekunutulmaz sezona odaklandık. Altı yıldır Superbike şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Jonathan Rea'den unvanı alıp spor tarihimizin en büyük başarılarından birine ulaşan 25 yaşındaki Toprak Razgatlıoğlu'nun anlattıklarına kulak verdik... Bırakın çaylak sezonunda böylesine bir iz bırakmayı, bundan otuz yıl önce bir Türk basketbolcunun NBA'de oynamasını tahayyül bile edemezdik. 19 yaşındaki Alperen Şengün ise başka türlü bir döngü bükücü olarak kapağımıza ve sayfalarımıza konuk oldu. Hepsi sporlarında yeni nesli temsil ediyor.
Tüm bu döviz kuru takip girdabının ortasında zaman ve döngü denince aklıma ilk gelen elbette Borges oluyor. Bu yazıyı büyük ustanın Sonsuzluk Tarihi kitabında bengi dönüşü anlattığı Döngüsel Zaman denemesinden bir alıntı ile bitirmek en doğrusu: "Zirvede olduğumuz zamanlarda insanlığın varoluşunun sabit, değişmez bir nicelik olduğu varsayımı bizi üzüp rahatsız edebilir, halbuki bu varsayım çöküş zamanlarında (şimdi olduğu gibi) hiçbir namussuzluğun, doğal afet ya da diktatörün bizi fakirleştiremeyeceğine dair bir vaat barındırır içinde."
Bu sayı; mutsuz eden döngülerin sona ereceğine dair umudunu yitirmeyenler için...