Eskisi Gibi Değil

13 dk

Ada'ya inen bir menajer, Kongre'de kabul edilen bir kanun maddesi, kaderi değişen bir kulüp... Spor tarihinde dengelerin değiştiği anlardan bazılarını Socrates ekibi kaleme aldı.

Bakış Açısı

Sağlı sollu ortalar, rakip sahaya fırlatılan uzun toplar, kıyasıya orta saha kavgaları… İngiliz futbolu, 1990’ların başında Premier Lig adıyla bir yeniliğe adım atsa da sahada oynanan oyunun klasik Ada anlayışından çok da farkı yoktu. Yeni ligi tekeline alan Alex Ferguson’un Manchester United’ı, bunu çok daha yetenekli futbolcular ile çok daha disiplinli uyguladığı için fark yaratmıştı. Onları bir sene de olsa tahtından edebilen Blackburn Rovers’ın da stratejisi benzerdi. Sonra 1996’da Arsene Wenger ülkeye ayak bastı. Onun yönetimindeki Arsenal, biri yenilgisiz olmak üzere iki şampiyonluk yaşadı. Fergie’nin saltanatının en düzenli tehdidi olmayı başardılar. Dahası, topu yere indiren, pas oyunu ve hareketli oyuncu tipleri ile İngiliz futbolunun o muhafazakârlık duvarını zorlamaya başladılar. Eğer Premier Lig bugün dünyanın en önemli antrenörlerinin gövde gösterisi yaptığı bir sahneye dönüştüyse, Wenger’in hem sahada hem de zihinlerde yaptıklarının bunda rolü büyük. / İlhan Özgen

Kartopu

İçinde spora dair herhangi bir emare bulundurmayan bir kanun, kadın sporlarının kaderini ne kadar değiştirebilir? Birleşik Devletler’in 1972’de yürürlüğe koyduğu eğitim reformunun dolaylı etkileri, en çok da kadın sporlarında hissedildi. Meşhur dokuzuncu maddede “Birleşik Devletler’de hiç kimse, federal maddi destek alan hiçbir eğitim programından veya aktivitesinden cinsiyeti yüzünden dışlanamaz” ifadesi yer alıyordu. Namı diğer ‘Title IX’ın asıl hedefi, Sports Illustrated'a göre 1970’te kadınların lise mezuniyet oranının yüzde 59, üniversite diploması oranının yüzde 8 olduğu denklemi değiştirmekti. Bu kapsayıcılık hamlesi, bir kartopu etkisi yarattı. 1971’de, üniversite sporlarına harcanan bütçenin sadece yüzde biri kadın sporlarına ayrılırken Title IX, bu makası her geçen gün daralttı. Kalabalık Amerikan futbolu takımlarını dengelemek için birçok üniversitede kadın öğrencilere farklı şubelerin kapıları açıldı. Geride kalan elli yılda kadınların spora katılımı lise seviyesinde yüzde 1057, üniversitedeyse yüzde 614 arttı. / Buğra Balaban

Kara Tren

Team Sky, 2010'larda yol bisikletine yeni bir sayfa açmaya gelmişti. İki teker, Lance Armstrong dönemi sonrası kendisine yeni bir pazar bulmuştu. Dave Brailsford yönetimindeki Britanyalı ekip, beş sene içinde büyük tur kazanma hedefi koymuştu. İlk hayal, iki senede gerçekleşti. 2012'de Bradley Wiggins'in Fransa Turu zaferiyle başlayan süreçte Chris Froome'la dört, toplamda yedi kez sarı mayoyu aldılar. Hükümdarlık kurdukları tek büyük tur Fransa da değildi. İtalya'da üç, İspanya'da iki kez genel klasmanı kazanan ekip, 2019'da Ineos sponsorluğuna geçti. Marjinal kazanımlarıyla, detaylara verdiği önemle, beslenmeden idmanlara getirdiği yeniliklerle ve rüya kadrolarıyla bisikletin kalbine oturan ünlü takım, dopinge karşı tutumuyla... Yok, burada keseceğim. Tertemiz bir sayfa açtıklarını söylemek isterdim. Ama bunu söylemek içimden gelmiyor. Henüz herhangi bir ceza almasalar da… / İnan Özdemir

Sistem

Tom Brady de eleştirildi. Sadece bir sistem quarterback’i olduğunu, New England Patriots hanedanı için asıl payeyi koç Bill Belichick’e vermek gerektiğini düşünenler vardı. Brady kazanmaya, rekorlar kırmaya devam etti. Patriots tarihindeki altı şampiyonluğa da imzasını attıktan sonra, dengeleri değiştirmeye karar verdi. Tarihinde tek şampiyonluk bulunan Tampa Bay Buccaneers’ı, vakit kaybetmeden zirveye çıkardı. Sistemin ta kendisi olduğunu, 40 yaşını devirdikten sonra dahi yeni bir yapıyı vadedilmiş topraklara götürebileceğini kanıtladı. İdeal sporcu yaşının değişebildiğini de... Andrew Luck gibi önemli bir quarterback’in 29’unda sporu bıraktığı, fiziksel yıpratıcılığı had safhadaki oyunda yeni ufuklar açtı. Bugün 45 yaşında, yeni bir play-off yarışının içerisinde, bildiğimiz gerçekleri eğip bükmeye devam ediyor. Daha atletik QB’lerin öne çıktığı bu sezonlarda da rekabetçi kalabileceğini gösteriyor. Ne zaman veda edeceğini ise, geçen yaz gördüğümüz üzere, kendisi dahi kestiremiyor. / Buğra Balaban

Hırçın

“Bu oyunu Gordie Howe’dan daha çok seven birini hiç görmedim. Sonsuza kadar oynayacağını düşünüyordum…”

1946’dan itibaren Detroit Red Wings’te 9 numaralı formayı giyen Gordie Howe’un yedeği Bruce MacGregor, 11 yıllık takım arkadaşını böyle anlatıyor. Howe, oynadığı dönemde NHL’in yıldızıydı. Red Wings'in tüm şampiyonluklarında Gordie Howe hep başaktördü. O formayı tam 25 yıl terletti. Emekli olduğunda ise 52 yaşındaydı. Evet, sayılarla ligin dengesini değiştirmişti. Ama onu eşsiz kılan sadece sayılar değildi. Saha dışında 'Bay Hokey' lakabını hak edecek kadar kibardı ama buzun üzerinde de o kadar hırçın oynuyordu ki rakip oyuncular ona 'Bay Dirsek' lakabını takmışlardı. Belki Wayne Gretzky, Bay Hokey’in rekorlarını geride bırakmıştı. Ama Oilers’ta 99 numaralı formayı giymesinden de anlaşıldığı üzere Gretzky’nin en büyük ilham kaynağı da Gordie Howe’dan başkası değildi. / Kaan Demirel

Zaman

Zamanların en iyisi değildi. ABA’in hükmü altındaki ABD basketbolu, NBA ile yeni yeni tanışıyordu. Zamanların en kötüsü de değildi. Çünkü 5 Ağustos 1976’da ABA’in en başarılı dört organizasyonunu bünyesine katan NBA, yeni bir durak olabilirdi. Jerry Buss ise daha farklı bir vizyona sahipti. Bu topraklarda oynanan basketbolun sadece bir spor olmadığını, NBA’in önünün açık olduğunu düşünüyordu. 1979’da, işinsanı Jack Kent Cooke ile yaptığı anlaşmada 67,5 milyon dolar karşılığında Los Angeles Lakers’ı, NHL ekiplerinden Los Angeles Kings’i, her iki takımın o dönem maçlarını oynadığı The Forum’u ve birkaç özel mülkü daha satın almıştı. Bu anlaşma, o dönem için bir dünya rekoru demekti. Neticede büyük balina, büyük bir adım atmıştı. Sonrasında dengeler değişti, Magic ve Bird fenomenlerini Michael adında bir oyuncu takip edecekti. Artık NBA, başlı başına bir ekonomi olmuştu. / Ruhat Akkuş

Rock Me Conte!

Sporun en büyük Hollywood senaryosu. Senarist Victor Conte, yönetmen Marion Jones, kırmızı halıda C. J. Hunter’dan Barry Bonds’a birçok isim. Filmimiz “Kaliforniya, 1984” sahnesi ile açılıyor. Conte, sporcular için beslenme şekilleri üretmek ve performanslarını zirveye çıkarmak adına bir enstitü kurar. Enstitü temiz gözükür. Ama temiz midir? Testlerde çıkmayacak bir doping bulmak ne kadar temizse, Conte’nin enstitüsü de o kadar temizdir. Victor, Marion Jones ile tanışır; Jones ilk ürünlerden verim alır. Koşu dereceleri azalmıştır ama alınan şey nihayetinde dopingdir. Ve testlerde çıkmaması gerekir. Bu nedenle ConteJones ikilisi bir kobaya ihtiyaç duyar. Jones, C. J. Hunter ile doping endeksli bir ilişki yaşamaya başlar, Hunter’ın testlerinde doping gözükmez. İksir yayılmaya başlamış, sporcuların portföyü artmıştır. Barry Bonds’un yaşı ilerlemesine rağmen fiziği gelişir, herkes bir gariplik olduğunu düşünür ama ispatlayamaz. 2002’de başlayan davalar 2015'e kadar devam eder. Ve film, “Bir şey aldık ama steroid olduğunu nereden bilecektik?” ile sona erer. / Arhan Ata Pilavoğlu

Ütopik Bir Hedef

1966 yılının Eylül ayında Eczacıbaşı Spor Kulübü’nün ilk adımlarının atılmasının üzerinden birkaç mevsim dahi geçmemişken Şakir Eczacıbaşı, baş başa kaldıkları bir ortamda Ayhan Demir'e şu soruyu sorar: "Biz Avrupalılarla ne zaman boy ölçüşebiliriz?" 16 yaşında yolu Vefa semtinden geçen, daha sonrasında Galatasaray ve Beyoğlu gibi duraklara uğrayarak bugün unutulmaz bir voleybol insanı olarak hatırlanan Ayhan Demir de bunun ütopik bir hedef olduğunu dile getirir ancak yıllar sonra 'müessese kulübü' kavramının Türk sporunu değiştireceğinden habersizdir. 1960'lı yılların başında sanayi kuruluşları arasında düzenlenen bir voleybol turnuvası, birkaç sene içinde Türkiye'nin müessese kulüplerinden ilkini ortaya çıkarmıştı. Basketbol, voleybol ve masa tenisiyle başlayan bu mücadele kendisinden sonra gelenlere de ilham olacak; aynı yoldan Efes Pilsen, Tuborg Pilsener, Beslen, Tofaş ve Ülker gibileri de yürüyecekti. ‘Devler’ artık yalnız değildi, müesseseler de buradaydı ve dengeler değişiyordu. / Kerim Kılıç

40 Sene

Yetmişli yıllar başlarken, erkek tenisi ve kadın tenisi arasında devasa bir gelir uçurumu mevcuttu. Kadın tenisçiler, aynı seviye turnuvalarda mutlu sona ulaşan meslektaşlarından katbekat az kazanıyordu. Hatta dönemin önemli turnuvalarından Pacific Sounthwest’i düzenleyen efsane tenisçi Jack Kramer, “Kadın tenisçiler, erkeklerin 10’da 1’i kadar kazanacak ve bunu değiştirmeyeceğiz” cümlesini kuracak kadar ileri gitmişti. Kısa süre sonra Billie Jean King’in önderliğinde birleşen ‘Orijinal 9’, kadın tenisinin kaderini değiştirme yolunda ilk büyük adımları attı. Virginia Slims turnuvaları ve 1973’te WTA’in kuruluşuyla beraber, kadın tenisçilerin gelirleri erkek meslektaşlarına yaklaştı. Yine de tam manasıyla bir kazanç dengesinin oluşması seneler aldı. Sporun en ikonik ama bir yandan da en arkaik yapısı olan Wimbledon, 2007 senesinde erkek ve kadın şampiyonlarına aynı ödül ücretini vererek sembolik gücü yüksek bir hamle yaptı. Venus Williams’ın o sene kazandığı 700 bin sterlin, 40 senelik bir mücadelenin sonucuydu. / Aras Yetiş

Değişim

Jan Boklöv ismi çok tanıdık gelmeyebilir. Kendisi kayakla atlamada 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında büyük bir hâkimiyet sahibiydi. Ancak onun bu listede olma sebebi çok farklı. Rüzgârlı bir günde çalışmalarını yapan İsveçli, atlayışını yaparken bacaklarını ve dolayısıyla kayak takımlarını aynı hizada tutamaz. Normalde 70 metrelik derecelere sahip olan Boklöv, kazara V şekli alan bacaklarının farklı bir aerodinamik yaratması sayesinde ortalama derecesinin üstüne 20 metre koyar ve 90 metreye ulaşır. Daha sonraları bu V-stili kullanarak müsabakalara katılır fakat hem FIS hem de spor gazetecileri, bu stili ‘estetik olmamakla’ suçlar. Hatta jüriler minimumdan yüksek puan dahi vermez ama o, bir hatadan doğan stili uygulamakta kararlıdır. Bu yol, ona 1988-89 sezonunda 5 dünya kupası zaferi getirir. Daha önemlisi, onunla anılan ve tüm kayakla atlama dünyasının kullandığı bir stil kazandırır… / Ruhat Akkuş

Yıkım

Her şey bir anda oldu. 9 Kasım 1989'da, Doğu Alman yetkililerin şaşkın bakışları eşliğinde sınırı geçen binlerce insan, Berlin Duvarı'nın yıkılışını simgeliyordu. Devrim dalgası yıllar içinde Almanya'dan SSCB'ye uzanırken dünya yeniden biçimleniyordu. Bu fırtınadan spor da nasibini aldı. Doğu Almanya, 1956'dan 1988'e uzanan çizgide olimpiyatlarda 192 altın, 165 gümüş, 162 bronz kazanmıştı. Duvarın yıkılışı, sadece bu madalyaların mazide hoş bir sada olarak kalmasını sağlamamıştı. Açılan defterler, doping destekli spor politikasının bireylerde açtığı yaraları, "Zafer yolunda her şey mübahtır" anlayışının zararlarını da gözler önüne seriyordu. Elbette Doğu Almanya, bu yolu seçen tek ülke değildi ancak duvar onların üzerine yıkılmıştı ve bu durum, rakiplerine sadece Doğu Almanya kirliymiş gibi davranma şansı sunmuştu. Yeni ülkeler ortaya çıkarken başka eski defterler kapatıldı. / İnan Özdemir

Kuzey Kralı

Son yıllarda her spor dalında tarihin en iyisi tartışması daha sık yapılıyor. Ancak biatlonda ve hatta kimilerine göre tüm kış sporlarında böyle bir tartışmaya pek de gerek yok gibi. Biatlon Kralı ve Yamyam lakaplarıyla bilinen Norveçli Ole Einar Bjorndalen’in hegemonya kurduğu kariyeri bu tartışmaya ket vuruyor. Kış olimpiyat oyunlarında toplam 13 madalya, dünya şampiyonalarında toplam 45 madalya ve 6 tane de dünya kupası genel klasmanı kazanan bir yaşayan efsaneden bahsediyoruz. Dünya Şampiyonası tüm zamanlar listesinde onu takip eden Fransız Martin Fourcade’ın yaklaşık iki katı madalyası var. Tüm bu başarıların yanında kayaklı koşu ve tüfekle hedef vurmayı birleştiren bu harika kış sporunu icra ederkenki etkileyiciliğini de unutmamak gerek. 2018’de 44 yaşında emekli olan Bjorndalen’in biatlonda yaptığı etkiyi Michael Jordan basketbol, Usain Bolt atletizm, Ronnie O’Sullivan snooker, Michael Phelps yüzme gibi örnekler ile denk tutabiliriz. / Caner Eler

Temel

"Dünyanın en pahalı futbolcusu oldu…” Bu cümlenin öznesi olan futbolcular, aslında bir kariyer virajına girer. Kimisinin ustaca alıp son sürat devam ettiği, kimisinin de o sıfatın ağırlığında ezildiği bir viraj. Ajax’ta arkadaşları ile sorun yaşadıktan sonra Barcelona’ya gitme kararı alan Johan Cruyff da 1973’te bu minvalde cümlelere özne olmuştu. O, meblağın hakkını verenler listesine dahil olacaktı. 1970’lerde Madrid takımlarının egemen olduğu La Liga’da tam 14 senedir şampiyon olamayan Barcelona ile lig zaferi yaşadı. Ertesi sezon Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynadı. Dahası kişiliği ve futbola bakışı ile kulübü, taraftarları ve şehri etkiledi. 1980’lerin sonunda antrenör olarak geldiğinde yarım kalan işleri bir bir tamamladı. Sahada onun görmek istediği futbolu oynayan Barcelona, 1992’de kulüp tarihinin ilk Kupa 1’ini kazandı. Onun el verdiği genç orta saha Pep Guardiola, ondan aldığı ilham ile daha da yenilmez bir makine ortaya çıkardı. Sarı Fare, sadece ligin dengesini değil, bir kulübün kaderini de değiştirmişti. / İlhan Özgen

Bizim Diana'mız

2002’den 2004’e üç sene üst üste Connecticut Üniversitesi’ni şampiyon yapan, 2003 ve 2004’te Final Four’un en değerli oyuncusu seçilen Diana Taurasi, WNBA’in yolunu tutmadan önce kolejde yaptıklarıyla nasıl bir şeyle karşı karşıya kalacağımızı çoktan belli etmişti. UConn Koçu Geno Auriemma, beraber geçirecekleri son Final Four’dan önce onun, her takımda işleri lehine çevirebilecek düzeyde bir oyuncu olduğundan bahsediyordu. İlerleyen yıllarda Taurasi’yle çalışan hemen herkes aynı cümleyi kuracaktı: “Bizim Diana’mız var. Onların yok.” Kolejden Phoenix’e, Atlantik’in bir yakasından diğerine, Moskova’dan Ekaterinburg’a yolculuk yapan hatta kısa bir süreliğine İstanbul’a da uğrayan yıldız oyuncu gittiği her şehirde takımı lehine dengeleri değiştiriyordu. Draft edildiği şehri hiç etmeyerek Phoenix’in bayrak isimlerinden birine dönüşen Taurasi; Rusya’da da Türkiye’de de sayısız şampiyonluk kazandı ve sayısız rekora imza attı. Çalıştığı her koç ise onun için benzer cümleyi kurdu: “Bizim Diana’mız var. Onların yok.” / Kerim Kılıç

Socrates Dergi