
Statü
18 dk
Star TV, gerek Türk takımlarının mücadeleleriyle gerekse yabancı maçlarla Türkiye'nin Şampiyonlar Ligi serüveninde önemli bir ritüel haline gelmişti. Dönemin Star TV spikerleriyle Devler Ligi'ni konuştuk.
Avrupa'nın kulüpler düzeyindeki en prestijli turnuvası olan Şampiyon Kulüpler Kupası, 1990'ların başında önce statü sonra da isim değişikliğine uğradı. Şampiyonlar Ligi adını aldı ve küreselleşen futbol dünyasının en büyük organizasyonu olmayı hedefledi. Türkiye ise o yıllarda özel televizyon tecrübesini yaşamaya başlamıştı. Star TV ve Şampiyonlar Ligi'nin yolları da tam bu dönemde kesişti. Mikrofonlarımız, Star TV spikerlerinde...
1 | Yeni Dünya
Bülend Karpat: Spikerlik esas mesleğim değildi, ben eski milli basketbolcu ve basketbol antrenörüyüm. Bir gün teklif geldi: "Özel televizyonlar açılıyor, Magic Box ve Star 1. 52 tane basketbol maçı alındı, hepsi NBA maçı ve bunun seslendirilmesi gerekiyor, sen yapar mısın?" Böylece Star TV'nin kuruluşunda yer aldım. Daha sonra da spor müdürü Turgut Koloğlugil, yardımcısı Cemal Alkan, Öztürk Pekin, ben, Akın Göksu ve Ümit Aktan'dan oluşan spor servisi kadrosuna girdim.
Ümit Aktan: Star'ın test yayınından çıkıp canlı yayına geçişi bir futbol maçıyla olmuştu. 4 Ağustos 1990 Almanya'da düzenlenen bir organizasyonda Fenerbahçe ile Galatasaray oynamıştı. "Bir bebek doğuyor" diye başlamıştım yayına…
Bülend Karpat: Bir gün kanala gelen Teleks'i tararken Şampiyon Kulüpler Kupası'nın statüsünün değişeceğine dair bir haber düştü. "Şunu bir dikkatli okuyalım" dedim. O güne kadar Şampiyon Kulüpler Kupası adında olan turnuva, Şampiyonlar Ligi adı altında tamamen yepyeni bir statüye ulaşacaktı ve bu statüde sadece devlet televizyonları değil, özel televizyonlar da ihaleye katılabilecekti.
Ümit Aktan: Şampiyon Kulüpler Kupası 1991-1992 sezonunda son sekize kalan takımlar arasında lig usulü oynanmıştı. O formatın televizyon açısından çok tuttuğunu gören yetkililer Şampiyonlar Ligi projesini ortaya çıkardılar.
Bülend Karpat: Bu Teleks'i aldım ve doğru Özcan Ertuna'ya çıktım, genel yayın yönetmenimizdi. "Özcan Bey" dedim, "Böyle bir durum var. Ne diyorsunuz?" Bana, "Bülend bunda bizim de şansımız olacak mı?" diye sordu. Ben de "Görünüşe göre öyle olacak efendim" dedim. Özcan Ertuna, "Bunu hemen Cem'e (Cem Uzan) soralım" dedi. O da hemen bizi çağırdı, "Nedir bu?" dedi. Detaylı bir şekilde anlattık. "Hemen devreye girin" dedi.
Ümit Aktan: Yanılmıyorsam, 650 bin İsviçre frangı ödeyerek; Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya ile birlikte Türkiye de yayıncılardan biri oldu.
Akın Göksu: Çok etkilendik tabii. Mahcup olur muyuz, becerebilir miyiz acaba diye düşünüyorduk.
Ümit Aktan: Satın alan yayın kuruluşunun ülkenin yüzde sekseninde izlenebiliyor olması lazımdı. Türkiye'de o zaman 17 ilde ne yaparsanız yapın Star TV izlenemiyordu. Biri, bir dilekçe verse o anlaşmayı bozabilirdi. Kim verecek ki? Bir tek TRT vardı. Ama başbakan Turgut Özal, Magic Box'ın kurucuları da Ahmet Özal ve Cem Uzan'dı… Buyurun dilekçe verin!
Bülend Karpat: Hal böyle olunca hemen hazırlıkları yaptık. Şampiyonlar Ligi'nin başlaması için İsviçre'nin Cenevre kentinde bir network yapıldı. Oraya da Star, beni konuşmacı ve sunucu olarak gönderdi. Ali Sami Yen Stadı'nın planını bulamadım bir ay. Arıyoruz, plan yok. Bu planın olması gerekiyor. Nereden gireceğiz, nereden çıkacağız, otoparklar neresi, soyunma odaları nerede, röportajlar nerede yapılacak, hangi kamera nereye konulacak gibi konuların hepsini sunumda anlatmam gerekiyor. Sonunda bir grafiker arkadaşımızla Ali Sami Yen Stadı'na gittik. Çekimler yaptık ve bu çekimlere göre bize simultane bir Ali Sami Yen çizdi. Bu çizimden slayt için çıktı aldım. Ben o slayt ile gittim Cenevre'ye sunum yapmaya.
Öztürk Pekin: FIFA ve UEFA, mason locası gibidir. Binalarına girdiğinde ayrı bir dünyaya girersin. "Burnundan kıl aldırmaz" deriz ya, tam o insanlardan oluşan bir yapı vardır.
Bülend Karpat: Herkes orada, sekiz televizyon kuruluşu, teknik elemanlar, yöneticiler... Ama ben tek başımayım. Teknik bilgileri verecek eleman yok, o bilgileri bile ben vermeye çalışıyorum. Özellikle de İngilizler sürekli soru sorarak saldırıyorlar. Neyse, yüzümüzün akıyla oradan çıktık. Ama şöyle bir durum vardı: Ali Sami Yen Stadı'nı yeni baştan yapmalıydık. Engelli yürüyüş yerleri, kadınlar tuvaleti, alt blokla üst blok arasındaki mesafe, giriş kapıları, çıkış kapıları, otopark girişleri, basın tribünü… "İlk maça kadar bunları yaparsanız maçları oynatırız. Yoksa maçları Almanya'da bir yerde oynatacağız" demişlerdi. Onların istediği şekilde Ali Sami Yen Stadı'nı yeniledik ve Şampiyonlar Ligi başladı…Tugay'ın topu kazanması, Hagi'ye vermesi ve Hagi'nin sol taraftan şutu vurması, Imanol Etxeberria'nın uzanması… Etxeberria uzanırken ben aslında topun filelerle buluştuğunu görmedim. "Gol!" diye bağırmaya başladım. O kadar güzel bir şuttu ki bu topu nasıl çıkartırlar diye düşünmüşümdür herhalde.
Bülend Karpat: Şampiyonlar Ligi sadece yayıncılık açısından bizlere katkı sağlamadı, maddi manevi tüm takımlarımıza da büyük etki yaptı.
Akın Göksu: Bence zaten futbolu spordan çıkarıp bir endüstri haline getirme projesiydi. Daha çok maç, daha çok yayın ve onların getirdiği büyük gelirler… Bence uzun dönemde heyecansız sonuca götürdü bu.
Güzel Sesli Spiker
Sabri Ugan: Bir gün Torino'da Juventus'un maçını anlatıyorum. Yabancı meslektaşlarım hemen yanıma geldiler ve dediler ki: "Sizde bir spiker vardı ve sesi çok güzeldi." Ben de anlamadım ne demek istediklerini, "Sesi güzel bir spiker... Kim acaba?" diye düşündüm. Sonra "Çok güzel şarkı söylerdi" diye açıklamaya çalıştılar. Meğer Bülend Karpat'mış.
2 | Okul
Akın Göksu: Yayıncılık açısından onlardan çok şey öğrendik. TRT'de biz ne verirsek o oluyordu ama Şampiyonlar Ligi'ne özel kanalla girince; efektler, dekorlar, müzikler… Hepsini göndermeye başladılar. "Bu ne?" diyorsun, "Dekor yapacakmışız" diyorlar.
Bülend Karpat: Mavi oda geldi, yani bilgisayarla dekorun döşendiği ve sizin de konuğunuzla birlikte programı sunduğunuz bir ortam. Masmavi bir dekor, arka tarafta dijital olarak sizi o dekorun üzerine bindirir, siz de programı sunarsınız…
Sabri Ugan: Düzen o kadar mühim ki... Otelden çıkarsın, stada gelirsin, seni karşılarlar, toplantı salonuna götürürler.
Öztürk Pekin: Televizyon toplantıları... Resmen bir imparator gibi emrederler; maçın başlamasına bir dakika kala marş çalınacak, 30 saniye kala hakemler görülecek, 15 saniye kala kadrolar ekrana gelecek… Golleri ancak şu kadar gösterebilirsiniz…
Sabri Ugan: Toplantı biter, anlatım noktasına çıkarsın, orada etrafında dört dönerler. Maçtan iki saat önce testler yapılır. Ve kendini hakikaten özel hissedersin.
Akın Göksu: Disiplin… Mesela bir program geldi. Greenwich saatine göre şu saatte Şampiyonlar Ligi sinyali, dört dakika sonra reklam, ondan sonra spiker, sonra stadyum görüntüsü, kadro, bir daha reklam… Yayın akışı saniyelere göre bölünmüş. Senaryo gibi…
Sabri Ugan: Şampiyonlar Ligi disiplininin bize acayip gelmesi bir anlamda şundan kaynaklanıyor: Biz hiç öyle bir dakiklik görmedik ki!
Öztürk Pekin: Lig olduktan sonra marş ortaya çıktı misal, çok önemli. Sonra yabancı rejiler gelip maç çekmeye başladı. Amir pozisyonuna geldi UEFA…
Bülend Karpat: Mesela Şampiyonlar Ligi, yayın arabasındaki yönetmenin arkasına kendi yönetmenini koyar. Çünkü KJ'ler ne zaman, kaç saniyede bir girecek, ne zaman çıkacak? Skoru ne zaman verecek, ne zaman vermeyecek, çekimlerde slowmotion ne zaman kullanılacak? Bunların sırası vardır. Yönetmen önceden hazırlar slowmotion'ı ve gol olunca arka arkaya verilir… Bunların hepsi Şampiyonlar Ligi'nin yayın kurallarıdır. Bunlara uymayan kurumlara da ceza verirler.
Ümit Aktan: Para verip maça giden adamların belli avantajları var ama siz evde aksiyonu izleyebiliyorsunuz ancak. E televizyon başındaki insan o kadar para verip dekoder ya da uydu sistemi alıyor ama bir farklılıkları, ayrıcalıkları olması lazım…

Pub Sohbeti
Bülend Karpat: Bir Arsenal maçı anlatacağım. Londra'da metroya bindik ve Highbury'de indik. Üç saat önce gitmişim. Orada fanatik Arsenal taraftarlarının gittiği bir pub var. Girdim, köşede kalabalık bir grup var, oraya oturdum. "Bira getiriyorlar mı?" diye sordum. "Hayır" dediler, "Sen kendin gidip alacaksın." Biramı aldım geldim. Adam ayağa kalktı, önümdeki kartı aldı, "Ooo, commentator?" dedi. "Türkiye'den geliyorum, maçı anlatacağım" dedim. Bir saatte, o Arsenal takımında hangi oyuncu hangi oyuncunun karısına asılmış falan hepsini öğrendim, düşünebiliyor musun? Bir hafta önce kimsenin haberi olmadan otel kapatmışlar, seks partisi yapmışlar. Olay olmuş. Bunları anlatıyorlar bana. Arada da tabii sakat oyuncular var mı yok mu onlardan bahsediyorlar. Bu bilgileri başka hiçbir yerde bulamazdınız.
Sabri Ugan: İnanılmazdı. "Neler oluyor böyle? Şampiyonlar Ligi maçlarını artık evinde yaşayacaksın" diye anlatmıştık. Yayın belki HD değildi ama benim göreve başladığım dönemde super slowmotion kamera gelmişti. Hatta bir pozisyonda hatırlıyorum, kalecinin ağzındaki sakız çıkmıştı ve kamera onu takip etmişti.
Bülend Karpat: Yağmurlu maçta futbolcu çıkıp kafa topunu bir vuruyor, bütün saçlar havaya fırlıyor, aralarından damlalar düşüyor, top döne döne gidiyor… Hayal dünyası gibiydi slowmotion kameralar...
Güntekin Onay: Pilot, kale arkası kameraları, jimmy jib gibi tekniklerin de spor yayıncılığına girdiğini gördük.
Ümit Aktan: Cantona'nın burun kıllarına kadar zoom girebiliyordun artık... Birinin birine tükürdüğünü, ayağına bastığını ya da küfür ettiğini tribünden göremezsiniz ama televizyon bunu size gösteriyordu.
Bülend Karpat: Avrupa futbolunun bu kadar ön plana çıkmasının sebeplerinden biri de yayıncılık anlayışıdır. Bütün özel televizyonlar teknolojiyi kullanarak yayının da çok iyi olmasını, hatasız olmasını sağladılar. Bu da işi çok güzelleştirdi…
Güntekin Onay: Şampiyonlar Ligi yayın standartları Türkiye'ye de geldi. Bu da Süper Lig yayınlarının ya da diğer yayınların standartlarını belirledi. Bir bakıma Türk televizyonculuğunun ve spor yayıncılığının daha üst seviyeye çıkmasını sağladı.

"Galatasaray, United'ı eleyince baktılar ki baba takımlar elemelerde gidebiliyor, seribaşı uygulaması getirdiler." -Ümit Aktan
3 | Öncü
Akın Göksu: Heyecan fırtınasını yansıtıyoruz falan ama Türkiye işin içinde olmayınca heyecan duyamıyorsun. Giriyor, ilk turda eleniyor bizim takımlar. Gruba kalamıyor maalesef.
Bülend Karpat: İlk dönemde en büyük başarılar Galatasaray tarafından elde edilmiştir. Galatasaray ön plandadır.
Ümit Aktan: İlk yıllarda seribaşları yoktu, her takım eleme oynayıp gruplara kalıyordu. Galatasaray, 1993'te Manchester United'ı orada 3-3 burada 0-0'la eleyince bu fikir ortaya atıldı. Galatasaray, son sekiz takım arasına kaldı. Dörder takımlı iki grupla oynanan son Şampiyonlar Ligi de bu oldu. Baktılar ki baba takımlar elemelerde gidebiliyor, seribaşı uygulaması getirdiler.
Bülend Karpat: Eleme konuları önemli, bunları oturup konuşuyorlar, bakıyorlar. UEFA sadece futbol organizasyonu yapan bir yer değil. Aynı zamanda önemli bir finans bürosu. Tüm bunlar inceleniyor.
Ümit Aktan: Ben, 3-3'lük ilk maçı anlattım, Old Trafford o zaman tadilattaydı. Bize yapılmış tahta, iskele bir platform vardı, onun üzerine çıkmıştım… Maç başladı, 1-0 oldu, 12. dakika gibiydi sanırım 2-0 oldu, beşe gidiyor… Bir ara bir atak oldu, ben de biraz bağırmışım. İngiliz yayınında spiker şöyle bir şey diyor: "Bu duyduğunuz ses, az ilerimizde maçı anlatan Türk spikerin sesi, herhalde bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyor" diyor. Nitekim maç biterken de son beş dakikada "Bizim bilmediğimiz bir şey biliyormuş gerçekten" diye bitiriyor…
Güntekin Onay: O zamana kadar Fenerbahçe'nin Manchester City ve Bordeaux, Galatasaray'ın Monaco zaferleri vardı. Beşiktaş'ın da bir Real Madrid beraberliği… Bunlarla avunuyorduk ama hiçbiri bu ölçekte değildi. United'ı elemiş olmak çok büyük bir eşikti.

O Sen Miydin?
Ümit Aktan: Schmeichel, yıllar sonra United'ın elçisi oldu. Takım kiminle oynuyorsa bir hafta önce o şehre giderdi. Yakın dönemde iki takım bir daha eşleşince İstanbul'a da gelmişti. Cevahir Otel'de bir gösteri tertip ettik; büyük ekranı koyduk, Arif'in attığı golü gösteriyorlar, ben de anlatıyorum… Schmeichel'la karşılaştık, "O golü anlatan gerçekten sen miydin?" diye sordu. Ben de "Evet" dedim. "Ne zaman bir Türk arkadaşımla bir yere gitsem cep telefonunu açıp bu golü izletiyorlar" dedi. Hatta bir daha anlattı bana golü, uzandığını ve parmaklarıyla topa değdiğini söyledi. "Ama sadece dönüp bakabildim" demişti. Bir dönüm noktasıdır Türk futbolunda o eşleşme, bir şeylerin yapılabileceğinin inancı orada başladı bence.
Akın Göksu: Ben de Galatasaray'ın gruplardaki ilk galibiyetini anlatmıştım. Barcelona'yı 2-1 yendiği maç. Hayri Hiçler bas bas bağırıyordu tepemde.
Bülend Karpat: Galatasaray'ın yakalamış olduğu o ivme, daha sonra Hagi'li kadro gerçekten Türk futbolunu da ileriye taşımıştır. Arkasından Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor gelmiştir.
Sabri Ugan: Şampiyonlar Ligi'nin benim için anlam kazandığı maç da bir Galatasaray maçıydı, rakip Bilbao. 90+2'de Tugay'ın topu kazanması, Hagi'ye vermesi ve Hagi'nin sol taraftan şutu vurması, Imanol Etxeberria'nın uzanması… Etxeberria uzanırken ben aslında topun filelerle buluştuğunu görmedim. "Gol!" diye bağırmaya başladım. O kadar güzel bir şuttu ki bu topu nasıl çıkartırlar diye düşünmüşümdür herhalde.
Bülend Karpat: Şampiyonlar Ligi sadece yayıncılık açısından bizlere katkı sağlamadı, maddi manevi tüm takımlarımıza da büyük etki yaptı.
Akın Göksu: Bence zaten futbolu spordan çıkarıp bir endüstri haline getirme projesiydi. Daha çok maç, daha çok yayın ve onların getirdiği büyük gelirler… Bence uzun dönemde heyecansız sonuca götürdü bu.

"Alo Alo!"
Güntekin Onay: Fenerbahçe, Bolic'in golüyle Manchester United'ı yenmişti. United, Avrupa kupalarında kendi evinde kırk yıl sonra yenilgiye uğramıştı. O zamanlar, dört telli hat diye bir sistem vardı. Ses ve görüntü ayrı kanaldan gelirdi. O dört telli hat, maçın başlamasına birkaç dakika kala koptu. Masamın üzerinde, her zaman iletişim için telefon durur. O telefon çaldı, şirketten beni aradılar. O maçı telefon üzerinden anlatmıştım
4 | Büyük Sahne
Öztürk Pekin: Her şeyi televizyonlar organize ediyor. Gruplar, lig haline gelmesi… UEFA Kupası'nı da öyle yaptılar dikkat et! Amaç kaliteden önce çok maç oynamak.
Sabri Ugan: İnsan arada istiyor ki bir fabrika işçisi çıksın, fabrika sahibinin kızını alsın. Ama olmuyor. Sürprize kapalı bir lig oldu Şampiyonlar Ligi.
Güntekin Onay: Eski sistemde rekabet çok fazlaydı. Zayıf olan takımın, daha güçlü bir takımı eleme şansı vardı. Kızılyıldız, Steaua Bükreş gibi takımlar başarılı olabiliyordu. Bir de örneğin Serie A'da Juventus şampiyon oluyordu, Inter ikinci oluyordu. Juventus, Şampiyonlar Ligi'nde oynarken Inter, UEFA Kupası'nda mücadele ediyordu. Onun kalitesi de aşağıya düştü.
Akın Göksu: Şimdi grup aşamasında ipe sapa gelmez birçok takım var. Eskiden sadece şampiyonların olduğu ve büyüklerin dahi elenebildiği bir ortam vardı. Sonra ikinciler de katılmaya başladı. Üçüncüler, dördüncüler devam etti... Futbol kalitesi yükseldi diyorlar. Ama bir yandan da "Acaba kalite değil de ücretler mi yükseldi sadece?" diye soruyor insan.
Sabri Ugan: Dünyada yeteneklerin azalmasının sebeplerinin başında bence sistem oyunu geliyor. Mesela Ajax şununla övünüyor: "Benim genç takımım da yıldız takımım da 8 yaş altı takımım da aynı taktikle oynar." E o zaman bu sistem içinde yeteneklerini kullanma şansını bulamazsa futbolcu, sistemin içerisinde sıkışıp kalır.
Ümit Aktan: Bir de şunu düşünmek lazım; Dünya Kupası artık bazı oyuncular için angarya olabiliyor. Ama Şampiyonlar Ligi'nin gelir sistemi, ona sunacağı imkânlar, orada çıkacağı sahne o kadar büyük ki…
Akın Göksu: Şampiyonlar Ligi'nin prestijinin yükselmesinden çok Dünya Kupası'nın prestiji düştü. Eskiden Dünya Kupası'nın ülkeler için önemi vardı, birçok ülke için gövde gösterisiydi.
Güntekin Onay: Eskiden futbol dünyasının Everest'i Dünya Kupası'ydı. Şampiyonlar Ligi çıktıktan sonra ise Şampiyonlar Ligi oldu. En iyi Afrikalı, en iyi Güney Amerikalı, en iyi Avrupalı futbolcular Şampiyonlar Ligi'nde oynuyor. Şampiyonlar Ligi daha büyük bir dünyaya dönüştü.
Bülend Karpat: Bir noktada prestiji gelire çevirme heyecanı başladı ve bunun için de teknolojiyi kullandılar.
Sabri Ugan: Televizyonculuğun geldiği noktanın, futbolu bambaşka bir noktaya getirdiğini ve televizyonu en iyi kullanan organizasyonun da Şampiyonlar Ligi olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu prestijin sürekli büyümesinin en önemli nedenlerinden biri Şampiyonlar Ligi kalitesinin en küçük şekilde zedelenmesine izin verilmemesi. Her şey değişti ama o imaj değişmedi…
Akın Göksu: Şampiyonlar Ligi her sene kulaklarımızda, "Şampiyonlar Ligi şöyle, böyle…" diye. Kapitalist sistemin kendi yolunu bulmak için başvurduğu şeylerden biri işte.
Sabri Ugan: 2007 Şampiyonlar Ligi Finali, Milan-Liverpool karşılaşması. Sanıyorum açık kanalda yayımlanan son Şampiyonlar Ligi Finali. Sonra yavaş yavaş maçlar başkalaştı. Şöyle diyeyim: "Maçlar kutuya sıkıştı!" Ve biz bir şekilde tüm karşılaşmaları izler olduk. En azından haberdar olmaya başladık. Biraz daha çabuk tüketmeye başladık. Duygularımızı maçlardan geri çektik, biraz daha analitik olduk. Bence izleyenler için de anlatanlar için de bizim zamanımızdaki futbol topu patladı ve şimdi başka bir malzemeyle oynanıyor futbol. Çabuk tüketiyoruz, bir maç bitiyor ve diğeri başlıyor.
Hayal
Öztürk Pekin: Şampiyonlar Ligi tarihinin belki de en olağanüstü finali Türkiye'de oynandı ama oynandığı stat da olağanüstü kötüydü. Bir maç için Amsterdam'a gitmiştim. Orada yayın toplantısı Hilton Oteli'nin bahçesiydi. Bir hanımefendi herkesi yata götürdü. Maçı anlatacak herkes, yönetmenler de dahil, o yatla şehirdeki kanalları dolaşarak toplantı yaptık. İki saat sonunda yat, stadyuma yakın bir yerde durdu, indik ve yürüyerek stadyuma gidip anlatım yerimizi aldık… Bir spikerin maçtan önce "Şu an Avrupa'dayım ama Asya'nın ışıklarını görebiliyorum" diyebileceği bir stat var elimizde: İnönü ya da yeni adıyla Vodafone Arena. Boğaz turundan sonra insanları iskeleye çıkarsan ve yürüyerek stada gitseler, ne kadar şık bir hareket olur. Zaten bana kalsa İstanbul'daki bütün büyük finalleri o statta oynatırım.