Suçlu

16 dk

Müthiş bir dripling sonunda köşeye gönderilen şık bir plase… David Ginola'yı, önemli bir maçta atılan bu tarz bir golle özetleyebilirdik. Ama Gino'nun kariyer ânında bir hayal kırıklığı var.

Saint-Etienne ile Liverpool, 1976-1977 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası yarı final biletini almak için karşı karşıya geldiğinde, belki de kimse 'özel' bir eşleşmeye tanıklık edeceğinin farkında değildi. İlk maçı Fransızlar 1-0 kazandı. Rövanşta Liverpool, Anfield'da son dakikalarda turu geçen taraf oldu. Bu zafer, Liverpool'un Avrupa hanedanlığının ilk büyük adımı olarak kabul görürken, 1970'lerde hem Fransa hem de Avrupa'da fırtınalar estiren Saint-Etienne içinse çöküşün ilk işaretiydi. Neredeyse her dakikası büyük bir heyecana sahne olan 180 dakika, büyük izler bıraktı. Bu mücadeleden etkilenenlerden biri de henüz on yaşındaki David Ginola'ydı. Yeşiller'in galibiyeti ile sonlanan ilk maçta televizyonun başındaydı ve o kadar büyülenmişti ki babasına şunları söyledi: "Hayatta olmak istediğim şey işte bu!" Kariyeri Fransa ile İngiltere üzerine kurulacak miniğin, futbolcu olma hayalleri böyle başlamıştı…

İdolü Johan Cruyff'tu. 14 numara için "Posterini astığım tek futbolcuydu" diyecekti yıllar sonra. 1978'de bir başka büyüyle, Dünya Kupası'yla tanıştı. Uzun saçlı Mario Kempes, onu etkilemişti. 1980'lere gelindiğinde artık sahalara adım atmanın zamanı gelmişti Ginola için. İlk deneme, hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Nice altyapısındaki yetkililer, "Yeterince iyi değilsin" diyerek kapıyı gösterdi. Fakat kısa süre sonra Toulon tarafından beğenildi ve 1985'te 18 yaşında takıma girdi. Fransa, 'Avrupa Şampiyonu' sıfatıyla 1986 Dünya Kupası'nda boy gösterirken, çiçeği burnunda profesyonel Ginola da 'oraların' hayalini kurmaya başlamıştı: "Tek amacım vardı: Fransa formasını giymek ve göğsümdeki küçük horozla ülkem için oynamak." 1987'de Fransa 21 Yaş Altı Milli Takımı'na girdi. Toulon Turnuvası'nda Fransa şampiyon olurken, 14 numaralı Ginola da en değerli oyuncu seçilmişti. İkinci sıradaki takım ise Emil Kostadinov, Luboslav Penev ve Hristo Stoichkov gibi yetenekleri kadrosunda bulunduran Bulgaristan'dı…

Hücumcu, bir yıl sonra başkente, RC Paris'e transfer oldu. Özellikle 1989-1990 sezonunda Fransa Kupası'nda dönemin en güçlü Fransız takımı Marsilya'yı eleyerek finale yükseldiklerinde dikkatleri iyiden iyiye çekmişti. Aynı yıl Brest'in yolunu tuttu ve A Milli Takım kadrosuna ilk kez seçildi. Büyük sahneye çıktığında ise tarihler 1992'yi gösteriyordu. Artık Marsilya'ya meydan okumaya hazırlanan Paris Saint-Germain için ter dökecekti…

"Kariyerimi ikiye ayırmak gerek: Fransa ve İngiltere." David Ginola, bir söyleşide "Kariyer ânınız nedir?" sorusuna bu şekilde cevap vermeye başlıyordu. Aslında Fransa kariyerinin de 'gerçek' manada başladığı yer PSG olmuştu. "Beraber oynadığım en iyi oyuncu" dediği George Weah ile birlikte harika bir ortaklık kurdular. İlk sezonlarında lig ikincisi oldular (Marsilya'nın şampiyonluğunun şike gerekçesiyle elinden alındığı sezondu). 1993-1994'te ise lig şampiyonu olmayı başarmışlardı.

David Ginola, France Football tarafından 1993'ün en iyi Fransız futbolcusu seçilmişti. Ulusal Profesyonel Futbolcular Birliği de onu 1993-1994 sezonunun en iyisi seçecekti. Aynı birliğin 'Yılın En İyi Genç Futbolcusu' ödülü ise Zinedine Zidane'a gidiyordu. Ginola'lı PSG'nin yaptıkları sadece Fransa ile de sınırlı kalmadı. Sırasıyla UEFA Kupası, Kupa Galipleri Kupası ve Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynamayı başardılar. Kulüp kariyerindeki yükselişe baktığımızda Fransa futbolunun o dönemdeki belki de en büyük yıldızıydı. Ama milli takım tarafında büyük bir yara almıştı…

David Ginola ile Jean-Pierre Papin

David Ginola ile Jean-Pierre Papin

1990'daki ilk milli davetinde Arnavutluk'a karşı sadece 20 küsur dakika forma giymiş ve 1992'deki PSG transferine kadar bir daha Les Blues kampına adım atmamıştı. 1992 yazından itibaren, Dünya Kupası'nı hedefleyen Fransa'nın bir parçasıydı artık. Elemelerin ilk karşılaşmasında Bulgaristan'a 2-0 mağlup oldukları karşılaşmada sahadaydı. Eric Cantona, Jean-Pierre Papin ve Ginola gibi büyük hücum yeteneklerine sahip Fransa, potansiyelini sahaya yansıtmakta zorlanıyordu. Yine de İsrail'e 3-2 mağlup oldukları karşılaşmadan sonra bile son maçlara İsveç'in ardından 13 puanla ikinci olarak girdiler. 17 Kasım 1993 akşamı 12 puanlı Bulgaristan'ı ağırlayacakları maçta tek puan almaları yeterliydi…

Fransa antrenörü Gerard Houllier, CantonaPapin ikilisi ile gol aramayı tercih etmiş ve Ginola'yı kulübede bırakmıştı. 32'de Cantona, Maviler'i öne geçirse de Bulgaristan eşitliği yakaladı. Dakikalar 68'i gösterirken taraftarın isteğini karşılıksız bırakmayan Houllier, 15 numaralı Ginola'yı oyuna soktuğunda skorda hâlâ eşitlik vardı. Son dakikalara girilirken Fransa, rakip korner direğine yakın bir yerde frikik kazandı. Ginola, topu aldığında bir 'klasik' bekleniyordu ondan. Korner direğine gidip, rakip müdahale edene kadar topu saklamak. Ama öyle yapmadı. Topu düzeltti ve ceza sahasında bekleyen Cantona'ya doğru gönderdi… Kötü bir ortaydı. Top, ceza sahasının dışına çıktı ve Bulgaristan atağı başladı. Bulgar futbolcular, basit paslarla orta sahayı geçti ve birkaç saniyede ceza sahasına girmeyi başardı. Sahneye Kostadinov çıktı ve şok bir golle Bulgaristan'ı 2-1 öne geçirdi. Altı yıl önce Toulon'da zafer Ginola'lı Fransa'nın olmuştu ama bu sefer kazanan Bulgarlardı. Esas gürültü ise basın toplantısında kopacaktı…

"Fransa futbolunun kalbine Exorcet (Fransız yapımı torpil) gönderdi ve takımına karşı suç işledi. Tekrar ediyorum, takımına karşı suç işledi!" Houllier'nin sinirleri yatışmamıştı. Ginola topu ayağına aldığında hakemin de düdüğü ağzına götürdüğünü iddia ediyor, Ginola'yı suçluyordu. Bulgarlar orta sahayı çabuk aşmış, ceza sahasında çok rahat hareket etmişti ama Houllier'ye göre tek suçlu Ginola'ydı… 1986'dan sonra bir türlü toparlanamayan Fransa, yine başaramamıştı.

"İngiltere'ye gitmemin sebebi o maç değildi." Ginola, yakın dönemde verdiği bir röportajda bunları söylemişti. Zaten İngiltere macerası da Bulgaristan kabusundan iki sene sonra başlayacaktı. Başrolünde ise dolaylı yoldan 'idol' Cruyff vardı. Johan Cruyff, 1995'te Tarragona'da bir golf turnuvasına katıldığında davetlilerden biri de Ginola'ydı. Cruyff, Fransızla sohbet ederken ona olan hayranlığından bahsediyor ve Ginola'yı Barcelona'ya transfer etmek istediğini söylüyordu. Ama bir şartı vardı, "Eğer Hagi ve Stoichkov'u satabilirsem seni transfer edeceğim." Fransız, hem idolüyle bir araya gelmek hem de Barcelona'da oynamak için gemileri yakmaya hazırdı. PSG'nin hazırlık kampına katılmama karar aldı. O yazı Cruyff'tan telefon beklemekle geçirebilirdi ama olmadı. Barca, Stoichkov'u satsa da Hagi kulüpte kaldı. Dahası Figo, Prosinecki ve Popescu gibi yabancı oyuncular da kadrodaydı. Devreye Newcastle girdi. Gino, önce takımın menajeri Kevin Keegan'la görüştü sonra da yardımcı antrenör Terry McDermott'la… O günlerde bir gece telefonu çaldı. Arayan, Arsenal Başkanı David Dein'di. Arsenal'deki Fransız geçidi daha başlamamıştı. Henüz Arsene Wenger bile takımın başında değildi. Ama Ginola, Dein'in teklifini Newcastle'a söz verdiği için reddetti. 'Geordie'ler aleminde Fransız' masalı, 1995 yazında başlıyordu…

"Newcastle'a gittiğimizde temmuz ayıydı ama hava hâlâ buz gibiydi. Denize giren insanlar gördük ama su çok soğuk olduğu için giremedik. Eşim, Newcastle Başkanı John Hall'un Rolls Royce'uyla şehir turuna çıktı. Döndüğünde ağlıyordu." Paris sonrası İngiltere'nin kuzey doğusuna alışmak kolay değildi elbette. Üstelik bir de Geordie aksanı vardı: "Çok iyi, yardımsever insanlardı ama dediklerinden hiçbir şey anlamıyorduk." Gariplikler takım içinde de karşısına çıkacaktı…

27 Ağustos 1995... Newcastle'da parladıktan sonra Liverpool'a transfer olan ve bir yıl evvel yuvaya dönen Peter Beardsley, sol taraftaki köşe vuruşunda topu 14 numaralı Ginola'nın önüne yuvarladı. Ginola, kanatta aldığı topu sağına doğru tıkladı ve 'imza' plasesiyle Sheffield Wednesday ağlarını buldu. Bu, İngiltere'deki ilk golüydü. Maçı 2-0 kazandılar, soyunma odasına gittiler ve Fransız, alışık olduğu üzere maç sonu sigarasını yaktı. Soyunma odasında bir uğultu koptu ve menajer Keegan, Ginola'ya doğru yaklaştı: "David, burada profesyonel futbolcular böyle şeyler yapmaz." Ginola, durumu anlayışla karşıladı ve sigarasını söndürdü. Galibiyeti kutlamak için bir mekâna gidildi. Biralara İngiliz usulü 'fish&chips' eklendi; üzerine envai çeşit sosla... Fransız, arkadaşlarına döndü ve şunları söyledi: "Evet, benim kötü alışkanlıklarım olabilir ama sizinkilerin de hiç iyi olduğu söylenemez!"

Kısa süreli kültür şokları dışında her şey David için iyi gidiyordu. Ağustosta 'Ayın Futbolcusu' seçildi. Les Ferdinand ve Beardsley ile oluşturduğu hücum tehdidi, Newcastle'ı ligin zirvesine taşıdı. Henüz iki yıl önce Premier Lig'e çıkan Newcastle, 20 Ocak 1996'da Bolton'ı 2-1 mağlup ettiğinde en yakın takipçisi Manchester United ile arasındaki puan farkı 12 idi. Premier Lig takipçileri, Blackburn'den sonra yeni bir peri masalına tanıklık edecek gibiydi ama olmadı.

Kevin Keegan ile David Ginola

Kevin Keegan ile David Ginola

24 Şubat'taki Manchester City maçından 3-3'lük skorla ayrıldılar, ardından dört maçta iki kez yenildiler. Sadece bir galibiyet alabilmişlerdi. Yine de 30 Mart'ta Liverpool'a konuk olduklarında iki maç eksikleri olmasına rağmen United'dan sadece üç puan gerideydiler ama iki defa öne geçtikleri maçı 4-3 kaybedince rüyadan uyanmak zorunda kaldılar. Futbol alemine göre kabahat, menajer Keegan'daydı. 'Suçlanan' olmaya alışık Ginola ise oynadıklarının takım oyunu olduğunun farkındaydı: "Sahada olan bizdik. Şampiyon olabileceğimize inanmaya başladığımız anda konsantrasyonumuz kayboldu, korkmaya başladık" diyordu. Her şeye rağmen Ada günleri güzel başlamıştı…

1996 yazı, Ginola'nın kariyerindeki dönüm noktalarından ikisine sahne oldu. Fransa, o yaz İngiltere'de yapılacak olan Avrupa Şampiyonası'na katılma hakkı kazanmıştı. Takımın başında, Houllier'nin yardımcılığını yapan Aime Jacquet vardı ve 'yenilenme' çalışmaları yapmaktaydı. Mesaisinin başlarında Cantona, Ginola ve Papin'e yer verse de eleme maçları oynandıkça üç yıldızı kadroya almamaya başlamıştı. Papin ve Cantona, 18 Ocak 1995'teki Hollanda maçından sonra çağrılmamıştı. Ginola ise elemelerde dört maç oynasa da 6 Eylül 1995'teki 10-0'lık Azerbaycan maçında sahaya çıktığında dahi yeri kesin değildi. Jacquet'nin Ginola ve Cantona'yı turnuvaya götürmeyeceği konuşulurken devreye Manchester United ve Newcastle taraftarları dahi girmiş ve tribün kampanyaları yapmıştı. Ama Fransa kadrosu açıklandığında üç silahşorların hiçbiri listede yoktu. Jacquet, basına Cantona özelinde şunları söylüyordu: "Eric'in kalitesinden şüphe yok ama iki önceliğim var: Orada en iyi sonucu almak ve Fransa'daki Dünya Kupası için yeni jenerasyona, Avrupa'nın en iyi takımlarıyla oynama şansı vermek." Ginola'nın adı ise ufacık bir cümlede geçmekteydi: "David için de aynı şeyler geçerli." İngiliz taraftarların çabası ise Maviler'in patronu için pek de önemli değildi: "İngilizlerin Fransa'yı desteklemesini beklemiyorum zaten."

Henüz milli takımla büyük bir şampiyonada oynayamayan Ginola için bir fırsat daha kaçmıştı. Yine de kulüp kariyeri için hayalleri devam ediyordu. Turnuva bittikten birkaç gün sonra telefonu çaldı. Hattın diğer ucunda Barcelona'nın çiçeği burnunda antrenörü, 'özgür' oyuncularla çalışmayı seven Bobby Robson vardı: "David, seni Barcelona'ya transfer etmek istiyorum." Cruyff gibi 'ama'sı yoktu. Bu sefer de Keegan'ın bahaneleri engeldi: "Gitmek istemeni anlıyorum ama sana izin veremem. Geçen yıl Andy Cole, Manchester United'a gidince taraftarla başım belaya girdi, benzer bir risk daha alamam."

Ginola'ya izin vermeyen Keegan, bu görüşmeden altı ay sonra Newcastle United'dan ayrıldı. Yerine, tıpkı futbolculuk dönemlerinde Liverpool'da olduğu gibi Kenny Dalglish geldiğinde ise Ginola için ilk büyük kâbus başlıyordu. Hücumcularını serbest bırakan Keegan'dan sonra sahada disiplin isteyen Dalglish'le çalışmakta zorlandı. 1997 yazında, yatıyla tatil yaparken Tottenham'ın sansasyonel sahibi Alan Sugar aradı ve Fransızı önce yatına sonra da Londra'ya davet etti. Gino, Dünya Kupası'nı Londra'da bekleyecekti…

Alan Sugar, Ginola'dan kısa süre sonra da ortağı Les Ferdinand'a Tottenham formasını giydirmişti. Üstelik Alman santrfor Jurgen Klinsmann da kadrodaydı. Fakat beklentiler sahaya hiçbir zaman yansımadı. Ligi 14. bitirdiler ve FA Cup'a erken veda ettiler. Ginola için en büyük hayal kırıklığı ise o sezon sonunda yaşandı. Fransa Milli Takımı kadrosuna bir kez daha alınmamıştı ve Fransa o yaz, tarihinde ilk kez Dünya Kupası'nı kazanıyordu: "Stadyumdaydım ve sanırım üzülen tek Fransız bendim. Otele gittim ve ağladım" diyordu Ginola. Turnuvanın yıldızı ise Ginola'nın Fransa'da en iyi oyuncu seçildiği senenin 'ümit vadeden genci' Zidane olmuştu.

Belki de bu yıkımın hırsıyla, İngiltere kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçirecekti. Tottenham, 1998-1999 sezonunu 11. bitirse de FA Cup'ta yarı finale çıktı, Lig Kupası'nı ise müzesine götürdü. Ginola özellikle Lig Kupası çeyrek finalde Manchester United maçında oynadığı futbolla büyülemişti. FA Cup'ta ve ligde de Tottenham seyircisini neredeyse her maçta etkilemeyi sürdürdü. Sezon sonunda Profesyonel Futbolcular Birliği'nin (PFA) "Sezonun En İyi Futbolcusu" ödülünün kazananı, 11. sıradaki takımın yıldızı Ginola'ydı. Şampiyon Manchester United'ın menajeri Alex Ferguson yanına geldi ve konuşmaya başladı: "Biz şampiyon olduk ve sen de yılın oyuncusu seçildin…" Ginola gerilmişti, maçlarda genelde öfkeden kızarmış hâlde gördüğü Fergie'den bir fırça da kendisinin yiyeceğini düşünüyordu ki cümlenin gerisi geldi: "Oyuncularımın çoğu sana oy vermiş." Aynı yıl Yazarlar Birliği tarafından da aynı ödüle layık görülen Fransız için 'doğru takım' nihayet bulunmuş gibiydi ama yine bir antrenör krizi kapısını çaldı.

1998'de takımın başına geldiğine "Senin sihrine ihtiyacım var" diyen menajer George Graham ile arasındaki gerginlik hissedilmeye başlamıştı. 14 numaraya göre ödül Graham'ı rahatsız etmişti: "Takımdan daha çok konuşulan birinin olduğunu düşünüyordu." Ferdinand ise arkadaşına hak veriyordu: "Graham'la anlaşan kimse yoktu ki!" Ve ipler, 2000 yazında yine patron Sugar'ın telefonuyla koptu: "David, George Graham seni satış listesine koymamı istiyor."

2000'den sonra işler pek de parlak gitmedi. Aston Villa'ya transfer olsa da bu sefer de menajer John Gregory ile 'fitlik' kavgası verdi. Manchester City'ye attığı golden sonra formasını çıkarıp bağırmaya başlamasının sebebi de buydu: "Gregory şişman olduğumu söylemişti. Formamı çıkardım ve olmadığımı gösterdim." Yine de 33 yaşına gelmişti ve artık yaşlandığını kabul ediyordu. İki sene sonra Everton'a transfer oldu. Kulüpte, onu gülümseten tek şey Paul Gascoigne'in şakaları olacaktı. "Her gün şaka yapıyordu, her gün… O zaman saçlarım uzundu ve ilk antrenmanımda Gazza da sahaya uzun bir perukla çıkmıştı."

Ginola, kariyerinin son maçına Arsenal karşısında çıktı. "En zorlu rakibim" dediği Lee Dixon'la sarıldı ve futbola veda etti. Dans yarışması, oyunculuk, şarap üretimi ve sunuculuk deneyimleri onun futbol dışı bir karakter olduğunu özetliyor aslında. Yakışıklılığından mütevellit topçuluğundan kalma mankenlik kariyerinden ve 'cesur' pozlarından bahsetmeye gerek yok… Yine de 1998'i unutmuş değil. "Hayallerimi çaldılar" diyen Ginola, hem Houllier'yi hem de Didier Deschamps'ı suçlamaya devam ediyor. Hatta 2012'de Houllier ile davalık olsalar da kaybeden taraf yine Ginola olmuştu. "Onun manevi vatanı İngiltere" diyen Emmanuel Petit, Ginola'ya destek verenlerden: "Bulgaristan maçında hepimizin hatası vardı" diyordu orta saha oyuncusu. Gino da 2000 yılında yayımladığı otobiyografisinde o maçın, hayatının geri kalanını etkilediğini belirtiyor; büyükbabasının, Houllier'nin basın toplantısında sarfettiği sözlerden dolayı kalp krizi geçirmek üzere olduğunu söylüyor ve ekliyordu: "Bu bir takım oyunu. Bir ülkenin başarısızlığından nasıl tek bir adamı sorumlu tutabilirsin?"

Topu alışı, kafası ve vücudu dik bir şekilde driplinge başlaması, bir anda yön değiştirmesi ve iki ayağını da aynı oranda neredeyse kusursuz kullanması… Ginola'yı sahada gören birçok insan, sırf onun ne yapacağını merak ettiği için bile o maçı izleyebilirdi. Fransa'da, İngiltere'de ya da o yıllarda Türkiye'de ekran başında olmanız çok fark etmezdi. Belki antrenörlerin istediği taktiğe uyan, rakibini kovalayan özelliklere sahip değildi ama taraftarın görmek istediği yetenek pırıltılarını sahaya taşıdı. Daha da önemlisi futbol oynarken keyif aldığını izleyene de hissettirmesiydi. "Futbolcu olamazsınız, futbolcu doğarsınız" diyordu bir söyleşisinde. Birkaç ay önce Sky Sports'ta David Jones ve Jamie Carragher'a konuk olduğunda, Twitter üzerinden gelen "Bugün en iyi döneminde olsan, değerin ne olurdu?" sorusuna verdiği cevap ve sonundaki duyguları her şeyi anlatıyordu aslında. Artık farklı bir dönemin hüküm sürdüğü ile girdi lafa. Carragher, "70-80 milyon sterlin ederdin" dedi. Ginola, tekrar sözü aldı ve şöyle devam etti:

"Futbolun eğlence için oynanması hoşuma giden bir fikir. Ama bugünkü futbol geçmişteki kadar eğlendirmiyor. Daha çok taktiksel ve birlikte hareket etmek üzerine kurulu bir oyun var. Yetenekli oyunculara, kendilerini göstermek için alanlar açmak yerine taktik savaşlarına kafa yoruluyor. Bundan endişeliyim aslında. Her haftasonu maç izlerken heyecandan ayağa kalkmadıktan sonra insanların ne kadar para verdiği beni ilgilendirmiyor. Bizim Pazar Ligi'nde futbol oynayan insanlara şunu dedirtebilmemiz lazım: 'İstediğim kadar top oynayayayım, ben bunu asla yapamazdım. Bu bir yetenek. Bu bir hediye.' Bana soruyorsun: 'Topu aldığında nasıl yön değiştirip pası veriyordun?' Bilmiyorum. Onlara çalışmadım ki. Tamamen içgüdüydü. Futbol budur: Yaratıcılık ve içgüdü. Futbolda herhangi bir şeyi kontrol altına alamazsın. Bu yetenek işidir. Topu aldığında, top senin arkadaşındır artık. Nereye gideceksin, neresi boş, rakibin ve arkadaşların nerede… Mesele bu… Bu oyunu seviyorum…"

Kısa bir sessizlikten sonra David Jones söze girdi: "David, neredeyse ağlayacaksın. Bize göre paha biçilmezsin…"

Socrates Dergi