Suçlu Kim Olacak?

4 dk

Milan, transfer döneminde en çok konuşulan takımlardandı. Eski günlere dönmek için bu yeterli olacak mı?

23 Aralık 2016’da Katar’da oynanan İtalya Süper Kupası maçı öncesinde Milan için işler hiç fena gitmiyordu. Finaldeki rakipleri, 2012’den beri ligde mağlup edemedikleri Juventus’u birkaç ay evvel yenmişler, Şampiyonlar Ligi’ne katılım için ümit vermeye başlamışlardı. İvme, Katar’da da devam etti. Penaltı atışları ile Serie A’nın ‘ağası’ Juventus’u yendiler. Maç sonunda, Şampiyonlar Ligi tarihinin en başarılı takımlarından Milan’ın futbolcuları İtalya Süper Kupası için sevinç gözyaşları döküyordu...

Sezon ortasında yaşanan bu enerji boşalması, Noel sonrasına kötü yansıdı. 2017’nin hemen başında Napoli, Udinese ve Sampdoria karşısında art arda mağlubiyetler yaşadılar. Sosyal medya kullanıcısı Milan sevdalıları için yine zaman makinelerine atlayıp ‘Neydi o takım be!’ minvalinde cümlelerle son Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Milan 11’i paylaşımları yapmanın vakti gelmişti. Yine de Serie A’yı 6. sırada bitirdiler.

Juventus galibiyetlerini bir kenara koyarsak, 2016-2017 sezonunda Milan’ı manşetlerde pek görmedik. Li Yonghong’un kulübü satın alışı, o ender anlardan biriydi. Çinli iş adamının etkisi, hayal kırıklığı ile geçen sezonun bitimiyle kendini gösterdi. Yeni sezon için transferler art arda geldi ve Milan, bir anda spor basınının ilgi odağı oldu. Öyle ki Mateo Musacchio gibi fark yaratacak bir savunmacının transferi bile gölgede kalacaktı. Önceki sezon dikkat çeken isimlerden Franck Kessie, Andrea Conti, Lucas Biglia, Nikola Kalinic ve Juventus defansının ana damarı Leonardo Bonucci transferlerini düşünecek olursak, bu durum hiç de mantıksız gelmiyor tabii. Gianluigi Donnarumma krizinde kulübün gösterdiği direnci ve genç yeteneği takımda tutmayı bilmelerini de unutmamak lazım.

Birkaç ay evvel geçmişe özlem duyan Milan taraftarı, bir anda gelecek hesapları yapmaya başladı. Inter ve Juventus’un büyük transferler yapmadığı, Roma ile Napoli’nin büyük paralar harcayamadığı bir ortamda Milan’ın avantajı yadsınamaz. Ama yeni oyunculardan kurulu bir takımın, ilk sezonunda Serie A’nın zirvesine konması da pek kolay değil. ‘Yeni Milan’ ile ilgili akıllardaki en büyük soru işareti ise Vincenzo Montella’nın Milan’ın ölü toprağını atabilecek kapasitede bir antrenör olup olmadığı.

Haklı bir kaygı fakat bir de yıldız sorunları var gibi... Milan, tarihi boyunca daima dibe vurduktan sonra en yükseğe sıçramasını bildi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir türlü kendine gelemeyen İtalyan futbolunu, 1960’larda Inter ile beraber Avrupa’nın zirvesine taşıdılar. Bu dönemki başarılarında, Nereo Rocco’nun Gianni Rivera üzerine kurduğu bir sistem vardı. Sonra, 1970’lerin bitiminden 1980’lerin ortasına dek süren bir kriz daha yaşadılar, küme düştüler. Silvio Berlusconi’nin başkan olmasıyla önce bataklıktan kurtuldular, bir sene sonra da Ruud Gullit ve Marco van Basten transferleri ile Avrupa’nın zirvesine yürüyüşe başladılar. Franco Baresi gibi büyük bir lidere sahiptiler ama Arrigo Sacchi’nin ‘çılgın’ sisteminin en değerli parçası Ruud Gullit idi. Sadece saha içinde de değil üstelik. İlk senesinde, basın mensupları ile arasında geçen şu diyalog, saha dışındaki ‘cesur’ tavrının en güzel örneğiydi belki de:

— Eğer takımınız Avrupa kupalarına katılamazsa ne olacak?

— Bu saçma bir soru. Sezon sonunda ne olacağını göreceğiz. Eğer, eğer, eğer... Eğer annemin s.ki olsaydı babam olurdu!

Son yükseliş dönemlerinde de durum farksızdı; takımda Paolo Maldini, Alessandro Nesta, Andrea Pirlo ve Clerence Seedorf gibi kendine has, lider özellikli oyuncular dikkat çekiyordu.

Bugüne dönersek tablo biraz muğlak; ‘Çin malı’ Milan, şu ana kadar transferlerle heyecan uyandırmayı başardı ancak olası bir kriz anında -ki bu Montella’nın hesabına da yansıyabilir- ilk tepki lider karakterli yıldızlardan gelir, özellikle de Serie A sahalarında. Milan’ın buna sahip olup olmadığını hep birlikte göreceğiz...

Socrates Dergi