Kur Hikâyeleri
5 dk
Kurlar son 4 sezonda bizde 4,6 katına çıkarken son Dünya Şampiyonu Arjantin’de 13 katına çıktı, biliyor muydunuz? “TL kazanıp döviz harcıyoruz” kalıbı ise her fırsatta önümüze getiriliyor. Aslında konunun matematik tarafını anlatmak için bir yazıya bile gerek yok… “Avro 5 liraysa bilet 50 forma 125, avro 35 liraysa bilet 350 forma 875 lira, her şey ortada” demek yeterli… Ama söylenmesi gereken başka şeyler de var.
Yıllardır duyduğumuz, bombardımanına tutulduğumuz “TL kazanıp döviz harcıyoruz” kalıbı, yöneticilerin de konunun uzmanı(!) yorumcuların da ağzından, kaleminden, klavyesinden eksik olmuyor. Tüm ekonomik ve yönetimsel kepazeliklerin gerekçesi olarak önümüze fırlatılıyor.
Aslında bu kalıp, yapılan zamlara açıklama için kullanılsa gayet anlaşılabilir bir gerekçe olur… Evet, kulüplerde harcamaların çok önemli kısmı(başta transfer ve yabancı futbolcuların ücret giderleri) yabancı para üzerinden yapılan anlaşmalara dayalı. Üstüne, TL bazlı giderlerin bir kısmı da(ulaşım, konaklama vb) artan dövizle yükseliyor.
Gelirlerde ise oyuncu satışları, sponsorlukların çok büyük kısmı, UEFA gelirleri, yayın(2018’e dek) gibi bazı kalemler döviz veya dövize endeksli olsa da bilet ve ürün gibi kalemlerde fiyatlar TL. Kulüplerin kur artışlarında kayıptan korunmaya çalışması, haliyle bu fiyatlara zam yapması anlaşılabilir bir durum… Futbolseverlerin, hoşlarına gitmese de anladıkları, geçmiş tecrübelerimizle sabit.
Oysa kalıp, ilginç bir şekilde yaşanan sorunların gerekçesi olarak önümüze itilip “yememiz” bekleniyor. Bu andan itibaren artık bir yalan…
Lafa Değil Belgeye Bakmak
Örneğin UEFA’nın 2019’da yayınladığı raporun 51. sayfasındaki, 2008-17 yılları arasında liglerin gelir artışını gösterdiği grafiğine bakalım. “TL kazanan” ve habire kurdan şikayet eden “gariban” Süper Lig, bu dönemde gelirini avro bazında tam %108 oranında arttırmış, avro olarak 2 katının üzerine çıkarmış. Lig geliri 380 milyon, kulüp başına ortalama gelir ise 21,1 milyon avro yükselmiş. Dövizle kazanan Hollanda’yı geriden gelip geçmiş, hem de döviz bazında... Gelir artış oranında, oligarkların para akıttığı Rusya ve yayın geliri arşa çıkan İngiltere’nin hemen arkasında 3. sırada… Avro ile kazanan İtalya, Fransa, Hollanda, Portekiz gibi liglere müthiş farklar atmış. Yani: Halep ordaysa arşın burda!
Kulüplerin KAP bildirimleri bir başka arşın… Keza, Kovid öncesi UEFA raporlarından Süper Lig’in gelirlerini çekip görselleştirdiğimizde, bu söylemi yalanlayan bir grafik ortaya çıkıyor.
Grafik: İsmail Şayan
Fiyatlandırma kontrolü elinizde oldukça, fiyatları dilediğiniz zamanda dilediğiniz gibi ayarlama özgürlüğüne sahipseniz, isterseniz Arjantin pezosuyla kazanın, pek önemli değil… Ve kulüplerimiz o özgürlüğe sahip. Neye ne zaman ya da ne oranda zam yapabileceklerine dair hiç bir kısıtlama yok. Zaten bu özgürlüğü istedikleri gibi kullanıyorlar.
Bu özgürlüğü kullandıkları yerse taraftarlarının cepleri… Bileti, formayı 3 yıl öncekiyle aynı fiyata alabilenimiz var mı? Yani aslında kur artışlarında ana bedel ödeyici taraftar. Onların cebine başvuruluyor. Çoğunun ücreti kurla birlikte artmıyor, ama kulüpler fiyat arttırabiliyor. Ve faturanın gerçek ödeyicilerinin karşılarına geçip hiç sıkılmadan “TL kazanıp döviz harcıyoruz, ondan” diyorlar…
Aslında kulüpler kamuoyuna bu yalanı pazarlarken, KAP’a yaptıkları bildirimlerde adeta gerçeği itiraf ediyorlardı. Örneğin, sponsorluklarla ilgili verdikleri tablolarda neredeyse tüm sponsorluk anlaşmalarının döviz üzerinden olduğu görülebiliyordu. Hatta yatırımcılarına, TL üzerinden yapılan satışlarda kur artışının nasıl bir gelir yükseltme aracı olarak kullanıldığını açıkça anlatıyorlar. Buyrun, biri imzalı mühürlü iki örneği KAP belgeleriyle görsellerde…
Yıllarca bunu tekrarladılar, peki sonra ne oldu?... Yayın gelirleri dövize endeksli olarak ödeniyordu, örneğin Göksel Gümüşdağ ile Aziz Yıldırım’ın canlı yayındaki “hangi tarihli kur olmalı” tartışması hemen hatırlanacaktır… Derken bir gün yayıncı karşılarına geçip “asıl TL kazanıp döviz ödeyen benim, yayınları TL ile satıyorum, ödemeyi de TL yapmam gerek” deyiverdi!
Gözde bahanelerini onlara karşı kullandı. Kendi kazdıkları çukurdaydılar! Yayın ödemelerinde TL’ye dönüldü. Hatta 2022 ihalesi de TL üzerinden yapıldı. Son ihalede yeniden dolara döndük.
Evveliyatını da unutmamak gerek… 2000’li yıllarda kur artışı çok düşük oranlarda gerçekleşti, enflasyon oranlarıysa kurdan daha yüksekti. Kulüpler bu kez enflasyonu öne sürerek kurdan daha yüksek oranda zam yaptılar. Tam nalıncı keseri…
Hatta İtalya Futbol Federasyonu’nun yayınladığı raporda, 2015’te Avrupa’nın en fahiş bilet fiyatlarının Süper Lig’de olduğu ortaya çıktı! İş buraya kadar gelmişti: Günlük mesaiye 8 saat dendiğinde; ortalama bir bireyin Danimarka’da 36, Hollanda’da 76 dakika; Portekiz, Belçika, İsviçre veya Fransa’da 2 saat; İngiltere(kıtanın en pahalı biletleri) veya İspanya’da 4 saat 15 dakika çalışarak alabildiği lig maçı bileti için Türkiye’de 5 saat 36 dakika çalışmak gerekiyordu!..
Sivil Toplum Kuruluşları ve Toplum
Kur artışı tüm toplumu etkiliyor, sadece kulüpleri değil… Ve kulüplerin aksine, bu toplumun önemli kısmının bu artışa karşı koruması yok. Ama kulüpler kuru gerekçe göstererek, asıl zorluğu yaşayanların karşısına geçip adeta tek zorluk yaşayan kendileriymişçesine yakınıyorlar.
Aslında düşmeyi kaldırarak ligdeki takım sayısını 18’den 21’e çıkarıp, yani maç sayısını %24,2 oranında arttırıp ondan sonra da “yayıncı kuruluş galibiyet primini azalttı” diye şikayet edenden sağduyulu yaklaşım ummak belki de bizim hatamız…
Bu ülke, çok uzun yıllar yüksek enflasyonla yaşadı. Örneğin tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katılışımız, UEFA kupasını kazanışımız gibi başarılar bu dönemlerde geldi. Giderlerde yük yine dövize endeksliydi, hatta yerli yabancı fark etmeksizin tüm futbolcuların maaşları dövizdi(henüz adı avro değil ECU idi, kontratlarda Dolar ve Alman Markı popülerdi). Ama o dönemin yöneticileri kendilerini toplumdan azade, toplumun üzerinde gören bir tavır içinde değildiler. Kimseyi kandırmaya çalışmadılar, “TL kazanıp döviz harcıyoruz” gibi bir bahaneye sığınmadılar. 4 yılda, 1996’dan 2000’e, dolar kuru bu dönemin artışını ikiye katlamış, 9 katına çıkmışken bile!
Aradaki bu söylem farkınının sebebinin kur olmadığı ortada… Fark söyleyende! Herkes aynı derdi çeker ve bununla kendi imkânlarıyla baş etmeye çalışırken, durumu kendine kamu eliyle sağlanacak özel ayrıcalık fırsatı olarak görmekte…
Arjantin Pezosuyla Kazanıp Dünya Şampiyonu Oluyoruz
Bu arada, parası bizden çok daha hızlı değer kaybeden Arjantin’i de es geçmemeli. Messi faktörlerüstü bir faktör, yadsınamaz. Öte yandan, Arjantin’in sürekli yeni yetenekler ortaya çıkardığı, çünkü futbol sistemini bunun üzerinde kurduğu, sporcu eğitimine önem verdiği, yarımız nüfusuyla dünyanın en çok oyuncu yetiştirip ihraç eden üçüncü ülkesi olduğu ve Messi’yi destekleyecek doğru oyunculara bu sayede sahip olabildiği de atlanmamalı. Kısacası, krizleri üretimiyle pasifize ediyor. Bizimkilerden farkı bu…
Ve elbette Premier League başka bir yerde ancak bunu anmadan geçmek de olmaz: 2008 krizinde Sterlin çok hızlı bir şekilde %25 civarı değer kaybetti. Kulüplerden arka arkaya “Taraftarlarımız zor bir dönemden geçiyor. Onlar yıllarca bize destek oldular, şimdi sıra bizde, kombine ve bilet fiyatlarını donduruyoruz” açıklamaları gelmeye başladı.
20 kulübün 16’sı zamsız devam etti. Fiyat arttıran 4 kulübün 3’ü ise lige yani çıkmış, yani Championship Tarifesi’nden Premier League Tarifesi’ne geçen kulüplerdi. Kovid kulüpleri sert vurup roller değişene kadar da çoğu kulüpte uygulama sürdü. İlişkiyi yürütüş biçimi, kafa yapısını yansıtır. Ortaya, doğası gereği kulübünün söylemine inanma eğilimli taraftarı “kandırılıp yolunacak kaz” olarak görmeyen bir ilişki koymak da mümkün…