Bir Geçmiş Özlemi
8 dk
Beşiktaş'ın 37 yıllık malzemecisi Süreyya Soner'in hayatı, Güzel Adam Süreyya isimli belgesele konu oldu. Soner ile bir araya geldik ve geçmişi konuştuk…
Önce bir not. Güzel Adam Süreyya, 37. İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışma bölümünde de yer alıyor. Biz ise belgeselde hayatı anlatılan Süreyya Soner ile birlikteyiz. Söz onda...
Hayatınızın Beşiktaş'tan önceki bölümünü anlatır mısınız?
Babam denizaltı subayıydı, okumamı çok istiyordu. Okuyamadık. Ya da okumadık diyeyim. Matbaa işçiliğine başladım, mesleği öğrendim. Bir de Yeşilçam hastalığı vardı bende, bir yandan orada set işçiliği yapıyordum.
O dönem Beşiktaş ile ilişkiniz ne boyuttaydı?
Çocukluk arkadaşım, kan kardeşim, rahmetli Murat vardı… Her saniye beraberdik. Matbaada da birlikte çalışıyorduk. Onunla Beleştepe’ye gider, ikinci yarı stada girmeye çalışırdık. Kavgalar, dövüşler, deplasmanlar, fanatiklik… Böyle bir hayat. Keşke Murat da olsaydı da bu şampiyonlukları beraber yaşasaydık ama o günler bir daha gelmiyor maalesef. Zor ama güzel günlermiş, arıyorum çok.
Bir gün Beşiktaş, Adana Demirspor deplasmanındaydı. Murat “Süreyya,” dedi, “Her taraf kar, gel bu hafta gitmeyelim, gezelim” dedi. Normalde Beşiktaş’tan kalkan otobüslere atlardık, paramız da yok, bedava götürürlerdi. Gitmedik o gün. Yeşilçam Kahvesi’ne gittik, orada Murat’ın bir arkadaşıyla tanıştım, Yeşilçam’ın yolu da bana o gün açıldı. Adam olmadığı zaman beni çağırıyorlardı hemen, gidiyordum. Dönemin neredeyse bütün aktörleriyle çalıştım. 2-3 günlük işlere gidiyordum.
Filmlerde figüran olarak göründüğünüz de oluyor muydu?
Yok, kesinlikle hayır. Babam zaten Yeşilçam'a kızıyordu, okuyamadım da, ona mahcuptum. Orada beni gördüğü zaman olmazdı…
Çalıştığınız oyuncuların birinden çok etkilenmişsiniz; Yılmaz Güney'den…
Yılmaz Abi’yle İzmit'te bir film setinde tanışmıştık, Tuncel Kurtiz de vardı. Üç günlüğüne gitmiştim, onlar da sevdi beni, dokuz gün çalıştık. İki yıl boyunca iş oldukça beni çağırdı Yılmaz Abi, kopamadık. Allah razı olsun, çok iyiliğini gördüm. Hayatı ondan öğrendim. Sigarayı onun sayesinde bıraktım. Kendi içiyordu ama bana çok kızıyordu, gerekirse vuruyordu. Sonra 1974 senesinde Kıbrıs Savaşı başladı, askere gittim, bir aya yakın bir süre çadırda kaldım. Soğuk toprağın üzerinde yatmaktan ciğerlerim su toplamış. Ciddi bir hastalık geçirip 45 gün hastanede yattım. Doktor, “Eğer sigara içiyor olsaydın biz seni kurtaramazdık” dedi. Yılmaz Abi’den bana kalan bir hayattır bu aslında.

"Bir film setinde tanışmıştık. Hayatı ondan öğrendim. Yılmaz Abi'den bana kalan bir hayattır bu aslında."
Beşiktaş'ın kapısından girdiğiniz günün üzerinden 37 yıl geçti. Futbol değişirken sizin hayatınız nasıl değişti?
Yok yok, ben değişmem. Hiç değişmedi.
Karakterinizden söz etmiyorum...
Anladım ama değişmem ben. Benim dostlarım bir lokma ekmeğe muhtaç çocuklar. 48 senedir beraberiz, yola beraber çıktık, aramızda ölenler oldu, kalanlarla devam ediyoruz. Bana şimdi hanlar apartmanlar versen ne olacak? Benim hayatım bundan farklı olamaz ki... İnsanlar yemek yerken fotoğraf çekiyor, ben utanıyorum mesela, arkadaşlarım görür diye.
Benim bir Twitter hesabım var, Beşiktaş’la ilgili hadiseleri takip etmek için kullanıyorum, arada da “İyi akşamlar arkadaş” yazıyorum. Orada genç arkadaşlar diyorlar ki mesela, “Süreyya Abi senin yerinde olmak isterdim.” Şöyle diyeyim; ben hayatım boyunca ünlü kişilerle, zengin insanlarla çalıştım ama hiç kimsenin yerinde olmak istemedim. Allah kimseyi değiştirmesin. Ya da başkalarını bilmiyorum; beni değiştirmesin.
Belgesel süreci nasıl gelişti?
Gökçe Kaan (Demirkıran) geldi, konuştuk, anlaştık. Bana ters geliyordu aslında, onu da söyledim. Ama Yeşilçam'dan geldim ya, olayları biraz biliyorum, zorlanmadım. Başta iki kişi başladık, sonra yönetim kurulu arkamızda durdu. Sayın Başkanımız Fikret Orman ve İkinci Başkan Ahmet Nur Çebi'nin desteği olmasa olmazdı bu belgesel. Hiçbir yönetimin de kabul edeceğini zannetmiyorum.
Neden?
Yani, işçiyim ben, personelim burada…
Tamam ama hepsinden eskisiniz…
Ne fark eder? Yılmaz Abi, "Kardeşim, işçiysen hiçbir hakkın yok. Ben sana bağırıyorum, küfür ediyorum, kızabiliyor musun? Ha kızıyorsan, okusaydın, karşıma çıkmasaydın. Ben sana böyle davranmak zorundayım" derdi. 16-17 yaşındaydım, bana ders vermek için söylerdi bunu. "Akşam 11'de yatacaksın, sabah 5.30'da kalkacaksın" derdi. Ben onun için Twitter'da "Erken yat, erken kalk arkadaş" yazıyorum hep.
"Benim bir çaydanlık vardı, her gelen futbolcu poğaça alırdı, yuvarlak masada hep birlikte kahvaltı yapardık."
Size olan ilgi ve sevgi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tabii insanlar beni tanıyor ama burada başka malzemeci arkadaşlarım da var. Erdal Erdem, Erol Erdem, Eren Sarım… Onlar olmasa ben ne yapabilirim ki? Ben size röportaj veriyorum burada, onlar aşağıda çalışıyor şimdi. Onların da en az benim kadar emekleri var, bunu belirtirsen sevinirim. Onlar da 20-25 senedir buradalar.
İşiniz zor mu?
Yok, o kadar değil. İşini takip ettin mi, gerisi kolay. Ama iyi takip etmezsen sıkıntı yaşarsın. Kırk tane futbolcu, on tane hoca var; herkes bir şey istiyor, her gün antrenman var... Programı iyi takip edeceksin, gerekirse burada yatacaksın. Gece 3'te deplasmandan geliyorsun, sabah 11'de idman var yine, şimdi nasıl eve gideceksin? İşte belgeselde anlatıyorum; hanım iki çocuk doğurdu, ikisini de on gün sonra gördüm.
Stat değişimi sizi nasıl etkiledi? Özlüyor musunuz İnönü'yü?
Eskiler bilir; İnönü Stadı'nın havasını içine çeken, orayı ömrü boyunca arar. Ama şimdi de rüya gibi bir stadımız var. Aynı yerde olması da büyük bir avantaj, aynı havayı teneffüs edebiliyorsun. Dolayısıyla İnönü Stadı'nı değil de o İnönü günlerini özlüyorum diyebilirim. Beleştepe, oradan açılan kapılar, Kapalı Tribün'e atlıyorsun oradan, futbolcuları yakından görmek için en köşeye, çıkış tünelinin arkasına gidiyorsun... Ama hiçbir şey aynı kalmıyor. İnsanlar değişiyor, çağ değişiyor, her şey değişiyor… Mahalledeki gecekonduların hepsi apartman şimdi. Odun alıp taşıyorduk, şimdi bir tuşa basıyorsun ev ısınıyor. Daha neler göreceğiz bakalım… Aslında rahat. Rahat ama bana göre bu rahatlık çok iyi değil.
Eski zamanın futboluna dair en çok neyi özlüyorsunuz?
Futbolcular gelirdi sabah, kahvaltı yapardık. Rızaların, Metin-Ali-Feyyazların zamanı, benim bir çaydanlık vardı orada, her gelen poğaça alırdı, yuvarlak masada hep birlikte kahvaltı yapardık. Şimdi burada her şey dört dörtlük mesela. Ama insan eskiyi de özlüyor işte… Eskiden çim saha yoktu, her yer topraktı. Yarım gün çamurlarla uğraşıyordum. Merdaneli makinede yıkıyorduk formaları. Kurutma makineleri falan da yok, hava güneşliyse asıyorsun kuruyor. Diyorduk ki dünyanın en güzel yeri Şeref Stadı, şimdi orası otel oldu. Ben eskiyi unutamıyorum, onlarla yaşıyorum. Belgeselde de söylüyorum, fotoğraflara çok değer veriyorum. Fotoğrafların olmadığı bir dünya düşünsene, ölenleri nasıl hatırlayacaksın? Özlediklerini… Benim evimde küçük bir oda var, hatıraları orada saklıyorum. Beşiktaş odası gibi… Özledikçe fotoğraflara bakıyorum. Belki 20 sene sonra da bugünleri özleyeceğim, bilmiyorum…