
Suya Minnet
16 dk
Suyun altında sıfırdan bir yaşam keşfeden Şahika Ercümen, rekorlarla dolu hayatını Socrates'e anlattı.
Kanyon’da bir kafede Şahika Ercümen'i dinliyorum. Neredeyse "gözlerim kapalı" diye devam edeceğim çünkü insanın tüm gerginliğini alan yumuşacık ses tonu, muntazam cümleleri, nazik tavrı, ışıl ışıl gözleri ve "Acaba niye şimdiye kadar bir şampuan reklamında oynamamış ki?" diye düşündüğüm ahenkle dans eden saçlarıyla insana huzur veriyor.
Onun hayatı tam bir başarı öyküsü. Astımla mücadele ederek geçen zor çocukluğunu su sayesinde tamamen geride bırakıp dünya serbest dalış rekortmeni (hem de bir değil, birkaç defa) olmaya uzanan yolculuğunda azim ve pes etmemek başrolde. Antrenmanlar, üst üste rekorlar, ödüller, sosyal sorumluluk projeleri, seminerler, Fear Factor, Survivor, diyetisyenlik (eğitimi bunun üzerine), reklam filmleri, yazmaya devam ettiği çocuk kitabı (elbette sualtı dünyasıyla ilgili), seyahatler ve 'Türkiye'nin Maldivleri' olarak anılan Burdur Salda Gölü'nde yakın zamanda kırdığı dünya rekoru derken her dakikası dolu bir yaşam sürüyor. En ufak bir şikâyeti yok: "Çünkü dünyada limitli vaktimiz var ve bunu en kıymetli şekilde geçirmek istiyorum."
Bu kadar azimli, güçlü olma dürtüsü tahminimce çocukluğunda yaşadığın astım rahatsızlığıyla bağlantılı. Ama yine de bir rol modelin var mıydı diye merak ediyorum. Annen, belki okulunda bir öğretmen ya da aileden biri?
Bu biraz içten gelen bir şey. Bir rol modelim yoktu. Çocukken, "Bu kız dışarı çıkmasın, daha fazla hasta olmasın" gibi bir inanış vardı. "Spor hasta yapar" dendiği ve ailem de buna inandığı için spora yönlendirilmedim bile.
O dönemi bilinçli hatırlıyor musun? Ne hissediyordun?
Spor hayatımda yokken dünya o kadar boş geliyordu ki. Hiçbir şeyin anlamı yoktu çünkü hayatım normal bir çocuğunki gibi değildi, sokağa çıkamayınca bütün gün öyle oturuyorsun.

"Spor hayatımda yokken dünya o kadar boş geliyordu ki. Hiçbir şeyin anlamı yoktu."
Ne yapıyordun?
Beni dedem ve anneannem büyüttü, o tarafı çok keyifliydi. Annem ekonomi okumuş, bankada çalışıyor. Babam inşaat mühendisi, yoğun çalışıyor. Dedem dünyanın en matrak insanıydı, sürekli şakalar yapardı.
Çanakkaleli miydi?
Değildi, görevi sebebiyle en son oraya gelmişler, ziraat mühendisiydi. Anneannem de müthiş bir insandır. İkisiyle vakit geçiriyordum ama o da bir yere kadar. Onların canına okudum bu arada. Bir lokma yemek yedirebilmek için neler yaparlardı. Hastalıklardan dolayı çok iştahsızdım, evin içinde saklanmadığım delik yoktu.
Tek çocuk musun?
Evet. Bu rahatsızlıklardan dolayı ailem bir çocuk daha yapamadı. Yani aslında güçlü olmaktan ziyade bu benim için bir yaşam biçimi ve kurtuluştu. Başka bir hayata adım attım ve dönüşüm geçirdim. Öbür hayatım kapandı. O çocukluk günlerimin bazılarını düşünmek bile istemiyorum. Sadece hastanede geçen, aylarca ilkokula bile gidemediğim, sıkıcı günlerdi. Benim yolum hep elimden gelenin en iyisini yapmak, pes etmeden devam etmek üzerine kuruldu. 180 derecelik bir dönüşümdü, iki ayrı kutup. Birinde hareket bile etmiyorsunuz, birinde çok aktifsiniz. Bu tarafta olduğum için çok mutluyum. O, gerçek beni bulmama yardımcı oldu.
O yolu nasıl keşfettin? Spora yönelişin nasıl oldu?
Yedi-sekiz yaşlarımda bir aşı tedavisi gördüm, dört-beş yıl sürdü. Onun sonrasında sporla tanıştım ama gizli gizli başladım.
Nasıl?
Okul gezisiyle yelken kulübüne gitmiştik. Herkes yelkenle ilgilenirken dikkatimi orada yüzen ve değişik, monopalet denilen balık kuyruğu gibi bir paletle dalan insanlar çekti. Biraz anlattılar, "Sen de bu spora çok uygun görünüyorsun, denesene" dediler. Yaz tatiline de yakın bir dönem olduğu için, bir-iki hafta içinde ben oraya gündüzleri gizli gizli gidip yüzmeye başladım.
Kendi başına mı gidiyordun? Kaç yaşındaydın?
Çanakkale öyle güzel ve küçük bir şehir ki biz ilkokulda bisikletimize atlayıp bütün şehri gezip gece 12'de eve gelirdik yaz tatillerinde. Özgür yetişen çocuklardık. Harçlığımı kazanmak için kolyeler yapıp satardım, o yaz kolye satacağıma yüzme antrenmanlarına başlamış oldum. Bir-iki ay sonra ortaya çıktı her şey.
Zorlanmıyor muydun peki?
Hayır. Tam tersine, suya girdiğimde bir anda nefes aldığımı hissettim. Büyülü bir şey oldu. Sanki içime bir süper güç girdi, suyun altında özgürleştiğimi, zincirlerimi kırdığımı hissettim. Hani Örümcek Adam'ı nasıl bir örümcek ısırıyor ve sonra başka bir şeye dönüşüyor, bende de öyle oldu. O zehri aldım vücuduma. Kopamadığım bir aşk, tarif edilemez bir tutku oldu.

"Suya girdiğimde bir anda nefes aldığımı hissettim. Suyun altında özgürleştiğimi, zincirlerimi kırdığımı hissettim."
Ne kadar kutsal bir şey. İnsanın bu kadar küçük yaşta hayatının en büyük aşkını, ona uyan şeyi bulmuş olması. 'Ruh eşi' denilen şeyin gerçek karşılığı bu resmen.
Aynen öyle. Hayatımda başıma gelen en güzel şeydi. Çocukluğumda iyi kararlar alabildiğim durumlar oldu. Mesela bu spora başladım ama sonuçta Anadolu lisesinde okuyordum ve yoğun bir eğitimimiz vardı. Hiçbir aile "Çocuğum sporcu olsun" demiyordu, mühendis ya da doktor olmasını istiyordu. Bütün arkadaşlarım ÖSS’ye hazırlanırken ben ailemle görüştüm, üniversitede iyi bir bölümde okuyacağımı ama o seneki bütün enerjimi antrenmanlara harcayıp milli sporcu olmak istediğimi söyledim. Milli takıma girersem üniversitede burs alma şansım da olabiliyordu. Çok da destekli gittim onlara. Dershane müdürünün eşi annemin arkadaşıydı, onunla konuştum, ortaokul notlarının etkilemediğini anneme anlattı. Komşuları ayaklandırdım beni desteklemeleri için. Annem için en önemli kriter hasta olmamamdı. Benim de sağlığım o kadar iyiye gitti ki. Evden çıkmayan çocuk kışın gidip -havuz olmadığı için- Çanakkale Boğazı’nda denize girip ıslak saçla okula gidiyor ve hiç hasta olmuyor. Bağışıklık sistemimi kuvvetlendirdiğine inanınca önüm açılmış oldu. Çok iyi odaklanarak her gün antrenman yapmaya başladım. Ve sonunda söz verdiğim gibi milli takıma girdim. Ondan sonra zaten her şey değişti.
İlk rekorun buz altında gerçekleşmiş. Neredeydi?
Avusturya’da.
O süreç nasıl gelişti?
Öğrenciyken annen baban zor durumda kaldığında sana yardım edebiliyor ama üniversiteyi bitirdiğinde ayaklarının üzerinde durmak zorundasın. Spordan hiç para kazanmıyordum, işe başlayacaktım. Ama yıllardır milli takımdaydım, işe başlamadan önce dünya rekoru kırmayı denemek istedim. Hatta bunun için maddi desteğe ihtiyacım vardı ve sponsor bulamayınca bir yarışma programına gittim.
Hangisi?
Fear Factor. Onu kazanıp antrenmanlarımı organize ettim. Yoksa mümkün değildi. Madem bir tane deneme hakkım var, en sıradışı olanı olsun, yıllarca kendimi bile zor geçeyim istedim. O yüzden buz altında ve erkekler rekorunu geçerek Guinness Rekorlar Kitabı'na girecek bir rekor hayal ettik. Weissensee, Avusturya'da buzla kaplı bir göl. İnsanlar oraya paten, kayak gibi kış sporlarına gidiyorlar. Buz iki yerden deliniyor, birinden girip diğerinden çıkıyorsun. Benim hedefim 100 metre erkekler rekorunu geçmekti.
Hayatımda buzun altına hiç dalmamıştım, deli cesareti. Yengem hekim, ne yapsam diye onunla konuşurken, "Küveti buzla dolduralım, girip nefes tutmaya çalışayım, vücut alışsın" falan dedik (gülüyor). Küvette dona dona nefes tutma çalışmaları yaptım. Ama Avusturya'da buzun altına ilk girdiğimdeki his, üzerimden otoban geçiyor gibiydi. Çünkü arabalar falan geliyor oraya, buz 30-40 santim kalınlığında. Dalıyorsun, hedefe kitleniyorsun, diğer taraftan çıkıyorsun. Hedef 100 metreyi geçmekti ama iki hafta önce Alman bir dalgıç gelip 108 metre yaptı. Tam dağılırken tekrar toparlandık, gerçekten çok isteyip inanınca 110 metre yaptık.
Kaç dakika sürüyor iniş çıkış?
Branşa göre değişiyor. Mesela son rekor iki dakika ama ondan öncekiler üç-üç buçuk dakika sürüyordu. Salda Gölü'nde su çok soğuktu, hızlı gitmişim. Normalden 20-30 saniye hızlı daldım.
Dünyada paletsiz tatlı suya dalan ilk kadın oldun.
Evet. Denizde dalmak çok daha kolay. Göllerde suyun altında ne var bilmiyorsun, çoğunun suyu bulanık ve soğuk oluyor. Normal deniz 25-30 derece arasıyken, Salda Gölü yedi dereceydi ben dalarken.
Salda'nın tanıtımına da katkıda bulunacak bir projeydi bu, değil mi?
Evet. Yedi sene önce dalgıç bir hocam Salda'dan bahsetmişti. Araştırmaya başladım, hiçbir bilgi bulamadım, dalış yapılmamış, su altında ne var bilinmiyor. Bir fotoğraf gördüm internette, "Bu fotoğrafı da alıp Maldivler'den mi koymuşlar, bu ne ya?" dedim (gülüyor). Çünkü Türkiye'de o kadar yeri geziyorum, hiç bu kadar turkuaz bir göl, beyaz kum görmemiştim. Dalış yapılır mı diye bir bilgiye ulaşamayınca öyle kaldı o. Geçtiğimiz sene oranın belediyesi bizi davet etti.
Su sporları festivalleri olduğundan bahsettiler. Gidip keşif dalışı yaptım, muazzam bir yer. Yeşilliklerin arasında çok bakir kalmış. O beyaz kumların yapısı Mars'taki kuma benziyormuş ve dünyada böyle iki yer varmış sadece.
Benim için en önemli şeylerden biri Burdur'da su sporlarını aktifleştirebilmek. Çünkü bu rekora şahit olan veya duyan bir çocuk, "Ben de yüzeceğim" diyor. Göl; kano, kürek gibi sporlara çok müsait. Orada deneme yapma kararını aldık.
Dalış sırasında hiçbir korkun olmadığını okudum. O yüzden, "Seni tedirgin eden…" diye başlamayacağım ama aklında daha fazla kalan, seni etkileyen bir yer var mı?
Türkiye'de antrenmanları genellikle Kaş'ta yapıyorum ama Salda bambaşka bir tecrübeydi. Van da öyle çünkü inci kefalleri vardı. Çanakkale, Türkiye'deki en özel yerlerden birisi benim için. Çünkü hem Çanakkaleliyim hem de orada 1. Dünya Savaşı tarihiyle büyüdük ve sualtı savaş batıklarına dalma fırsatım olduğu için benim için çok büyüleyici. Belki de bunu dünyada gören sayılı insanlardan biriyim çünkü orası dünyada tanınmıyor. Bir balıklar var, tek nefesiyle dalan ben varım, bir de tüplü dalgıçlar. 280'den fazla sualtı savaş batığı var.
Bunun dışında gittiğim yerlerde yaşadığım farklı hikâyeler oraları özelleştiriyor. Mesela Mısır. Her yer çöl, yaşama dair fazla kanıt yok. Gece bazen çölde kalıyoruz, ateş yakıp yıldızlar tam tepemizdeyken kamp yapıyoruz. Sabah dalışa gittiğimizde ise o çölün hemen yanında masmavi bir deniz ve dünyanın en zengin sualtı var. Öyle bir ironi ki o kadar boşluktan sonra bir anda o canlılık orayı çok farklı kılıyor.
Deniz altında en çok neye hayran oldun?
Ben büyük canlıları çok seviyorum. Küçükler ayrı birer sanat eseri, desenleriyle, renkleriyle ama beni heyecanlandıran daha büyük olanlar. Balinalar, köpekbalıkları, yunuslar, mantalar yani o büyük siyah vatozlar. Onunla yüzmek su altında bir melekle yüzmek gibi. Kanatlarıyla seninle beraber uçuyor. Bundan öte bir görsel şölen olamaz bence. Aynı şekilde antrenmanda karşılaştığım bir balina ya da yunus. Hepsi çok asil. Biz onların yanında çok küçüğüz, güçsüzüz. Evrime en son katılıp en çok zarar veren canlı biziz. Onlar oranın asıl sahibi, biz misafiriz.
Rekorlar sırasında ölçüm nasıl yapılıyor?
İp önceden ölçülüyor. Üzerine saat bağlanıp doğru ölçülüp ölçülmediği birkaç kez kontrol ediliyor. Mesela bana soruyorlar, "100 metreye daldın, kendini iyi hissetsen 105’e dalamaz mıydın?" diye. Dalma şansım yok. İpin ölçüsü belli ve ucunda bir plaka var, onu geçip devam edemezsin. Önceden kaç metreye dalacağın belli oluyor ve bütün sistem hazırlanıyor.
Hedeflediğin metreye indiğinde ne hissediyorsun?
Bu işin iki aşaması var; iniş başka bir yolculuk, dönüş başka. İnmen hiçbir şey ifade etmiyor, çıkışın çok önemli. O yüzden indiğimde her şey yeni başlamış oluyor. Son beş metrede bayılmaman lazım. Çıkışta da prosedürü yerine getirmen gerekiyor. Hakeme işaret vermelisin, kimse sana dokunmamalı, yani bir 15-20 saniye hiç kimseden destek almadan kendin orada durabilmelisin. Mesela çıktım, yanımdaki insan bana sarıldı. O zaman geçersiz oluyor. Kendi gücünle orada durabildiğin zaman onay geliyor
Köpekbalıklarına rastlıyor musun?
Ayşegül Dinçkök'le Amerika'da dalıp köpekbalıklarıyla ilgili bir fotoğraf sergisi yaptık. Bazı şeyler yanlış biliniyor. Yılda iki köpekbalığı insana saldırırken yüz binlerce köpekbalığı insanlar tarafından katlediliyor. Biz onlar için bir canavarız. Evet, bir-iki türü tehlikeli ama Avustralya veya Güney Afrika'da denk gelirseniz... Bunu bildiğim için korkmuyorum. Hatta buradan çok daha güvenli olduğunu düşünüyorum oranın. Bizi korkutan aslında insanlar.
Çok fazla sosyal sorumluluk projesinde yer alıyorsun. En hassas olduğun konu ne?
Çevre ve nesli tehlike altında olan canlılar benim için birinci sırada. Çünkü şu anda soluduğumuz havanın yüzde 50-70'ini bile denizler temizliyor, kalanını ormanlar, ağaçlar... Çevreyi ne kadar kirletirsek deniz yüzeyinde bulunan fitoplanktonlar o kadar havayı temizleyemiyor. 15-20 yıl sonra bence soluyacağımız hava kalmayacak. Bir de nesli tehlike altında olan canlılar var. 15-20 sene sonra bizler ya da bizden sonraki nesiller bazı türleri hiç göremeyecek. Bir balinanın dışkısı bile ekosistemde zincirin çok önemli bir halkası. Biz zincirleri tek tek koparırsak tutunacak hiçbir yerimiz kalmayacak. O yüzden dengeyi bozmamak ve iyileştirmeye çalışmak benim için çok önemli. Bu konular yanında eğitim çok önemli. Birkaç rekor denemesinde çocukların eğitimine katkı sağlayacak projeler yapmaya çalıştık. Engellilerle dalış projelerim de devam ediyor.
Çok dengeli, sakin bir mizacın var gibi. Aşırı sivrilmeyen ya da sivriliklerini kontrol eden biri. Günümüzde herkes birbirini yerken bunun sırrını bize verebilir misin? Yoksa suyla temas etmek insanı dinginleştiriyor mu?
(Gülüyor) Su kesinlikle çok etkili. Nefes çalışmaları çok önemli. Fakat ben mantıken ve felsefi olarak anlam veremiyorum bazı tartışmalara, gereksiz hırslara. Sonuca bakıyorum, "Buna sinirlendim, cevap verdim, günün sonunda bana ne kazandıracak, onun için harcadığım negatif enerji ve efora değer mi?" diyorum. Bizim camiamızda da mutlaka 100 kişiden birkaç kişi senin iyi, başarılı olmanı istemiyor, önüne engel çıkartmak isteyenler var. Ya da sosyal medyada bir takipçi, aleyhinde bir şey söylüyor. Hiçbir zaman cevap vermeyi düşünmüyorum. Bu insanlar benim hayatımda ne kadar önemli, hayatımın ne kadarını oluşturuyor? Galiba o nefes alamadığım dönemin kıymetini biliyorum. Zamanın önemini biliyorum. Kötü şeylerle, tartışma, stres, kaygı, korkular gibi negatif düşüncelerle zihnimi meşgul etmeyi sevmiyorum.

"Balinalar, köpekbalıkları, yunuslar, mantalar yani o büyük siyah vatozlar. Onunla yüzmek su altında bir melekle yüzmek gibi."
Seni Survivor'da birkaç sefer izlemiştim. Bu tavrı orada da sürdürüyordun.
Orası çok uzun soluklu ve zor bir ortam. İlk zamanlar insan, "Neden buradayım?" diyor tabii. Çünkü tek yapılan şey dedikodu, kavga, "Ezik kalmamalıyım, cevabını vermeliyim." Ben aynı kafa yapısında değilim. Benim öğretilerime göre cevap vermemek, ezik olmak değil. O insana karşı hâlâ anlayışlı olabilmek, vicdanlı kalabilmek çok önemli. Orada kendimi hiç değiştirmedim ama ekstrem bir saldırı vardı, daha çok ekranda görünme heyecanıyla. Oraya giderken en büyük amacım, daha fazla çocuğu su sporlarına teşvik edebilmekti.
Hoşuna gitti mi?
Ada mükemmel. Yani doğal ortamı. Bunu bozan tek şey insan (gülüyor). İnsan olmasın, o adaya beni tek başına atsınlar, bir sene yaşarım, hiç abartmıyorum. Ama orada insanlardan soğumaya başladım, psikolojim çok etkilendi. Bu insan beş dakika önce bununla yemek yiyordu, şimdi arkasından konuşuyor. Ve bu her gün farklı varyasyonlarla devam ediyor. "Ben bu kavga ortamında olmayayım, gidip yoga yapıp yüzeyim, kendime geleyim" diyorsun, "Bak gördün mü, bütün gün hiçbir şey yapmıyor!" deniyor. Yani ne yapsan yaranamazsın. 24 saat bu laflara maruz kalıyorsun. Normalde insanlar sana böyle davransa suratına bakmazsın, uzak durursun ama burada aynı yerde yatmak zorundasın.
Açlık insanı zorluyor mu?
Beni hiç zorlamadı. Çünkü dalışlardan önce de uzun süre açız, alışkınım. Hem de kimse ölmeyecek sonuçta, biliyoruz. Nasıl dalışlarda soğuğu hissetmiyorsam açlığı da hissetmemeye çalıştım. Sadece insanların vahşi yaklaşımı beni etkiledi. Hiçbir şey yapmak istememeye başladım. Bir tek suya girdiğimde canlanıyordum, o yüzden su parkurlarında iyiydim.
Şahika senin jenerasyonunda pek rastlanmayacak bir isim. Bir aile büyüğünden mi geliyor?
Yok. Annemler değişik bir isim arıyormuş. Anlamı zirve, doruk, bir şeyin en üst noktası. Çok güzel olduğunu düşünmüşler. Bir de bir filmde ya da dizide geçen, "Elimde olsa şahikalar yaratırdım" cümlesi çok etkilemiş anne babamı. Bu ismi koymuşlar. Annem doğuma giderken isimden haberi olmayan bir tanıdığımız, "Şahika geldi mi?" demiş, çok enteresan bir şey. Annem hep, "Sen bu ismi seçerek geldin" der.
Şimdi seninle gurur duyuyorlardır.
Tabii. Yıllardır başıma gelenler bana hep bir şey öğretti. Karşına çıkan zorluklar seni öyle geliştiriyor ki, bir sonrakinde daha güçlü oluyorsun. Sosyal sorumluluk projelerinde bu kadar istekli olmamın nedenlerinden biri, suya duyduğum minnet duygusu. Su beni bu hâle getirdi. Görmek istediğim değişim için bu kadar uğraşıyorum. Bunun tüm dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum.