Suyun Rengi

12 dk

Sporculuktan sahnelere, TRT'den şampiyonluklara... Canan Ateş, spor tarihimizin ilginç hikâyelerinden birine sahip. Milli yüzücünün karşısına çıkan zorluklar ise artık kanıksadığımız durumlar.

Zaman Zaman İçinde, 1978-79’da yayınlanmış bir müzik programı. Kayıtları TRT Arşiv'de yer alıyor. Sunucusu Halit Kıvanç. Türler ve zamanlar arasında gezinilen programda türkücüler pop, popçular caz, cazcılar da türkü söylüyor. Biraz sürprizlerle dolu bir yapım anlayacağınız; her an beklenmedik bir ‘numara’, bir sürpriz yapılıyor. İşte bu sürprizlerden biri de milli yüzücü Canan Ateş! Kıvanç, Ateş ile kısacık bir sohbet ediyor dokuzuncu bölümde. Biraz komik, bazı açılardan dikkat çekici bir sohbet. İçinde sahne ışıkları, şarkılar, uzun mesafe yarışları ve bir de karpuz kabuğu var. Canan Ateş'i tanımak için çok kısa bir kayıt ama hatırlamak için iyi bir neden.

Kıvanç’ın yanı başında oturan Ateş, sunuş esnasında kollarını kucağındaki beyaz çantası üzerinde kenetlemiş, beyaz ayakkabıları ve kısacık kesilmiş saçlarıyla etrafa bakınıyor. İşin doğrusu, oraya yanlışlıkla gelmiş gibi bir hâli var. Milli yüzücü ve Türkiye şampiyonlukları sahibi Ateş’i herkesin hemen hatırlayacağını belirten Kıvanç’ın ilk sorusu, onun seneler evvel çekildiği yüzme yarışlarına dair. “Evet” diyor Ateş, “Sekiz, dokuz yıldır yarışmıyorum.” Peki Ateş’in yüzücü olarak önemi nedir? Türkiye’nin ilk maraton yüzen kadın sporcusu olması. En uzun yüzdüğü mesafe? 30 kilometre. Hemen metreye çeviriyor bu ölçüyü Kıvanç: “30 bin metre yani.” Burada Ateş’in yüzünden minik gülüşler geçiyor. Ateş, Balkan Maratonları'na katılmış Çanakkale Boğazı'nı geçmiş. Maraton yüzen ilk kadın sporcu oluşuyla ilgili de “İlk ve son olacak herhâlde” deyiveriyor. Peki 30 bin metreyi ne kadar sürede yüzmüş? Burada artık hepten gülüyor Ateş; “O biraz rüzgâra, denize, dalgaya, hava şartlarına, akıntıya bağlı” diyor, “Sekiz saat olduğu da oldu, dört saat de...” Peki ya Manş? Manş’ı geçme girişimi olmadı mı? “Hayır olmadı” şeklinde kısa, net bir cevapla ve gülerek devamını getiriyor: “Ona imkân bulamadan evlendim.” (!)

Kıvanç bir anısını anlatmasını istediğinde Ateş'in aklına gelen, yıllar evvel Burgazada’da ‘başına gelen’ aksi bir tesadüf. 200 metre kelebek müsabakasında yaşamış bu aksiliği; “Tam 100 metreyi döndüm, bir karpuz kabuğu karşımda. Hilal şeklinde bir karpuz kabuğu. Tabi onu almama imkân yoktu, diskalifiye olurdum aksi takdirde. Tam başıma geçti o karpuz kabuğu” diyor. “Nasıl?” diye soruyor Kıvanç ve cevap öyle güzel ki: “Taç gibi!”

Ateş, başına geçen kabukla Türkiye şampiyonu oluyor. Daha sonucu almadan kavuştuğu bir tür ödül adeta, karpuz kabuğundan bir taç. Marmara Denizi’nin kazanana peşinen verdiği bir ödül!

Sonra şarkıcılık macerasından söz açılıyor. Ateş, “Geldi geçti” diyor kısa sürmüş müzik kariyeri için. Kıvanç, “Peki şimdi şarkı söylüyor musunuz?” diye soruyor.

“Mutfakta bile söyleyemiyorum, vaktim olmuyor” yanıtını alıyor. Ateş ayrıca, yarışmıyor oluşuna dair de artık sadece kendisi için yüzdüğünü, bazen de çocukları yüzdürdüğünü belirtiyor.

Ateş, bu kayıtta öyle sevimli ve açık sözlü biri gibi duruyor ki “Onun hakkında daha çok bilgiyi nereden edinebilirim?” sorusu düşüyor aklıma... İnternette hakkında çok az bilgi var. Birkaç blog yazısı, hayatının ilerleyen yıllarında altyapısında çalıştığı Galatasaray Spor Kulübü’nün her yıl adına düzenlediği yüzme yarışlarının haberleri ve eski bir dergi kapağında Ateş’in deniz içinde, kameraya bakıp gülümseyen hâli... Hepsi bu. Peki ya gazete arşivleri? Milliyet ve Cumhuriyet arşivlerine dalıyorum..

Halit Kıvanç ve Canan Ateş arasında biraz komik, bazı açılardan dikkat çekici bir sohbet geçiyor.

Halit Kıvanç ve Canan Ateş arasında biraz komik, bazı açılardan dikkat çekici bir sohbet geçiyor.

Bizzat Ateş’i konu edinen ya da onun da adının geçtiği ‘spor sayfası’ haberlerinde adı belli bir tür yorumla anılmış hep; "Erkekleri utandırdı' ya da 'Erkekleri bile geride bıraktı." Sadece Türk basınında değil, Bulgar basını da onu "Birçok erkek yüzücüyü geride bırakacak bir balık" olarak tanıtmış. Başka bir haberde de Varna’da yapılan maratonda 10 erkek yüzücünün yarışı terk etmesine ‘aldırmayarak’ yüzmeye devam ettiğinin altı çizilmiş! (Kadınlar kategorisinde yarıştığı için erkeklere hiç bakmamış olabilir mi?) Bir diğer tekrar eden yorum ise Ateş’in ‘memleketin yegâne kız maratoncusu’ olduğu...

Ateş'in adına ilk defa 1959’daki bir haberde rastladım, finale kaldığı 100 metre serbest yüzme yarışmasında. 1961’de Adana’da, 200 metre serbestte Türkiye rekoru kırıyor. Dikkat çektiği ilk yarış da bu olsa gerek. Haberde Adana’nın o dönem altyapı yönünden İstanbul’dan çok daha önde olduğu belirtilmiş. İstanbul’da plajlarda antrenman yapan yüzücülere karşılık, Adana’da kanallar ve havuzlar var.

İlerleyen yıllarda 200 metre kelebekte de dereceleri var (Bkz. karpuz kabuğu.) 1967’den sonra katıldığı Türkiye ve Balkan Maratonları'nda da kürsü görmüşlüğü var, bir de birincilik almış. 1967’de kadınlarda rakipsiz, birinci. 1968’de ikinci oluyor çünkü yarış sırasında karnı çok acıktığı için yanı başında seyreden sandaldaki pilottan şeftali istemiş. Finişe çok yakın ve çok çekişmeli bir anda bastıran bu açlık rakibiyle arasını dört dakika açmış. "Enerjiye ihtiyacım vardı fakat bu şeftali bana zaman kaybettirdi" demiş basına. Şarkı söylemeye başlaması da bu yıla denk geliyor. “Bir aylığına şantözlüğe paydos” diyerek yüzmeye geri dönmesi hakkında ise şu yorumda bulunuyor: “Bana ‘Şantözlüğe başladıktan sonra artık yüzemezsin’ diyenleri mahcup etmek için yarışlara girdim. Varna’ya kadar yarışlara hazırlanacağım, sonra yine şantözlüğe devam edeceğim.”

Her gün 10 kilometre antrenman yaptığı ve Adalar-Pendik arası mesafenin kendisine hafif geldiği dönemlerde basına, “Herkesten ayrılırım, denizden asla” demiş. İki sene sonra, 1970’te son kez katılmış Balkan Maratonu'na; sebebinin bıkkınlık olduğunu, yüzmenin artık ilginç bir tarafı kalmadığını belirtmiş. “Bir gün yarıda bırakmaktansa şimdi veda etmenin daha iyi olacağını” söylemiş. Bu yarıştan az önce, Ekim 1969'da yaptığı evlilikle de basında son kez boy göstermiş Ateş; 1970'te Balkan Maratonu'na katılmış ve sonrasında adı sayfalardan kaybolmuş. Bir tek 1978'de, TRT'de Halit Kıvanç'a konuk olmuş işte...

1987’de özel bir kursta eğitmenlik yapmış, 1990’larda yüzme üzerine konferanslar vermiş, 1992’de İstanbul Boğazı geçişinde büyük kadınlar kategorisinde ikinci olmuş. Son haber ise 1999’dan; beyin kanaması geçirdiği, Kadıköy’de bir hastanede yoğun bakımda olduğuna dair... Henüz ellili yaşlarını sürerken veda etmiş hayata.

Canan Ateş, 1969'da ülkenin önemli müzisyenlerinden Onno Tunç ile evlenmişti.

Canan Ateş, 1969'da ülkenin önemli müzisyenlerinden Onno Tunç ile evlenmişti.

Canan Ateş, engellerle dolu bir kariyerin gözü pek kahramanı gibi. Karpuz kabuklarına, altyapı sorunlarına, birden bastıran açlığa, hatta bazen tecrübesizliğine rağmen başarılarla dolu bir kariyer inşa etmiş. Fakat aştığı bir büyük engel var ki ayrıca söz etmek lazım...

Gazeteci Abdülkadir Yücelman'la yaptığı röportaj, bu engelin en bariz örneklerinden. 1967’de ilk defa katılacağı Balkan Maratonu’ndan önce görüşmüşler. Yücelman bunları Ateş’in kararlılığını anlatmak için de yazmış olabilir ama insan gülmeden edemiyor:

“Sabahın erken saatleri. Pendik’ten bir kayık sahilden uzaklara doğru kürek atarken arkasından bir kız, bir erkek iki yüzücü aynı tempo içinde kulaç atıyorlardı. Sabah beş kilometrelik mesafe aynı tempo içinde geçilmiş ve yüzücüler istirahate çekilmişlerdi... Canan Ateş’e maratonun çok zor iş olduğunu, yarış sırasında yüzücülerin komaya girdiklerini boşuna anlatıyorum. Hiçbirisi kâr etmiyor. ‘İlle de katılacağım maratona, erkeklerle başa baş yüzeceğim’ diyor kız yüzücümüz. Ne söylesem boş. Bakıyorum olacak gibi değil, ‘Yarışı bitirenler geçen sene mosmor kesildiler’ diyorum son çare olarak. Birden duraklıyor, ‘Sahi mi?’ diye telaşla soruyor. Fakat bu tereddütü bir an sonra geçiyor ve ‘Hayır, hayır, maratona mutlaka gireceğim, bu benim idealim’ diyor yüzücü kızımız. Daha fazla moralini kırmak istemiyorum, ‘Peki öyleyse sana başarılar dilemekten başka bir şey yapamayacağım’ diyorum...”

Ve aynı haberin devamında, Canan Ateş’in şu sözleri dikkatimi çekiyor: “7 Temmuz sabahı saat 5’te Pendik’te denize girerken arkamda bütün kız yüzücüleri düşünerek yüzeceğim ve hemcinslerimi mahcup etmeyeceğim.”

Tüm bunlar ve TRT’deki biraz sıkılgan biraz muzip hâlleri, bana Canan Ateş'le ilgili tek bir şey söylüyor; o sahiden de renkli ve hatta göz alıcı birisi. Şimdi dönüp Ateş’in Kıvanç'a söylediklerini hatırlayın; mutfakta bile şarkı söyleyecek vakti olmadığını, artık sadece kendisi için yüzdüğünü ya da çocukları yüzdürdüğünü... Bu sizce de Manş’ı geçme imkânı bulamadan evlendiğini belirten Ateş’in, evlilik ve spor kariyeri arasında bir ikilem yaşadığını,‘olamamazlığa’ sürüklendiğine işaret etmiyor mu?

Çocuk sahibi olunca sporculuğun gereklerini yerine getirmeye zamanı kalmayan bir kadının yavaş yavaş mesleğinden çekilişi, ne kadar yakın ve hatta ne kadar olağan geliyor değil mi? Çünkü evlilik ve annelik kadınlar için tam zamanlı bir var oluş biçimi. Evlilikten sonra spor kariyerine devam eden çok sayıda kadın sporcu da var ancak mesele bu değil; mesele, Ateş gibi bir sporcunun bile bunu kabul edişindeki ‘normal’lik. Evlendiği ve baba olduğu için kariyerini bırakmak zorunda kalmış bir erkek sporcu kulağa hiç de tanıdık gelmiyor ama tersi çok olağan, kendiliğinden ve hayatın normal akışı içinden gibi.

Elbette Ateş’in anlattıklarından net bir kanaate varmak kolay değil. Yine de 1970’te katıldığı son maratondan önce zaten bıkkın olduğunu belirtmesi bana yeterli gelmiyor. Zira uzun süreli bir kariyere sahip, iddialı ve belli ki tutkulu bir sporcudan bahsediyoruz; hemcinslerini mahcup etmeme çabası içindeki, sırf şarkıcılığa geçiş yaptıktan sonra artık yüzemeyeceğini söyleyenlere içerlediği için yüzmeye geri dönen bir sporcudan...

Kabul; belki gerçekten rakibi yoktu, belki sıkılmıştı ve zaten bırakacaktı, Manş'ı geçmek asla en büyük hayali değildi, yahut gerçekten sadece evlenmiş ve anne olmuştu... Bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, onu tanımak ve hatırlamak için çok güzel nedenlere sahip olduğumuz, tıpkı Galatasaray Kulübü’nde yetiştirdiği onlarca genç yüzücü gibi...

Socrates Dergi