
Taban Tabana
9 dk
Euro 2000 yarı finali, her unsuruyla birbirine zıt iki takımı karşı karşıya getirdi. Bu zıtlıktan, futbol tarihinin en unutulmaz mücadelelerinden biri ortaya çıktı.
Hayatta her şey zıttıyla mevcut.
İyiyi anlatırken kötüler örnek olur ya da beyazı anlatırken illa siyah girer araya... Geceden konuyu açıp lafı gündüze getirmeden olmaz. İleriye doğru yaşanan hayatı geriye doğru kolay anlatmanın yolu ise eğer zıtlıklar, 16 sene öncenin hikâyesi de buradan ilham alır.
Hollanda “Herkes benden korksun!” deyip siyah şort giyer, İtalya tüm netliği ile beyazı sever. Hollandalıların üzerine kuzeyin ciddiyeti sinmiştir; İtalyanlar Akdenizlidir, tutkularıyla yaşar. Bergkamp, Overmars, Seedorf gibi adamların yapabileceklerinin sonu yoktur, ayakları yetenek kokar. Albertini, Di Biagio, Iuliano gibi mücadele insanları ise sadece rakibi değil sanki hayatı savunurlar. Hollanda saldırır, dakika ayırmaz. İtalya savunur, sanki maç biter gibi.
Bazı maçlar unutulmaz, sadece yaşattıkları değildir sebep. Düşündürdükleri, yaşattıklarından fazla gelir. Herkesin, kendi adaletinin mahkûmu olmak istediği yerdir o gün Amsterdam Arena. Birileri için bir şeylerin ters gideceği başından bellidir. Futbolu çok sevenlerin yıllardır konuşup durduklarının iki saatten biraz fazlasına sığmış halidir bu maç... Yetenek mi evladır, yoksa mücadele mi? Birbirlerini tamamlayan iki parça oldukları aşikâr lakin sahada bu kadar net şekilde ayrıldığı nadirdir. Yoksa, Del Piero’nun yetenek denen denizin en derin yerinde kulaç attığını herkes bilir. Stam’ın mücadele ile olan ilişikisi de…
Maçın içinde dolaşmadan evvel biraz daha geriye gidelim. İki yıl önce İtalya’nın başına geçen Dino Zoff, sahanın en gerisinde, kalede başlayıp bitirdiği futbol kariyerine rağmen takıma önceki yıllara kıyasla daha ofansif bir sistem benimsetmiştir. Savunmada 5-3-2, hücumda 4-3-3 diye nitelenebilecek bu sistem, Arrigo Sacchi ve Cesare Maldini dönemlerinin ardından İtalyanlar için fazlasıyla radikaldir. Ancak birikim diye bir gerçek vardır ve en güçlü yanı yine savunmalarıdır Gök Mavililerin. Turnuvaya, elemelerdeki sekiz maçın beşinde kalelerini gole kapatıp gelirler. Gruptaki rakipleri Türkiye, Belçika ve İsveç’tir, her birinin kalesine ikişer gol gönderirler. Çeyrek finalde eşleştikleri Romanya’nın da kaderi farklı olmaz.
Hollanda ise ev sahibi olmanın avantajıyla eleme sürecini hazırlık maçlarıyla geçirir. Bol bol güçlü takımlarla karşılaşır. Üç defa Brezilya’yla oynarlar örneğin, iki defa Almanya’yla. Arjantin, Portekiz, Belçika… Kadroları yıldızlarla doludur; ideal 11’lerinin tamamı Avrupa’nın en üst seviye takımlarında forma giyen oyunculardan oluşur. Başlarında ise genç bir isim vardır; yardımcılığını yaptığı Guus Hiddink’in istifasıyla ilk teknik adamlık macerasına atılan Frank Rijkaard.
Turnuvadaki ilk maçını Frank de Boer’ın son dakika penaltısıyla kazanır Turuncular. Danimarka’yı ikinci yarıda üst üste attıkları gollerle 3-0, Fransa’yı iki kez geriye düştükleri maçta 3-2 ile geçerler. Asıl maharetlerini ise çeyrek finale saklamışlardır. Yugoslavya maçında gol perdesi 24’te açılır, bir daha da kapanmak bilmez. Oynadıkları şatafatlı futbol ve beraberinde gelen 6-1’lik skor Hollanda’yı kalplere sokmakla kalmaz, İtalya önünde yarı finalin favorisi haline getirir.
İnanç Duvarı
Ev sahibinin formu, Zoff’u tedbir almaya itmiştir. İtalya, önceki maçların aksine sahaya savunma yapmayı kabul eden taraf olarak çıkar. Kanat bekler Maldini ve Zambrotta ileri çıkmamaya yeminli gibidir. Sadece Hollanda yarı sahasına bakacak olsa insan, futbolun 22 kişiyle oynandığına inanmakta güçlük çeker o gün. Birkaç hazırlık pası, kanatlara açılma ve İtalya ceza sahasında aksiyon; maçın rotası en baştan çizilmiştir. 15 dakika dolmadan Bergkamp’ın ayağından ilk ciddi tehlikeyi yaratır Hollanda ancak top direkten döner. Turuncu formalı oyuncuların gözlerinde o anda üzüntüden eser yoktur, hatta dikkâtli bakılırsa oynadıkları futboldan aldıkları keyif bile görülebilir. Sağlı sollu ortalar birbirini takip eder ancak bu ortalara ilk temas hep İtalyan futbolculardan gelir. Bir defasında Iuliano’nun Kluivert’la birlikte yükseldiği topa yaptığı ters kafa vuruşu tehlike yaratacak gibi olduysa da netice tabelaya işlenecek boyutta değildir.
Normal şartlarda bu gibi tek taraflı maçlar izlediğinizde golün geleceğini düşünürsünüz. Gözden kaçan ise oyunu bu denli yarı sahasında kabul eden takımın da gol yemeyeceğini düşünmesidir. Yine normal şartlarda, 34. dakikada Zambrotta’nın Zenden’e üst üste yaptığı iki sarı kartlık faulle tarih sahnesindeki rolünü bırakıp kulisin yolunu tutması, bir kırılma anıdır. İtalya ise kırılan parçalarını birleştirmeye ant içmiştir. Peki nereye kadar? Kırmızı kartın ardından Alman hakem Markus Merk’in verdiği penaltı kararı, hiç kuşkusuz İtalyanların inancını şöyle bir sarsmıştır. Gök Mavililerin savunma sanatçısı Nesta’nın Hollanda’nın golcüsü Kluivert’ın formasıyla mesaisinde çalan düdük, biraz ağır olsa da kural kitabına göre yanlış değildir. Asıl kırılma ise Frank de Boer penaltı için topun başına geçtiğinde gerçekleşir. Sağ köşeye yaptığı vuruşa, Gianluigi Buffon’un turnuva öncesi geçirdiği sakatlık nedeniyle kaleyi koruyan Francesco Toldo geçit vermez. Bu sadece bir kurtarış değil, aynı zamanda İtalyanların kalbinin ortasına vurulan bir inanç aşısıdır. On kişilermiş, ne gam... İtalyanlar o akşam, azalırken çoğalır. Mücadele denen aygıtın farkı da buradadır.
Hollanda’nın penaltıdan bir dakika sonra kazandığı serbest vuruş, topun başındaki Bergkamp, Cocu -ve her şeye rağmen Frank de Boer- gibi isimleri düşününce belki bir penaltı kadar net gol tehdididir. Topun barajdan kornere sekmesi, skoru değiştirmese bile Hollanda’nın boğucu baskısının süreceğinin ilanıdır. Devre bitmeden sağdan Bosvelt’in ortasına yükselen Kluivert ile bir kez daha kaleyi yoklar Hollanda, ancak bir kafa golü için mesafe biraz uzundur. Yine de Toldo’nun zorlanmadan alıp degajladığı topun kendisine geri dönmesi yirmi saniyeyi bulmaz. Davids’in ara pasında topla buluşan Overmars, Toldo’yu karşısına alırken, o anda dünyanın bütün tecrübesini bünyesinde birleştiren Maldini kademeye girer ve topu kalecisine kazandırır. 44. dakika ile ilk yarının son düdüğü arasındaki pozisyonlar bununla bitmez. De Boer’in uzun topunu harika kontrol eden Kluivert’ın şutu direğin hemen yanından dışarı çıkar.
Yarın Yokmuş Gibi
İtalya’nın imdadına devre arası yetişir. Hollanda’nın hızını kesmekle kalmamıştır bu ara, eksik kalınca düzeni bozulan İtalyan savunmasına da yeni bir planlama şansı vermiştir. Zoff’un takımı ikinci yarıya daha da hazırlıklı çıkar, hatta rakip kaleyi ilk yoklayan da onlar olur. Fiore’nin savunmaya çarpan şutu dışarı doğru süzülürken, kalesinde hareketsiz kalmaktan sıkılan Edwin van der Sar uçarak yaptığı hamleyle korneri pekiştirir. Hollanda’nın devredeki ilk şutu için yaklaşık 15 dakika beklemek gerekir. Zenden’in sol çaprazdan sol ayağının dışıyla vurduğu şut Toldo’nun kucağına yapışır yapışmasına ama aynı zamanda takımı için bir hücum borusu etkisi yaratır. Tekrar yüklenir Turuncular, sonucunu almakta da gecikmezler. 61’de Davids’in şık kontrolü ve sürpriz dönüşüne Iuliano yanlış refleks verince Markus Merk bir kez daha beyaz noktayı işaret eder. Bu defa Kluivert’tır topun başındaki isim, Toldo’yu da terse yatırır ama direk de kaleciye dahildir. İkinci penaltıda da topun kale çizgisini geçmemesi, Hollandalı futbol tanrısı Johan Cruyff’un sözlerini düşürür akla: “İtalyanlar sizi yenemez, ancak siz onlara yenilebilirsiniz.”
Tüm bunlar yaşanırken, Hollanda ile İtalya arasındaki topla oynama oranının tespiti için hiçbir teknolojik aygıta gerek yoktur. Top sadece turuncuların ayağındadır. Bir zaman sonra hazırlık pasına dahi gerek duymaz Hollandalılar; her pas bir pozisyon girşimi haline gelir. Soldan Zenden ve van Bronckhorst, sağdan Bosvelt ve Overmars sürekli orta dener, bu ortalar bir türlü yerine ulaşamaz, çoğu zaman da 18’in hava sahasına girmeden bir İtalyan futbolcuda erir gider. O katı savunma bir defa hata yapar ve saniyeler önce oyuna giren Seedorf iki rakibinin paylaşamadığı topu önünde bulur. Ama özgüven depolamış Toldo’yu geçmek için fazlası gerekir. 90 dakika sona erdiğinde, Hollanda’nın bunu başarmak için 30 dakikası daha vardır.

İki uzatma devresinin her saniyesi, maç özetinden hallicedir. Overmars’ın soldan kısa adımlarla ceza sahasına kıvrıldığı her an golü müjdeler gibidir. Bütün riskleri alır Hollanda, varıyla yoğuyla hücum eder rakip kaleye. Bir ara, iki stoperden Frank de Boer soldan taç kullanırken Jaap Stam ceza sahası içinde top bekler, pozisyon da sol bek van Bronckhorst’un ofsayta düşmesiyle biter. Bu kontrolsüzlük, İtalya’yı 100. dakikada golle burun buruna getirir. Sürpriz bir pasla Delvechhio kaleciyle karşı karşıya kalır, van der Sar topu son anda ayaklarıyla çıkarır. Bu pozisyon dışında ise değişen bir şey yoktur; Hollanda yarın yokmuş gibi saldırır, İtalya yakın gelecekteki penaltılarda hesaplaşmak üzere savunur. 120+1’de rakip yarı sahadan serbest vuruş kullanır Gök Mavililer, iki turuncu formalı bir anda ileri koşar, biri topla buluşur ve kaleyi dener. Hesapta bu, Hollanda’nın maçtaki tek kontratağıdır ama bu şut da savunmadan döner.
Doğrular ve Yanlışlar
Penaltıların damga vurduğu maç, penaltılara kalmıştır artık. İki yıl evvelki Dünya Kupası’nda kaçırdığı penaltıyla ülkesinin yarı final hayallerini bitiren Luigi Di Biagio, topun başına gelen ilk isim olur. Sol üst köşeye temiz bir vuruş yapar ve takımını öne geçirir. Ardından Frank de Boer, kaptan olarak alır sorumluluğu. Ancak psikoloji Toldo’dan yanadır; top da öyle. İtalyan kaleci köşeyi bilir ve atışı kurtarır. Sıradaki isim Pessotto’dur, onun sağ alt köşeye plasesini kaleci van der Sar aynadaki aksinden seyreder. Takımını maçta tutmak için beyaz noktaya gelen Stam topu kalenin hayli yukarısına diktiğinde, Hollanda’nın maçtaki penaltı bilançosu da dörtte sıfır olmuştur. Totti atar İtalyanların son golünü... Ne sağ ne de sol. Bu kez ortaya, topun altına girerek, oyunda az görülen vuruşu yapar. Kluivert, şeytanın bacağını kırdığında sevinemez haldedir. Son noktayı koymaya Kaptan Paolo Maldini gelir, bu defa kazanan van der Sar olur. Zira bu maçın, İtalya’nın attığı bir penaltıyla değil, Hollanda’nın atamadığı bir penaltıyla bitmesi gerekir. Bu görevi üstlenen de Bosvelt olur. Sol alt köşeye vurur, Toldo’nun eldivenlerindeki gizli düdük çalar ve maç biter. İtalya finaldedir.
Bir maç düşünün; bir takım altı penaltı atar, sadece biri gol olur. Olmaz ya... İşte o gün olur. Kimi zaman sonuca ulaşmak için -tamam, belki penaltı atmak hariç- her şeyi doğru yaparsınız. Ama yine de başaramazsınız. Çünkü hayatta her şey, zıttıyla vardır. Başkalarının doğruları, sizin yanlışlarınızdır. Kimi zaman onlar kazanır. Ve inanın, bu da çok adil olabilir.