Takım Oyunu

4 dk

“Profesyonel basketbola geçiş yaptığımda, kendimi bir sünger gibi hissediyordum. Kimden ne öğrenirsem o kadar iyiydi.” diyen Sinan Güler, bizleri profesyonel hayatta bir yolculuğa çıkarıyor.

Basketbolun en güzel yanlarından biri, sahanın her yerinde etkili olması beklenen beş kişinin birlikte hareket etmesi ve bu beş kişinin her adımının ayrı bir önem taşıması olabilir. Bu beş kişi bu yolda ne kadar uyum sağlarsa saha dışındaki izleyiciye de o kadar güzel bir oyun yansıyor.

Basketbol sahasına ilk adım attığım andan itibaren, önceliğim keyif almak oldu. İTÜ’nün Gümüşsuyu’ndaki salonunda başlayan hikâye, saha içine her girdiğimde daha özel, daha keyifli anlar yaratmaya başladı. Ama tek başına keyif almak asla mümkün değildi, olamazdı. Bunu yanındakilerle birlikte yaşamayı öğrenmen gerekiyordu. Bunu da yaşayarak, tecrübe ederek öğreniyorsun.

İTÜ’nün yıldız takımını çok net hatırlıyorum; hiçbir zaman en tepeye oynayacak durumda olmadık. Hatta o iki sene içinde kadroda yer almış oyunculardan aktif basketbol hayatına devam edebilen sadece iki kişi var; ben ve Cihan Mumcuoğulları. Ama saha içinde çok keyif alıyorduk, birlikte oynayabilmenin getirdiği o özel bağ, arkadaşlıklarımızı bugüne kadar taşıdı.

Oyuncu karakterimi oluşturansa ABD’deki kolej yıllarım oldu. Takım arkadaşlarımın özelliklerine göre hareket etmeye ve saha içindeki tamamlayıcı rolleri görmeye başladım.

Profesyonel basketbola geçiş yaptığımda, artık kendimi bir sünger gibi hissediyordum. Kimden ne öğrenirsem, o kadar iyiydi. Sanırım, bu açıdan en önemli zaman dilimi Efes’teki ilk yılımdı. Bir tarafta Kerem Tunçeri, Kaya Peker gibi ağabeyim gibi gördüğüm insanlardan bir şeyler öğreniyor, diğer tarafta Charles Smith ve Bootsy Thornton ile aynı pozisyonda oynamanın benim için nasıl bir şans olduğunun farkına varıyordum. Hem hücumda hem de savunmada bambaşka karakterdeki bu oyuncularla her gün aynı sahaya çıkmak, onlarla mücadeleye girip kırıntı ölçeğinde de olsa bazı detaylar öğrenebilmek, herkesin ulaşabileceği bir imkân değildi.

Tabii işin bir de milli takımlar boyutu vardı. 15 veya 20 oyuncuyla başlayan 60 günlük kamp serüveni, 12 kişiye inene kadar devam ederken, saha içinde ve saha dışında kolay kolay bozulmayacak bağlar oluşuyordu. Engin, Ender ve Cenk ile kurduğumuz, kesinlikle bunlardan en belirgin olanıydı. Kafalarımızın birbirine uyması en büyük etken ama onlarla birlikte sahaya çıktığımda, gözüm kapalı da oynasam, hem nerede olacaklarını biliyor hem de neler yapabileceklerini tahmin edebiliyorum. Bahsettiğim tamamlayıcı rolleri görmemde de bu üçlünün büyük etkisi var.

Bu yıl Galatasaray’da da aynı şekilde özel bir sene yaşadığımızı düşünüyorum. Aynı pozisyonda oynadığım Vlado (Micov) ve Blake (Schilb) ile aynı anda sahada olmanın ve basketbola aynı gözle bakmanın keyfini yaşıyorum. Bu bana, çok ayrı bir rahatlık veriyor. Hem basketboluma farklı özellikler katmamı sağlayacak şeyler öğreniyorum hem de sahada yarattığımız enerjiyi takımın diğer oyuncularıyla paylaşıp izlenmesi keyifli bir basketbol oynuyoruz.

Beş kişi aynı anda hareket edebildiğinde, ortaya bir dans koreografisi gibi akıcı, keyif verici ve herkesin kendi yeteneklerini ortaya çıkarabildiği bir görüntü çıkıyor. Burada en önemli nokta ise sahadaki beş kişinin farklı yetenek ve bakış açılarıyla da olsa, aynı sayfaya bakabilmesi herhalde.

Socrates Dergi