
Tarih Seni Yakalasın
16 dk
George Floyd’un canice katledilmesinden sonra ABD’de başlayan sokak hareketleri akıllara Colin Kaepernick’i ve unutulmaz ulusal marş protestosunu getirdi.
Martin Luther King Jr.'ın suikaste kurban gitmeden önce yazdığı son kitabında değindiği, bundan elli yıl sonra Barack Obama'nın da ABD'nin nüfusunun yarısının umudunu onulmaz biçimde hırpalayan 2016 seçimlerinden sonra tekrar ettiği bir tespit şunu söylemekte: "İlerleme düz bir çizgi halinde gerçekleşmiyor."
Tarihe geniş bir perspektiften baktığımızda Amerikan toplumunun -hatta çoğu toplumun- başladığı noktaya göre nihayet ilerlemiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz, lakin bu yolculuk keskin virajlarla, engebelerle dolu. Gene bu yolculuk esnasında toplumun tıkanma noktasına geldiğini hissettiği için şöhretini, servetini ve hayatını bu uğurda feda etmiş birçok figür de var. Sporcular bu grubun nicel olarak en etkili alt kümesini oluşturmuyor belki fakat nitel olarak tarihe bıraktıkları iz daha belirgin, iade-yi itibar süreçleri de daha üzerinde uzlaşılan türden olabiliyor. Colin Kaepernick, belki de ABD için ebedi liderliğini Muhammed Ali'nin yaptığı bu alt kümeye dahil olurken başına gelecekleri bilmiyordu fakat bu meşaleyi NFL'den eline alan sporcu olması pek de tesadüf değildi.
Kaepernick’in Yolculuğu
Dört yaşında, beyaz anne babanın evlatlık çocuğu olarak yeniden başladığı hayatında kimliğine dair soru işaretlerini başkalarının bakışlarında hissediyor Kaepernick. Örneğin tatile gittikleri motellerin lobisinde, klasik beyaz Amerikalı çekirdek ailenin yanında onlardan daha uzun ve cüsseli üçüncü bir siyah çocuk olarak dolaşması sessiz bakışları yahut sesli soruları beraberinde getiriyor. Amerikan futboluna adım atarken seçtiği pozisyon, siyah oyun kuruculara (QB) yönelik hâlâ tam olarak kırılamamış latent ve bazen alenen ırkçı önyargıların hedefi olması anlamına da geliyor. Vücudunun önemli bir kısmını kaplayan dövmeleri de kafaya takılıyor elbet; bir spor yazarı "Quarterback, takımın CEO'su gibidir ve siz CEO'nuzun hapisten yeni çıkmış gibi görünmesini istemezsiniz" gibi densiz bir cümleyi kurabiliyor 2012 senesinde.
NFL kariyerinde yaşadığı hızlı inişe biraz da bu açıdan bakmak gerekli. Evet, bunun sebepleri arasında tabii ki ABD spor medyasının tık avcılığı uğruna olumlu ya da olumsuz hikâyeler yaratmaya bayılması ve ikinci bir şans kapısını çalamadan NFL gibi misal NBA'e kıyasla daha muhafazakâr bir organizasyonda protestosuna başlaması aslan payına sahip ama büyük resme bir bakalım: San Francisco 49ers'ın ilk 11 başlayan QB'si olacaksınız, bu statüdeki ikinci senenizde konferans finali, üçüncü senenizde Super Bowl göreceksiniz, touchdown pası/pas kaptırma oranına bakınca NFL tarihinin en başarılı dördüncü ismi olacaksınız ve Tom Brady ile yan yana yazılacak adınız... Sonra koç değişiklikleri ve sakatlıklarla dolu iki sezon sonunda izleyicilerin gözünde itibarınız kalmayacak ve benim diyen NFL taraftarının dahi ismini hatırlarken zorlanacağı Blaine Gabbert'ın gerisine düşeceksiniz. Hem de bu, NFL'in "Yetenekli QB gelmiyor" diye yanıp yakıldığı bir dönemde olacak. Kaepernick'ten daha beyaz ve daha dövmesiz bir sporcuya daha çok destek olunurdu demek afaki değil.

Gene geçmişine bakınca protestosunun birden ortaya çıkmış bir hareket olmadığı da anlaşılıyor. Kimlik meseleleriyle iç içe geçen gençliğinin üstüne aktivist kız arkadaşı Nessa ile birlikte azınlık mensubu gençlere yönelik "Haklarınızı Bilin" kamplarını kuruyorlar. Gene kız arkadaşı aracılığıyla Berkeley Üniversitesi'nde doktora öğrencisi olan Ameer Hasan Loggins'le tanışıyor, popüler kültürde siyahların temsili üzerine verdiği derse katılıyor, Malcolm X'in, James Baldwin'in kitaplarını okumaya başlıyor. Sosyal medyada daha aktif ve politik mesajlar atmaya başlayan Kaepernick, sezon öncesi hazırlık maçlarında ulusal marş okunurken kulübede oturmaya başlıyor. Bu da görece kıyamet koparmıyor, bilakis sadece bir muhabirin dikkatini çekiyor. Dördüncü maç, dananın kuyruğunun koptuğu maç: Kaepernick, takım arkadaşı Eric Reid ile birlikte marş okunurken diz çöküyor.
Riyanın Elli Tonu
Politik konularda kesin yargılar belirtirken biraz düşünmek gerekir belki ama Kaepernick'e getirilen eleştirilerin gerçekten hiçbir iler tutar yeri olmadı. Kendisi ilk günden protestosunun gazilere yönelik olmadığını, ülkesi için canını vermiş insanlara saygı duyduğunu ama ABD'nin tıpkı siyah vatandaşlar gibi gazilerine de sahip çıkmadığını söylüyor. Bu nedense hasıraltı ediliyor ve tartışma Kaepernick'in şehitlere, gazilere, bayrağa saygısızlığı etrafında dönmeye başlıyor. İşin ilginci, 2009 senesine kadar NFL oyuncularının Super Bowl haricinde ulusal marş okunurken sahada ve ayakta durma zorunluluğu dahi yoktu!
Ne zaman polis cinayetleri yahut kurumsal ayrımcılık siyahların canına tak edip sokağa dökülseler "Tabii ki protesto etsinler ama barışçıl olsunlar" diye duyarlı açıklamalar yapan bazı vatandaşların asıl derdinin "Protesto olmasın" olduğu da ortaya çıkıyor Kaepernick sayesinde, zira kulübede oturmaktan yahut diz çökmekten daha barışçıl bir protesto hayal etmek güç. Belki tweet atmak… Ama onu yapınca da yumurta ikonlu sosyal medya kullanıcılarından Fox News spikerlerine kadar "Sen topunu oyna, bırak bu işleri" korosu oluşturuluyor ve buna LeBron James çapında bir yıldız dahi maruz kalabiliyor. Gene Kaepernick'e getirilen bir eleştiri de milyoner olduğu halde protesto yapmasının şımarıklık olması. Tabii milyoner olmayanlar protesto yapınca da "Bir baltaya sap olamamış serseriler, çapulcular" oluyorlar. Milyoner olması sebebiyle bir samimiyet testine de tabii tutuluyor ama Kaepernick'in bir sene boyunca ufak çaplı ve yerel komüniteleri için önemli işler yapan derneklere bir milyon dolar bağışlaması da göz ardı ediliyor.

2020, Colorado
Tabii 2016 senesindeki genel havayı da unutmamak önemli. Brexit referandumu ve ABD seçimleri; daha ırkçı, tutucu, bölünmüş bir dünyaya gidiliyor gibi bir intiba uyandırmıştı. Kaepernick'in protestosunun bu döneme denk gelmesi bakılan merceği de etkilemişti. Eylül 2017'de Kaepernick, NFL'den gayriresmi bir ambargo yemeye başladığında artık Donald Trump'a "Ben takım sahibi olsam diz çöken o….. çocuklarını takımda tutmazdım" dedirtecek kadar anti-Kaepernick bir hava mevcuttu. Gelgelelim bu açıklama NFL'in "Bir dakika ya" demesine sebebiyet verdi ve 'Amerika'nın takımı' Dallas Cowboys'un 74 yaşındaki kardan beyaz sahibi Jerry Jones dahi marş okunmadan önce oyuncularla kol kola girip diz çöktü. Kaepernick özelinde riyanın zirvesi de bu oldu herhalde: Kapalı kapılar ardında onu ligden uzak tutarken, fotoğraf vermek için onun samimi bir şekilde yaptığı protestoyu asimile etmek ve beyaza boyamak.
ABD’nin Harcındaki Irkçılık
Kaepernick'in marş okunurken diz çökmesinin uyandırdığı rahatsızlığın nüansları var elbet: Buradan politik cephane çıkarmak isteyenler, bilgi eksikliğinden ötürü sadece marşın ve bayrağın protesto edildiğini düşünenler, olaylara tepkilerini genelde omurilik soğanından verdikleri için sinirlenenler… Fakat derinlerde bir yerde Kaepernick'in tek bir hamleyle hem ABD'de etkisi iyice artan militarizmin hem de artık bittiğine inanılmak istenen ırkçılığın makyajını akıtmasıyla Cumhuriyetçi Parti'nin Richard Nixon'la birlikte benimseyip devreye soktuğu 'Güney Stratejisi'nin kesişmesi yatıyor. ABD tarihini bu yazıya sığdırma iddiasında değilim fakat ırkçılığın kurumsal hüviyetine az da olsa değinmeden olan biteni doğru perspektife koymak zor. Güney eyaletlerinde ikamet eden beyaz mülk sahiplerinin, köle emeği sayesinde kazandıkları zenginlikten vazgeçmek zorunda kalacakları korkusunun iç savaş çıkardığı bir ülkeden bahsediyoruz nihayet. Esasen askeri bir yönerge olan Özgürlük Bildirgesi ile köleliğin fiilen kalkmasının yolunu açan ve bugün büyük saygıyla anılan Abraham Lincoln, siyahların mahkemede jüri üyesi olmak gibi haklar bir yana dursun oy kullanmasına dahi onay vermiyordu. İç Savaş sonrası siyahların haklarının nispeten korunduğu ve tesis edildiği 'Yeniden Yapılanma Dönemi'ni takip eden aksi istikametteki Jim Crow yasaları, 1954 yılına kadar devrede kalacak olan 'Ayrı ama eşit' düsturunu tanıtacaktı: Kölelik kaldırılmış olsa da siyahlar beyazlarla aynı sosyal tesislerden, eğitim imkânlarından, konut edinme fırsatlarından istifade edemiyordu. Güney eyaletleri siyahların oy kullanmasına, okuryazarlık sınavlarından oy vergisine kadar çeşitli 'önlem'lerle binbir türlü zorluğu çıkartabiliyordu. Ancak 1954'teki Brown v. Board of Education ABD Yüksek Mahkemesi kararıyla ve 1963-1969 arası başkanlık yapan Lyndon B. Johnson'ın getirdiği yasal düzenlemelerle bu tür keyfi uygulamalar son bulacaktı. Ki bu da 'Güney Stratejisi'ni devreye sokacaktı: Artık Cumhuriyetçi Parti, geleneksel olarak Demokrat olan beyaz seçmeni kazanmanın birincil yolu olarak ırkçılığı seçmişti. Bu strateji evrilerek bugünkü aşırı militer, mutaassıp ve milliyetçi zirvesine ulaştı.
Irkçılığın kurumsal hüviyeti, sadece ABD'nin son dönemdeki politik çatışmalarının ana damarını belirlemesinden ibaret değil. Federal bir yapıya sahip olan ülkede neredeyse bütün kamu görevlileri seçimle göreve geliyor ve bu, farklı eyaletlerin federal çatıdan kaçabildiği anda farklı hukuki pratikler belirlemesi anlamına geliyor. Muhafazakârların çoğunlukta olduğu Yüksek Mahkeme 2013'te "Artık Oy Kullanma Hakkı Yasası'na ihtiyaç yok, kriterler modern değil, ırkçılık bitti, eyaletlerin hakları daha önemli" mealinde karar alır almaz Güney eyaletleri siyahların oy kullanmasını zorlaştıracak önlemler almaya başladılar yeniden. Mesele sadece siyaset de değil: 1860 yılında yapılmış ve ABD'nin Güney eyaletlerindeki köle nüfusunun yoğunluğunu gösteren bir harita ile 2014 yılından ABD'deki yaşam beklentisini gösteren bir haritanın renk tonları birebir eşleşiyor. Yani diğer -ve belki fazla dramatik fakat gerçek- bir deyişle, kölelik 150 sene sonra dahi insan öldürmeye devam ediyor.
Hukuk gibi siyaset üstü olması beklenecek bir alanda bile yaşam bulabilen ayrımcı pratik ve düşüncelerin, polis gibi şiddeti tekelinde bulunduran bir kurumda nasıl bir hava yakalayabileceğini tahmin etmek zor değil. Denkleme 11 Eylül saldırılarından sonra artan güvenlikçi hava, polisin ivmeli bir şekilde askeri teçhizat satın alması, ABD Savunma Bakanlığı'nın 2012-2015 arasında 'ücretli vatanseverlik' lobi faaliyetleri doğrultusunda spor organizasyonlarına 6,8 milyon dolar para vermiş olması, The Wire dizisinde onlarca makaleden daha verimli şekilde anlatılmış polis teşkilatındaki çürümüşlük, 2010'larda beyaz ırkın üstünlüğünü savunanların istihbarat raporlarına göre ABD'deki bir numaralı tehlike haline gelmiş olması gibi çeşitli değişkenleri katarsak Kaepernick'in protestosunu kapsamlı olduğu kadar can sıkıcı bir çerçeveye oturtmuş oluruz.
Geri Adım Atma
Yüzlerce yıllık geleneği bir kalemde değiştirmek mümkün olmasa da gerek Kaepernick gerekse ABD toplumu özelinde olumlu düşünmek için epey sebep de yok değil. 2013 yılında sivil George Zimmerman'ın, tek suçu yolda yürümek olan Trayvon Martin'i 'şüpheli' olduğu düşüncesiyle öldürmesi, Florida eyaletinin inanılmaz geniş nefsi müdafaa kanunları uyarınca en başta yargılanmaması, nihayet yargılanınca da beraat etmesi Black Lives Matter (BLM) hareketinin doğuşuna sebebiyet vermişti. Muhafazakâr medya tarafından kriminalize edilen hareket, siyah bir başkanın ikinci dönem seçilmiş olması sebebiyle derindeki yahut yüzeydeki ırkçı hassasiyetleri kıpırdanan halkın desteğini alamamıştı; 2017 ortasında dahi BLM'yi desteklemediğini söyleyen seçmenler destekleyenlerden beş yüzdelik puan fazlaydı. Peki ya bugün, hâlâ kriminalize edilen, yağma boyutu ön plana çıkarılmaya çalışılan gösterilerden sonra? BLM'ye destek 25 puanı aşmış durumda.
BLM'ye desteğin artmasında sosyal medya ve iyi kameralı akıllı telefonlar sayesinde polis şiddetinin örtbas edilemeyecek düzeyde belgeleniyor olmasının payı var. 1991 senesinde de Rodney King'in hunharca dövülmesini, yolun ortasında bir nevi işkenceye tabi tutulmasını kameraya alan George Holliday polislerin yargılanmak zorunda kalmasına sebep olmuştu. Fakat bu dört polisin de beraat etmesi 1992 isyanlarını başlatmış, 63 kişi hayatını kaybederken binlerce insan yaralanmıştı. Bu isyanların akabinde dört polisin ikisi federal düzeyde yargılanmış ve otuzar ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Evet, bu olay toplumsal bir değişikliğe yol açmamıştı fakat George Floyd'un polis tarafından katledilmesine verilen tepkinin şiddetinde, toplumsal hafızada çağrıştırdığı bu travmanın etkisi yok diyemeyiz. 'Birkaç çürük elma' gibi bir anlatıyı 8 dakika 46 saniyelik bir görüntü çöpe atabiliyor. Komedyen Chris Rock'ın ifade ettiği gibi: "Bazı mesleklerde birkaç çürük elma olamaz, düşünsenize American Airlines'ın 'Evet pilotlarımızın çoğu iyi ama birkaç çürük elma var, dağa çarpmayı seviyorlar' dediğini?" Neredeyse her ay bir siyah vatandaşın gereksiz yere katledildiği görüntüleri izlemek kamusal sabır taşını çatlatabiliyor.

1992, Los Angeles
Suyun akış yönünün cidden değiştiğine dair diğer iki gösterge de spor dünyasından geldi: Önce NFL'in şefi Roger Goodell "Evet, futbolcularımızın protestolarına kulak asmadık ve hata ettik. Black lives matter" dedi, sonra NFL'den de Güneyli bir spor olan NASCAR "Artık yarışlara İç Savaş'ta Güney eyaletlerini (Konfedere Devletler) temsil eden bayrakları almayacağız" dedi. Aklınıza "Nasıl yani, köleliğin kaldırılmaması için savaşa girmiş ve fiilen sona ermiş bir devletin bayrağı mı sallanıyordu 2020'de?" sorusu gelebilir. Belki de ABD'nin harcını detaylı bir şekilde anlatmak yerine sadece bu gerçeklikten bahsetmeliydim ama NASCAR'ın kitlesini yabancılaştıracak bu hamleyi yapması "Anca mı?" diye iç geçirtse de önemli. Zira ABD'de mevcut koyu ideolojik hatlara rağmen maddi çıkarların özel şirketlerin ve kurumların politikalarına etkisi belki de dünyadaki çoğu ülkeden daha fazla. NFL -ki bu organizasyon çocuğunu, sevgilisini, rastgele insanları döven oyuncuları bile nihayet ligde tutan bir kurum- bile toplumsal baskıya boyun eğiyorsa bir şeyler değişiyor denebilir.
O zaman Kaepernick'in günahı neydi? Kendisi ulusal marş esnasında protestoda bulunan ilk sporcu bile değildi: 1968 Olimpiyat Oyunları'nda siyah eldivenli yumruklarını kaldırdıkları için ceza alan John Carlos ve Tommie Smith -ki kaderin bir cilvesi olarak bu sporcular olimpiyattan men edilince kariyerlerine NFL'de devam etmişti- ve onlara destek olan Avustralyalı Peter Norman, 1972 Olimpiyat Oyunları'nda ABD Ulusal Marşı okunurken birbirleriyle konuştukları için men yiyen Wayne Collett ve Vincent Matthews vardı. Tarih Carlos ve Smith'e 2008 ESPY Ödüllerinde Arthur Ashe Cesaret Madalyası'nı takdim edecek, Avustralya devletine de Norman'dan ölümünden sonra da olsa resmî özür dilettirecekti. Ya da 1990-1992 arasında Chicago Bulls'un şampiyonluklarında önemli rol oynayan Craig Hodges'ı hatırlamalı: Beyaz Saray ziyaretine geleneksel Afrika kıyafeti olan dashiki giyerek gitmiş, Los Angeles isyanları esnasında Magic Johnson ve Michael Jordan'ı NBA Finali'nin ilk maçını protesto etmeye ikna etmeye çalışmış, Irak'ın bombalanmasına ve ırkçılığa karşı beyanlar vermiş, aktivist kişiliği onu da 32 yaşında NBA'den gizli bir ambargo ile uzaklaştırmıştı. Hodges da zamanında kovulduğu NBA'e eski koçu Phil Jackson'ın asistanlarından biri olarak dönecek ve Lakers bünyesinde iki yüzük daha kazanacaktı.
Ve Muhammed Ali... Üstteki sporcuların hiçbiri Ali kadar yıldız değildi ama onun bile kariyerinin zirvesinde olacağı yıllar Vietnam Savaşı'na katılmayı reddetmesi ve vicdani retçi olduğunu açıklaması sebebiyle yediği cezaya kurban gitti. Fakat o da taviz vermedi, toplumun savaş hakkındaki hissiyatı değiştikçe haklı olduğu kabullenildi ve arka arkaya efsane maçlarla ringlere geri döndü. Hem de ne dönüş: Herkesin dikkatinin o maçta olmasını fırsat bilen isimsiz kahramanlar, FBI'ın ofisine girip COINTELPRO adlı itibarsızlaştırma, psikolojik savaş ve yasadışı şiddet operasyonunun belgelerini kamuya dağıttılar! Bu operasyonun hedefleri arasında gene kaderin bir cilvesi olarak Ali ve Martin Luther King de vardı.
Kaepernick, NFL'e geri dönebilecek mi? Bunun cevabını henüz bilmiyoruz. Goodell, Black Lives Matter diyebilmesine rağmen Kaepernick'ten özür dilemedi. NFL'in üzerindeki muhafazakâr gölge, ekonomik eksenli politika değişikliklerine gitse bile Kaepernick'ten özür dilemeyi gururuna yediremeyebilir. "Ya lige geri dönüp bir de sportif başarıya ulaşırsa?" sorusu bazı kesimlerin rüyalarına giriyor demek mübalağa olmaz. Mübalağa olmayacak başka bir sav da şu: Tarih onu haklı çıkaracak zira o da selefleri gibi mücadelesinden ödün vermedi, fedakârlıklar yaptı ve BLM hareketinin itibarının düşük olduğu bir dönemde dahi geri adım atmadı. Bir ankete göre Amerikan halkının yüzde 61'i NFL'in Kaepernick'ten resmi bir özür dilemesi gerektiğini düşünüyor ki bu bulgu o müstakbel özrün kendisinden çok daha değerli.