Telefonun Diğer Ucunda

12 dk

Arsene Wenger ve onun "Yenilmezler" unvanlı takımını şu sıralar BluTV'de izleyebilirsiniz. Biz bununla yetinmedik. Premier Lig'deki mirasından bugünkü Arsenal'a, yayındaki belgeselden futbolun gidişatına kadar birçok konuda kendisinin görüşlerine başvurduk…

"Merhabalar Bay Wenger, nasılsınız? Öncelikle bir Arsenal taraftarı ve felsefenizin tutkulu bir takipçisi olarak sizinle tanışmak ve konuşmak benim için bir şeref. Garip gözükmeyecekse kahramanlarımdan biri ve 2000'lerin başından beri hayatımda bir nevi baba figürü olduğunuzu da eklemek isterim. Anlayacağınız şu an biraz, hatta belki birazdan da öte heyecanlıyım. Olası bir yanlışım ya da tutukluğum olursa şimdiden sizden özür dilerim…"

Hayatınızın kahramanlarından biriyle tanışsanız ona ilk olarak ne söylemek isterdiniz? Birkaç gün öncesine kadar benim de bu soruya bir yanıtım yoktu. Artık var. Çünkü söyledim. Yukarıda okuduğunuz paragraf, telefonun ucunda Arsene Wenger'in sesini duyduktan sonra ağzımdan dökülen ilk cümlelerdi. Şu andan geriye bakınca kulağıma biraz özensiz, hatta daha da açık olmak gerekirse epey acemi geliyor ama ânın büyüsü içinde bundan daha iyisini yapabilir miydim, kendimi ve derdimi anlatacak daha iyi sözcük bütünleri kurabilir miydim, inanın bilmiyorum.

Bu hikâye kısa süre önce telefonuma gelen bir mesaj sayesinde başladı. BluTV'de yayına giren Arsene Wenger: Invincible belgeselinin iletişim süreci kapsamında Wenger röportajı ihtimalinden bahsedildiğinde ve bu ihtimalle ilgilenip ilgilenmediğimiz sorulduğunda, ağzımdan hayatımın en hızlı "Evet"lerinden biri çıkmıştı. Hayatta en değer verdiğim, sevgisini yıllardır içimde beslediğim bir insanla konuşabilme düşüncesi ise mesajı gözlerimle görmem, sonra teklifi kulaklarımla duymama rağmen hâlâ pek gerçekçi gelmiyordu. Zira o, kutsiyet atfettiğim biriydi; sıradan bir öğle vakti telefonuma düşen beklenmedik bir mesajla kavuşabileceğim bir ihtimal olmamalıydı sanki, gerçekçilikten kastım da tam olarak buydu. Arsenal'dan ayrıldıktan sonra yine bu sayfalarda kendisine bir veda yazısı kaleme almış ve benim için anlamını şu sözlerle ifade etmiştim:

"Hayatımın son 15 yılındaki en sürekli erkek figürü, bir 'sabit', bir kerteriz noktası, bir doğru-yanlış turnusolü, bir mutluluk/heyecan reaktörü ve sevgi-saygı sembolüydü. Yazar Louise Taylor, 2016'da Wenger'in Arsenal'daki yirminci yılı şerefine kaleme aldığı makalede 'O, bir felsefenin kölesi; zihninin en derinlerinde, seyahat etmenin varmaktan daha iyi olduğuna inanan bir adam' demiş ve başından beri anlatamadığım ne varsa tek bir cümlede özetlemişti aslında. O, beni değiştirmişti; her zaman kazanamayacağım gerçeğini sindirmemi ve hakkı verilmiş bir temsilin değerini anlamamı sağlamıştı."

Ve şimdi, telefonun diğer ucundan sesi kulaklarıma dolarken, benim de hakkı verilmiş bir temsile ihtiyacım vardı. Zamanım kısa, hevesim sonsuz, heyecanım yüksek, mutluluğum tavandı. Baştaki, kimine göre peşrev bana göre zaruri kısmı bir şekilde aradan çıkardıktan sonra artık kendimi andan soyutlamam ve hızlıca sorulara geçmem gerekiyordu…

Bay Wenger, Premier Lig'de eşsiz bir mirasa sahipsiniz; oyunun oynanış biçimini değiştirdiniz, yabancı menajerlere ligin kapılarını açan isim oldunuz, başarılarınızı saygı duyulası bir futbolla elde ettiniz ve tüm bunları, en gergin zamanlarda dahi sakin ve mütevazı kalarak başardınız. Üstelik hepsinden de önemlisi, "Yenilmezler" unvanını kazanan takımı yaratan isimdiniz. Siz İngiliz futbolundaki mirasınızı nasıl açıklardınız?

O dönemler için Premier Lig'deki ilk yabancı teknik direktör olduğumu söyleyebilirim, bu doğru. Ve elbette kazandığım başarılar, kesinlikle benden sonra gelen diğer teknik direktörlere de bir yol açtı. Yine benzer şekilde, Arsenal'a transfer ettiğim yabancı futbolcular için de aynısını söyleyebilirim; onların entegrasyon becerileri ve tabii ki başarıları, diğer yetenekler için bir kapının aralanmasını sağladı. Ve tüm bunlar, Premier Lig'in yükselişinde, dünyanın en iyi ligine dönüşmesinde önemli bir rol oynadı. Bundan dolayı mutlu ve gururluyum. Beni takiben birçok büyük ve saygın menajerin İngiltere'ye gelişi ligi öyle korkutucu düzeyde güçlü bir seviyeye çıkardı ki artık sadece Premier Lig ve diğerleri var. Şu an güç dengesi açısından İngiltere ile dünyanın geri kalanı arasında büyük bir makas mevcut ve bunda öncü bir pay sahibi olduğumu hissetmek, en mütevazı ifadeyle benim adıma kesinlikle tatmin edici ve memnuniyet verici bir durum.

Peki o Arsenal takımını özel kılan şey neydi? Yenilmezler unvanını kazanan kadrodan bahsediyorum. Büyük başarılar kazanan diğer büyük takımlardan farkınızı nasıl açıklarsınız?

Bundan dolayı suçlandığım da olmuştu ama asalet arzusu ve saygınlık arayışına dair bir çabanın bu anlamda başı çektiğini söyleyebilirim. Bu, o Arsenal'ı benim adıma özel kılan en net şeydi. Görevde olduğum dönem boyunca, insanlara bu kulübün fabrika işçileri tarafından kurulduğunu hatırlatmayı kendime misyon edindim. Bu mantaliteyi ve iş ahlakını daima önde tuttum ve beraber çalıştığım herkese bu anlayışı aşılamayı görev bildim. Çünkü ancak böyle bir yaklaşım ve miras, sizi kazanırken saygın kalıp tevazu sahibi olmaya itebilirdi. O Arsenal'ı özel yapan da tam olarak buydu. Elbette bir menajer olarak asli göreviniz ve en büyük arzunuz başarılı olup kupalar kazanmaktır ama günün sonunda asıl önemlisi, bu bahsettiğim değerleri koruyabilmektir.

Sizi futbol dünyası içinde bir centilmen olarak tanımlayabiliriz. Bu kadar vahşi ve rekabetçi bir alanda bu değerleri nasıl koruyabildiniz?

Bunu kendime daima bir rehber edindim. Bugün hem bunu başarabildiğim hem de aynı zamanda ardımda zaferlerle dolu bir kariyer bırakabildiğim için çok mutluyum. Saygı, dürüstlük, iş ahlakı gibi etik değerler benim için her zaman önem arz etmiştir. Günün sonunda, en gergin zamanlarda dahi "Şu an yaptığım şeyi neden yapıyorum?" ya da "Yaptığım iş dahilinde değer atfettiğim ve önem verdiğim şeyler nelerdir?" gibi soruları ön planda tutmuşumdur. Yol göstericim hep bunlar olmuştur.

Premier Lig'de 2003-2004 sezonunu namağlup tamamlayarak şampiyon olan Arsenal takımı...

Premier Lig'de 2003-2004 sezonunu namağlup tamamlayarak şampiyon olan Arsenal takımı...

Yazar Louise Taylor bir keresinde sizin için "O, bir felsefenin kölesi; zihninin en derinlerinde, seyahat etmenin varmaktan daha iyi olduğuna inanan bir adam" ifadesini kullanmıştı. Buna katılır mısınız? Ayrıca Jamie Olley de sizi "Ebedi bir iyimser" olarak tanımlamıştı. Siz kendinizi iyimser biri olarak görüyor musunuz?

Evet, insanlara ve insanlığa inanmaktan bahsediyorsak kendimi iyimser biri olarak tanımlayabilirim. İnsanların sizi daima olumlu anlamda şaşırtabileceğini düşünürüm. Bazıları ise insanların sizi daima olumsuz anlamda şaşırtabileceğini savunur ama dediğim gibi; benim durduğum yer daima aksi taraftır. Louise Taylor'ın söylediklerine gelirsek de evet, düşünce biçiminiz önemlidir ve hayatidir; bugün, futbolun elinde büyük sorumluluklarla birlikte büyük de fırsatlar mevcut. Nihayetinde tüm dünyanın takip ettiği ve ilgilendiği bir alandan bahsediyoruz... Buradan yola çıkarak, davranışlarınızın hayati ve iyi anlamda mühim sonuçlara ön ayak olabileceğini söyleyebilirim. Bilirsiniz; iyimserler mutlu aptallar, kötümserler ise mutsuz aptallar olarak anılır ve hal böyleyken ben daima mutlu bir aptal olarak anılmayı tercih ederim.

Futbolda bazı pozisyonların tehlike altında olduğundan bahsetmiştiniz; mesela klasik forvet tipi dediğimiz 9 numaralar giderek yok oluyor ve elbette bunun bir sonucu olarak savunmacılar için de aynısını söyleyebiliriz. Sizce bizi gelecek yıllarda nasıl bir futbol bekliyor? Nelerin değişeceğini tahmin ediyorsunuz?

Bunu anlamak için bazen geriye bakıp futbolun daha önceden neye benzediğini görmeniz gerekiyor. Benim futbol oynadığım zamanlarda savunma kendi sahanızda, hücum ise rakip sahada başlardı. Ancak bugün, savunma rakip yarı alandan, hücum ise kendi ceza sahanızdan başlıyor. Bunun bir getirisi olarak futbolculardan talep edilen fiziksel ve teknik gereksinimler de artmış durumda. Günümüzde bir savunma oyuncusunun 15-20 yıl öncesine göre üstüne çalışması ve geliştirmesi gereken çok daha fazla alan var ya da kalecilerin üretimin bir parçası olmak için becermesi lüzum gelen şeyler giderek çeşitleniyor. Özetle her oyuncuya dair beklentilerin yükseldiği ve artık daha komple futbolcuların geçer akçe olduğu bir dönemdeyiz.

Bugünün futbolunda elit seviyede bir teknik direktör olmak için gerekenler de değişmiş halde; misal insan/personel yönetimi, son yıllarda en önemli belirleyicilerden biri gibi. Öte yandan, birçok menajeri çok daha genç yaşlarda üst seviyelerde görmeye başladık. Buna katılır mısınız? Ve cevabınız evet ise ne değişti?

Buna vereceğim ilk cevap, bugünlerde tek bir menajerden ziyade bir ekipten bahsetmemiz gerekliliği olur. Ben Fransa'da elit seviyede görev yapmaya başladığımda 33 yaşındaydım. Gençtim. Tek başımaydım. Sadece takım ve ben vardım. Bu denkleme koyabileceğiniz başka kimse yoktu. Bugünse bir menajeri aldığınızda sadece bir menajeri değil, bir ekibi alıyorsunuz: asistanlar, fizyoterapistler, analistler… Yani bugün menajerler imzaları kendi başlarına atıyor olsalar da aslında birer şirket gibiler. Bir takımı yönetmekle mükellef oldukları gibi kendi takımlarına dahil ekipleri de yönetmek durumundalar. Mevcut şartlar altında ikna ve iletişim gibi beceriler de haliyle eskisine nazaran daha çok önem kazanıyor çünkü idare etmeleri gereken durumların sayısı giderek artıyor; inişler, çıkışlar, yerinde sayışlar ve her birinde daha fazla insandan sorumlular. Sadece teknik tarafa odaklanırsak, orada size yardımcı olabilecek çok sayıda personele sahipsiniz zaten ama kalan tüm alanlarda daha açık fikirli olmak, insanları dinlemek, hem iletişim hem ikna kabiliyeti göstermek ve stresi idare etmek zorundasınız. Bugün bunlar çok daha önemli.

Kısa süre önce sizi ve Yenilmezler lakaplı takımınızı konu alan bir belgesel yayına girdi. İzleme şansınız oldu mu acaba ve izlediyseniz nasıl buldunuz?

Belgesel, Yenilmezler unvanı aldığımız sezonla birlikte eğlenceli bir dönemi de konu alıyor. Elbette eşsiz ve muhteşem bir deneyimdi. O forma için ter dökmüş, o dönemi yaşamış diğer isimlerin röportajları da mevcut. Beni asıl memnun eden ise konuşan herkesin o dönemi iyi ve güzel hatıralarla anması oldu. Kendi adıma gurur verici bir diğer tarafı ise başardıklarımızı tekrar hatırlamaktı; sezonun hiçbir ânında zayıflık göstermemiş olmamız, mükemmeliyet arzumuz ve takımca bunun peşinde koşmamız… Beni mutlu eden, tam olarak bu.

Son olarak size Mikel Arteta'yı ve bugünkü Arsenal takımını sormak isterim…

Bence şu anda iyi bir yolda ilerliyorlar. Biliyorsunuz, genç oyunculardan kurulu bir kadroları var. Arsenal çok iyi altyapıya sahip bir kulüp ve bugünlerde ellerindeki yetenekleri A takıma entegre etmekle meşguller ki bunu da iyi başardıklarını söyleyebilirim. Kulüp hedefleri açısından da ilerlemeye açıklar, bu sezonu ilk dörtte tamamlamak adına önemli bir şansları mevcut ve gelecek sezonlarda çıtayı daha da yükseğe çekebileceklerine inanıyorum ki bu, doğru ve yerinde birkaç takviyeyle tekrardan en üst seviyede mücadele edebilme yolunda gayet olası bir senaryo.

Socrates Dergi