socratesXreflect_alt

Tempo

14 dk

Sadettin Boyraz, atının kuvvetini yarışın metrelerine en iyi yayan jokeylerden bir tanesi. Tıpkı kendi güç ve becerilerini 36 yıllık spor hayatına yaydığı gibi…

Devir, Caş, Özgünhan, Caprice, Pan River, Cheri Cheri Lady ve daha birçokları… Seksenli yılların ikinci yarısından beri yolu sayısız unutulmaz şampiyonla kesişen Sadettin Boyraz, 3000'e yakın yarış kazandığı kariyerinde her daim sahanın aranan yüzlerinden biri oldu. Sakin mizacı, taktiksel zekâsı, temiz binişi ve yarış temposu ayarlama konusundaki ustalığı ile gönüllere taht kuran usta jokey, at sırtında geçen hikâyesini Socrates'e anlatıyor…

Geçmişte konuşma imkânı bulduğum birçok meslektaşınız bunu parlayan gözlerle anlatmıştı. Sizin atlarla ilk tanışmanız nasıl gerçekleşti?

Sivas doğumluyum. Çocukluğum köyde geçti ve bu sayede hayvanlarla hep iç içe oldum. Yarıştan çıkmış sakat bir at geldi günün birinde. Rahmetli amcam bu atı tedavi ettirip kendisi koşmak istiyordu. Sayesinde ilk kez bir atı sevme fırsatı buldum. Devasa, çok asil bir hayvandı… Amcamın yardımıyla üzerine bindiğimde çok değişik hislere kapıldım. Tabii jokeylik mesleğini biliyordum. Fiziğim de müsait olunca "Tamam, ben jokey olayım" dedim.

Boyunuzu kısa tutmak, jokeylik mesleğine uygun fizik özelliklerine sahip olmak için özellikle çabaladınız mı?

Jokeylik mesleğine tıpkı tenis veya futbol gibi erken yaşlarda başlanıyor. Ancak arada bir ergenlik dönemi var ki çocuklar fiziksel olarak epey değişim gösterebiliyorlar. Büyümenin önüne geçmek mümkün değil. Hem boy hem kilo yapısı uymadığı için at binmeye devam edemeyen birçok arkadaşımız oldu. 1.75 boyun üzerine çıktığınızda, 65-70 kiloya ulaştığınızda jokeylik yapmak zor. Boy temelde o kadar ciddi bir sorun olmasa da 54-56 kilo arası ideal aralık ve uzadıkça ağırlaşabiliyorsunuz. Ailemin, kardeşlerimin boyu uzundur ama ben jokey standardında kalmayı başardım. Yaz sıcağında bol bol koşmak, uzamamak için omuzlara ağırlık koymak gibi bazı çabalarımız olmuştu. Gerçi ağırlık meselesi boy uzamasını ne kadar engellemiştir emin değilim. Bilimsel bir dayanağı yok anlayacağınız.

Aileniz hayalinizi nasıl karşılamıştı? Sonuçta kendine has riskleri olan bir meslekten bahsediyoruz…

Aile desteği olmadan çıkılan yolda başarıya ulaşmak zor. Kimi zaman çelişkili durumlar meydana geliyor ama çocuğun sevdiği mesleği kendisinin seçmesi gerektiğine inanırım. Hepimizin idolleri, hayalleri olur o yaşlarda. O tarafa yönelen gençlerin başarılı olacağını düşünüyorum. Ben şanslıydım ki bu konuda sıkıntı çekmedim. Ailemin atçılığa olan ilgisi, köyde büyümemin avantajı, fiziğimin uygunluğu derken bu yola çıktım. Aslında okumayı da seviyordum. Hatta Serdar öğretmenimiz vardı; hiç unutmam, bizimkilere "Sadettin okumalı" demişti. Gayet iyi bir öğrenciydim. Ailem "Seni jokey yapmayacağız, okumaya gönderiyoruz" deseydi onu da kabul edecektim. Fakat onlar destek vermeyi seçtiler. İstanbul yolculuğum böyle başladı.

Veliefendi Hipodromu'na adım attığınız 1980'lerin ortasında şimdikine nazaran daha az safkan, daha az at sahibi, daha az yarış günü ve dolayısıyla genç bir jokey adayı için daha az fırsat olduğu hep dillendirilir. Aprantilik günleriniz nasıl geçmişti?

Tüm bu saydıklarınızın yanında o dönemin birçok şampiyon jokeyi de vardı. At sayısı az olduğu için onlardan kalanlara bir ihtimal binebiliyorduk. Ben çok erken yaşta, 50-51 kiloda başladım ve bu avantajı iyi kullandım. İlk başlarda hiç kolay değildi, azmetmek ve sabretmek gerekiyordu. Yeteneğim keşfedilince at sahipleri daha çok fırsat sunar oldu. Ben de bu fırsatları yüzde yüz performans ile değerlendirmeye çalıştım. Profesyonel bir işe soyunduğum için profesyonel bir yaşamı seçtim. İşime her zaman çok saygı duydum. Gençler hangi işi yapacaklarsa önce saygı duymalı, sonra sevmeli. Bu ikisi çoğunlukla birbirine paralel gider ama biri diğerinden az olmamalı.

Dönemin efsanevi jokeyleri arasından bir idol seçmiş miydiniz?

Sektörün başaktörleri mevcuttu tabii, tek bir isim vermek pek kolay değil. Rahmetli Ekrem Kurt, Süleyman Akdı, Kadir Altınöz… Onların bir alt jenerasyonunda Ertul Cankılıç ve Akın Özdeniz gibi abilerimiz vardı. İyi at binen, işlerini doğru yönde yapan şampiyon jokeylerden bahsediyoruz. Biz onları örnek alarak büyüdük. Yarış içerisinde nasıl davranıyorlar, sosyal hayatta insanlarla nasıl ilişki kuruyorlar… Ben ve aynı dönemden arkadaşlarım için idoller bu isimlerdi.

"İlk yarışım öncesinde iki gün kadar uyumakta zorlandım. Kafamda sürekli o yarışı koşturdum."

"İlk yarışım öncesinde iki gün kadar uyumakta zorlandım. Kafamda sürekli o yarışı koşturdum."

Şüphesiz ki dönemdaşlarınız arasında en öne çıkan isim Halis Karataş'tı. Otuz yılı aşan süreçte nasıl bir ilişkiniz oldu?

Halis'le aynı yaşlardayız, hemşeriyiz, onun ailesinde de benimki gibi atçılıkla uğraşan kişiler var. Benzer noktada başlayıp bugünlere ulaşan, paralellikler içeren iki kariyer geçirdik. Aramızda ciddi bir rekabet oldu ama dostluğumuz hep centilmence devam etti. Bugüne dek birbirimize karşı kötü duygular beslemedik. O çok başarılı oldu, ben de kendime göre çok başarılı oldum. Halis genç yaşta, çok tecrübeli bir atçı olan rahmetli Özdemir Atman'ın ekürisine baş jokeylik yaptı. Ben aşağı yukarı aynı dönemde Karamehmet Ekürisi'nde at binmeye başladım. Dönemin ünlü antrenörlerinden, kıymetli hocamız Burhan Şenemgen bana bu fırsatı sağlamıştı. O günlerde bulduğumuz şanslar, yeteneğimiz ve çok çalışmamız bizi bugünlere getirdi.

Yetenekten bahsettiniz. Sizce jokeylikte doğal yeteneğin olduğunu gösteren, genç bir binicide ilk baktığınız detay nedir?

İletişim çok önemli. Mesleği yapmak isteyebilir ama eğer atla iletişimi düzgün değilse, ondan çekiniyorsa ya da korkuyorsa işi zor. Atın üzerindeki duruş, atın merkezinde durmayı başarabilmek çok mühim. İlk bakılan şeyler bunlar. Sonuçta altımızda mekanik bir şey yok, aslolan safkan ve onu koşturabilme becerisi. Eğer bir jokey adayı yetenekliyse en geç altı ayda kendini gösterir. Sonrası şans bulmak ve o şansları kullanmakla ilgili.

Kariyerinizde iz bırakan sayısız yarıştan soracaklarım var ancak 1986 yılında, at binme şansı bulduğunuz ilk koşuya gitsek…

İlk kez bir yarışta at binecektim, üstelik bunu şanslı gösterilen bir safkanla yapacaktım. İnanın iki gün falan çok az uyudum, uyuduğumda da kafamda devamlı yarışı koşturdum. Bir rüyada kazanıyorum, bir rüyada kaybediyorum… O zaman çok hafif kilodayım. Atın eyer takımı var, ağırlık tamamlamak için kurşun konan madra var… Neyse ben ata bindim ama eyer kayışını kontrol etmedim. Antrenör de herhalde iyi sıkmamış. Yarışa başladık farkında değilim, son 800'e gelince eyerim sola doğru kaymaya başladı. O kadar heyecanlıyım ki sağa hafif ağırlık verip düzeltebileceğim aklıma gelmedi. Tabiri caizse patates çuvalı gibi yuvarlandım. Çok üzüldüm, bir süre kendime gelemedim ama çevremdekiler bana "Olur böyle şeyler pes etme!" dedi. Aynı sene Kırmurat isimli atla bir yarış kazandım. Ardından "Yavaş yavaş olacak herhalde" diye düşündüm. Zaten ailemden, etrafımdaki insanlardan ciddi destek alınca onlara mahcup olmamak için ekstra çaba gösterdim. Asla "Sadettin başaramadı" dedirtemezdim.

1990'ların başına gelindiğinde hâlâ çok genç ama bir yandan da tecrübesi, sahadaki profili yükselişte bir Sadettin Boyraz görüyoruz. 1991 senesinde Bükentay'la galip geldiğiniz Cumhuriyet Koşusu'nu nasıl hatırlıyorsunuz?

Ben o koşuda başka bir ata binmeye söz keser gibi olmuştum ancak Bükentay gelince direkt kabul ettim. Genç bir attı, üç yaşlı olarak katıldığı için kilo avantajımız da vardı. Her ne kadar koşu içinde sürpriz değerlendirilsek de başarıya ulaşmıştık. İşin ilginci bana teklif edilen diğer at da ikinci olmuştu.

Yarış öncesi bana verilen taktik ön grubun arkasında beklemek olmasına rağmen en öne çıkıp inisiyatif almıştım. Yedi kilo gibi bir avantajım vardı ve eğer iyi başlarsam bundan yararlanabilirdim. Tabii atın yetkililerine kafamdakini söylemedim. Benden önce bu ata Süleyman Abi (Akdı) biniyordu, kaybetseydim de her halükârda o binmeye devam edecekti. Bir fark yaratmalıydım ve risk aldım. At sahibi de tebrik etti, "Biz zaten senin yeteneğine güvenmiştik" dedi. Kazanan haklıdır hesabı işte. O koşu sayesinde Grup 1 galibi en genç jokeylerden biri olmuştum yanlış hatırlamıyorsam. Yavaş yavaş kupalı yarışlar kazandığım, önemli safkanlarla buluştuğum bir dönemdi.

Herhalde Devir'le buluştuğunuz 1992 Cumhurbaşkanlığı Koşusu, kariyerinizin o döneme kadarki zirvesiydi değil mi?

Devir çok farklıydı. Klasik koşulara damga vuran, jenerasyonundaki en büyük şampiyonlardan bir tanesiydi. Nurlar içinde uyusun, David Franco'nun atlarına biniyordum o dönem. Baş jokeyimiz efsane Mümin Çılgın'dı ve en iyi atlara o binerdi. Ben de ona eküri koşan atlarda fırsat buluyordum. Tam Cumhurbaşkanlığı Koşusu öncesi Mümin Abi ceza aldı. At sahibimiz de sağ olsun Devir'e beni bindirmeye karar vermiş.

Bunu yakın dostlarına söyleyince "Sadettin yetenekli ve iyi bir jokey ama henüz o tecrübeye sahip değil" demişler fakat kararı değişmemiş. Onu mahcup etmemek için elimden geleni yaptım. At zaten muhteşem. Devasa, simsiyah… O koşudan önce de heyecandan uyuyamadığım olmuştu ama yarış başlayınca gereğini yaptım. Stil olarak beklemeyi seven kısa sprint'i olan bir safkandı. Son 400'de liderliği aldık ve bize genç yaşta Cumhurbaşkanlığı Koşusu kazanmanın gururunu yaşattı. Bu tip koşular jokeylerin kariyerlerine seviye atlatır.

Bükentay'la önde kaçarak, Devir'le bekleyerek kazandığınız iki klasik koşunun hikâyesini dinledikten sonra konuyu sizinle özdeşleşen 'tempo uzmanlığı' hususuna getirmek isterim. Yarış temposu ayarlama konusundaki becerinizin sırrı ne?

Son yıllarda Trakus sisteminin gelişiyle bu konu çok konuşulur oldu. Trakus ne? Atın 400'ü, 200'ü kaç saniyede geçtiğine, yarışın hızına ve benzer verilere bakan bir sistem. Çok eskiden iyi antrenörler, at sahipleri kronometre tutardı ama jokeylerin çoğu hangi hızda gittiklerini bilmezdi. Belki hissederlerdi ama ekranda görmezdik. Peki nedir tempo ayarlamak? Atın gücünü yarışın ebadına taksim etmek demek. Yani atı bir hızlı, bir yavaş koşturduğunuzda daha fazla efor sarf ediyor.

Ben bu sürati idareli biçimde dağıtmayı kendim yıllar evvel keşfetmiştim ama Trakus çıkınca insanlar derecelerin ne kadar eşit olduğunu kendi gözleriyle gördü. Örnek vereyim; ilk 200'de 12 saniye, sonraki 200'de 12 saniye, sonraki 200'de yine 12 saniye… Bunu yarış içinde hissederek ayarlayabilmem nedeniyle 'tempo uzmanı' payem oldu. Bu demek değil ki sadece tempo atlarıyla başarılı olabiliyorum. Kariyerimde 3000'e yakın yarış kazandım ki içlerinde geride bekleyerek gelen atlar da vardı. Ancak şu bir gerçek ki bilhassa son yıllarda bana tempo atları, yani koşuyu önde forse eden ve gücü metrelere iyi dağıtılması gereken safkanlar daha sık teklif edilir oldu.

"Atı bir hızlı, bir yavaş koşturduğunuzda daha fazla efor sarfeder. Bunu idareli yapmak önemli."

"Atı bir hızlı, bir yavaş koşturduğunuzda daha fazla efor sarfeder. Bunu idareli yapmak önemli."

Peki bir jokey ne kadar sık inisiyatif alıp kendisine atın yetkilileri tarafından verilen taktiği değiştirir?

Bu normal şartlarda olması gereken bir şey. Çünkü yarışın gidişatı bazen öngörüldüğü gibi olmayabilir. Her şey kâğıt üzerindeki gibi gitmez. Bazen önde gitmen gereken bir ata binersin ama aynı stilde iki at daha vardır. Üç at ön tarafa talip olursa tempo artar ve fazla hızlanırsınız. Bu sefer arkada bekleyen sprinterlere yenilmeniz kaçınılmaz olur. Bazı antrenör ve at sahipleri bu konuda fazla ısrarcı olabiliyor. Biz onlardan her zaman bir B planı isteriz ama C planımız dahi olur. Kötü çıkarsınız, kalabalık koşudur önünüz kapanır, başka bir at temponuzu artırmak isteyebilir… Türlü türlü senaryo var ve bununla mücadele etmek jokeyin tecrübesine kalmış bir şey. İnisiyatif alıp gayet başarılı sonuçlara da imza attığımız olmuştur.

Hazır yarış temposu meselesini konuşmuşken 2000 Gazi Koşusu'na ve Caprice'in 2:26.71'lik derecesine gidebiliriz belki…

2000 senesinde askerden dönüp pek de iyi tanımadığım üç yaşlı safkanlar arasında Caprice'le buluşmam ve ilk Gazi Koşusu birinciliğime imza atmam benim için çok özeldir. Arslan Birdal'ın bindiği Sheer Honor o koşunun büyük favorisiydi, bir kısrak olan Caprice de belki beşinci veya altıncı sırada şans verilen attı. Fakat Bold Pilot'tan sonra gelmiş geçmiş en hızlı ikinci Gazi derecesini yapmak bize nasip oldu. Enteresandır, Caprice'in babası George Thomas da 2:26'larda bir Gazi koşup kazanmış. Bu dereceler tamamen ön tarafın hızlı gidip tempo artırmasıyla ilintili. Son yıllarda 2:28 civarında yarışlara daha sık tanıklık eder olduk.

İkinci Gazi zaferinize imza attığınız Pan River daha net favoriydi değil mi?

Pan River'la buluştuğumuzda onun büyük bir aksilik olmadıkça Gazi'yi kazanacağı belliydi. Kompakt ve güçlü bir attı. Biraz rakibe göre koşardı ama ciddi kuvveti vardı. Erkek Tay Deneme'de Halis'in bindiği Maracaibo'ya geçilmiştik. O da çok kaliteli bir safkandı ama şanssız şekilde Gazi koşamadı. Koşsaydı netice ne olurdu bilmiyorum. Pan River'la hem Gazi'yi hem de öncesi ve sonrasındaki birkaç önemli koşuyu kazandık. Ben ondan çok emindim o da beni hiç yanıltmadı.

Gazi gibi her safkanın hayatında sadece bir kez tecrübe edebildiği, önem olarak atçılığımızın zirvesinde bulunan bir yarışta favori olmanın baskısını nasıl anlatırsınız?

Jokeyin bu baskıyı hissetmemesi mümkün değil. At sahibi ve antrenör için de aynı durum geçerlidir. Hele de söylediğiniz gibi favoriler arasındaysa… Ancak önemli olan o baskıyı en hafife indirip yarış içinde hata yapmamaktır. Profesyonellik, tecrübe ve jokeylik becerisi kendini orada gösteriyor. 22 atın koştuğu bir yarıştan bahsediyoruz. Trafikte kalabilirsiniz, rakibinizi kaçırabilirsiniz, atınız koşuya hazır gelmemiş olabilir.

Ben bunu 2013 Gazi'de yaşadım. Bindiğim Fly By Me, Çakal Carlos'un ardından yarışın önemli favorileri arasındaydı. İkisi de değil, bambaşka bir at (Divine Heart) kazandı ki bana ondan da teklif gelmiş, ben gözüm kapalı "Fly By Me" demiştim. O günün şartlarında atım hiç hazır değildi, nitekim tabelaya dahi giremedi. Gazi'den bir ay sonra çıktığı yarışlarda tüm o jenerasyonu istisnasız geçti. Böyle bir gidişat da mümkün.

36 yıllık kariyerinizde birçok zafer ve hayal kırıklığı var ki burada zaten en öne çıkan bazılarından bahsetme şansı bulduk. Acaba bu meslekte devamlılığı sağlamak ne kadar zor?

Jokeylik mesleği bizde olduğu gibi dünyada da böyle uzun yıllar yapılabiliyor. Ancak profesyonelliğin devreye girmesi gerek. Kendinize iyi bakmanız, sosyal hayatınızdan biraz kısmanız, vücudunuza dikkat etmeniz önemli. Vücut bir noktada bu sürekliliğe adapte oluyor ama biraz salarsanız bunu kaybedersiniz. Neyse ki devamlı konsantre durumdayız, neredeyse her gün yarış bindiğimiz için fazlasıyla idmanlıyız. Artık başka sporlarda da antrenman teknolojisinin ilerlemesiyle beraber kariyerler kırklı yaşlara kadar uzadı. İşinizi sevip saydıkça, kendinize iyi baktıkça ileri yaşları görmek mümkün. Ben de verdiğim aralara, yaşadığım sakatlıklara rağmen hep dönüp tekrar yarışmayı bildim.

2014'te İzmir'de geçirdiğiniz kaza sonrası oldukça uzun bir süre sahalardan uzak kalmışsınız mesela…

Evet, yarış içinde kazalarımız oldu ne yazık ki ama 2014'teki en ciddi olanıydı. Kalçamdan problem yaşadım ve yedi-sekiz ay at binemedim. İnsanın işine duyduğu sevgi çok özel bir şey. Bırakmayı düşünmedim desem yalan olur ama bahsettiğim sevgi ağır bastı. Tekrar at sırtına dönebilmek için çok profesyonel kişilerle çalıştım. "Daha çok gençsin, sana bir isim veren bu meslekle henüz işin bitmedi" dedim kendi kendime. Başarılı olmasam noktalardım zaten. Çok planlı ve dikkatli bir şekilde geri döndüm.

Sizce jokeylikte zirve performans yaşı kaçtır?

Jokeylik mesleği çok genç yaşta başlıyor. Dünyanın her yerinde bu böyle. Fakat bir yandan her gün bir şey öğreniyorsunuz çünkü atla berabersiniz. Öğrenmenin yaşı yoktur derler ya… Muhakkak ki olgunlaşma dönemleri var. Bence bir jokeyin en iyi yılları 30-35 sonrası ve hatta kırklarına geldiği dönem. Kırktan sonra disiplin ve tecrübenin bir araya gelmesiyle bu mesleğin 55'e kadar yapılabileceğini düşünüyorum. Az önce de söyledim; bu sporda aslolan attır. Siz onu koştururken doğru hamleleri yapacak kadar becerikli ve zindeyseniz problem yok. Tabii 55 sonrasından emin değilim. Her şeyi tadında bırakmak önemli.

Bunun sporda oldukça önemli emsalleri var ve biz de sık sık kendimizi onlara şu soruyu sorarken buluyoruz: Branşında aşağı yukarı her büyük başarıyı tatmış bir sporcu ilerleyen yaşta hâlâ motive olmayı nasıl sürdürür? Siz kendi adınıza bunu nasıl başarıyorsunuz?

Gerçekten sıkıntılı dönemler yaşamama, atlattığım sakatlıklara rağmen jokeyliğin yaşattığı hislerin yerini doldurmam çok zor. Bu biraz da aksiyon merakına giriyor, sonuçta biz ekstrem bir spor yapıyoruz. Benzer meslekleri olan başka kişilere sorsanız buna yakın cevaplar alabilirsiniz. Mesela motosikletçi ölümle burun buruna gelir; kalkıp yine yarışmaya devam eder. Ben de o koşuyu kazandığımda aldığım hazzı başka hiçbir şeyden alamayacağımı bildiğim için mesleğimi seviyorum. Çünkü hayatınızın bir parçası, bir uzvunuz oluyor âdeta. Heyecan var, başarılı olursanız iyi kazanç var, birçok insanın binmek isteyip binemediği at gibi özel bir canlı var, çizgiyi önde geçtiğiniz anda yaşadığınız büyük bir mutluluk var. Sahi, insan daha ne isteyebilir ki…

Socrates Dergi