
Tesadüf
10 dk
Yediği farklarla özdeşleşen Malta'nın spor tarihindeki en büyük başarılardan biri 2-2 biten eski bir Türkiye maçı. O gün Malta kalesini koruyan Justin Haber'le restoranında buluştuk, anılarını ve hayallerini dinledik.
2018 yazının sonlarına doğru eşim, kuzenim ve kız arkadaşı ile Malta'nın balıkçı köyü Marsaxlokk'a yemeğe gittiğimizde adından ötürü ilgimizi çeken ve daha önce ziyaret edip çok beğendiğimiz bir restorana yeniden gitmeye karar verdik. Deniz kenarındaki masaya oturduktan sonra balık seçmek için kuzenimle içeriye girdik. İçeride tek bir dolu masa vardı, sıcaktan tişörtlerini çıkarmış otuzlu yaşlarında iki erkek... Bizi görünce özür dileyip üstlerini giydiler ve biri kalkıp yardımcı olmaya geldi. Kendini tanıtırken ''Ben bu restoranın sahibiyim'' dediğinde önce bir şaşırdık. Nereli olduğumuzu duyduğunda ise "Aa ben milli takımda Türkiye'ye karşı oynadım'' cevabını verdi ve bizi şaşkınlığın sevimli tarafından inanmama tarafına götürdü. Masada yemek yiyen diğer arkadaşını gösterip "Hatta o da oynadı ve gol attı" dediğinde ise ben çoktan balığı gösterip dışarı çıkıyordum.
Masaya dönünce ilk iş söyledikleri maçı açtık, Euro 2008 elemelerinde Malta ile Türkiye'nin 2-2 berabere kaldığı karşılaşmadan söz ediyorlardı. Gerçekten de o maçtaki kaleci restoran sahibine çok benziyordu, kamera özetin sonlarına doğru Malta'nın ikinci golünü atan futbolcuya zoom yaptığında ise içeride yemek yiyen arkadaşını (Andre Schembri) görmüş olduk. Yani, restoranın en başta ilgimizi çeken ismi (Haber 16) Malta tarihinin en kariyerli kalecisi Justin Haber'den geliyordu. Aradan geçen birkaç ay, birçok Malta Ligi maçı ve balıktan sonra Haber ile tekrar buluştuk, bu röportajı yaptık.
Türkiye-Malta maçını çok net hatırlıyordunuz. Özel bir nedeni var mı?
8 Eylül 2007, hâlâ hatırlıyorum. Büyük tesadüftü çünkü 16. yüzyılda Türkler ile savaşımızın bittiği gündü. O günü milli bayram ve 'Zafer Günü' olarak kutlarız, resmi tatildir. Türkiye ile karşılaşmamızın oynandığı Ta Qali stadyumunu o günkü kadar kalabalık görmemiştim. Şu an çıkıp sokaktaki insanlara sorsanız anımsarlar. O maçta iki kere öne geçmiştik ancak kazanamadık. O maçın benim için güzelliği de şuydu: O sırada Yunanistan'da, Haidari'de oynuyordum ve bizim maçtan bir süre önce aynı grupta Türkiye, Yunanistan'ı deplasmanda dört golle yenmişti. Biz Türkiye'yle berabere kaldıktan sonra Yunanistan'a döndüğümde uzun süre yemek pişirmedik. Her akşam başka bir komşum yemek, tatlı ve başka hediyeler getiriyordu.
Haydari aynı zamanda bir mezenin de adı, ondan da getirdiler mi?
Öyle olduğunu bilmiyordum, restoranımın menüsüne ekleyeceğim!
Türkiye maçına tarihinizdeki en önemli başarılardan biri diyebilir miyiz?
O zamanki Türkiye takımı harikaydı. Hakan Şükür, Emre Belözoğlu, Hamit Altıntop... İlk golü de Halil Altıntop'la beraber attık (gülüyor). Vurdu, ben de uçmuştum, top üst direğe isabet ettikten sonra sırtıma da çarparak içeri girdi.
Rövanşta Türkiye'de nasıl karşılandınız?
Diğer maçta daha bile iyi bir kadro vardı, yanılmıyorsam Rüştü Reçber de oynadı. Ama bazı problemler yüzünden Frankfurt'ta ve seyircisiz oynamıştık. Uzun bir süre her şeyi kurtardım! Bir puan daha alabileceğimizi düşünüyorduk fakat son yarım saatte iki gol yedik ve 2-0 bitti. O karşılaşmayı Türkiye'de oynamayı çok isterdim, Balkanlardaki taraftarlık kültürünün hayranıyım.
Türk futboluna dair başka anınız var mı?
Emre Belözoğlu ile bir kez daha karşılaşmıştık, İsrail'deki 16 Yaş Altı turnuvasında... Penaltısını kurtarmıştım! Tamam, o maçta iki ya da üç gol attı ama penaltıyı kurtarmıştım. Bir de soyadımın Türkçede taşıdığı anlamı biliyorum.
Yunanistan'dan bahsettiniz ama hâlâ devam eden uzun kariyerinizde başka ilginç duraklar da var...
Beni Yunanistan'a götüren Ilija Ivic'ti, ünlü bir eski Sırp futbolcudur. Şimdi de Yunanistan'da çok ünlü bir spor spikeriyle evli. Ivic, eski bir Olimpiakos oyuncusu olarak menajerliğe başlamıştı ve orada çok iyi ilişkileri vardı. Beni Haidari'ye götürürken asıl amacı şuydu: Orada pişmemi istiyordu ve başarılı olursam beni Olimpiakos'a ikinci kaleci olarak geçirecekti. İyi bir sezon geçirmiştim ancak sonrasında İngiltere'ye gitmeyi tercih ettim. Sheffield United, Championship'e yeni düşmüştü ve Premier Lig'e tekrar çıkmayı düşünüyordu. Gary Speed, Derek Geary, Gary Cahill, James Beattie, Paddy Kenny gibi üst düzey oyuncuları vardı.
Şimdi bakınca oradan Premier Lig'e uzanan farklı bir kariyer olabilirmiş...
Boyum 1.80'in altında ve bu bir kaleci için dezavantajdır. Ama çizgide istedikleri kadar iyiydim, 1,5 yıl forma giydim. O zamanki başkan Kevin McCabe, Macaristan'da Ferencvaros'un da sahibiydi, beni oraya götürmek istedi, daha çok oynayacağım için bana da uygundu.

Bu kadar farklı ligde oynamak nasıl bir deneyimdi?
En baştan beri istediğim şeydi. 19 yaşında Bulgaristan'a gitmiştim. Yalnız yaşamayı, yemek yapmayı öğrenmek müthişti. Gittiğimde ocak ayıydı, hava eksi 20 dereceydi ve kimse İngilizce konuşmuyordu. Aylık 400 dolar maaşa gitmiştim. Malta'ya döndükten sonra da o zamanki maaşımın yarısına Fransa'ya gitmeyi kabul etmiştim. Orada Tony White tesadüfen beni beğenmişti. 2006 Dünya Kupası hazırlık maçında Japonya'ya karşı harika bir maç çıkarmıştım, beni almaya karar verdikleri maç olmuş o.
O zamanki Sheffield United teknik direktörü, şu an Cardiff'i çalıştıran Neil Warnock'tu. Üç gün idmana çıkmak için gittim ancak Warnock'un beni denemesi iki hafta sürdü! Daha sonra Belçika İkinci Ligi'ndeki pilot takıma gönderdiler. Ama ikinci lig olduğu için milli maç aralarında ligler tatil olmuyordu; ben de yarım sezon oynadıktan sonra Malta'ya Marsaxlokk'a döndüm. Sonraki sezon Marsaxlokk başkanı Valletta'ya geçti ve beni de götürmek istedi ama ben Floriana'lıyım ve ezeli rakibimiz için oynayamazdım. Ben de Yunanistan'a gittim. Sonuç olarak şu anda beş dil konuşuyorum. Hiçbir zaman yerleşik olmadım ama bu yaşam stilinin artıları daha fazlaydı.
Genel olarak, Malta'da futbola âşığız. Ancak en tepeden en aşağıya kadar yanlış bir yapı var! Hâlâ futbolun amatör oynandığı dönemlerinde olduğumuzu sanıyoruz. Ucundan basit şeyleri düzelterek de bu sorunları çözemeyiz.
Sizce ne yapılmalı?
Bazı fikirlerim var ve bunları hayata geçirmek için uğraşacağım. Örneğin Malta'da şu anda yedi yabancı oynatabiliyorsunuz. Yurt dışından daha ucuza daha genç birilerini getirmek istiyor tüm kulüpler. Biz şimdi oynadığım Gzira United'a 30 yaş üstü birkaç veteranla beraber gittik ve takımı ikinci ligden alıp Premier Lig'de üçüncü yaparak UEFA ön elemelerine ulaştık.
Restoran işi nasıl başladı?
Deniz biyolojisi okuyorum. Yurt dışında oynadığım her ülkede akvaryumlara giderdim. Şu anda kabuklu deniz canlılarının taşınması üzerine Fransa'da yüksek lisans eğitimi alıyorum. Restoran açmak hep kafamda vardı. Restoranımın önceki sahiplerine de kabuklu deniz ürünleri satıyordum. Ancak mali sorunlar yaşadılar ve bana olan borçlarına karşılık restoranı önerdiler, seve seve kabul ettim.
Tüm bunları nasıl bir arada götürebiliyorsunuz? Profesyonel futbol, master, balık restoranı, bir yandan aile?
Oğlum ve eşim en büyük önceliğim. Ayrıca, zaman yönetimini iyi yapıyorum. Tembel değilim; vaktimi içki, sigara, uyuşturucu ve partilerle geçirip durmuyorum. Facebook hesabım bile yok; zamanımı 'gerçek' olan şeylere ayırıyorum. Ayrıca, futbol akademim var. Floriana'da futbolcu yetiştiriyoruz, Sunderland ile anlaşmamız var.
Gerçekten futbol için planlarınızın olduğu belli...
Daha önce de söylediğim gibi Malta futbolunda küçük değişikliklerden öte büyük çözümlere ihtiyacımız var. Belirli bir plan üzerinden ilerleyemiyoruz. Bence her şey altyapıdan başlıyor. Bir takım kurmak istiyorum, tüm oyuncular aynı okula gidecek, beraber yemek yiyecekler, beraber yaşayacaklar ve futbol oynayacaklar.
Hagi'nin Viitorul'u gibi bir proje mi?
Evet, çok iyi bir model. Ancak onların avantajı iyi bir ligde oynamaları, genç oyuncular kendini Romanya Birinci Ligi'nde geliştirebilir. Ancak Malta Ligi öyle bir yer değil. Planım, bu takımı Fransa'nın alt liglerinde oynatmak.
Geçenlerde Gzira United'ın Sliema Wanderers ile maçı vardı. Ardından Valletta-Birkirkara maçı başladı. Ligde ilk dört sırada yer alan takımların oynadığı maçlarda bile stat dolu değildi. Neden?
Bir, stadımız biraz eski. İki, bazı bahis ve maç ayarlama dedikoduları insanları soğutmuş olabilir. Geçen sene Barzan-Qormi maçının berabere bitmesine Endonezya'dan bir kişinin 200 bin Euro bahis oynadığı söylenmişti. Ayrıca şu anda kadronuzda yedi yabancı olabilir. O yabancılar da 2000 euro aylık maaşla geliyorlar ve en ufak bir fırsatta başka liglere geçiyorlar.
Nüfusumuz 450 bin; tam 54 takımımız ve 4 ligimiz var! Her takımın kendi derdi var ve kimse uzun vadeli düşünemiyor. Bu 54 takımın ayrı ayrı U-11, U-12, U-13, U-18 ve A takım antrenörleri olması lazım. Antrenör yetiştirmede de problemimiz var. Ekstra birkaç yüz euro için haftada iki antremana çıkan, Malta futbolunu zerre umursamayan insanlar mevcut. Ben de A sınıf antrenör diplomasını kolaylıkla alabilirim ancak buna niyetim yok. Yönetimsel boyutta katkı yapmak istiyorum. Bir de Malta'da yaz uzun ve keyifli bir hayat tarzı var. Gelir düzeyi ve refah yüksek. Çocuklar futbola yönelse de acı çekip kendilerini en üst seviyeye çıkartacak azmi göstermeyebiliyor. Malta'da büyümek yağmurlu bir İngiliz şehrinde yetişmekten farklı. A takıma kadar yükselip Facebook'a "Bakın ben A takım futbolcusu oldum" diye fotoğraf koyan ve futbol hedefleri burada biten gençler biliyorum.
Uluslar Ligi'yle ilgili fikirleriniz neler? Malta gibi D kategorisi takımlarına büyük turnuvalara gitme şansı verebilir mi?
Malta'da yazları çok güzel, biz o yüzden büyük turnuvalara katılmıyoruz! Şaka bir yana, yeni bir format ve bence iyi oldu. Bizim gibi ülkelerin klasik grup elemesi formatında devlerle kapışma şansı pek yok. Ama diğer yandan İzlanda örneğini de görüyoruz; nüfusu Malta'dan az ama gerçekten başarmayı isteyen bir ekipleri ve her şeyden önemlisi onlara bu şansı sunan bir planları vardı. Sonuçlarını da aldılar.
2-2'lik beraberliğin ülke için nasıl büyük bir başarı olduğunu konuştuk. Ülke tarihindeki en başarılı sonuç nedir?
Daha sonra Ermenistan'ı 1-0 yendik. Türkiye maçını özel yapan şey o zamanki uçurumdu. O maçtaki bazı rakiplerimizin bir aylık maaşı, bizim tüm takımın maaşından fazlaydı. Bir nevi Davut ve Golyat hikâyesiydi. Zaten o Türkiye, Euro 2008'de yarı final oynadı.
Sonuçlardan ziyade, başarı için savaşmak önemli. O maçtaki kurtarışlarım kadar her yere uçup zıplamam da taraftarlar için önemliydi. Bir hava topu mücadelesinde Hakan Şükür bana dirsek atarken topu yumrukladığım bir foto var; böyle anılar ve bıraktıgınız savaşçı karakter sizinle sonsuza dek yaşıyor. Oradaki mücadele, Malta insanının umutlarını simgeliyor.
Bazıları "Nasılsa kaybedeceğiz, bari Buffon'un ya da Totti'nin formasını alayım" diye maça çıkar. Maçı kaybedebilirsiniz ancak elinizden gelenin en iyisini vermek zorundasınız, hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. Ve sonuçta kaybetsek bile o maçta yaptığım her kurtarış benim için bir zaferdir; nasılsa kaybedeceğiz diye hiçbir maça çıkmadım. Şu anda çok mutluyum, üç sene aradan sonra tekrar mart sonundaki Faroe Adaları ve İspanya maçları için kadroda olacağım. 37 yaşındayım ama hâlâ buradayım!