
The Irishman
12 dk
Adalı futbolcular, İtalya topraklarında çoğunlukla potansiyellerini göstermediler. Liam Brady ise istisnaların içinde ayrı bir yere sahip. Yetenekleri kadar kişiliğinin de bunda payı büyük...
Sezonun bitimine üç hafta kalmış, yarış iyice kızışmıştı. Juventus ile Fiorentina, 41'er puanla son viraja giriyordu. Fakat İtalya'da manşetlerde başka bir konu daha vardı. Bir sonraki sezon, yabancı oyuncu kontenjanı ikiye çıkarılmıştı. Kolları sıvayan takımlardan biri de Juventus'tu. Agnelli Ailesi, şöhretlerine yakışan, fiyakalı iki süper yıldız için çalışmalara başlamıştı bile…
'Yaşlı Hanımefendi'nin o dönemki tek yabancısı olan Liam Brady'nin telefonu da bu haberin çıktığı günlerin birinde çaldı. Arayan bir gazeteciydi. "Beş futbol gazetesi vardı ve kulüplerin içinde olan her şeyden haberdar oluyorlardı" diye anlatıyordu Brady. İrlandalı oyun kurucu, hattın diğer ucundaki sese "Hayır, hayır, hayır!" diyebilmişti ancak. Söylenene göre Juventus, Fransız 10 numara Michel Platini ile anlaşmıştı.
İrlandalı 10 numara ilk idmandan sonra antrenörü Giovanni Trapattoni'nin yanına gitti ve Platini mevzusunu sordu. Trap, kesin bir dille yalanlasa da Brady yalan söylediğini anlamıştı. Evine girdikten kısa süre sonra telefonu bir kez daha çaldı. Bu sefer arayan kulübün başkanı Giampiero Boniperti'ydi. "Üzgünüm ama kararımız bu," diyordu başkan, Platini ve Polonyalı yıldız Zbigniew Boniek'in transfer haberini ona verirken… "Seni tutabilseydik bunu yapardık ama sadece iki oyuncu oynatabildiğimiz saçma bir sistem işte." Brady, sinirlerine hâkim olamadı: "İyi, g.tünüze sokun!" Boniperti, sakinliğini bozmadı. Şampiyonluk için oynadıklarını, üç maç kaldığını ve profesyonel olması gerektiğini söyledi. Brady, görüşmenin sonuna kadar bir daha sahaya çıkmayacağını defalarca yinelese de blöf yapıyordu. "Oynayacaktım. Çünkü birlikte oynadığım heriflere saygım büyüktü."
Bu hararetli görüşmenin ardından Juventus, Udinese önüne çıktığında Brady de 10 numaralı formasıyla sahadaydı. Hiçbir şey olmamış gibi takımı yönetti ve aldığı ceza nedeniyle iki yıldır maçlara çıkamayan Paolo Rossi'nin gol özlemini dindiren ortayı yaptı. Juve 5-1'le rakibini geçmiş, Inter'le berabere kalan Fiorentina'nın bir puan önünde zirveye kurulmuştu. Sonraki hafta Napoli ile berabere kaldılar ve Fiorentina da kazanınca, son haftadaki Catanzaro maçına gergin bir 90 dakika bıraktılar.
16 Mayıs 1982'de Juventus, Catanzaro karşısında zor anlar yaşıyor ve bir türlü golü bulamıyordu. Son 15 dakikaya girilirken Pietro Fanna'nın vurduğu topu Catanzaro savunması elle çıkarınca, Juventus penaltı kazandı. Penaltıcı olarak belirlenen Pietro Virdis, 53. dakikada oyundan çıkmıştı. Herkes birbirine bakarken Brady çıktı sahneye: "Ben kullanacağım!" İrlandalı "İki seçeneğim vardı," diyordu, "Profesyonel olup vuruşu iyi kullanmak ya da aptal bir çocuk gibi davranıp penaltıyı atmayı reddetmek. Daha da kötüsü kasten kaçırmak. Profesyonel olmayı seçtim, vurdum ve golü attım!"
Juventus, 1-0'la yirminci Scudetto zaferine ulaşmıştı. Günün adamı Brady, soyunma odasında mikrofonlara şunlar söylüyordu: "Daha iyi bir şekilde gidemezdim. Mutluyum, çok sevinçliyim ama bir yandan da biraz üzgünüm. Çünkü bu çocukları terk edeceğim. Onlar gerçek birer şampiyon ve harika insanlar…"
Chippy
Liam Brady, Arsenal seçmelerine katıldığında henüz 13 yaşındaydı. Seçildi ama Londra'ya yerleşmesi için önce İrlanda'daki okulunu bitirmesi gerekiyordu. Boniperti ile restleşmesinden yıllar evvel, futbol kariyerinin ilk patron muharebesini de okulda verdi. İrlanda'nın milli sporu olan Gal futbolunda da başarılı bir sporcu olan Brady, okulu St. Aidan's C.B.S'in Nisan 1971'de önemli maçı öncesinde İrlanda U15 Milli Futbol Takımı'ndan davet almıştı. Okul müdürü ilginç bir tepki gösterdi: "O maça gidersen bir daha bu okula dönme!" Brady, daha sonraları en önemli silahlarından biri olacağı İrlanda Milli Takımı'nı seçecekti…
Kısa süre sonra da Londra günleri başladı. Birçok İrlandalı ya da İskoç oyuncunun İngiltere'deki ilk yıllarında dem vurduğu uyum sorununu da yaşamamıştı. Büyük abisi, bir dönemin milli oyuncusu Ray Brady, Londra'da yaşıyordu ve Arsenal, Liam'ı Plimsoll Road'da ikamet eden, kombine bileti olan bir ailenin yanına yerleştirmişti. 15 yaşında kulübe giren Brady, 17 yaşında büyük sahneye çıkmayı başaracaktı. Bu arada yeteneğinden etkilenen sadece Arsenal yetkilileri değildi. Dönemin Manchester United menajeri Tommy Docherty, İrlandalı ile bir görüşme yapmıştı. United'ın transfer ücreti 'dudak uçuklatacak' cinstendi: Liam'ın annesine bir çamaşır makinesi! Liam, Arsenal'da kalmayı tercih etti.
6 Ekim 1973'te Birmingham karşısına çıkan Arsenal'da 12. oyuncu olarak (o dönemde İngiliz takımlarının maç kadrosunda 12 oyuncu var) kulübedeki yerini alan Brady, Jeff Blockley'nin sakatlanması sonucunda menajer Bertie Mee'den aldığı talimatla sahaya girdi. Belki o sezon aslardan biri olamadı ama kısa sürede Highbury'nin en gözde yeteneklerinden birine dönüştü. 'Chippy' (Çok cips yediği için Arsenal gözlemcisinin taktığı isim) lakabıyla nam salan Liam'ın en büyük şanssızlığı kulüp tarihinin en kötü dönemlerinden birine denk gelmesiydi. Ama Alan Ball gibi büyük bir idol ile aynı formayı giyiyordu ve ondan öğreneceği çok şey olduğunun farkındaydı.

Arsenal'in FA Cup zaferinden...
Arsenal, ligde kötü sonuçlar alsa da dönemin İngiliz futbol kültüründe Dünya Kupası'ndan sonraki en prestijli kupa olarak farz edilen FA Cup'ta finale çıkmayı âdet haline getirmişti. 1978'de Ipswich karşısına çıktılar ama mağlubiyetten kurtulamadılar. Brady, skoru da belirleyecek olan Roger Osborne'un markajında sahadan silinmişti. 1980'de ise Division 2'de mücadele eden West Ham'a mağlup oldular. Fakat 1979, kulüp ve ülke futbol tarihi için büyük bir masala sahne olmuştu…
Henüz maçın başında 1-0 öne geçen Arsenal, 43. dakikada Frank Stapleton'la farkı ikiye çıkardı. Fakat golün başrolünde, stilini özetleyen dripling sonucunda attığı nokta pasla Brady vardı.
Arsenal, soyunma odasına avantajlı gitti ve ikinci yarının son beş dakikasına girerken de bu farkı korudu. Ne olduysa o dakikadan sonra oldu. United önce 86'da 2-1 yaptı, iki dakika sonra da 2-2… İbre rakip takıma doğru dönüyor gibiydi. Fakat santradan kısa süre sonra topu alan Brady, yine alametifarikalarından birini sergiledi, rakiplerini geçti ve topu sol açık Graham Rix'e verdi. Rix'in ortasında Alan Sunderland'e dokunmak kalmıştı. 'Beş Dakika Finali' olarak tarihe geçen maçı kazanan Arsenal, FA Cup'ı müzesine götürmüştü…
Ertesi sezon, uzun süre sonra ligi ilk dörtte bitirmeyi başarmışlar ve Kupa Galipleri Kupası'nda finale kadar yükselmişlerdi. Final yolundaki en etkileyici zafer, Highbury'de 1-1 berabere kaldıkları Juventus karşısında İtalya'da oynadıkları rövanştı. Son dakikalarda attıkları golle final biletini almışlardı. Finalde, Valencia karşısında sıkıcı bir maç oynadılar. Kazananı penaltı atışları belirledi. Önce Valencia'nın yıldızı Mario Kempes kaçırdı, hemen ardından da Brady… Bir yıl önce FA Cup'ı getiren bir diğer isim sol açık Rix de kaçırınca, Arsenal'ın payına bir kez daha mağlubiyet düşmüştü…
Brady, sertlik ve mücadele ile özdeşleşen İngiltere futbolunda 'zarif' ayaklardan biri olarak ön plana çıkmıştı. 1978-1979 sezonunda Profesyonel Oyuncular Birliği tarafından 'Yılın Oyuncusu' seçildi ve iki sezon üst üste aynı birliğin seçtiği Yılın 11'inde kendisine yer buldu. Taraftarı için de karanlık yılların incisiydi belki de. Arsenal sevdalısı Nick Hornby, Futbol Ateşi kitabında şu satırları yazıyordu:
"Bir yıl boyunca, 60'ların başları ve 70'lerin sonlarındaki Amerikan gençliğinin yaklaşan kıyametin ihtimali ile yaşadığı gibi, ben de Brady'nin başka bir kulübe transferi ihtimalinin korkusuyla yaşadım. Bunun eninde sonunda olacağını biliyordum, yine de, buna rağmen, kendime umut etme hakkını verdim; her gün oturup onun için üzüldüm. Sözleşmesini uzatmış olduğuna dair bir ipucu yakalayabilmek için bütün gazeteleri son satırına kadar okudum. Aralarında vazgeçilmeyecek yakınlıkta bir dostluk vardır diye takım arkadaşlarıyla ilişkilerini araştırdım. Daha önce hiçbir Arsenal futbolcusuna böylesine bağlanmamıştım…"
Brady'nin pas kabiliyeti ve zarafetinden bahseden Hornby, bugünün futbolu ile 1970'leri mukayese ediyor, zaman zaman 1970'leri izleyenlerin yeni dönem futbolcularına haksızlık etme ihtimalini sorguluyordu. Ama bütün bunlar Brady'nin onun gözündeki değerini hiçbir zaman aşağılara çekmiyordu. Aslında haksız da değildi. Ardiles gibi dripling yapabilen ve -o kadar akılalmaz olmasa da- Hoddle seviyesine yakın paslar atabilen, iki stilin de vücut bulduğu, futbol tarihinin en önemli solaklarından biri olan Brady için Zico da "Tipik bir Brezilyalı orta saha oyuncusu" diyordu. Ondan etkilenenlerden biri de dönemin Juventus antrenörü Giovanni Trapattoni'ydi…
Ritiro
İtalya Futbol Federasyonu, 1966 Dünya Kupası'ndaki Kuzey Kore faciasından sonra giyotini hiç düşünmeden indirmişti. Kurula göre başarısızlığın sebebi, takımların yabancı oyuncular konusunda sınırı aşmalarıydı ve yabancı transferini yasakladılar. Sözleşmesi devam eden oyuncular ülkede futbol oynayabilecekti ama yeni bir yabancıya daha yer yoktu! 1970'ler böyle geçti… 1970'ler biterken bir yabancının ülke futboluna 'zararı' olmayacağını düşündüler ve 1980-1981 sezonundan önce yasak kalktı. Bu, bir bakıma Serie A'nın görkemli günleri için atılan ilk adımlardan da biriydi…
Agnelli Ailesi'nin desteğiyle alım gücü en yüksek takımlardan biri olan Juventus'un yabancı tercihi merak konusuydu. Son iki sezonda Milan ve Inter'e şampiyonluğu kaptırmışlardı. Şatafatlı bir imza törenine ihtiyaçları vardı. Fakat antrenörleri Trapattoni'nin aklı hâlâ elendikleri Arsenal mücadelesindeydi. İngilizlerin yedi numarası; vizyonu, topa dokunuşu ve tercihleri ile onu büyülemişti. "Kesinlikle Rummenigge, Dalglish, Zico, Kempes, Simonsen gibi büyük bir yıldız değildi ama benim Juventus'um için doğru adam oydu" diyordu Trap. Başkan Boniperti ile kararı vermişlerdi. Yeni oyun kurucuları İrlandalı Brady olacaktı.
Trapattoni, Juventus'a geldiği 1976 yılından itibaren savaşçı bir orta saha kurmayı hedeflemiş ve kısmen de bunu başarmıştı. Tardelli, Furino, Benetti gibi isimler vazgeçilmeziydi. Orta sahadaki yaratıcılık yükünü ise sağ kanat oyuncusu Causio ve sol bekten sık sık ileri çıkan Cabrini'nin omuzlarına vermişti. Futbolculuk döneminde tarihin en büyük oyun kurucularından Gianni Rivera ile aynı formayı giyen Trap, Juve'deki antrenörlük günlerinde orta sahasını ilk kez gerçek bir maestroya emanet ediyordu…

Hornby'nin korktuğunun başına gelmesi neredeyse kesin gibiydi. Brady, haftalık 200 sterlinlik ücretinin arttırılmasını istemiş fakat Arsenal yöneticileri, bu isteği kulak arkası etmişti. Kevin Keegan'ın Hamburg'a transferinden cesaret alan Brady, yurtdışında futbol oynamayı kafasına koymuştu. Önce Bayern Münih'le görüştü. Futbolu yeni bırakan ve yöneticiliğinin çaylak yıllarını geçiren Uli Hoeness ile Londra'da bir otelde görüştüler, anlaştılar… Fakat bir süre sonra Münih, Brady'ye 'geri dönmedi.' Ortada Brady'ye bildirilen bir sebep de yoktu. O da Juventus'un yolunu tuttu… "Juventus, Arsenal'de aldığımın 10 katını veriyordu. Ama tek neden para değildi. İtalyanlar millerce ilerideydi. Daha yetenekliydiler, daha odaklanmış futbolcular vardı ve daha ciddiydiler" diyordu. Hornby ise Brady'nin vedasını, aynı dönemde ayrıldığı sevgilisinin acısıyla karşılaştırmaktan geri kalmıyordu…
Duruma şüpheci bakanlar da vardı… Birçok olayda olduğu gibi İtalyan basını yine kötü karakter olarak kendini göstermişti. İrlandalı bir çocuğun İtalya'ya ayak uyduramayacağını yazanlar hiç de azımsanmayacak miktardaydı. Brady, İtalyanca öğrenmek için sıkı bir çalışmaya girdiğini ve iki sene boyunca bu disiplinli mesailere devam ettiğini bugün bile anlatıyor. Fakat yabancı olduğu tek şey konuşulan dil değildi. Futbol atmosferi ve kültürü de tamamen farklıydı. İlk 'kültür şokuyla' sezon öncesinde karşılaştı. İtalyanların 'Ritiro' (İnziva) dediği sezon öncesi kamplar İrlandalıya uzaktı. Üç haftalık manastır hayatıyla ilk sınavını verecekti:
"Kampta hep birlikte kahvaltı yapıyor, hep birlikte çalışıyorduk. Bizi, öğle yemeğinden sonra yataklarımıza gönderiyorlar, 17.00'de ikinci idman için uyandırıyorlardı. Bütün gün futbol konuşuyorduk. Yeni evlenmiştim ve eşimi özlüyordum. Biraz yalnızlık çekiyordum, yalnız uyuyordum. Ama bu yaşamı da sevmiştim, heyecan vericiydi. Eğer herhangi bir Britanyalı futbolcuya 'Üç hafta boyunca seks ya da alem yok' deseniz, kapıları kırar!"
Brady'nin bahsettiği tipte bir İngiliz gelmişti İtalya'ya üstelik. Britanya aleminin ilahı Jimmy Greaves, tam da Brady'nin bahsettiği gibi Milan'da Nereo Rocco'nun disiplinine ayak uyduramamış, kapıları kırmış ve sonunda da ülkesine postalanmıştı. Belki de İtalyan basınının ilk başlardaki karamsarlığının sebeplerinden biri de bu kültür uyuşmazlığıydı. Ama Brady, Greaves'in aksine ayak uydurmaya çalışıyordu.
Ritiro sonrası Serie A çimlerine çıktığında hâlâ 'yabancıydı.' İtalyanlar ile özdeşleşen sertliği çok sorun etmedi. Tommy Smith gibi 'gerçek kötülere' karşı oynamıştı neticede. Garibine giden oyun felsefesiydi: "Gentile, Scirea ve Cabrini maçtan sonra 'Benim adamım gol atmadı' diyorlardı. Eğer markajlarındaki adam gol atmadıysa, bu onlar için harika bir maç geçirdiklerinin göstergesiydi." Sadece Brady, İtalyanlardan bir şeyler öğrenmiyordu. Juventus'lu Roberto Bettega, maçtan önce ve sonra rakiplerinin ellerini sıkan, centilmen İrlandalıdan çok etkilendiğini anlatacaktı yıllar sonra…
Trapattoni'nin yeni Juventus'u 1980-1981 sezonunu Roma'nın önünde şampiyon bitirdiğinde kuşkusuz en önemli parçalardan biri de yeni 10 numarasıydı. Artık topu merkezden karşı sahaya taşıyan ve İtalyan futbol kültürünün olmazsa olmazı hızlı hücumlarda ani uzun paslarla tehlike yaratabilen bir oyun kurucuları vardı. Ertesi sezon da başarılarını tekrarladılar ama sezon, Brady için son üç haftadaki 'veda dönemi' sebebiyle pek de iç açıcı geçmedi. Yine de Catanzaro maçındaki kahramanlığı, taraftarlar ve arkadaşlarının zihnine kazınmıştı. Brady, yıllar sonra bile bu karara anlam veremediğini söylüyordu. Trapattoni ise otobiyografisinde onun yerine Platini'nin transfer edildiğini öğrenince Brady'nin "Doğru karar" dediğini iddia ediyordu. Gerçek nedir bilinmez ama Platini ve Boniek transferlerinin doğru karar olduğu su götürmez bir gerçekti. O sezona kadar Kupa 1'de varlık göstermeyen Juventus, yeni yabancıları ile üç senede iki kez final oynayıp bir zafer kazanacak ve araya bir de Kupa Galipleri Kupası sıkıştıracaktı. Brady ise İtalya'daki kariyerini bitirme niyetinde değildi…
Mantovani'nin Çocukları
Romalı iş insanı Paolo Mantovani, Serie B'de mücadele eden Sampdoria'nın başkanı olduğunda amacı, ülkenin genç yetenekleri ile bir takım kurmak ve ses getirmekti. Tabii ki taraftarı stadyumlara çekmek için de görkemli yabancılara ihtiyacı vardı. İlk hedefi de Brady oldu. Brady, ilk başlarda ligin yeni takımına sıcak bakmasa da daha sonra ikna olacaktı. Transfer, Boniperti'nin de onayını almıştı. Brady'nin ilk talibi olan Roma, antrenör Nils Liedholm, Bruno Conti, Roberto Falcao ile Roberto Pruzzo gibi isimlerle Juve'nin en büyük rakibiydi ve Boniperti'den ret yemişti. Ama Sampdoria'nın, Juve'nin yoluna taş koyması zordu…
Brady, yeni takımında iki büyük isimle birlikte top koşturdu. İngiltere günlerinden tanıdığı Trevor Francis ve gelecekte büyük işler yapacak genç Roberto Mancini de Mantovani'nin hamleleri arasındaydı… Sampdoria ligin orta sıra takımlarından olsa da Brady, iyi futbol oynamaya devam etti. 1982-1983 sezonunun açılış maçında Juventus'u 1-0 mağlup ettikleri karşılaşma ise Sampdoria kariyerinin en unutulmaz 90 dakikası olmuştu. İrlandalının performansı, zirve için mücadele eden Inter'in dikkatini çekti. Karl-Heinz Rummenigge, Giuseppe Bergomi, Alessandro Altobelli gibi isimleri kadrosunda bulunduran Inter, ikinci yıldız yabancı transferini 1984 yazında Brady ile yapmıştı.
Birçok Interli yıldız gibi Brady de şampiyonluk yaşayamadı. UEFA Kupası'nda ise iki sezon üst üste yarı final oynamayı başardılar ama her iki sezonda da şampiyon olacak Real Madrid'e elenmekten kurtulamadılar. Milano'da kariyer sayfalarına yeni zaferler ekleyemese de bir sırrı aydınlatmıştı. Takım arkadaşı Rummenigge, 1980 yazında gerçekleşmeyen Münih transferinin perde arkasını ona anlatmıştı. Takımın papazlarından Paul Breitner, orta sahada oynamak istiyordu ve Brady transferi de onun için bir tehditti. Gerekli kulis çalışmalarını yapan 'Afro' Breitner, Brady'nin transferine engel olmayı başarmış ve orta sahadaki performansıyla tekrar Alman Milli Takımı'na yükselmişti…
Yine iki yıl süren Inter macerasını, İtalya kariyerindeki en büyük hatası olarak addettiği Ascoli transferiyle noktalayan Brady, bir sene sonra West Ham'a döndü ve kariyerini de İngiltere'de futbola veda etti…

Brady - Trapattoni - Tardelli
Yetenek Peşinde
Saha içi mesaiyi bitirdikten sonra Celtic ve Brighton'da başarısız antrenörlük denemeleri yaşayan Liam, 1996'da yuvası Arsenal'a döndü ve altyapı koordinatörü olarak göreve başladı. Ashley Cole gibi özellikle Arsene Wenger döneminde Arsenal ürünü olarak sahne alan birçok gençte onun emeği var. Tabii kararlarının arasında "Atletik değil ve tombul" diyerek Arsenal'den gönderdiği Harry Kane de var ama en azından Tottenham'lı golcünün başka bir seviyeye yükselmesi sonrasında "Hata yaptım" diyebilecek bir kişiliğe de sahip. Yeni kariyerinde eski dostlarla yolu bir kez daha kesişen orta saha, 2008'de İrlanda Milli Takımı'nın başına geçen Trapattoni'nin yardımcılığını yaptı. Trap'ın diğer asistanı ise Brady'nin Torino günlerinden bira arkadaşı Marco Tardelli'ydi… Bu seferki iki yıllık rüyayı da yine bir Fransız, Thierry Henry kâbusa çevirecekti…
Bugün, İrlanda tarihinin en iyi 11'i yapıldığında Brady'nin adını yazmayanların sayısı çok az. Dünya Kupası oynamamış en iyi futbolcular listesinde de hatırı sayılır bir yere sahip. Juventus'ta bıraktığı etki ise neredeyse her yıl Catanzaro maçının yıldönümünde, sosyal medya aracılığıyla ona minnet duyan taraftarlar sayesinde devam ediyor. Juventus'un 1980'lerin başına damga vuran Platini'li takımı anlatılırken ise o takımın oyuncuları, Brady'nin Catanzaro maçındaki profesyonelliğinin hakkını vermeyi ihmal etmiyor. Bunlardan biri de Claudio Gentile. E Sono Stato Gentile adlı otobiyografisinde 1981- 1982 şampiyonluğunu anlattığı bölümü Brady'ye adayan Gentile, son satırlarda şunları yazıyordu:
"Scudetto için mutlu ama aynı zamanda Brady'nin vedası nedeniyle üzgündük… Hiç kimse gönderilişinin nedenini anlamamıştı. Sarıldık ve ona minnetlerimizi sunduk. Kimse konuşmuyordu çünkü o anlarda hislerimizi ifade etmek zordu. Birkaç gün sonra Dünya Kupası çalışmaları için toplanacaktık ve biliyorduk ki Brady bir daha soyunma odasına dönmeyecekti. Ama verdiği ders sonsuza dek kalacaktı. Çünkü benim dostum Brady, dünya futbolunda tanıdığım en büyük beyefendiydi…"