Topçu Sarrafı

8 dk

Eski İstanbul’un futbol sahalarında ya da dar sokaklarında top koşturan yetenekli gençler onun gözetimindeydi. Keşfettiği yıldızlarla anılan Ali Mortaş, nam-ı diğer Ali Baba karşınızda.

Sinemaların seremonideki futbolcular misali dizildiği Şehzadebaşı’nın o meşhur caddesindeki evinden çıktı. İlk olarak Laleli’ye, Acemin Kahvesi’ne uğradı. Günlük nargile keyfi seansından sonra uğraşların en tutkulusundaydı sıra. İstanbul’un futbola müsait her metrekaresine ziyarette bulunacaktı; yeni yetenekler keşfetmek için ağzının kenarında duran ama içine çekmediği sigarası ve kolunun altına sıkıştırdığı küçük çantasıyla yollara düştü…

“Hoca yok, hep ‘Baba’ derdik.” Ali Mortaş’ın ülke futboluna sunduğu gençlerden sadece biri olan Gökmen Özdenak, onunla geçen yılları böyle yâd ediyor. Beylerbeyi Sahası’nda yapılan İstanbulspor Genç Takımı antrenmanlarında üç sene çalışmış Ali Mortaş ile. “O zaman altyapı falan yok; amatör takım, genç takım, A takım… Ali Baba, gençleri izleyip, İstanbulspor Genç Takımı’na getirirdi. Beni de Yedikule Emniyet’te oynadığım dönemde, Bakırköy’deki Sümer Sahası’nda izlemiş.” Ali Mortaş’ın isabetli keşifler hususundaki en büyük sırrı da budur aslında. Karış karış gezdiği şehrin top sahalarında yetenek radarlarını açarak, en çekişmelisinden en gazozuna bütün maçları izler. Gün boyunca kâh Vefa ve Mithatpaşa gibi mühim maçlara sahne olan stadyumlarda kâh Cinci, Çapa, Güzelhisar ya da Sümer gibi semt sahalarındadır. Uzun yıllar İstanbulspor kalesini koruduktan sonra Beşiktaş formasını giyen Mete Bozkurt, bu top sahalarının en ücralarından birinde tanışmıştır onunla.

“İstanbul Yapı Enstitüsü’nde okurken, Altınay’da futbol oynamaya başladım. İlk maçıma 16 yaşımda, Sefaköy’de, yazlık bir turnuvada çıktım. Ali Mortaş, o dönemde hem İstanbulspor Genç Takımı hem de İstanbul Genç Karması’ndan sorumluydu. İstanbul Karması, Genç Milli Takım’ı oluşturmak adına kurulan bir ekipti ve orada parlayan topçular milli takıma giderdi. Maç başladı, bir süre sonra ‘Ali Baba burada. Acaba kimi izlemeye gelmiş?’ muhabbetlerini duymaya başladım. İlk yarısını çok iyi oynadığım maçı 1-0 kazandık ve maçtan sonra beni yanına götürdüler. Meğer beni izlemeye gelmiş. Hep ismini duyardım ama hiç görmemiştim. Orada tanıdım Ali Baba’yı. Ertesi gün Mithatpaşa’daki antrenmana davet etti beni ve bir tomar para uzattı. Şaşkınlığım geçmemişti, parayı kabul etmedim ama büyüklerim, ‘Ali Baba’nın uzattığı para geri çevrilmez’ dedi ve aldım parayı. Milli takım hocası deyince gözlerinde şimşekler çakan, dev gibi bir adam bekliyordum. Bir baktım; kısa boylu, ağzının kenarında sigara olan tombulca bir adam. Mercedes beklerken Tosbağa çıktı!”

Ali Mortaş, ilk bakıldığında pek de futbolla bağdaştırılamayacak bir fiziğe sahiptir. Zaten futbol da oynamamıştır. 1967’de Fotospor’daki röportajında spor geçmişiyle ilgili olarak yazılanlar şöyle: “Ömer Besim Koşalay’ın öğütleriyle atletizme başladı. 1928’de 400 metre Türkiye birincisi oldu. 1928 Olimpiyat Oyunları seçmelerinde 200 ve 400 metre yarışlarını kazansa da Amsterdam’a gidemedi. Galatasaray’da başladığı kariyerini İstanbulspor’da devam ettirdi. 1932 yılında İstanbulspor futbol takımının antrenörü oldu.” Aslen atlet olan Mortaş’ın futbol sahalarına deplase olması başlarda biraz yadırganır. Özgeçmişinde herhangi bir futbol takımı yazmadığı için antrenörlük yapması, ‘Meraklı Antrenör’ adı takılarak espri konusu olur. Fakat yıllar geçtikçe kendisini kabul ettirecektir. Özellikle genç futbolcu seçimlerinde tam isabet sağlar. Bu başarısının getirdiği itibarı, “Onun adamı oldun mu avantajlıydın. Tavsiye etti mi bitti o iş! Kariyerin boyunca ‘Ali Baba bulmuş’ diyerek diğerlerinden önce tercih edilirdin” sözleriyle doğruluyor Gökmen Özdenak.

Zaten uzmanlık alanı, tutkuyla bağlandığı uğraşı da gençler olur hep. Fatih’te bir mahalle maçında izleyerek İstanbulspor formasını giydirdiği, yetmişli yıllarda Vefa’nın son demlerinde takımın orta sahasında yer alan Zülfü Becerikli, “A takımla pek işi olmazdı. Yöneticiler, ‘Ali Baba, kaliteli gençler yetiştirdin bize, sağ ol’ dedi mi yeterdi ona. Varı yoğu yeni topçular bulmaktı. Bir çocuğun futbolcu olması için her aşamada uğraş verirdi. Ben futbolcu olmayı hiçbir zaman istemedim. Sevmezdim futbol oynamayı… Ali Baba, ‘İyi futbolcu olacaksın, kendini de aileni de kurtarırsın’ diyerek ikna etti. İstanbulspor Genç Takımı’na transfer olduğumda 20 lira vermişti. Babam, parayı görünce çaldığımı sanıp bir güzel dövdü beni. Öbür gün Acemin Kahvesi’ne gittik beraber. Ali Baba benim halimi gördü, babama dönüp ‘Sen mi yaptın?’ diye sordu. Sonra da onunla konuşup futbolcu olmam için babamı da ikna etti” diyor.

Futbolu meslek olarak sürdürmek istemeyen yetenekli gençleri futbola yönlendirerek hem spora hem de yokluk içindeki hayatlarına katkı yapar Ali Baba. Keşifleri arasında en afili yere sahip isimlerden, İstanbulspor’da parlayıp Fenerbahçe ve milli takım kaptanlığına yükselen Nedim Doğan, onunla tanışmasını ve ilk transfer ücretini yoğun duygularla hatırlıyor. “Garibandık o zamanlar. Babam kayıkçılık yapar, Haliç’te insan taşırdı gün boyunca. Ben futbolcu olmayı hiç düşünmedim. Cibali’de de İsmail Ağabey’in dükkânından bir çift kundura karşılığında oynuyordum. Amatör Küme’nin şampiyonluk maçında Cibali ile Kanlıca, Mithatpaşa’da karşılaşıyordu. Beni o maçta beğenmiş. Cibali’nin o dönemki başkanı da mahallemizdeki kunduracı İsmail Ağabey’di. Onunla konuşup anlaşmış benim transferim için. Ama ben futbolcu olmak istemiyorum! Ali Mortaş beni ikna etmek için uğraşırken bir şart koştum. Babamın artık yaşlandığını, ona makine (motor) alması halinde İstanbulspor’a geleceğimi söyledim. Ertesi gün Karaköy’e gittik beraber. Alivium motor aldı babama ve 3 bin 500 lirayı cebinden ödedi.”

Hayatı onunla kısa bir süre de olsa kesişen hemen hemen herkesin nazarında ‘Baba’ mertebesine yükselmesindeki nedenlerden biri de budur aslında. ‘Maddi-manevi’ her konuda futbolcularının yanında olur. Ya antrenmanlarda ya da futboldan kalan zamanını geçirdiği Laleli’deki Acemin Kahvesi’nde elini öpüp, harçlığını cebine koyanlar boldur. “Antrenör, futbolcusunun her şeyiyle uğraşmalı, kendisini öğrencilerine baba gibi sevdirmeli” demeci, bu yaklaşımın kaynağını da çıkartır ortaya. İstanbulspor’un o dönemki başkanı, ünlü armatör Ali Sohtorik’ten sonra kulübün bir nevi maddi sigortası olur Ali Mortaş. Bu maddi gücünün arkasında, Acem halıları vardır. Asıl mesleği halı tüccarlığı olan Ali Mortaş, Acem halısı ticaretinde İstanbul’un hatta Türkiye’nin önemli isimlerindendir. Fakat nereden geldiğini kimselerin bilmediği futbol sevgisi, işine pek de yoğunlaşmamasına neden olmuştur. Önce Florya’dan Suriçi’ne, Şehzadebaşı’na taşınır. Nedeni, top sahalarına yakın olmaktır. Daha sonra da Eminönü’ndeki halı deposuna ziyaretleri azalır. Öncelik stadyum ziyaretlerindedir… Fakat hiçbir zaman maişet derdine düşmez. Neticede namı çoktan yürümüş bir tüccardır…

Takvimler 1968’i gösterdiğinde, altyapı kariyerinin en şaşaalı anlarından biri çıkar karşımıza. İstanbul Gençler Şampiyonası finalinde, Ali Mortaş’ın sorumluluğunda olan Galata ve İstanbulspor karşı karşıya gelir. Her iki takım da onun emekleri, gözlemleriyle kurulmuştur. Üstelik finale de Vefa Stadı’nda birlikte antrenman yaparak hazırlanırlar. İstanbulspor, ‘rakibini’ yenerek İstanbul şampiyonu olur. Daha sonra da PTT ve Karşıyaka engellerini aşarak Türkiye şampiyonu… Ali Mortaş’ın prestiji, İstanbul’un ağababaları; Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş tarafından da hürmetle karşılanmaktadır. Diğer kulüpler üzerindeki ağırlığını anlatan en enteresan hikâye Gökmen Özdenak’tan: “Genç takımda, fiziğim ve hava hâkimiyetim nedeniyle beni santrhaf oynatırdı. Bir gün hep takıldığı kahvehaneye çağırdı ve orada buluşup Fenerbahçe’nin yabancı bir takımla oynayacağı hususi maça gittik. Orada soyunma odasına gitti ve geri dönüp ’Hadi soyun, oynayacaksın!’ dedi. Fenerbahçe teknik heyetine rica etmiş. O maçta, sonradan oyuna girerek Fenerbahçe’de sol bek oynadım. Henüz amatördüm ve beni üst seviyede böyle denedi. Daha da enteresan olan Fenerbahçelilerin ona hayır diyememesiydi.” Mete Bozkurt ise Beşiktaş’ın özkaynak düzeninin bir nevi Ali Mortaş modeli olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Serpil Hamdi Tüzün’ün adamları vardı. Ona oyuncular gönderirlerdi. Mesela Feyyaz bu şekilde gelmişti. Ama Ali Mortaş oyuncuları kendisi izlerdi. Zaten bir çocuğun topa dokunması, kanaat getirmesi için yeterliydi. Onu Ali Mortaş yapan futbol görüşü değil, futbolcu görüşüydü!”

Ali Mortaş sadece gençlerdeki futbol istidadını anlamaz. Kariyerlerinin gidişatını da kestirir. ‘Kara Ahmet’ olarak futbol aleminde nam salan Ahmet Şahin’e, “Belki dünyanın en iyi futbolcususun ama yaramazsın!” ithamında bulunduğunda, Şahin’in özel yaşamındaki düzensizliklerden şikâyetçidir aslında. Zaten Ahmet Şahin’in ilerleyen yıllarda Beşiktaş’ta tutunamamasının nedeni de bu olmuştur. İstanbul Karması’ndan öğrencisi, altmışların sonunda Can Bartu ile karşılaştırılmaya başlanan Fuat Saner ile ilgili Cihat Arman’a yaptığı yorum da takdire şayandır: “Adı Fuat. 17 yaşında. Futbola başlayalı bir sene oldu ve Çapa’da oynuyor. Babası zengin olduğu için paraya ihtiyacı olmadığından kendini tam olarak futbola vermez. Canı istediğinde çalışır, istemediği zaman oynamaz.” Nitekim Saner, Fenerbahçe’deki kariyeri boyunca İslam Çupi dâhil olmak üzere spor çevresinin birçoğundan ‘zengin çocuğu’ olması nedeniyle kendini oyuna vermediği eleştirilerine maruz kalmış ve genç yaşta futbolu bırakmıştır. Tabii hep olumsuzluklar yoktur öngörülerinde. İstanbulspor sonrasında Fenerbahçe ve milli takımın önemli parçalarından olan Ercan Aktuna’daki cevheri görmesini bizzat şöyle anlatıyor: “Kemal Halim (İstanbulspor kurucularından) hiç beğenmemişti. Ama ben çocuktaki yeteneği iyi anlamıştım. Bugünkü durumu düşüncemde yanılmadığımın ispatlatyıcısıdır."

Sadece oyuna değil, davranışların da üzerine düşer. “Futbolcular cahil insanlardır, önce terbiye almaları gerekir” düşüncesi, çalıştığı tüm gençlere ilk öğretisidir. “Sürekli kolunun altında taşıdığı bir çanta vardı. Beni de o çanta gibi devamlı yanında taşır, öğütler verirdi. Florya’ya giderdik. Oradaki kumsallarda antrenman yaptırırdı. Kahveye gitmemem ve sigara içmemem hususunda devamlı uyarırdı” diyor Nedim Doğan. Mete Bozkurt ise “Ondan aldığım çalışma düsturu nedeniyle Sabri Dino ve Metin Türel gibi kalburüstü kalecileri kesmeyi başardım. Hep çalışmamı tembihledi, tembelliğe ve rakibe saygısızlığa kötü futboldan daha çok sinirlenirdi” diyerek Ali Baba Kanunları’nı tasdik ediyor.

Ali Mortaş’ın lügatında bütün yeni yetme yetenekler eşit, İstanbulsporlular daha da eşittir. Mete Bozkurt anlatıyor: “İstanbul Genç Karması’ndaki gözdelerinden biri de Yusuf Tunaoğlu’ydu. Yusuf henüz Beşiktaş’ta oynamaya başlamamıştı ama Ali Baba onun büyük futbolcu olacağından emindi. Hatta Mersin’de oynadığımız bir maç sonrasında ‘Baba, bu çocuğu nereden buldun?’ diye sormuşlardı. Birçok antrenör dahi Yusuf’tan habersizdi. Daha sonra Genç Milli Takım ile Hollanda’ya bir seyahat yaptık. Antrenör Sabri Kiraz’dı ama Ali Mortaş da İstanbul bölgesi sorumlusu olarak söz sahibi, olan bitenden haberdar isimlerdendi. Altay ve Fenerbahçe’nin kamp esnasında beni istediğini duymuş. Yusuf’a da transfer teklifleri vardı ama ‘O Beşiktaş’ın adamı, beni ilgilendirmez!’ dedi. Hollanda dönüşünde beni havaalanındaki gümrük kapısından çıkarttı. Dış hatlardan çıksam, Altay ya da Fenerbahçe yöneticileri beni alıp götürecek. Buna izin vermedi ve beni aldığı gibi İstanbul Erkek Lisesi’nde, o zamanlar kulübün kullandığı ufak bir binaya götürdü. Orada küçük bir odaya yerleştirdi, hatta bir de teyp aldı vakit geçirmem için. Nisan ayından, mukavele imzalama dönemi olan Temmuz’a kadar, bir nevi İstanbulspor lojmanında kaldım ve sonra İstanbulspor’a imza attım.”

Ali Mortaş, İstanbulspor hususunda çok titizdir. İlerleyen yıllarda yıldızlaşacak genç futbolcularla, kulüpten ayrılma noktasına geldikleri an, dargınlıklar yaşaması da bu yüzdendir. 1967’de İstanbulspor küme düşünce Galatasaray’a imza atan Yasin ve Gökmen Özdenak ile kısa süreli küslük yaşar. Arasının en uzun süre açık kaldığı ‘yetiştirmesi’ ise Nedim Doğan’dır. 18 yaşında Fenerbahçe’ye transfer olan Nedim Doğan ile vefatına kadar görüşmez. Bu dargınlıkların ortak sebebi, transferlerin kendisine danışılmadan ve kulübe gelir sağlamadan yapılmasıdır.

Bugün baktığımızda, imrenmek ile “Hadi canım sen de!” demek arasında kalıyoruz Mortaş’ın gençler konusundaki azmine. 25 Mart 1970 tarihinde, 64 yaşında aramızdan ayrılan topçu sarrafının bir çırpıda sayabileceğimiz keşifleri arasında; Ercan Aktuna, Yılmaz Şen, Mete Bozkurt, Yılmaz Urul, Tekin Bilge, Ahmet Şahin, Gökmen-Yasin Özdenak kardeşler, Erkan Yanardağ ve Nedim Doğan gibi üst seviyede oynamış futbolcular bulunmakta. Şimdilerde değil bir kişinin, neredeyse bir kulübün altyapısının dahi ulaşamayacağı bir seviye. Fakat Ali Mortaş’ı 2015 Türkiye'si ile mukayese etmek biraz da abesle iştigal açıkçası. Şimdinin hangi zengin tüccarı, işini gücünü bırakıp genç topçuları futbola kazandırmak için uğraşır ki? Hem de komisyon, bonservis parası veya transfer ücreti kelimelerini ağzına almadan.

Socrates Dergi