
Alaskalı
18 dk
Bir dönem Avrupa'nın en kesin şutörlerinden olan Trajan Langdon'la Brooklyn Nets'teki yeni hayatını, oyunculuk günlerini ve memleketi Alaska'yı konuştuk.
Sean Marks, Brooklyn Nets’in genel menajeri olduktan sonra sizi aradığında kafanızdan geçenler neydi? Yardımcısı olma fikri kulağınıza nasıl gelmişti?
Biraz ilginçti. Üç yıl boyunca Sean’la San Antonio Spurs’te birlikte çalışmıştık, sonrasında da geçen yıl Cleveland’a geçmiştim. Cavaliers’ta çok özel bir takımın parçası olma fırsatı buldum, David Griffin ve diğer harika idari görevlilerle keyifli bir iş ortamındaydım. Derken Sean’dan bir telefon aldım. Brooklyn Nets’teki işin ne gibi zorlukları olabileceğinin farkındaydım. Kaybedilen draft hakları ve salary cap’te birkaç sezon daha yer tutacak Deron Williams’ın kontratı gibi detaylar, bu pozisyonu yalnızca bugünün değil aynı zamanda NBA tarihinin de en zorlu görevlerinden biri hâline getiriyordu. Yine de Sean’ı yakından tanıyordum; hem iş anlamında hem de aile hayatımızda gayet iyi bir ilişkimiz vardı. Brooklyn’in harika salonu ve oyuncuları cezbedebilmek için iyi bir merkez oluşu, bana bu işin altından kalkabileceğimizi düşündürdü.
Nets’in sahibi Mikhail Prokhorov’la CSKA günlerinize dayanan bir tanışıklığınız var. Bir şeyler içmek için aynı masaya oturduğunuzda, 2013’te Boston Celtics’le yapılan takasla alakalı konuştuğunuz oluyor mu?
Onunla Celtics takası da dâhil olmak üzere, geçmişe dair hiçbir konu üzerine konuşmadık. Bugün tamamen geleceğe odaklanmış durumda. Geçmişteki iyi ya da kötü deneyimlerinden dersler çıkarıp daha iyiye gitmeye çalışıyor, tıpkı diğer işlerinde yaptığı gibi.
Size, ne şekilde aşama kaydetmemiz gerektiğine dair aynı fikirleri paylaştığımızı söyleyebilirim. Sakin olup doğru hamleleri bekleyeceğiz. Elimizdeki draft hakları ve serbest oyuncu tercihlerinde hata lüksümüz olmadığının farkındayız. Çünkü olası bir hatayı telafi etmek için, birkaç sezon daha elimizde başka bir draft hakkı olmayabilir. Bu yüzden, tüm dünyayı dolaşıyor ve hem draft adaylarını hem de uluslararası serbest oyuncuları izliyoruz.
2011’de, CSKA formasıyla basketbola veda ettikten bir yıl sonra verdiğiniz röportajda, basketboldan uzak kalma fikrine ısınamadığınızı, koç ya da genel menajer olarak çalışmak istediğinizi söylemiştiniz. İkinci seçeneğe kaymanızı sağlayan ne oldu?
İyi soru... Emekli olduktan sonra evde oturduğum sezon, kolejde koçluk yapan birçok arkadaşımla konuşma şansı buldum. Onları ziyaret edip basketbolun içinde kalma fırsatı yakaladım. Başta Tommy Sheppard olmak üzere Washington Wizards yöneticileri, maçlar, antrenmanlar ve draft öncesi çalışmaları gibi kulüp yönetim süreçlerini deneyimlememi sağladılar. O tecrübe kendime, “Koçluk yapmayı gerçekten istiyor muyum?” ya da “365 gün parkede olmak benim için uygun mu?” gibi sorular yöneltmemi sağladı.
2012 yazında, Treviso’da düzenlenen üç günlük Eurocamp’ta Avrupalı yeteneklerle çalıştım. Oldukça da keyif aldım ama koç olarak çalışmanın 20 yıl daha tutkuyla yapabileceğim bir iş olmadığına kanaat getirdim. Yine de basketbolun içinde kalmak istediğimin farkındaydım ve San Antonio Spurs Genel Menajeri R.C. Buford da scout pozisyonuna getirerek bana bu fırsatı verdi. Yeni yetenekler keşfetme, takım kimyasını temel alarak hangi parçaların birbirleriyle en iyi şekilde işleyebileceğini kurgulama ve rekabetçi bir takım yaratma fikirleri ilgimi çekti. Yönetici pozisyonunda çalıştığım beş yıl boyunca hep iyi ekiplerin bir parçası oldum ve onlardan çok şey öğrendim. Hâlâ da öğrenmeye devam ediyorum.
ESPN’den Kevin Arnovitz, bir makalesinde sizi yakın geleceğin en ciddi genel menajer adaylarından biri olarak göstermişti. Değişik basketbol coğrafyalarını deneyimlemenizin yanı sıra, kolejde matematik ve tarih gibi farklı bakış açılarına sahip iki bölüm bitirmenizin de size ayrı bir boyut kattığını düşünüyor musunuz?
Bu biraz da ailemin beni yetiştirme tarzıyla alakalıydı. Onlar için dersler her zaman en önemli konuydu. Basketbol ve dersler -daha geniş açıdan bakarsak hayat- kol kola giden kavramlardı. Çok çalışıp ortaya koyduğum sonuçlardan gurur duymalıydım.
Okulda, ileride ne yapacağınıza karar vermeniz gerekir ve bu 18-19 yaşındayken biraz kafa karıştırıcı olabilir. Yine de önceliklerinizi belirleyip onlar için çalışmalısınız. Benim için bu hedefler elbette basketbol ve onun yanında da akademik yükümlülüklerimdi. Tüm bunları aynı anda yapabilmek için de zamanınızı iyi yönetmeye ve yapmanız gerekenlerin bilincinde olmaya ihtiyacınız var. Yani sınıftaki ödevlerimi yerine getirmek, benim için en az parkedeki kadar önemliydi.
Sizinle ilgili her yeni gelişme anında Alaska’daki gazetelerin manşetlerine taşınıyor. Koca bir eyalet için basketbol dendiğinde akla gelen ilk isimlerden olmak omuzlarınıza ayrı bir sorumluluk yüklüyor mu?
Alaska halkı her zaman bana destek oldu. Yalnızca lisede, Alaska sınırları içerisindeyken değil, her yerde. Duke’teyken şut idmanlarından sonra sık sık yanıma geldiler, NBA’de farklı şehirlere maça gittiğimde ya da Avrupa’da çeşitli ülkelerde kariyerimi sürdürdüğümde her zaman yanımda olduklarını hissettirdiler. Benimle alakalı gelişmeleri her daim kayıt altına alıp elde ettiğim başarılardan ne kadar gurur duyduklarını yazdılar.
Benim de tek isteğim Anchorage, Alaska’daki ya da nerede yaşıyorsam o bölgedeki çocuklara yardımcı olabilmek. Dönüp baktığınızda, ne işle uğraşırsak uğraşalım bugün olduğumuz yere gelebilmemiz, birçok insanın yardımları sayesinde mümkün oldu. Koçlarımız, öğretmenlerimiz, elbette ailelerimiz ve arkadaşlarımız olmadan bugünkü bizler olamazdık. Bu yüzden, ne zaman bir çocuğa yardımcı olma fırsatı bulsam bunu gerçeğe dönüştürmeye çalışıyorum.
.jpg)
"Tek isteğim Anchorage, Alaska’daki ya da nerede yaşıyorsam o bölgedeki çocuklara yardımcı olabilmek."
Matematik konusunu kapamadan önce, henüz lisedeyken Alaska Üniversitesi’ndeki matematik derslerine girdiğinizi biliyorum. Lise takımıyla çıktığınız maçlarda spot ışıklarını üzerinize çekerken ertesi gün Alaska Üniversitesi’ne gidip matematik soruları çözmek biraz garip değil miydi?
Dönüp dolaşıp yine babama geliyoruz. O beni daima, basketbol dışında da olabileceğimin en iyisi olmam için zorlardı. Lise üçüncü sınıftayken tüm matematik derslerimi bitirmiştim. Lisede alabilecek matematik dersi kalmayınca Alaska Üniversitesi’nde profesör olan babam, “Madem öyle, üniversitedekiler ne güne duruyor?” dedi ve beni matematik derslerine kaydetti. 17 yaşındayken farkı anlamam pek mümkün değildi çünkü tek yaptığım çok çalışmaktı. Bu yüzden o dönem bana çok çılgınca gelmemişti. Tüm günüm küçük bir şehir olan Anchorage’da derslere girip antrenmanlara yetişmekle geçiyordu. Biraz zorlayıcıydı ama o günlerin, beni hayatım boyunca karşıma çıkacak engellere hazırladığını söyleyebilirim.
Babanız Steve Langdon’dan bahsetmişken basketbola başlamanızdaki etkisiyle ilgili de birkaç kelime etmek istersiniz belki. Basketbolun pek de önemsenmediği Alaska’da, karla kaplı sahalarda elinizde eldivenle şut attığınız günler...
Bana çok çalışmayı ve istikrarı aşılayan kişi babamdı. 9-10 yaşlarındayken spor salonuna gitmek istemediğiniz günler olur. Düzenli çalışmanın ne kadar önemli olduğunu anlamanız mümkün değildir. Babam beni bu pratiğe itti ve basketbol oynamaktan keyif almamı sağladı. Elime eldivenlerimi takıp basketbol oynama peşindeydim çünkü dışarısı çok soğuk da olsa şut atmak istiyordum ve elimde eldiven olmazsa soğuktan ellerim donuyordu. Yerler buzla kaplı olduğu için top sektirmek mümkün değildi, bu yüzden sadece şut atmakla yetiniyordum.
Ama bu, beni basketbola tutkuyla bağlayan şey oldu. 13-14 yaşına geldiğimde, artık birilerinin beni antrenmana gitmeye zorlamasına ihtiyacım yoktu. Cuma ya da cumartesi akşamı şut idmanı varsa benim için sorun değildi çünkü nihayetinde severek yaptığım bir işti. Şanslıyım ki bugün de basketbolun içindeyim ve her sabah kalktığımda nasıl daha iyi olabilirim, ekibimi nasıl daha iyi hâle getirebilirim diye düşünüp heyecanlanıyorum.
1999’da Duke formasıyla NCAA turnuvasında finale çıktığınız kadro, özel isimler barındırıyordu. Elton Brand, Corey Maggette, Shane Battier gibi NBA’de saygıdeğer kariyerler edinmiş isimlere liderlik ettiniz. Son saniyelerinde basket çıkaramadığınız pozisyonu bir kenara bırakırsak final yolculuğunu nasıl hatırlıyorsunuz?
Duke benim için bir büyüme süreciydi. Birinci sınıftaki hayalim, takımımı dörtlü finale taşımaktı. Üçüncü sezonumda, Steve Wojciechowski ile kaptanlığı paylaştım ve onun takıma nasıl liderlik yaptığını gözlemledim. Sıra bana geldiğinde nasıl bir lider olacağımı hesaplamaya çalıştım. Benim tarzım daha sessizdi ve bu yüzden, sözle liderlik etmektense genç takım arkadaşlarıma hareketlerimle örnek olmayı seçtim.
William Avery, Elton Brand ve Shane Battier ikinci sınıftalardı; Corey Maggette ise henüz ilk senesini geçiriyordu. Rahat bir liderlik süreci geçirdim. Kim olduğumu, takımın neye ihtiyacı olduğunu biliyordum. Koç K (Mike Krzyzewski) takımın lideri olduğumu bana hissettirmişti. Daha önce deneyimlemediğim bir şeydi ama takım harika karakterlerden kuruluydu ve işimi oldukça kolaylaştırdılar. Sezonu 37-2 ile kapattık, şampiyonluk hedefini finalde kaçırdık. O sezon, sadece saha içinde değil, saha dışında da olgunlaşmamı sağladı.
Avrupa’daki ilk durağınız Benetton Treviso’da Ettore Messina ve Maurizio Gherardini gibi harika bir ikiliyle çalışma fırsatı buldunuz. Euroleague finalinde boyun eğdiğiniz Barcelona’da MVP olan Dejan Bodiroga’yı birkaç yıl önce de milli takım formasıyla şampiyonluğa yürürken izlemiştiniz...
Avrupa’da basketbol oynamaya gelmeden önce milli takımla üç kez uluslararası basketbol deneyimi yaşadığım için şanslıydım. Bu deneyimlerin sonuncusu olan 1998 FIBA Dünya Kupası’nda yarı finalde Rusya’ya kaybetmiş ve Yugoslavya’nın şampiyonluğunu izlemekle yetinmiştik. Bodiroga’nın ne kadar yetenekli olduğunu biliyordum. Yugoslavya gibi birçok yıldıza sahip bir takımda eline bakılan oyuncuydu. Barcelona maçına gelirsek; o sezon gruplarda da karşılaşmış ve deplasmanda kaybederken Treviso’daki maçı kazanmıştık. Onlardan daha iyi olduğumuzu düşünüyorduk ama o gece daha iyi olan taraf Barcelona’ydı. Bodiroga harika bir maç çıkardı. Önemli anlarda daha da büyüyen biriydi ve bir önceki sezon Panathinaikos formasıyla yaptığı gibi, bize karşı da MVP performansını tekrarladı. Ona saygım çok büyük.
.jpg)
O dönem Avrupa’daki en güçlü lige sahip İtalya’yı bırakıp ertesi sezon Efes’e geldiğinizde sizi en çok etkileyen farklar nelerdi?
İtalya Ligi çok güçlüydü. Virtus Bologna, Skipper Bologna, Cantu o sezon çok iyiydi. Siena gelişiyordu. Ayrıca kendini kanıtlamış birçok büyük takım vardı. Efes’e geldiğimde Türkiye basketbolu, David Rivers’la birkaç iyi sezon görmüş ve benden önce Efes’te oynayan Marcus Brown önderliğinde Avrupa’da iyi iş çıkarmıştı. Bense o sıralar hâlâ Avrupa’daki oyuna alışmaya çalışıyordum.
Oktay Mahmuti yönetiminde birbirini daha önce tanımayan bir gruba sahiptik ama aynı zamanda oldukça eğlenceli bir ekiptik. Koç Mahmuti her antrenmanda en iyimizi ortaya koymamızı isterdi. Sezon ilerledikçe daha iyiye gittiğimizi hissedebiliyorduk. Taraftar ilgisi ise rakibe göre değişkenlik gösteriyordu; güçlü bir rakibimiz varsa salon doluyordu ama aksi takdirde koltuklar boş kalıyordu. Efes taraftarı benden desteğini esirgemedi. Kupada son anda kaybettik, Euroleague’de Final Four’u ise Bologna’ya karşı birkaç saniye kala yediğimiz basketle kaçırdık. O maç gayet iyi iş çıkarmıştık aslında, bu yüzden de ciddi bir yıkım yaşadık. Ancak buna rağmen ayağa kalkıp lig şampiyonu olmayı başardık.
Efes’ten sonraki yaz bir anlamda kariyerinizi şekillendirdi. Los Angeles Clippers’la geçen yaz liginin ardından sezonun başlamasına kısa süre kala serbest bırakıldınız ve rotayı kesin olarak Avrupa’ya çevirdiniz. O sezonu NBA’de geçirmeye ne kadar yakındınız?
NBA’de oynamak her çocuğun hayalidir. Benim için de Cavaliers’ta geçen üç yılın ardından NBA’e dönmek ciddi bir hedefti. Avrupa’da geçen iki yılın ardından burada oynamak için fazla iyi olduğuma ve bir NBA takımına fayda sağlayabileceğime inanıyordum. Clippers’ın bir şutöre ihtiyacı vardı, benim için doğru adresti. Yetkililerin söyledikleri buydu, menajerim de iyi bir birliktelik olacağına ikna olmuştu.
Sezon öncesi hazırlık döneminde takımla birlikte kamptaydım ama aradığım şansı bulamadım. Ay sonunda takımdan kesilince yolumun farklı olduğuna kanaat getirdim. İnsanların hayatlarında seçebilecekleri farklı yollar vardır. NBA, benim için doğru adres değildi. Bu kadar basit. Avrupa’da iki başarılı sezon geçirmiştim, istenen bir oyuncu olduğumu hissetmiştim.
Los Angeles Clippers’tan kesildiğimde Dinamo Moskova yetkilileri bana ulaştı ve kendi kendime “Bir tarafta seni istemiyorlar, diğer adreste ise seni gerçekten aralarında görmeyi umuyorlar” dedim. Kolay bir karar olmalıydı. Dinamo’ya imza attıktan sonra da bir daha ardıma bakmadım, NBA’i hiç düşünmedim ve kariyerimin geri kalan bölümünde özel başarıların bir parçası oldum.
Dinamo’daki sezonun ardından CSKA’ya geçtiniz. Her zamanki gibi, o sezon da CSKA’dan ciddi beklentiler vardı. Son Euroleague şampiyonluğunun üzerinden 35 yıl geçmişken bir kez daha kupaya uzanma fikri soyunma odasında ne kadar baskı yaratıyordu?
CSKA bir önceki sezon, Moskova’nın ev sahipliği yaptığı Final Four’da kupayı kaçırmıştı. O sezon Euroleague’de üst üste en fazla maç kazanma rekorunu kırmışlardı ama Final Four’da, hem de kendi evlerinde kazanamadılar. Asıl baskıyı onlar hissetmişlerdi yani. Bizim için önemli olan, o yıkımın ardından nasıl ayağa kalkacağımızdı.
Sezonun ilk iki maçını kaybettik ve bir anda herkes “Bu takım o kadar da iyi değil” demeye başladı. İlgi Maccabi’nin üzerindeydi ve biz neredeyse gözden kaybolmuş gibiydik. Bu sayede sezon ilerledikçe sessiz sedasız oyunumuzu geliştirmeye devam ettik.

"Ettore İnsanları öyle bir pozisyona sokar ki etrafındakilere yardım ederken onların da kendisine katkıda bulunmasını sağlar."
Oldukça sert bir ekiptik; doğru zamanda en iyi basketbolumuzu oynamaya başladık. Çok iyi bir Barcelona’ya karşı oynadık ve o maç bizi harika bir Maccabi’ye hazırladı. Dürüst olmak gerekirse kendi içimizde yarattığımız baskı, dışarıdan gelen baskıdan daha büyüktü.
Çok sıkı çalışıyorduk; bu her zaman eğlenceli değildi çünkü Ettore, detaylara önem veren ve bizi her gün daha iyiye zorlayan, çok iyi bir koçtu. Nihayetinde sonu şampiyonlukla biten, bizler için oldukça tatmin edici bir sezon oldu.
Messina’nın, CSKA’ya imza atmadan önce sizin transferinizi şart koştuğuna dair açıklamaları vardı. Benetton ve CSKA’dan sonra San Antonio Spurs’te de birlikte çalışma fırsatı buldunuz. Aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?
O çok zeki biri. Bir vizyonu var ve nasıl bir takım oluşturması gerektiğini gayet iyi biliyor. Hangi işi kabul ederse etsin, bir vizyon çerçevesinde amacını ve buna giden rotaları bilerek yola çıkıyor. Bir şey yapıyorsa üzerine gerçekten bolca düşünmüştür, bundan emin olabilirsiniz. İnsanları öyle bir pozisyona sokar ki etrafındakilere yardım ederken onların da kendisine katkıda bulunmasını sağlar.
Ettore çok rekabetçi ve isteklidir. Her gün oyuncularından en iyisini talep eder. Salona giderken o gün hareketlerin üzerinden öylesine geçmeyeceğinizi bilirsiniz çünkü Ettore her antrenmana kafasında yeni şeylerle gelir. Onun yanında geçirdiğim her saniyeden ayrı keyif aldım.