
Tren
10 dk
On yıllık Messi-Ronaldo hegemonyasının ardından dünya futbolunun zirvesinde bambaşka bir profil var. Luka Modric, bu noktaya neden ve nasıl çıktı?
Binlerce çeşit otomobil var. Kimi en hızlısına sahip olmak ister, kimi en gösterişlisine, kimi en rahatına… Ama hiçbiri, güzel manzaranın eşlik ettiği uzun bir tren yolculuğunun keyfini vermez. O uzun yolculuk öncesinde vagona her ne olarak adım attıysanız, onun daha fazlası olarak çıkarsınız. Zira tren, insana düşünme, farkına varma fırsatı verir. Ne en lüksüdür ulaşım araçlarının ne hedefe en kısa sürede gideni. Ama hiç şüphesiz, en olmazsa olmazıdır. Denizin yolu her şehirden geçmiyor, uçaklar da her şehre inmiyor ise, bir ülkenin her yerini birbirine bağlayan trendir. Evet, bazı yollara sadece tren gider. Demirden tekerler; gün gelir lastik değmemiş uzak köylerin paslı raylarından geçer, gün gelir iki kilometre rakımdaki karlı dağlara çıkar. Hepsi birbirinin aynısı yolculuklarla insanı birkaç saat içinde bambaşka dünyalara taşıyan uçağın aksine, bambaşka dünyaları yolculuğun kendisine sığdırır. Fırtınada, karda, uzun ve karanlık tünellerde istikrarla yol alır tren. Bagaj teslimi, güvenlik anonsu gibi angaryalardan uzak, sessizce istasyona gelip hep aynı vakitte kalkar, aynı vakitte yerine ulaşır. Trafiğe takılmaz, rötar yapmaz, güvenilirdir.
Uzun yıllar boyunca ulaşımda başrolü üstlenen, Sanayi Devrimi'yle birlikte gelişimin sembolü hâline gelen trenler, daha sonra çağın gerisinde kalarak popülaritesini kaybetmişti. Ancak hızlı trenlerin gelişimi, aklı başında ülkelerin demiryoluna yaptığı büyük yatırımlarla birleşince yeni bir kırılmaya sebep oldu. Biletleri birçok ülkede otobüsten, hatta uçaktan daha pahalı hâle gelen yeni ve çağdaş trenler, demiryolu ulaşımının yeniden değerini bulmasını sağladı.
Luka Modric'i işte bu yeni ve çağdaş trenlere benzetiyorum. Bir yanıyla sahalarda kısa şortlarıyla arzıendam eden hünerli eski dönem futbolcularını gözlerimizin önüne getirirken, bir yanıyla günümüz futbolunun tüm gerekliliklerini en üst seviyede sergiliyor. Tıpkı trenler gibi gösterişsiz ama yararlı. Hatta çağımızda, gösterişsiz olmasına rağmen değer gören az sayıdaki unsurdan biri. Etrafından ve şartlardan bağımsız olarak hep aynı performansı veriyor. Ondan beklentileriniz konusunda asla yanılgıya düşmüyorsunuz. Topu alıyor ve olması gereken yere tam da zamanında ulaştırıyor. Ve onu izlerken, uzun bir tren yolculuğunun hazzını alıyorsunuz.
Fizik. Dünya futboluna Luka Modric isminin ciddi şekilde girdiği 2008 yılına gelinirken, Hırvat oyuncu için en büyük soru işareti buydu. Öyle ki onun dört yıl teknik direktörlüğünü yapan Harry Redknapp'ın It Shouldn't Happen to a Manager isimli kitabında belirttiğine göre Arsene Wenger, Modric'in Premier Lig için çok küçük olduğunu düşünmüş, fiziğini yetersiz bulduğu gerekçesiyle onu Arsenal'a almamıştı. Dinamo Zagreb'e 16,5 milyon sterlin ödeyerek transferi gerçekleştiren Tottenham ise daha Modric'in formayı giymesine gerek kalmadan bu alışverişten ne kadar kârlı çıktığını görme imkânı bulacaktı: Euro 2008, kapıdaydı.
Slaven Bilic yönetimindeki Hırvatistan, turnuvadaki ilk maçını ev sahibi Avusturya ile oynarken maçın tek golünü penaltı noktasından Luka Modric kaydetmişti. Ancak asıl ses getiren, Almanya maçındaki oyunu oldu. Neredeyse topa her dokunuşunda turnuvanın en büyük yıldız adayı olduğunu ilan eden Modric'e bu performans "Maçın oyuncusu" unvanını da kazandırdı. Gruptan üçte üç yaparak çıkan Hırvatların çeyrek finaldeki rakibi ise Türkiye'ydi. Ülkemizin Arda Turan-Modric karşılaştırmalarıyla oyalandığı birkaç günün ardından, uzatmaların son anlarına golsüz eşitsizlikle girilen unutulmaz maçın 119. dakikasında kaleci Rüştü Reçber'in hatasından faydalanarak Ivan Klasnic'e harika bir asist yapan Modric, ülkesini yarı finale taşımak üzereydi. Buna ket vuran, Semih Şentürk'ün başrolünü oynadığı futbol mucizesi oldu. Seri penaltı atışları için beyaz noktanın başına ilk geçen, yine Modric'ti. Onun Rüştü'nün solundan auta yolladığı topla psikolojik üstünlüğü alan Türkiye; Arda, Semih ve Hamit Altıntop'un başarılı vuruşlarıyla yarı finale uzanırken, Hırvatistan'ın Euro 2008 macerası oracıkta sona erdi. Modric, sadece üç maç oynadığı turnuvanın sonunda, en fazla başarılı çalım atan üçüncü oyuncuydu. Bu istatistiğin en tepesindeki isme, Hamit Altıntop'a danışıyorum: Karşılıklı oynadıkları o maçta, Modric'in bugün bulunduğu noktaya geleceğini anlamış mıydı?

"O noktaları öngörebildiğimi söyleyemem ancak Luka Modric de Ivan Rakitic de çok önemli oyuncular olacaklarını belli ediyorlardı. Modric'in yeteneği, top alışverişi, bacaklarındaki kuvvet ve ilk adımlarındaki hız, bir orta saha oyuncusu için çok önemli. O yıllarda fizik kalitesi şimdiki kadar yüksek değildi ama o yaşta bu zaten gayet normal. Bizim maçta kaçırdığı o penaltı, Modric'i de takımını da daha çok güçlendirdi. 2008'de bize o penaltıyla elenen takım, yeni 3-4 arkadaşlarıyla birlikte 2018 Dünya Kupası'nda final oynadı."
Ülkemizin önde gelen futbol yorumcularından Önder Özen ise, aynı soruya karşılık şu itirafı yapıyor: "Modric'i ilk kez 2006 yılında, milli takım formasıyla izledim. Hırvat oyuncular genel olarak biraz kalıplıdır. Onların arasında çabuk, teknik, kıvrak bir oyuncu görmek dikkatimi çekmişti. Çok yetenekli olduğunu fark etmemek mümkün değildi ancak bu denli büyük bir yıldıza dönüşüp uluslararası şöhrete kavuşacağını tahmin edememiştim. Mesela Bundesliga'nın üst sıra takımlarının bir tanesinde görebiliyordum onu ama 'Dünya Kupası'nda Hırvatistan'ı tek başına finale taşır, Real Madrid'de yıllarca üst üste Şampiyonlar Ligi'ni kazanan kadronun demirbaşı olur' diyemezdim."
Bir önceki sezonu 11. sırada tamamlayan ve Lig Kupası'yla avunan Tottenham'da yeni transfer Modric'i kötü bir sürpriz bekliyordu: Kulüp tarihinin en kötü sezon başlangıcı. İlk sekiz hafta sonunda iki puanla puan tablosunun dibini boylayan takımda bu ağır faturayı ödeyen isimlerden biri, İspanyol teknik adam Juande Ramos oldu. Onun koltuğunu devralan Harry Redknapp ile birlikte Modric de yavaş yavaş çıkışa geçti. Orta sahanın ortası dışında sıklıkla sol kanatta da görev aldığı sezonu üç gol, dokuz asistle bitiren Modric, skora yeterince katkı veremediği yönünde eleştiriler alıyordu. İlginçtir, bu rakamlar onun dört sezon sürecek Tottenham macerasındaki en yüksek skor katkısına işaret ediyordu. Fibula kemiğinin kırılmasıyla ikinci sezonunun neredeyse yarısını boş geçen oyuncunun üçüncü sezon performansı ise bir kırılma noktasıydı. Bana göre, Modric'in dünya futbolunda farklı ve kendine ait bir yer edinmeye başladığı yıl buydu.

En büyük sihirlerinden biri, sanki her an en doğru hareketi yapıyormuş izlenimi vermesiydi ki hâlâ da böyle. Zamanını aşmış fikir insanları hayatta her ânın doğrusunu bulup yapamıyorsa Modric de sahada her defasında doğru karar veremez diye düşünerek izleseniz dahi aksine ikna olamıyorsunuz. Acaba hep doğru kararı mı alıyor, yoksa aldığı kararı yaptıklarıyla doğru karara mı dönüştürüyor? Önder Özen, bu soruya şöyle bir metaforla cevap veriyor: "Durum ne gerektiriyorsa onu yapıyor. Belki bazen ilk anda anlamıyoruz ama kadraj büyüyüp kameralar diğer opsiyonları gösterdiğinde, aslında doğru kararı vermiş olduğunu görüyoruz. Bir bilirkişi masası düşünelim… O masada kim olur? Diyelim ki Maradona, Cruyff ve Beckenbauer. Bu isimler bir araya gelip bir maç analizi yapsa, Modric'in topla her buluşmasını tek tek analiz etse, muhtemelen hepsi Modric'le çok büyük oranda mutabık olur."
Tottenham'daki dördüncü yılının ardından Real Madrid'e transfer olan Modric'in, bir önceki yıl La Liga'da 100 puanla şampiyon olan, Şampiyonlar Ligi'ne yarı finalde penaltılarla veda eden dünya devinde formayı kapması çok kolay görünmüyordu. Xabi Alonso, Sami Khedira, Angel Di Maria, Mesut Özil, Cristiano Ronaldo beşlisinden birini kesmesi, üstelik bunu Michael Essien, Kaka gibi kuvvetli alternatiflerin arasından sıyrılarak yapması gerekiyordu. Jose Mourinho tarafından çoğunlukla arkadaki ikilide görevlendirilen oyuncu, sezonu Ronaldo'nun ardından en çok maça çıkan ikinci isim olarak tamamladı.
Sonrası, tarih. Beş sezonda dört kupayla Şampiyonlar Ligi tarihinin en büyük hegemonyasını kuran takımda Modric, belki atılan gollerin merkezinde değildi ama sahada olup biten her şey onun kontrolündeymiş gibi görünüyordu. Peki, nasıl oluyordu da skora çok fazla direkt etkisi olmayan ve 'defansif' olarak da adlandıramayacağımız bir orta saha oyuncusu, bu denli ön plana çıkabiliyordu?
Hamit Altıntop, "Modric'in en büyük avantajı zihinsel. Tamamen hedefe, takımın başarısına odaklanmış, her şeyiyle lider diyebileceğimiz çok az kişiden biri. Saha içinde hiçbir kavgaya, kargaşaya girmemesi, her zaman soğukkanlı olması, güçlü olduğunu ve ne istediğini bilmesi onu bu kadar ön plana çıkarıyor" diyor. Önder Özen ise işin taktiksel tarafına vurgu yapıyor: "Orta saha oyuncuları büyük oranda oyun karakterlerine göre sınıflanıyorlar. Bazıları biraz daha defansif ya da ofansif karakterli oldukları için biz onları bu ifadelerle tanımlıyoruz. Elbette iki yönlü orta saha oyuncuları da var. Ama Modric birçoğundan ayrılıyor çünkü o, bu tür dar kalıplara sığdırabileceğimiz bir oyuncu değil. Üçünden de öte, komple bir orta saha oyuncusu. Omurgadaki üç pozisyonu da aynı oranda, çok benzer kalite puanlarıyla oynayabilen bir futbolcu ve bu yönüyle fark yaratıyor."

Yine de, her şeye rağmen, o dar kalıplara sokmaya çalışırsak, Modric bir 6 numara mı, 8 mi, yoksa 10 mu? Hamit Altıntop'a göre, Modric kesinlikle bir 8 numara. "10 numara onun kadar ikili mücadeleye girmez, onun kadar koşmaz. 6 numara da onun yaratıcılığına sahip olmaz. Modric çok üst düzey ve modern bir 8" diyor; yakın geçmişin iz bırakan orta saha jokeri. Önder Özen ise konuya biraz daha farklı bir yerden bakıyor:
"Zagreb'de ilk çıkışını yaptığında santrfor arkası oynadığını biliyoruz. O dönemde skor katkısı yüksek. Tabii bu, Hırvat Ligi'nin kalitesinden de kaynaklanıyor olabilir. Ama Modric de o zaman 18-19 yaşındaydı ve bu yaşta neredeyse maç başına bir gol ya da asiste denk düşen istatistiklere ulaşabiliyordu. Tottenham'a ilk gittiğinde de kaleye yakın bir oyun kurucu gibi oynatıldı ve o zaman da bu rakamlar yüksekti. Daha sonra takım hedef değiştirdiğinde biraz daha arkaya geldi. Real Madrid'e de o şekilde transfer edildi ama 10 numara giyiyor olmasına rağmen daha çok savunmanın önündeki iki orta sahadan biri olarak değerlendirildi. Hatta bazen Casemiro oynamadığında, birçoklarının tabirine göre 6 numara gibi stoperlerin önünde görev yapıyor. Kulüplerin kaliteleri arttıkça, ofansif karakterli oyuncular eğer becerileri varsa bir pozisyon arkaya evriliyorlar. Bana göre Modric, bunların en spesifik örneği. Ben pek numarayla tarif etmem ama Zagreb'in 10 numarası, Tottenham'ın 8 numarası, Real Madrid'in 6 numarası diyebiliriz. Kulüp büyüdükçe numara küçüldü."
İngiliz gazeteci Jonathan Wilson, Modric için "Yeni dünyanın 10 numarası" demişti. Fakat Modric'in farkı, biraz da eski dünyadan da bir şeyler sunmasında. Oynadığı futbol, sıfırdan oluşmuş yepyeni bir standart değil, geçmişin meşalesinin bugüne taşınmış hâli. Onu izlerken, zihninizde fizik gücü ya da koşu mesafesi gibi günümüzün mekanik ve son derece sıkıcı terimleri değil, eski dönemlerin sanatı beliriyor. Onun oyunu nasıl yönettiğine, bazen topa bile dokunmadan nasıl maçın seyrini değiştirdiğine dikkat kesiliyorsunuz. Elbette Modric, arka planda o sıkıcı şartların da hepsini yerine getiriyor. Ama yaptıklarıyla futbolun günden güne azalan estetiğinin içinde öyle bir parlıyor ki bunları fark etmeye sıra gelmiyor. Dünyadaki tüm takımların üç aşağı beş yukarı aynı antrenman metotlarını kullandığı, benzer savunma ve hücum sistemlerini izlediği, her şeyin rakamlarla ölçüldüğü, futbolcuların mekanikleştiği çağda o, futbolu ayaklarından önce kafasıyla oynayan, makinenin diğer parçalarının da daha iyi işlemesini sağlayan eski neslin bugünkü yansıması. Etkisini açıklamaya hiçbir istatistik tam olarak yetmiyor zira zekâ rakamlarla ölçülemiyor.

Hayattaki birçok şey gibi futbolun da en geç 2000'li yılların başlarındaki hâlinde sabitlenmiş olmasını çok isterdim. Dergi ofisinde de İlhan Özgen ile bu konu üzerine sık sık sohbet ederiz. Bir keresinde şunu söylemişti: "Bizden önceki jenerasyonlar bugünkü futbolcuları beğenmez, eskiler gibi yetenekli olmadıklarını söyler. 5-10 sene öncesinin en önemli orta saha oyuncuları Gerrard, Lampard, Ballack mesela… O günün futbolunun gereksinimlerini yerine getiren oyunculardır ama eskilerin stilinden uzaklardır hakikaten. Onları kimseye benzetemezsin. Ama Xavi, Scholes, Pirlo gibi istisnalar vardır, geçmişle gelecek arasında bağ kurarlar. Modric de böyle. Sahadaki duruşu bile Overath gibi, Zico'ların döneminin futbolcuları gibi…"
Hırvat yıldızı takip ederken bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissetmenizin sebebi, aslında sadece futbolu da değil. Socrates'in 34. sayısı için yazdığı Neymar konulu muhteşem yazısında L'Equipe başyazarı Vincent Duluc, "Futbolda bir zamanlar kulüpler oyunculara göre çok daha büyük güç sahibiydi. Kişisel istatistikler kolektif başarılardan daha az değer görürdü. Ödüller, pazarlama biliminin de katkısıyla sahadaki olağanüstü yeteneklerini büyüten ve daha etkili kılan birkaç isme bu kadar odaklanmış değildi" ifadelerini kullanmış, en çok gol atan oyuncuların en iyi zannedildiğini ve futbolun artık tamamen bireysel bir spora dönüştüğünü savunmuştu.
Modric, bu döngünün de dışında kalan biri. Hamit Altıntop, bu konunun özellikle altını çiziyor: "Modric, Real Madrid'e benim ayrıldığım yıl transfer oldu ancak hiçbir kıskançlık olmadan inanılmaz mutluyum onun geldiği nokta konusunda. Bu dönemde futbol piyasasında sosyal medyayı sürekli kullanan, reklamlarda boy gösteren insanlar çok daha fazla ön planda oluyor. Onun sadece futboldaki başarısıyla bunları hak etmesinin çok büyük bir değeri var. Hiç göze batmadan, şımarık bir tavrı, olumsuz bir haberi olmadan, tevazu içinde bunları başarması işe ayrı bir boyut katıyor." Aynı Altıntop, küçük bir şerh de düşüyor: "Real'e transfer sürecinde çok diretti. Elbette dünyanın en iyi takımına gitmek hakkıydı ama detaylara hâkim olmamakla birlikte Tottenham'da idmanlara çıkmadı diye biliyorum. Bu tavrı, görüntü olarak hoşuma gitmemişti." Hırvatistan futbolunun karanlık figürü Zdravko Mamic hakkında yürütülen soruşturmadaki rolü de onun üzerindeki bir başka soru işareti. Birçok transferde usulsüzlük yaptığı ortaya çıkan Mamic'i mahkemede savunan oyuncu hakkında yalancı şahitlik yaptığı gerekçesiyle açılmış bir dava var. Tabii bu olayın iç yüzünü bilebilmek şu an için mümkün değil.
Eski Yugoslavya'da devlet başkanı Josip Broz Tito'nun 'büyük hayalim' diye niteleyip yaptırdığı demiryolları, o dönemki büyük önemine rağmen sonraki yıllarda hep bakımsızlığı ve sorunlarıyla gündeme gelmişti. Bugünlerde binmeye kalkarsanız, çok güzel manzaralar eşliğinde Avrupa'nın en eski ve güzel rotalarından birinden geçecek, o coğrafyayı derinlemesine tanıyacak ancak çağın gerisinde kalmanın yarattığı bu sorunlardan da muzdarip olacaksınız. Modric treni ise bu güzel coğrafyanın en acı döneminde yola çıktıktan sonra, büyük zorlukları aşıp İngiltere ve İspanya'ya kırdı rotayı. Balkanların birikimine, Batı Avrupa'nın çağdaşlığını ekledi. Bugün 33 yaşında ve en yüksek rakımda seyrediyor. En güzeli de; henüz son istasyonda değiliz.