Tükeniş

5 dk

Margaret Court, tenis tarihinin tartışmasız en büyük isimlerinden biriydi. Ama Avusturyalı efsanenin hayat görüşü, mirasını sorgulatıyor…

Efsane olmak bazen kolay; yetenek, azim, kararlılık ve çalışma bir araya geliyor, şans da yaver giderse sporcunun adı altın harflerle tarihe yazılıyor. Asıl zor olan, efsane olarak kalabilmek.

Bunu yapabilmek için anlayabilmek, öğrenebilmek, incitmemek, kendin gibi olmayanların canını acıtmamak gerekiyor. Ve tabii her efsane sporcu bunu başaramayabiliyor.

En yeni tartışmamızın başladığı yer, Avustralya. Burada başladı ve dünyaya yayıldı. Avustralya, göçmenlerden oluşmuş bir ulus ve ulus inşasında sportif başarı çok önemli. Spor sahalarında kazanılan altın madalyalar ve şampiyonluklar, Avustralyalılık ve birliktelik hissini pekiştiriyor, vatandaşların ‘bir’ hissetmelerini ve uluslarıyla gurur duymalarını sağlıyor. Malum, Avustralyalıların ortak geçmişleri sınırlı ama ortak bir gelecek idealleri var. O ideal de zenginlik ve başarıdan menkul. Spor da bir anlamda, bunun sembolleri arasında.

Tenis dünyası şu sıralar, açıklamalarıyla pek çok insanın canını yakan Margaret Court’u konuşuyor. Court, 1942 doğumlu ve pek çok kritiğe göre Avustralya’nın gelmiş geçmiş en büyük tenisçisi. 17 yıl boyunca profesyonel tenis oynamış, 64 Grand Slam kazanmış kuvvetli bir kadın raket. Tenisi bıraktıktan sonra Perth kentindeki bir Protestan kilisesinde rahibe olan Court, şu sıralar kendi hâlinde bir hayat sürüyor. Ancak son yaptığı açıklamalar, ortalığı sallayacak cinsten...

Emekli efsane tenisçi, yönetim kurulu başkanı hemcinsler arası evliliği destekliyor diye Avustralya Havayolu Qantas’ı boykot etme kararı aldı. Bununla da yetinmedi, bu konu üzerine bol bol demeç verdi. Bir Hristiyan radyosuna verdiği demeçte, tenis dünyasının lezbiyenlerle dolu olduğunu söyledi ve ekledi: “Benim oynadığım yıllarda bir lezbiyen çift vardı; gençleri daima kendilerine davet eder, böyle böyle onları etkilerlerdi.”

Court, Amanda Judd ile evli Avustralyalı tenisçi Casey Dellacqua’ya da çattı, “Bu çiftin çocukları olması iyi güzel ama çocuğa yazık, babasız büyüyecek” dedi. Dellacqua da “Artık yeter!” diye cevap verdi.

Tenis, renkli bir dünyaya sahip; sponsorunun ne diyeceğinin korkusunu yaşamadan genelde fikrini söyleyen Andy Murray ve muhafazakâr Sırp destekçilerine rağmen vegan olduğunu vurgulamaktan çekinmeyen ve zumba yapan Novak Djokovic gibi karakterlerle bezeli.

Court’a tepki veren isimlerden biri de Andy Murray oldu zaten. Ama asıl sert tepki, kadınlar tenisinin bir diğer efsanesi Martina Navratilova’dan geldi. Çek asıllı raket, sevgilisi Julia Lemigova’ya kameraların önünde evlilik teklif etmiş ve bir sembole dönüşmüştü. Court için de “O harika bir tenisçi ama aynı zamanda bir ayrımcı ve homofobik” ifadelerini kullandı, Melbourne’de Margaret Court’un adını taşıyan kortun isminin değiştirilmesi için de çağrıda bulundu.

Fakat bunların hiçbiri Margaret Court’u yıldırmadı, zehir zemberek açıklamalarının ardı arkası kesilmedi. Court en son, “Böyle giderse Anneler/Babalar Günü kalmayacak, hatta Noel bile kalmayacak. Aile kurumu yerle bir oluyor” dedi.

Evet dünya değişiyor, aile kurumu da değişiyor. İnsanlar bazen karşı cinsle evlenmemeyi, bunun yerine hayatlarını hemcinsleriyle paylaşmayı seçebiliyor. Değişim, anlayamayanlar için korkutucu. Zira onlar, kendi zihinlerinde oluşturdukları konfor alanlarını yitirmekten korkuyor. Yetmiyor; idealin kendi zihinlerinde şekillenen gibi olduğunu, aksi bir durumun da yanlış, hatta felaket olduğunu düşünüyor. Değişimden korktukça bu kopuş derinleşiyor ve fark açıldıkça birbirini anlamak da daha az imkânlı hâle geliyor.

Court da bu anlamda bir sembol belki de; dünya siyasetinde olan bitenin tenis kortu üzerinden bir tür anlatımı.

Kendi gibi olmayanı ‘şeytanlaştıran’ ve kabul edilemez bulan yeni ‘iktidarlarla’ karşı karşıyayız. Court gibiler de bu yeni iktidar dinamiklerinin; yani değişim karşıtı ‘eski güzel günlere dönelimciler’ ile diğerleri arasındaki rekabetin taraflarından biri.

Eşcinsel evliliklerinin olmadığı eski güzel günler! Göçmenlerin olmadığı eski güzel günler! Monarşinin hüküm sürdüğü eski güzel günler! Çok eşliliğin olduğu eski güzel günler!

Bu listeyi uzatmak mümkün ve ne yazık ki bu listeler çerçevesinde hazırlayacağımız spektrumların iki ucu artık, belki de hiç olmadığı kadar ayrışmış durumda.

Farklı fikirler, fikirlerin çevresinde oluşan idealler, ideallerin uğrunda çizilen yollar ve o yollarda verilen mücadeleler, insanlık tarihi kadar eski. Farklılıklarla birlikte yaşamayı öğrenmek de toplum olmanın, birlikte yaşayabilmenin bir şartı. Kırmızı çizgi burada devreye giriyor; iş, nefrete ve kendisi gibi olmayanın yok edilmesi, görünmez kılınması, gettosuna hapsedilmesine gelince artık dur demek gerekiyor.

Court’a şu anda, “Ama bu kadarı da fazla, yeter artık!” diyen bir ortak akıl var. Tenis dünyası, ne olursa olsun, izleyicisi ve oyuncusuyla -görece- hayli liberal; yani Court’un kortlardan destek bulması zor. Ama dünya kortlardan ibaret değil. Bir din insanı olarak Court’u dinleyen, tavsiyelerini dikkate alan, onun peşinden giden bir kitle var. Şimdilik uluslararası medyada sağduyu galip gelmiş görünüyor ama aynısı dünyanın sayısız taşrasının sayısız sokak arası için pek de geçerli değil. O küçük dünyalarda, ‘aynı’ olmayanlara baskılar sürüyor ve her biri, tek tek, cezalandırılmaya devam ediyor.

Socrates Dergi