Üç Benzemez

10 dk

2002'de hayal kırıklığı, 2006'da umut, 2010'da başarı… 12 Dev Adam'ın bir noktada dünya ikinciliğine dek ulaşacak yolculuğunu, üç farklı durakta hatırlıyoruz.

Türkiye'nin takım sporlarındaki en başarılı on yılı hangisi? Bu soruya fark yaratacak bir cevap vermek kolay değil. Zira milenyumun ilk on senesi hemen akıllara düşecek ve tüm rakiplerini zihinlerden silip süpürecektir. Sonuçta Galatasaray'ın UEFA ve Süper Kupa zaferlerini futbol milli takımının dünya ve Avrupa üçüncülüklerinin izlediği, basketbol ve voleybolda kıta düzeyinde final maçlarına çıkılan bir dönemden bahsediyoruz. Nostalji yapmak için birebir ama aslında o kadar geçmişte ya da uzakta değil. Yine de biraz hafıza tazelemenin zararı yok.

O günlerde henüz ismi Dünya Basketbol Şampiyonası olan turnuva bu ortak başarı hafızasındaki en müstesna yerlerden birine sahip. Yepyeni bir jenerasyonun heyecanı ve EuroBasket ikinciliğinin özgüveniyle 2002'de ilk kez mücadele ettiğimizde işler beklendiği kadar günlük güneşlik değildi. Eksik kadro nedeniyle beklentinin azaldığı 2006 turnuvası da hiç umulmadığı kadar keyifle hatırlanacaktı. 2010'daki kupa ise görkemli on yılın zirve anları arasında yer alıp spor tarihimize geçecekti. 12 Dev Adam'ın üç turnuvada görev yapmış üç oyuncusundan, üç unutulmaz şampiyonayı dinliyoruz...

2002 Indianapolis - Harun Erdenay

Indianapolis'te düzenlenen turnuvaya son derece yüksek beklentilerle gittik. Bir sene önce ülkemizde düzenlenen 2001 Avrupa Şampiyonası'nda final oynamayı başarmış ve kıtanın en kuvvetli takımlarından bazılarını geride bırakmıştık. Kadro olarak baktığımızda da çok güçlü oyunculardan kurulu bir Türkiye Milli Takımı vardı. Mirsad Türkcan, Mehmet Okur, Kerem Tunçeri, Hidayet Türkoğlu… Ben de takımın kaptanıydım. Katıldığımız ilk dünya şampiyonasıydı ama beklentiler ortadaydı. Çeyrek ya da yarı final safhasını görmeyi umut ettiğimizi söylemeliyim.

B Grubu'nda Brezilya ve Porto Riko gibi iki iyi takımla eşleştik. Bir de Lübnan vardı. Açılış gününde oynadığımız Porto Riko maçını kötü kaybettik. Yani hem kötü oynadık hem de yakın bir skorla mağlup olduk. Takımların kötü günleri olur, buna yapacak bir şey yok ancak ikinci maçımıza farklı bir baskıyla çıkmamıza neden oldu bu kayıp. Brezilya maçını ne olursa olsun almamız gerekiyordu. Basketbolseverlerin muhakkak hatırlayacağı bir karşılaşmadır o. Aslında 12-13 sayıdan geri gelmiş ama hatalarla ve şanssızlıkla vermiştik. Şanssızlık demişken, Machado'nun dokuz metreden attığı son saniye üçlüğünden bahsediyorum... Hem çok yıprandık hem de Lübnan'ı yenip gruptan çıktıysak da yolumuzun Yugoslavya'yla kesişmesi durumuna engel olamadık.

Nitekim 2001 EuroBasket finalinde kaybettiğimiz Yugoslavya bizi yine geçti. Onlar Indianapolis'te de şampiyonluğa yürüyecekti. Bizse kendimizi klasman maçları oynamak durumunda bulduk. Kötü başlayıp kötü bitirdik diyebilirim çünkü beklentiler karşılanmadı. Ancak bir bakıma da kapanışı fena yapmadık. Çin ve Rusya'ya karşı aldığımız klasman galibiyetleri ile dünya dokuzuncusu olduk. Örneğin hâlâ geri dönüp baktığımda Yeni Zelanda'nın o turnuvada dördüncü olmasına şaşırırım. Epey enteresan sonuçlar oluşmuştu.

Evet bizim takım çok potansiyelliydi ama yanlış giden ne oldu? Az önce bahsettiğim yıldızlar çok gençti. Mirsad, İbo, Hidayet, Mehmet ve Tunçeri'nin üç-dört sene sonraki hâlleri mutlaka madalya getirirdi diye düşünüyorum. 2002 Türkiye, ortam anlamında ağır bir takımdı. Çarpışan egolar vardı. Gerçi büyük oyuncular içeren takımlarda benzer problemler yaşanır.

Yaşlarının gençliğine de verebiliriz bu durumu. Maçlar esnasında bazı sorunlar oldu. Daha sonraki yıllarda yaşanacak ufak saha içi çatışmalar da burada patlak verdi. Saha dışında ise arkadaşlık ortamında bir problem yoktu. Yemeğimizi yer, sohbetimizi ederdik. Mesela bizimkiler turnuvada saçlarını sarıya boyamıştı. Benim hem boyayacak kadar saçım yoktu hem de fikri saçma bulmuştum. O oyuncular da şimdilerde böyle düşünüyordur muhtemelen.

"Benim hem boyayacak kadar saçım yoktu hem de fikri saçma bulmuştum." -Harun Erdenay

"Benim hem boyayacak kadar saçım yoktu hem de fikri saçma bulmuştum." -Harun Erdenay

Yine de benim adıma özel bir turnuvaydı. Sonuçta 15 senelik milli takım kariyerime nokta koydum. Doksanlar boyunca oynayan jenerasyonun da hemen hemen son turnuvası oldu. Bizden sonra devam eden arkadaşlarımız ise 2010'daki büyük başarıya dek milli takım bayrağını taşıdı.

2006 Japonya - Hakan Demirel

Bogdan Tanjevic milli takımın başına gelir gelmez bir projesi olduğunu bizlere hissettirmişti. Hem bize hem de bizim seviyemizde olmayan genç oyunculara şans verip, milli takım aday kadrosuna çağırıyordu. 2006 yazında İzmir'de 20 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası oynadık. Çok rahat galibiyetler aldığımız bir turnuvaydı. Yarı finalde Slovenya'ya 34 sayı fark attıktan sonra finalde Sırbistan Karadağ'a kaybettik. Final günü kariyerimin en kötü günlerinden biridir çünkü kazanmayı ne çok beklediğimizi anlatamam. Tanjevic o takımdan beni, Ersan İlyasova'yı, Cenk Akyol'u ve Semih Erden'i A Milli Takım'a çağırdı. İnanılmaz bir mutluluk, heyecan ve acayip bir sorumluluk hissettim tabii…

Kadroda bir önceki şampiyonada forma giymiş Hidayet Türkoğlu, Mehmet Okur, Mirsad Türkcan ve Kerem Tunçeri gibi önemli isimler yoktu. Hazırlık maçlarında da öyle aman aman basketbol oynamamıştık. Dürüst olmak gerekirse son derece düşük bir beklentiyle Japonya'ya gittik. Bizim takım genelde iyi başlarsa iyi bitirir, kötü başlarsa da kötü bitirir. Bu çok enteresan bir turnuvaydı çünkü her maç artan bir ivmeyle oynadık. Birçok genç oyuncu ve oraya beklentilerini minimize ederek gitmiş olan yıldız, "Biz iyi bir takımız" hissiyatına ulaştı.

Turnuvaya katılım hakkı kazanmamış ancak özel davet ile orada yer alma şansı bulmuştuk. Taraftarlar da bizi biraz 'underdog' görmüş olacak ki büyük destek verdiler. Kendimizi iç sahada oynuyormuş gibi hissettik. Çok sert bir C Grubu'ndaydık. Yunanistan, Litvanya, Avustralya, Brezilya ve Katar vardı. Az önce o Brezilya'nın kadrosuna baktım da acayipmiş. Düşünün onlar gruptan çıkamadı, biz ise bir tek Yunanistan'a yenilerek ikinci sırada çıktık.

"Taraftarlar da bizi biraz 'underdog' görmüş olacak ki büyük destek verdiler. Kendimizi iç sahada oynuyormuş gibi hissettik." -Hakan Demirel

"Taraftarlar da bizi biraz 'underdog' görmüş olacak ki büyük destek verdiler. Kendimizi iç sahada oynuyormuş gibi hissettik." -Hakan Demirel

Aynı pozisyonda oynadığımız Ender Arslan gelip bana, "Oğlum, üstünde baskı hissedersen burada iyi top oynayamazsın. Sadece olduğun yerin keyfini çıkarmaya çalış" demişti. Bu yardımcı oldu bana. Kaybettiğimiz Yunanistan maçı mesela… Kötü başladım ve koç beni bir daha oyuna sokmadı. Çok üzülmüştüm. Önceki ve sonraki maçlarda ise ciddi şanslar buldum. İkinci turdaki Slovenya maçını hiç unutmam. Heyecanlı bir sonla kazandık ve çeyrek finalde Arjantin'in rakibi olduk. O çeyrek final maçının ilk yarısında ciddi bir kırılma yaşadık. Rakibimiz fena hâlde tecrübeliydi ve işi ilk yarıdan bitirdiler.

2006 Japonya'daki altıncılık milli takımımızın en başarılı sayılabilecek sonuçlarından biridir çünkü ülke dışında iyi geçen tek turnuvadır bana kalırsa. 2001 ve 2010'daki başarılar Türkiye'de gelmişti. O turnuvalar hariç, Japonya'daki uyumu ve takımdaşlığı başka hiçbir şampiyonada görmedim. İbrahim Kutluay, Serkan Erdoğan, Kerem Gönlüm, Ermal Kuqo ve Kaya Peker gibi yıldızlar, biz gençlere büyük destek vermişti. 12 oyuncunun 12'si de işin içindeydi. Kadrodan, "Ya şu olmasa da açığını kapatırız" diyeceğiniz bir tane dişli yoktu. Herkes ciddi katkı verip büyük keyif almıştı...

2010 Türkiye - Sinan Güler

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda ev sahibiydik ancak uzun süredir büyük turnuvalarda ses getirmemiş bir milli takımımız vardı. Amacımız turnuvanın hakkını vermek ve o deneyimi keyifle yaşamaktı. Şampiyona öncesindeki hazırlık maçları pek istediğimiz gibi gitmedi. Almanya'daki turnuvada kötü mağlubiyetler yaşadık. Dönüşte moralsizdik ve beklentileri çok da yüksek tutmamamızı gerektiren bir algı oluşuyordu. Grup maçları için Ankara'ya gelişimizle ağır hava birden dağıldı. Çarklar tıkır tıkır döndü ve istediğimiz başlangıcı yapmayı başardık.

Rusya, Yunanistan, Çin, Porto Riko ve Fildişi Sahilleri'yle karşılaştığımız C Grubu'nu beş galibiyetle lider tamamladık. Yunanistan maçı çekişmeliydi. Hemen arkasından Porto Riko karşısında da rehavet nedeniyle biraz zorlandık. Son 16'daki Fransa maçını kendi adıma çok güzel hatırlıyorum. 17 sayı atıp, milli takım kariyerimdeki en iyi performanslardan birini göstermiştim. Sonra bu rüzgârı kullanıp çeyrek finalde Slovenya'ya karşı da iyi oynadım. Tanjevic'in antrenörlük yapısında zaman zaman esas beşini sahaya sürmeyip oyunun temposuna bakma anlayışı vardır. Sonrasında da tempoyu kontrol edecek beşi doğru anda çıkarmayı dener. Bu senaryo içinde iki maçta da doğru etkiyi yaptığımı düşünüyorum.

Sonrasında yarı finale, yani Sırbistan maçına gelindi. Bu ay o şampiyonanın dokuzuncu senesini kutlayacağız ve her sene videolar ortaya çıktığında istisnasız tekrar izlerim. Her seferinde de şunu yine hissederim: Tüm maçı o kadar gergin bir direncin karşısında oynamışız ki… Belki uzun yıllar boyunca Sırbistan'la karşılaştığımızda yaşananlardan olabilir, belki iki ülkenin basketbol adına yapmaya çalıştıklarından olabilir, hepsinin oluşturduğu bir direnç ortamı vardı. Aynı zamanda garip bir şekilde, "Biz bu maçı kazanmanın bir yolunu bulacağız" hissiyatını son ana kadar yaşamıştık. Zaten maçı da tam son anda, tarihe geçecek şekilde kazandık.

"Maçı da tam son anda, tarihe geçecek şekilde kazandık." -Sinan Güler

"Maçı da tam son anda, tarihe geçecek şekilde kazandık." -Sinan Güler

Karşılaşma sonrası Sinan Erdem Spor Salonu'ndan, Ataköy Marina'daki otele geçişimiz bir saat sürdü. Yoldaki taraftarlarla birlikte olduk, oradaki heyecan ve mutluluğu paylaştık. Otele geldiğimizde atmosfer inanılmazdı. Beklentileri en üst seviyede gerçekleştirdiğimizi hissediyorduk. Tabii ertesi gün ABD maçı vardı ve herkes bunun farkındaydı. Oyun metaforuyla ilerleyeceğim: Bütün o basamakları çıkmış, 'boss'ları yenmiş ama 'mega boss'a henüz ulaşmıştık. Oyunun zorluğunu ve aşağı yukarı neler olabileceğini az çok tahmin ediyorduk. Yine de sahaya tüm enerjimizi verdik ama Kevin Durant sazı eline çok farklı şekilde almıştı.

Turnuvadan her bahsettiğimde aynı tüylerim, aynı şekilde diken diken oluyor. Ankara'da oynamaya başladığımız günden itibaren geçen her saniye büyü gibiydi. Bunu yaşayabilmiş 12 kişi arasında olmak ve Türk sporundaki en üst mertebelerden birisine çıkmak anlatması güç bir şey. Herkesin rollerini gayet iyi bildiği, bunu kabullendiği ve rolünden çıkmaya teşebbüs dahi etmediği bir takımdık. Çok doğru bir enerjiyle oynamıştık ve bu yüzden de dünya ikincisi olmuştuk.

Socrates Dergi