
Uçan Fin
18 dk
Mika Hakkinen, Formula 1 pistlerinden rüzgâr gibi geçen pilotlardan biriydi. Kazandığı zaferlerle, agresif stiliyle, sessiz kişiliğiyle doksanlara damga vurdu ve hiç unutulmadı.
O, Michael Schumacher'in kariyeri boyunca en çok saygı duyduğu rakibi. O, beraber çıktığı ilk sıralama turlarında Ayrton Senna'yı geçecek kadar hızlı bir adam. O, McLaren'in son çifte dünya şampiyonu. O, en büyük rakipleri ile dost olabilecek kadar nazik biri. O, Mika Pauli Hakkinen… Finlandiya, otomobil sporlarının âdeta 'ata sporu' olduğu bir ülke. Nüfusu sadece 5,5 milyon kişi civarında olan bir ülkeden dünya motor sporları arenasına çıkan o kadar çok yıldız ve şampiyon isim var ki…
Finlandiya, ülkedeki toprak ve karlı yolların bolluğu sayesinde özellikle dünya ralli şampiyonlarını çıkarmayı gelenek haline getirmiş bir ülke. Markku Alen, Ari Vatanen, Hannu Mikkola, Timo Salonen, Juha Kankkunen, Tommi Makinen, Marcus Grönholm gibi yıldızların toplam 14 tane dünya şampiyonluğu bulunuyor.
Doksanlara döndüğümüzde, Grönholm dışındaki tüm isimler Finlandiya'ya 'Dünya Ralli Şampiyonluğu' kupasını defalarca getirmişlerdi. Ancak aynı dönemde Finlandiya, Formula 1'de ralliye oranla daha başarısızdı. 1982'de Keke Rosberg'in sadece tek bir yarış kazanarak aldığı dünya şampiyonluğu dışında, başka bir şampiyonluk yoktu bu soğuk ülkeye gelen. Hatta Rosberg haricinde Finlandiya, Grand Prix kazanabilen başka bir pilot dahi çıkaramamıştı. Ama sarı saçlı, sessiz ve genç bir adam bu durumu tamamen değiştirecek ve F1 tarihinin istatistiksel olarak en başarılı pilotu olan Michael Schumacher'in karşısına çıkıp onunla korakor bir savaş verecekti.
Tanıdık Başlangıç
Mika Hakkinen, 1968'de dünyaya geldikten beş sene sonra ilk defa bir kartinge oturmuştu. Daha ilk turunda büyük bir kaza yapsa da motor sporları ve hız virüsü artık damarlarındaydı. Ailesini geçindirebilmek için hem telsiz operatörlüğü hem de taksicilik yapan babası ve sekreterlik yapan annesinin başının etini yiyerek kendisine ikinci el bir karting aldırmayı başardı. Ama Finlandiya'daki minimum yarışma yaşı 12 olduğundan uzunca bir süre kapalı alanlarda kendi başına turladı. Mika, bir yandan okula devam ediyor, bir yandan karting yarışlarına katılıyor, bir yandan da sirkte akrobat olmak ve metal işleme konusunda uzmanlaşmak gibi birbirinden farklı denemeler için kurslara gidiyordu. Küçük Hakkinen, kartinge gittikçe daha fazla merak salıp işler ciddileşince ailesi bir minibüsle beraber kendi ufak yarış takımlarını kurdu ve Finlandiya'yı bir uçtan diğerine geçmeye başladılar. Utangaç olan ve pek konuşmayan bu çocuk, kartinge oturduğunda hızı ve agresifliğiyle âdeta canavara dönüşüyordu.
Keke Rosberg'in 1982'de gelen F1 şampiyonluğu, Finlandiya için ilkti. Mika'nın da hedefi ve hayali aynıydı. 1986'ya gelene dek Mika, tam beş karting şampiyonluğu elde etmişti. Başarıları, Rosberg'in dikkatini çekmişti. Keke, Mika'nın menajeri oldu ve Hakkinen'in kendi başına bulamayacağı kıymetli sponsorlukların kapılarını araladı.
Hakkinen, tek koltuklu Junior yarış serilerine de hızlı başladı. 1987'de F1'e ulaşacak olsa da hiçbir zaman yarış kazanamayan JJ Lehto'dan aldığı ikinci el Formula Ford otomobiliyle İsveç, Finlandiya ve İskandinavya Formula Ford şampiyonluklarını kazandı. Kendisine servis otobüsü yapmıştı; bir yarıştan diğerine koşuyor, sınırlı bütçe nedeniyle otobüste uyuyordu. Artık İskandinavya'da yarışabileceği kimse kalmayınca, neredeyse hiç İngilizce konuşamamasına rağmen, uzak ülkelere yelken açma zamanı geldi. Önce 1988'de Opel-Lotus Avrupa Serisi'ni kazandı; sonraki yıl Britanya Formula 3 Şampiyonası'na katıldı. Daha önceki yıllarda Jim Clark, Jackie Stewart, Emerson Fittipaldi, Ayrton Senna gibi şampiyonlar bu seriyi kazanarak F1 takımlarının dikkatini çekmişti. Ama 1989'daki ilk sezonunda Mika, belki de kariyerinde ilk defa umduğunu bulamadı ve yenilmeyi öğrenmek zorunda kaldı.
Schumacher’le İlk Temas
Bu yenilgiye rağmen sponsor desteğini kaybetmeden daha kuvvetli bir takıma geçen Hakkinen, 1990'da Britanya F3 şampiyonluğuna uzandı. Bu arada Avrupa'daki önemli yarışlara katılmayı da ihmal etmedi ve Hockenheim pistinde ilk defa Michael Schumacher ile karşılaştı. 1.1 sn farkla polü alan ve pistin F3 tur rekoru ile birlikte yarışı kazanan Mika, ilk randevudan galip ayrılmıştı. Macau'daki meşhur yarışta ikili bir kez daha karşı karşıya geldiler. Mika polden başlayıp, ilk ayağı 2.7 sn farkla kazanmıştı. İki ayağın toplam zamanına bakıldığı için ikinci yarışta tek yapması gereken Schumacher'e yakın olmaktı. Ama Mika, ikinci yarışı da kazanarak bir etki yaratmak istedi ve son turda Schumacher'e atak yaptı. Alman sürücü önünü kapatınca Mika, rakibine çarptı ve yarış dışı kaldı.
F3 başarıları, ona Benetton takımıyla ilk F1 testini getirdi. İlk testinde otomobile tam olarak sığmasa da kendisini ait olduğu yerde hissetti.. O, F1 için doğmuştu. Takımın tecrübeli pilotu Alessandro Nannini'yi daha ilk gün geçmeyi başardı.
Sessiz Stil
Beklediği teklif, Lotus takımından geldi. Ancak Lotus, büyük bir düşüş yaşıyordu; takım rekabetçi değildi, otomobil eskimişti, Judd motoru güçsüzdü ve kaynak sıkıntısı vardı. Buna karşın kendisine çok güvenen Mika, 1991 sezonu için F1'e adım attı. Sıkıntılar içindeki takıma rağmen Mika hemen kendisini gösterdi ve üçüncü yarışında Imola'da ilk puanlarını kazandı. Utangaç bir mizaca sahip olsa da herkesten daha hızlı olduğuna inanan Hakkinen çok az konuşuyordu, kibar ve bazen küstah bir sürücü gibi algılanıyordu. Kendisine soru sorulduğunda önce uzun süre sessiz kalıyor, sonra hiçbir stratejik bilgi içermeyen cevaplar veriyordu. Bu ketumluğu kariyeri boyunca devam etti.
Aslında o, pist üstünde başardıklarıyla konuşmayı tercih ediyordu ama F1'in karmaşık dünyasında sadece pistte hızlı olmak yeterli değildi. Pazarlama açısından da başarılı olmak zorunluluktu. Mika, sponsorlarla, medyayla ve takımla ilişkiler konusunda Lotus'taki ilk takım arkadaşı Julian Bailey'den çok şey öğrendi ve kendisini dış dünyaya biraz daha açmak üzere çabalamaya başladı. Bailey'nin yerini Johnny Herbert aldığında Mika kendisini yalnız hissedecekti.
Sürüş açısından baktığımızda doğal otomobil kontrol yeteneği sayesinde pek çok pilotun sürülemez diye niteleyebileceği kadar arkadan kayan dengesiz otomobillere çok iyi adapte olabildiği görülüyordu. Viraja yaklaşırken ilk dönüş hareketini keskin bir şekilde yapıyor ve hızını olabildiğince az düşürmek için pistin dış kenarındaki beyaz çizgilere ve hatta bazen çimene dahi temas ediyordu. Ayrıca frenlemeden sonra çok yumuşak bir geçişle ama erkenden gaza oturabiliyordu ve bu da ona viraj çıkışında daha fazla sürat getiriyordu. Bıçak sırtındaki bu sürüş tarzıyla özellikle sıralama turlarında en iyi üç sektör zamanı çoğunlukla bir araya geliyordu.
Lotus'un 1992 sezonu Ford motoru ile biraz daha iyi gitse de 102 şasisi artık üçüncü yılındaydı. Buna rağmen Hakkinen, on defa sıralama turlarında ilk altıya girdi; tam altı kez yine ilk altı içinde yarış bitirerek puan aldı ve iki tane dördüncülük elde etti. Batmaktan kurtulmaya çalışan Lotus takımı, yeni bir yıldızın doğuşuna tanıklık ediyordu. Şampiyonayı sekizinci sırada bitirdiği 1992'de dönemin en iyi iki takımı Williams ve McLaren, kendisiyle ciddi şekilde ilgilendi. McLaren'in patronu Ron Dennis, kendisine birkaç soru sordu: "Sen en iyisi misin?" Cevap: "Evet." "Peki yarışlar kazanacak mısın?" Cevap: "Evet." Kontrat imzalanmıştı bile. Tam da Hakkinen stili; az konuşma, çok iş!

Kenarda Geçen Yıl
Ancak Ron, Mika'yı Senna 1993'te yarışmazsa diye yedekte tutmak için takıma katmıştı. Diğer otomobili 1991'in IndyCar şampiyonu Michael Andretti kullanacaktı. Yani McLaren 1991'in F1 ve IndyCar şampiyonlarını, aynı takımda buluşturmuştu. Senna, 1993'te tüm sezon yarışmaya karar verince Hakkinen'e sadece test pilotluğu rolü kaldı. Fin pilot, bu dönemi Ayrton'u gözlemleyip çok çalışmakla geçirdi. Ama Senna, onunla fazla bilgi paylaşmadı. Testlerde Senna ile eşdeğer bir ayar ve otomobili hiç kullanamadı. Ama bir fırsat doğacağını biliyordu. Neticede Andretti'nin F1 kariyeri kâbus gibi başladı ve sezon bitmeden üç yarış önce sona erdi.
1993 Portekiz GP'sinde Hakkinen, Senna'nın takım arkadaşı olarak pistlere geri döndü ve ilk sıralama turunda Senna'yı geçti. Senna çılgına dönmüştü. Basın toplantısında medya çok heyecanlıydı ama Hakkinen sadece "Buraya bu kadar hızlı olmak için geldim ve işimi yaptım" diyecekti. Menajeri Keke bile Hakkinen'i ketum davrandığı, medyayı etkileyecek fırsatı kaçırdığı için suçluyordu. Startta Alain Prost'u sıkıştırdığı için Fransız pilot da Mika'ya kızacak ve onunla konuşmayacaktı. Kısacası Mika, zamanının en büyük pilotlarını delirtmeyi başarmıştı. Yarışta kaza yapıp kalsa da ne kadar hızlı olabileceğini göstermişti. Sonraki yarış Japonya'da Senna ve Prost'un ardında ilk F1 podyumuna çıktı.
Takım Lideri
1994'te Senna, Williams'a gidince Hakkinen takımın lideri oldu. Ancak hem Peugeot motoru dayanıksız ve güçsüzdü hem de McLaren şasi olarak Benetton ile Willams'ın gerisindeydi. Altı kez podyuma çıktığı sezonda, İngiltere ve Almanya'da üst üste kazalara karışınca Macaristan'daki yarışa katılmama cezası aldı. Mika, gerçekten çok agresifti. Menajeri dahil herkes ona biraz daha rahatlamasını söylüyordu. O dönemde Mika, sürüş stili ile yarışlara yaklaşımını biraz değiştirdi ve daha rahat, daha az agresif şekilde yarışmaya başladı. Michael ile şampiyonluk için çekişirken ondan daha rahat olduğunu söyleyen Hakkinen, aslında aynı agresiflikle kariyerine devam etse her şeyin daha farklı olabileceğini ifade edecek ve F1'den emekliye ayrıldıktan sonra bile bu değişim kararından pişmanlık duyacaktı.
1995'te McLaren, Mercedes ile fabrika desteği almak üzere bir tedarik anlaşması imzaladı. Böylece Ford ve Peugeot'ya müşteri olunan sıkıntı dolu iki yıl sona ermişti. McLaren-Mercedes ortaklığı, o an kimse bilmese de 2014'ün sonuna kadar tam yirmi sezon devam edecekti. 1995'in otomobili gerçekten çok çirkindi, yavaştı ve dayanıksızdı. Nigel Mansell iki yarıştan sonra bu ümitsiz otomobille F1'e geri dönme kararından vazgeçecekti. İtalya'da ve Japonya'da Hakkinen iki kez podyuma çıktı. 1995'in son yarışı olan Avustralya ise hayatını tamamen değiştirecekti.
Adelaide'de cuma günkü sıralama turlarında çok hızlı bir sağ virajda Mika'nın sol arka lastiği patladı ve Fin sürücü, nerdeyse 200 km/s hızla lastik bariyerlere çarptı. Çarpma öyle şiddetliydi ki arkadaki beton bariyer yarım metre kadar geri kaydı. Mika, kafasını önce direksiyona sonra kokpitin kenarlarına çarptı; hatta Hakkinen'in kaskının üstünde direksiyon üstündeki butonların izi çıktı. İlk anlarda bilinci yerinde olan Hakkinen, kıpırdayamadığını fark ettikten saniyeler sonra kendisini kaybetti. Olay yerine çabuk gelen tıbbi görevliler ve F1'in doktoru Sid Watkins, ağzından kan gelen Mika'yı yere yatırdılar. Ancak travmadan dolayı ağzı sımsıkı kapanan Hakkinen, nefes alamıyordu. Morarmaya başlayan Mika'yı kurtarmak için saniyeler içinde karar alan doktorlar, onun boğazına bir delik açıp bir tüp vasıtasıyla soluk almasını sağladılar. Bu müdahale, hayatını kurtardı. Kafatasında çatlak olan Hakkinen, yoğun bakıma alındı.
Fin sürücünün yüzündeki sinirler hasar görmüştü. Beyninin basınç altında kalmaması için kafatasına bir delik açılmıştı. Göz kapaklarını ve ağzını kontrol edemiyor, doğru dürüst konuşamıyordu. Normal bir hayata dönmesine bile şüpheyle bakılan Hakkinen'in aklında ise bir an önce iyileşmek ve yarış otomobiline oturmak vardı. Takım patronu Ron Dennis ve eşi Lisa, günlerce Mika'nın başında beklediler. Ameliyatlar, ağrı kesiciler, serumlar ve baş ağrıları ile geçen üç ayın ardından Mika, Fransa'da McLaren ile test çıktı ve sürpriz: Schumacher'in Ferrari'sini yarım saniyeyle geçmeyi başardı.
Mika sadece ölümden dönmekle kalmamış, eskisinden de daha hızlı olmuştu.
Tırmanış Başlıyor
1996'da McLaren, Williams takımıyla bir zafer yakalamış olan David Coulthard'ı kadrosuna kattı. Hakkinen ve Coulthard altı sezon boyunca beraber yarışacaklardı. Hakkinen, biraz Senna'dan öğrendiklerine de bakarak Coulthard'a ilk yıllarda soğuk davrandı. İskoç pilotun kendinden önce yarış kazanmış olmasına sinir oluyordu. 1996'da Hakkinen dört podyum yakalarken Coulthard iki kez podyuma çıkabildi.
1997'de McLaren gümüş renklerine büründü ve sezonun açılış yarışı olan Avustralya'da, Senna'nın ayrılmasından üç buçuk sene sonra, ilk kez yarış kazandılar. Ama hem Melbourne'de hem de Monza'da kazanan isim Coulthard idi. Hakkinen'in rüyalarını süsleyen GP zaferi, Schumacher ile Villeneuve'ün çarpıştığı son yarışta; önce McLaren ile Wiliams arasındaki anlaşma, sonra da McLaren'in önde olan Coulthard'ı yavaşlatmasıyla geldi. Yine de Mika, yedinci sezonunun sonunda bir yarış kazanarak zihnindeki o görünmez bariyeri yıkmıştı.
1998'de değişen aerodinamik kurallara ve yeni gelen oluklu lastiklere en iyi adapte olan takım McLaren-Mercedes'ti. McLaren sezona fırtına gibi başladı ve ilk altı yarıştan dördünü kazandı. Bu zaferlerin dördü Hakkinen'e aitti. Otomobil sene başında o kadar üstündü ki Avustralya'da Hakkinen ve Coulthard üçüncüye tur bindirdiler. Bu arada Avustralya'da takım, kazananın Hakkinen olmasını istemişti. İlerleyen yarışlarda Ferrari toparlandı ve Schumacher puan farkını kapattı. Son iki yarışa girilirken Hakkinen ile Schumacher altışar zafer almışlardı ve aynı puandaydılar. Ama baskı altında son iki yarışı kazanan Hakkinen; ilk GP zaferini elde ettikten sadece bir yıl sonra, toplam sekiz galibiyetle ilk dünya şampiyonluğunu kazandı. McLaren de yedi sene sonra ilk kez takımlar şampiyonu oldu.
1999'da Schumacher ve Ferrari daha iyiydi. İlk beş yarışın ardından hem Hakkinen hem de Schumacher ikişer zafere sahipti. Sezonun orta noktası olan Britanya GP'sinde Schumacher kaza yapıp sağ ayağını kırınca herkes Hakkinen'in rahatça şampiyon olacağını düşündü. Schumi altı yarışa katılamayacaktı. Ama Hakkinen ve McLaren cephesindeki hatalar ve dayanıklılık sorunları nedeniyle Ferrari'nin ikinci pilotu Eddie Irvine, sezonun son yarışına lider girdi. Özellikle İtalya'da liderken spin atan Hakkinen'in pistin kenarında ve çalıların arasında ağlaması, bir şampiyonun gözyaşları olarak F1 tarihine geçti. Ama Hakkinen, tıpkı 1998'de olduğu gibi, son yarışı, geri dönen Schumacher'in önünde kazandı ve ikinci şampiyonluğunu ilan etti. Ama kazadan beri hiç dinmeyen baş ağrıları, hâlâ yakasını bırakmıyordu.
Rekabet ve Veda
Doksanların sonu Türkiye'nin F1 ile tanıştığı ve bu sporu sevmeye başladığı yıllardı. NTV'de yayınlanan F1 yarışları büyük ilgi çekiyordu ve taraftarlar Schumacher'ciler ile Hakkinen'ciler olarak ikiye bölünmüştü. Bu iki büyük ismin rekabeti 2000 senesinde üçüncü yıla taşındı. Ama bu kez üstün olan taraf, kırmızı kamptı. Sene ortasına gelindiğinde Schumacher'in beş zaferine karşın Hakkinen sadece tek bir yarış kazanabilmişti. Hakkinen dört yarışta üç zaferle arayı kapatsa da Schumacher son dört yarışı da alarak Scuderia Ferrari'ye 1979'dan beri bekledikleri şampiyonluğu getirdi. Ama 2000 Belçika yarışında, Ricardo Zonta'ya tur bindirirlerken Hakkinen'in Schumacher'i geçişi, F1 tarihinin en muhteşem ataklarından birisi olarak tarihe geçti.
2001 ise Hakkinen için sonun başlangıcıydı. Sezona Avustralya'da, 280 km/saat hızda durup dururken kırılan süspansiyon yüzünden büyük bir kaza yaparak başladı. Bu kaza yaptığı işi sorgulamasına ve motivasyonunun düşmesine neden oldu. Artı Ferrari bu kez geçilmesi pek mümkün olmayan bir otomobil tasarlamıştı ve Schumacher de çok formdaydı. Bu zihinsel zorluklara McLaren'in kronik dayanıklılık sorunları da eklenince Hakkinen zihnen şampiyonadan koptu. İlk yedi yarışın beşinde finişe dahi gelememişti. Sezonu sadece iki zaferle ve beşinci sırada bitiren Hakkinen, yıl sonunda F1'e en az bir yıllığına ara vereceğini duyurdu. Sadece 33 yaşındaydı ama zihinsel ve fiziksel olarak çok yorgundu; ayrıca istediğini almış ve iki kez şampiyon olmuştu. Koltuğunu, kendisi kadar hızlı gözüken ve kendisi kadar az konuşan vatandaşı Kimi Raikkonen'e devretmişti.
Ron Dennis onun bir yıl ara verdikten sonra durumuna bakmasını istemişti ama Mika, 2002'nin sonunda da aynı hissiyata sahipti. Baba olmuştu ve bir kez daha ölümün kıyısında dans etmek istemiyordu. Dolayısıyla bir yıllık ara, temelli bir emekliliğe dönüştü. Üç sezon boyunca Mercedes ile DTM'de yarışan Hakkinen, ara ara yarışlar kazansa da şampiyonluk yakalayacak bir hıza ulaşamadı. Zaten ana amacı da DTM'de şampiyon olmak değil, yarışmak ve eğlenmekti.
O, Formula 1 pistlerine çıkmış en hızlı adamlardan biriydi. Formda bir Schumacher'i bir sezonluk savaştan sonra mağlup edebilen bir sürücüydü. Tarihin belki de en az konuşan dünya şampiyonuydu. Şimdilerde, iki eşinden olan toplam beş çocuğu ile beraber mutlu bir hayat süren, insanların alkollüyken direksiyon başına geçmesini engellemek için kampanyalara katılan, pek çok markanın elçiliğini yapan, çok saygı duyulan eski bir şampiyon. Uçan Fin, Mika Hakkinen...