Vali

10 dk

Jordan Larson doğal bir lider ama takımın parçası olmak onun için her şeyden daha önemli. Eczacıbaşı’nın Amerikalı yıldızıyla; ilginç lakabını, başarılarla dolu kariyerini ve İstanbul’daki hayatını konuştuk.

Nebraska’dan çıkıp dünya çapında bir yıldız olabileceğinizi hiç düşünür müydünüz?

Bu işe ciddi anlamda baş koyduğumda henüz 16 yaşındaydım. ABD’nin hem akademik hem atletik anlamda en iyi üniversitelerinden biri olan Nebraska Üniversitesi’ne gitmek üzereydim. Bu tempoyu devam ettirirsem iyi bir kariyer yapabileceğimi düşünürdüm ama bunun okulla birlikte ne kadar mümkün olabileceğini kestiremiyordum. Bir kere NCAA (Kolej Ligi) seviyesine çıkmayı başardıktan sonra vitesi yükseltmeye karar verdim ve yolum buralara kadar geldi.

Tabii basketboldan farklı olarak, ABD’de kolej sonrası devam edebileceğiniz WNBA veya NBA kalitesinde voleybol ligi yok...

ABD’nin kulüp bazında bir lig yaratabilmesi için birden fazla faktörü bir araya getirmesi gerek. Bu durum ileride değişebilir ama ne zaman, bilemiyorum. Geçmişte bu konuda birkaç çaba oldu ancak gelecekte bir kulüpler ligi yaratılsa bile, bu finansal olarak ne kadar korunabilir, emin değilim.

Sizce erken profesyonelleşmek yerine NCAA’de dört sene oynamak, sporcu gelişiminiz için daha mı iyi oldu?

Böyle bir kıyaslama yapmak zor. Tek söyleyebileceğim; okul ve sporu birlikte yürütmek, üst düzey bir voleybolcu olma yolunda doğru adımlar atmamı sağladı. Burada ise eğitim ve sporu bir arada yürütmek kolay değilmiş. Sporun yanında eğitime de hep önem vermeye çalıştım ve bu imkânı ülkemde bulabildiğim için mutluyum.

Okul bitince Porto Riko ligine gitme sebebiniz de Avrupa’daki seviye için hazırlık yapmak mıydı?

Kesinlikle. Bana profesyonel voleybolun ne olduğunu göstermesi açısından iyi bir yerdi. Üniversite bittiği anda “Artık Avrupa’ya gitmeye hazırım!” diye düşünüyorsunuz ama bu aslında sanılandan daha büyük bir adım. O yüzden, iyi bir başlangıç ve enteresan bir deneyim oldu diyebilirim. Günün birinde belki yolum tekrar oralara düşer...

Nebraska ve Porto Riko sonrası Avrupa’daki ilk durağınız olan Dinamo Kazan size bir kültür şoku yaşattı mı? Sonuçta bambaşka voleybol ekolleri..

Rusya’da bambaşka bir oyun tanıdım. Kazan’a gidene kadar servis karşılama ve defans özellikleriyle öne çıkan bir oyuncuydum. Ruslar ise hücuma çok daha fazla önem veriyorlar. Bu durum beni, oyun tarzımı şekillendirmeye itti. O dönemki antrenörüm Rishad Gilyazutdinov‘un da bu konuda büyük katkısı oldu.

2012 CEV Şampiyonlar Ligi Final Four’unda Fenerbahçe’ye karşı oynadığınız ve 20 sayı ürettiğiniz bir maç var. O performansla Türk voleybolunun radarına girdiğinizi söyleyebiliriz. Sizin gözünüzden, Türkiye’ye gelme kararı nasıl bir süreç oldu?

Rusya’da beş sene oynadıktan sonra yeterince tecrübe edindiğimi düşündüm. Rusya büyük bir ülke olduğu için mesafeler de deplasman temposunu çok zorlaştırıyordu. Etrafımdaki insanlardan Türkiye’de voleybolun çok iyi noktalara geldiğini duyuyordum ve gelip bunu kendim görmek istedim. Başta tabii ki korkularım vardı ama merakım hepsini yendi.

CV: Jordan Larson

Avrupa kariyerine 2009’da Dinamo Kazan’da başladı. Rusya’da beş sezonda CEV Şampiyonlar Ligi ve FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonası kupalarını kaldırdı. 2014'ten beri parçası olduğu Eczacıbaşı’yla bir Şampiyonlar Ligi ve iki Dünya Kulüpler Şampiyonası daha kazandı, iki turnuvada da MVP oldu. ABD Milli Takımı’yla da bir dünya şampiyonluğu, üç Dünya Grand Prix’si ve iki olimpiyat madalyası var.

Odağında sadece kadın voleybolu bulunan Eczacıbaşı gibi bir kulübün parçası olmanın sağladığı avantajları anlatır mısınız?

Vitrindeki kupalara baksanıza! Başarılarla dolu 50 senelik bir tarih var. Bunun bir parçası olacağımı anladığımda çok heyecanlanmıştım. Eczacıbaşı’nda sizi içlerine alıyorlar ve bir anda büyük bir ailenin parçası oluyorsunuz. Ben de bu formayı giydiğim anda, başımı dik tutmak için bir sebebim varmış gibi hissediyorum. Kulübü bu kadar profesyonel yapan şeylerden biri de kesinlikle idari başarısı. Bu durum, beni oyuncu olarak çok rahatlatıyor; çünkü birileri perde arkasındaki işleri hallederken bana sadece saha içinde iyi oynamak düşüyor.

Saha içi demişken... En çok övgü aldığınız konu olan teknik becerilerinizi neye borçlusunuz?

Çocukluğumdan beri hep atletik bir yapım vardı. Ama hiçbir zaman ‘bir şeyi en iyi yapan’ olmaya çalışmadım. Sadece çok yönlü bir voleybolcu olmaya, takımım için en faydalı şeyi yapmaya özen gösterdim. Antrenman haricinde de voleybolu düşünüp durdum. Hatta geceleri bahçeye çıkar, tek başıma duvarda “Bam bam!” oynardım. Komşularım mı? Bundan pek hoşlanmazlardı tabii... Ama şimdiye kadar çalıştığım antrenörlerin de hakkını ödeyemem. Hepsinin gelişimimde büyük payı var.

Peki işin fiziksel tarafı hakkında ne söyleyebilirsiniz? Kolejdeki sert tempoya alışkın bir sporcu olarak, Avrupa’ya geldiğinizde atletik veya fiziksel avantajlarınız olduğunu hissettiniz mi?

ABD’de antrenman temposu yüksek ama program Avrupa’dan farklı. Orada sabahları dört saatlik sert antrenmanlar yapıp günü kapardık. Burada ise sabah iki, akşam iki saat olmak üzere çift antrenman mantığı var. Ben kendimi bir şekilde ikisine de adapte edebildim. O yüzden birinden biri daha iyi sonuçlar veriyor gibi net bir tavır koyamam. Bu daha çok, oyuncunun kendisine kalmış bir durum.

Neden Jordan?

“İsmimin onunla bir alakası yok ama spor kahramanım Michael Jordan. Normalde daha sık kullanılan ismim Quinn olmalıydı ama insanlar Jordan’ı uygun gördü ve hep öyle seslendiler. Aileme bunun nedenini hiç sormadım. Sadece çocukluğumda Michael Jordan’a cevabı gelmeyen mektuplar yazıyor ve benim için bir şeyler imzalamasını istiyordum. Hâlâ da Starbucks’ta adımı bir bardağa yazdırdığımda insanlar “Michael Jordan” diyor. Hiç basketbol oynamadım ama onun büyüklüğü, kendi sporunun da ötesinde.”

Enteresan lakabınız ‘The Governor’ın (Vali), saha içinde gösterdiğiniz lider karakterle bir alakası var mı?

Aslında durum bambaşka. Bana bu lakabı, şu anda Volero Zürih’te forma giyen Foluke Akinradewo’nun kardeşi taktı. Foluke, soyadını söylerken hâlâ zorluk çeksem de en yakın arkadaşımdır ve dolayısıyla ailesiyle aram çok iyi. Lakaba gelirsek; milli takımla gittiğimiz Tayland, Çin gibi uzak ülkelerde her zaman beni tanıyan Nebraska’lı birilerine denk geliyorum. Nasıl oluyorsa beni tanıyor, “Hey Jordan!” diye sesleniyorlar. Foluke’nin kardeşi de bunları görünce, beni “Nebraska Valisi” diye çağırmaya başladı. Böyle de devam ediyor. Eğlenceli bulduğum için de sesimi çıkartmıyorum. Zaten Akinradewo’lar ailece çok esprilidir.

En yakın arkadaşınız Foluke Akinradewo da dahil olmak üzere, ABD Milli Takımı’nda harika bir atmosfer olduğunu duyuyoruz. Son yıllarda kazanılan üç Dünya Grand Prix’si ve olimpiyat madalyaları da bunun kanıtı. Sizi bu kadar güçlü yapan şey nedir?

Açıkçası burada sadece fiziksel bir avantaj ve üstünlükten bahsedemeyiz, sonuçta işin zihinsel bir tarafı da mevcut. Mesela milli takım dönemlerinde haftada bir görüştüğümüz, bize çok yardımcı olan spor psikoloğumuz var. Amacımız sadece kendimizi değil, yanımızda oynayan diğer oyuncuları da yukarı çekmek. Voleybol bireysel bir spor değil. Sahada hem kendiniz olmalı hem de daha büyük bir şeyin, takımın parçası olmalısınız. Amerika Birleşik Devletleri için oynarken de bu zihinsel yaklaşım bizi oldukça yukarıya çekiyor. Belki o yüzden, uzun süredir en tepelerdeyiz.

Güzel İstanbul

“Maç oynamak için karşıya geçerken, köprüden baktığımda bile sanki ilk sefermiş gibi nefesim kesiliyor. İstanbul Boğazı gördüğüm en büyüleyici manzaralardan biri. Bu kadar güzel bir şehirde yaşamak ve voleybol oynamak harika. Özellikle de Rusya sonrası, iklimi beni çok mutlu ediyor. Elimden geldiğince bunun sürmesini isterim. Tabii son yıllarda bazı güvenlik sorunları var ama inanın çok önemsemiyorum. Ben burada kendimi gayet güvende hissediyorum.”

Ancak hâlâ birkaç eksik parça var, öyle değil mi? Dünya Kupası şampiyonluğu ve olimpiyat altını... Size göre Karch Kiraly yönetimindeki ABD, önümüzdeki yıllarda bu başarılara ulaşabilecek mi?

Dünya Kupası ve olimpiyat altını... Birçok kez yaklaştık ama olmadı. Geleceğin ne getireceğini asla bilemezsiniz. Fakat Kiraly konusunda çok şanslıyız. Karch sadece muazzam bir oyuncu değil, aynı zamanda müthiş de bir antrenör.

Az önce sporunuzun psikolojik tarafından bahsetmiştiniz... Kadın voleybolunda biraz daha sık gördüğümüz, maç içindeki zihinsel iniş çıkışlarla mücadele etme konusunda sizin özel bir formülünüz var mı?

Maç esnasında sizi rahatsız eden düşünceyi tanımak çok önemli. Kendinize, “Evet, şu anda çok iyi hissetmiyorum ama bunu değiştirmek için ne yapmalıyım?” sorusunu sormalısınız. Emin olun “Niye kötüyüm?” diye kendinize yüklenmekten çok daha faydalıdır. Sonuçta ortada bir öğrenme süreci var ve daima bir sonraki sefer daha iyi olmak için çalışıyoruz.

Bana yardım eden en önemli düşünce de bu, bir takım olduğumuz. Elbette büyük bir sorumluluk taşıyorum ama etrafımda bunu paylaşabileceğim harika takım arkadaşlarım var. Hiçbir şeyi yalnız yapmak zorunda değilim. Hücumda, savunmada yalnız değilim. Bu, omuzlarımdaki baskıyı oldukça azaltıyor.

Socrates Dergi