
Varış Noktası
7 dk
John Berger hayatı boyunca çalışmış, hem yaşamı hem de kaleme aldıklarıyla bütün dünyaya ilham vermişti. Bir de motosikletleri çok sevmişti.
3 Ocak 2016’da Jacob Berger, Twitter hesabından bir duyuru yaptı: “Babam #JohnBerger bugün vefat etti. Ne korkak ne de kayıtsızdı; odaklanmıştı ve öykünün geri kalanında onu neyin beklediğini öğrenmeye hevesliydi. Gerçek bir yazar.” 140 karaktere sığan bu cümleler çok etkileyiciydi ve yazar, ressam, sanat tarihçisi, belgeselci, senarist olarak geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran John Berger’in vedasını, oğlunun gözünden, çok içten bir şekilde anlatıyordu.
John Berger, gerçekten de tek bir hayata sığmayacak kadar çok şey yaşamıştı ve yaşamı boyunca hep çalışmıştı. 1970’lerde Britanya’da tanınmış bir kültürel figüre dönüştükten sonra tasını tarağını toplamış, Fransa’nın güneyinde bir köye yerleşmiş, yaşamını şehir hayatından uzakta, köylülerle birlikte geçirmeye başlamıştı. Köyü ve köylüleri sadece yazmıyor, onların hayatlarını da yaşıyordu. Ve öyküsünde, kendisini hayranlıkla izleyen yüz binler tarafından takılan apoletlerin yanında bir başka unvan daha vardı. Berger bir motosiklet tutkunuydu; hız kadranından lastiklere, taktığı eldivenlerden kaskına kadar motosikletlerin her bir detayıyla ilgileniyordu. Köy yollarında ona eşlik eden bu ulaşım aracı, aslında hayat boyu yanında olmuştu.
İngiliz yazar, belki de en otobiyografik eseri diyebileceğimiz 'Buluştuğumuz Yer Burası' kitabında da sevdiği şehirleri annesi, lise öğretmeni, eski sevgilisi gibi tanıdıklarla birleştirmiş, dünyadan göçüp gitmiş bu karakterlerle orada buluşmuştu. Motosikleti de satırlarına eşlik etmiş, Cenevre sokaklarında onunla birlikte dolaşmıştı. Berger’in motosikleti, edebi serüveninin başka noktalarında da karşımıza çıkmıştı. Bu konuda bir deneme (How Fast Does It Go?) yazmış, “giydiğiniz koruyucu kıyafet dışında hiçbir şeyin olmadığı, dünya ile başbaşa kaldığınız o ânın” değerini anlatmış ve en son noktada şu ifadeleri kullanmıştı: “Köyde birkaç saat yol aldıktan sonra ardınızda kalanın sadece şehirler ve kasabalar olmadığını düşünürsünüz. Bazı engelleri geride bırakır, kendinizi yolculuğa başladığınız andan daha dünyevi hissetmeye başlarsınız. O anda durup motoru kapattığınızı, kaskınızı çıkardığınızı, geriye doğru esnediğinizi ve sonrasında kalkıp yol kenarında, ormana veya tarlaya doğru yürüdüğünüzü düşünün. Anında etrafınıza bakarsınız. Aslında spektaküler, resmedilmeye değer herhangi bir şey yoktur. Fakat hâlihazırda durmuşsunuzdur ve o noktayı özel kılan da budur. Varış noktası benzersizdir.”
Şimdi John Berger de o benzersiz noktada... Biz de ciddi anlamda Türkiye’yi de etkileyen ve burada geniş bir okur kitlesine sahip olan bu büyük sanatçıyı bir başka yazısıyla anacağız. Metis Yayınları’ndan çıkan 'Fotokopiler' kitabını açacak ve orada 32. sayfada bizi bekleyen 'Tek Parça Deri Giysisi ve Başında Kaskıyla Kımıldamadan Duran Bir Adam' adlı öyküye kendimizi bırakacağız
Kawasaki TT1’le Birinci Grup Mukavemet yarışına katılan İngiliz ekibinin sürücüleri bu yılın başlarında Liege’deki 24 saatlik yarışı kazandılar. Ekibin kaptanı Simon Buckmaster da aldığı puanlara göre, şu anda Dünya Mukavemet Şampiyonası’nda üçüncü sırada. Bu gecenin yarışından sonra birinciliğe de yükselebilir. Ekipteki diğer arkadaşları ise Steve Manley ile Roger Bennett.
Bol d’Or’un dördüncü saati. Manley şu anda yarışıyor, Bennett ise nöbeti ondan devralmak için bekliyor. Yarışın başlangıcından beri Bennett, ikinci kez hedefe bakıp seleye atlamak ve yırtıcılıkla ileri atılmak üzere oraya çıkmış. Birinci Grup şu anda yedinci sırada. Hava çok sıcak olduğu için Bennett tek parça deri giysisinin önünü açıp beline kadar indirmiş. Saygıdan, kimse onunla konuşmuyor – dua eden biriyle konuşmayacakları gibi.
Her tehlikeyi göze alabilmek için her türlü ilişkiden kendinizi soyutlamanız gerekiyor. Bu durumda yaşayacağınız yalnızlığın güveninizi sarsmaması için, bir an önce o yalnızlık havasına girmek zorundasınız. Bennett, beline kadar çıplak gövdesine su serpiyor ve boynunun kaslarını ve tükürük bezleriyle adrenalini denetleyen hipotalamusunu yumuşatmak için başını iki yana döndürüyor, çünkü bunların ikmali için olanak yok.
Bennett herkesten uzak duruyor. 13 virajlı, iki zigzaglı yarış pisti, bir ipin bağlayıp çözdüğünüz düğümleri gibi aklında ve kollarında yazılı. Bacaklarını toz silker gibi sallıyor. Her turda 26 kez köşeleri dönerken dizlerini asfalta doğru bükerek oturduğu selenin üzerinde belini bükecek. Şu anda kimse onunla konuşmuyor.
Bir sürücü arkadaşı yanına yaklaşıyor, hiç konuşmadan özenle Bennett’ın ellerini yaralanmaya karşı bandajla sarıyor. (Yün eldiven giyip piyanoda Bach çalan Glenn Gould’u düşünüyorum.) Kulaklarına tıkaç takıp başına kaskını geçiriyor. Başına kaskını taktığı anda, sanki artık orada değil.
Teknik elemanlar krikolarını ve değiştirecekleri iki tekerleği hazırlayıp yedek yakıt deposunu gözden geçiriyorlar. Yarış pistinde Bennett, bineceği aracın biçimini aklından geçiriyor ve çömelerek sürücü konumunu alıyor. Kullanırken kendisinin olacak olan 5 numara. Ne olur Tanrım.
Pistin çimlere yakın, seyircileri yarış alanından ayıran tel örgülü bölümüne kucağında küçük bir çocukla yaklaşan bir genç kadın, “Bak, baban!” diyor. Küçük kız bakıyor ama hiçbir tepki göstermiyor.
Manley motosikletiyle geliyor. Bennett’a yalnız bir cümle söylüyor. Sürücüler arasındaki bu görev değiştirme anında ancak en önemli şeyler konuşulur. Bennett uzaklaşıyor.
Manley başındaki kaskı çıkarıyor. Küçük kız, “Baba!” diyor. Manley’nin yüzü kızarmış, uzun saçları terden ıslak. Gözlerinin çevresinde 25 turdan sonra her mukavemet sürücüsündeki çarpıklık var: sanki derisi elmacık kemiklerinden geriye doğru çekilmiş, göz kapakları ise artık gözlerini koruyacak durumda değil. Tel örgünün önüne geliyor, eldivenlerini çıkarıp oynasın diye kızına veriyor.
Sol omzunun üzerindeki beyaz deri buruşup hırpalanmış. Birkaç ay önce düşmüş, köprücük kemiği kırılmıştı. Yavaşça karısının yüzüne yakın tele dokunuyor ve konuşmaya başlıyor.
Geldikten sonra, bu havadan kurtulmak için konuşmak zorundalar. Manley de konuşuyor, hemen sonra da acele bir duş yapmak için karısının arkasından gidiyor.
Buckmaster üçüncü kez yarışa katılmak için yerine gidiyor. Tek başına. Bennett’ı bir Ducati geçmiş ama söylenenlere göre, Ducati’ler bu hızı koruyamazlarmış. Buckmaster kaskını giyiyor ve sessizce bekliyor, ufak tefek, bir uçurumun dibinden denize bakan bir yelkovan kuşu. Bennett’ın gelişinin uğultusu. 20 saniye sonra da uzaklaşan Buckmaster’ın uğultusu. Akşam karanlığı.
Birinci Grup’taki yarışçıların hepsinin anası çadırlarında akşam yemeği için spagetti bolonyeze sos hazırlıyor.
O sırada hoparlörden yarışın favorisi Suzuki 3 numara ile grubun 5 numaralı motosikletiyle ilgili bir haber duyuluyor.
Ne olmuş? Kimse tam olarak bilmiyor. Bir yarış kazası. İşte size Sophokles’in yaklaşık İ.Ö. 450 yılında betimlediği bir kaza:
Her turu dönüşte Orestes, arabasını çeken atlardan içeridekinin dizginini çekiyor, dışarıdakinin dizginini gevşetiyordu; bunu öyle ustaca yapıyordu ki her seferinde tekerleğinin poyrası kazığa değmeden kıl payı geçiyordu. Zavallı delikanlı kendisine ve arabasına zarar vermeden böylece son tura gelmişti. Ama son turda, dönüşü iyi hesaplayamadı, soldaki at kazığı kazasız belasız geçmeden dizgini gevşetti, bu yüzden kazığa çarptı. Tekerleğin poyrası parçalandı, kendisi de fırlayıp yere yuvarlandı...
Böyle bir kazadan sağ çıkmak – kötü bir yer orası, diyor teknik ekipten biri, saatte 240 km. yapıyorsun, sağ kalırsan, aşk olsun sana.
Suzuki’nin sürücüsü Graziano motosikletini piste doğru itiyor. 5 Numara yarışı terk etmiş. Buckmaster fırlayıp düştüğü parmaklığın üzerinde hareketsiz yatıyor.
Daha sonra hastanedeki doktorlar kopan bacağı yerine dikememişler, dizinin altından kesmek zorunda kalmışlar.
John Berger, Fotokopiler, Metis Edebiyat, 1999, Çeviren: Cevat Çapan
Hazırlayan: İnan Özdemir