
Ve Tanrı Bisikletçiyi Yarattı
13 dk
Marianne Vos bir zamanlar her şeyi kazanırdı. Sonra aniden durdu ve kaybetmeye başladı. Neden? Kendisinden dinleyelim.
Bisiklet tarihinin en ünlü hikâyelerinden biridir. Eddy Merckx, yetmişlerin başında bütün büyük yarışları kazanır ve rakiplerini paramparça eder. Onunla aynı dönemde yarışan Christian Raymond’un 12 yaşındaki küçük kızı ise bu hegemonyaya şöyle tepki verir: “Baba, o bir yamyam. Kendisinden başka kimsenin kazanmasına izin vermiyor.” Böylece, ‘Yamyam’ lakabı Belçikalı bisikletçinin üzerine oturur ve kariyerini bıraktıktan sonra da omuzlarında kalır.
Yakın zamanda yetmişinci yaş gününü kutlayan Merckx, tartışmasız bir şekilde bisiklet tarihinin en büyüğü. 1969-1975 arası yaptıkları, arşivlerin en özel sayfalarında kendine yer buluyor. Fakat 500’ün üzerinde yarış kazanan Belçikalı bisikletçinin bu iştahının ve hırsının onun kariyerini erken bitirdiğini düşünenler de var. Merckx ile aynı dönemlerde yarışan Raymond bunu vaktiyle şöyle ifade etmişti: “O her zaman bu lakabı reddetse de ‘Yamyam’ sonuna kadar ona yapıştı.” Onu yükselişinde izleyenler, düşüş vakti geldiğinde raf ömrünü uzatmak adına belki de yarış stilini değiştirmesi gerektiğini tavsiye ediyorlardı. Bunu reddetti ve zirvedeki yolculuğu beklenenden de erken bir şekilde sona erdi.
Eddy Merckx, tarihte ‘Yamyam’ lakabına layık görülen tek sporcu değil. Ondan yaklaşık otuz sene sonra dünyaya gelen bir kadın da bisiklet yazarları ve meslektaşlarınca benzer bir şekilde karşılandı. Bahsettiğimiz isim Marianne Vos. 21 yaşındayken 2006’da ‘Dünya Şampiyonu’ unvanını kazanarak adını duyuran Hollandalı, sonrasında durdurulamadı. Kadın bisikletini takip edenler, her geçen gün gözlerinin önünde büyüyen bir efsaneye tanıklık etti. Bu spora yakından bakmayıp kadın yarışlarının sonuçlarını daha çok erkek yarışlarının kıyısından köşesinden öğrenenler içinse Vos bir bölüm sonu canavarından ibaretti. Sürekli kazanıyordu. Manşetler, adına ve yüzüne aşina olmuştu. Kadınların Eddy Merckx’i uzun yıllar boyunca hiç yenilmeyecek gibi görünüyordu. Sonra bir gün yenildi. Arkasından bir daha yenildi. Ve bu yenilgiler bir noktada alışkanlık halini aldı.
Büyük Sorunlar
Şimdilerde Marianne Vos bir geri dönüş sürecinin ortasında. Yarışıyor ama kazanamıyor. Pelotonun içerisinde, kalabalıkla birlikte ama eskisi gibi başrolde değil. Ne zaman mazideki gibi olacağı sorulduğunda “Bilmiyorum” cevabını veriyor. Çünkü gerçekten de bilmiyor. Bir nisan öğleden sonrasında onu telefonun öteki ucunda bulduğumuzda bu soru işaretlerini bize de iletti. Sözleştiğimiz saati biraz geciktirmişti, antrenmanı planladığından geç sona ermişti ve bunun için üzgündü. Elbette bu bizim için çok büyük bir mesele değildi. Karşımızdaki ismin çalışmayı ne kadar sevdiğinin farkındaydık. Çalışmanın, aşırı adanmışlığın başına neler açtığının da...
Eğer bu röportaj bir sene önce, mesela ana konusu ‘Kahramanlar’ olan Socrates birinci sayı için yapılsa muhtemelen Marianne Vos’a sorabileceğimiz sorular kısıtlı olurdu. O dönem, Fetret Devri’nin henüz başındaydı ve herkes kısa sürede eskisi gibi olabileceğini düşünüyordu. Muhtemelen kazanma iştahını konu eder, başarısının sırlarını, Eddy Merckx ile arasındaki kıyaslamaları sorar ve yolumuza devam ederdik. Oysa şimdi işler biraz daha farklı. Evet Marianne, bize biraz sakatlık sürecini anlatır mısın?
“Eylül 2014’te adale problemim oldu. Bir sporcu ya da bisikletçi olarak sık sık böyle şeyler yaşamaya alışkınsınızdır aslında. O süreçte bazı yarışlardan çekildim. Kış mevsiminde dönebileceğimi düşünüyordum. Fakat adale ve sırt ağrılarım daha da arttı, her şey daha da kötüye gitti. Geçen sene Nisan, Mayıs aylarında hiçbir şeyin düzelmediğini anladım. Devam etmenin bir yararı yoktu. O süreçte biraz uzaklaşmaya ve dinlenmeye karar verdim.”
Düşüşün başladığı yer burası. Her sporcu gibi Marianne da hem kendisinde hem de çevresinde benzer problemleri görmüş olabilir. Ama ağır, ama hafif... Belki de o yüzden ilk başta içine girdiği tehlikeli sürecin farkına varamamış.
Detaylı araştırmaların ve tetkiklerin sonucunda ise acı gerçekle karşılaşmış:
“Sorunlarımın arkasındaki neden aşırı antrenmandı. Uzun süredir vücudumda yorgunluk belirtileri vardı. Sakatlıklar arka arkaya geldi çünkü bedenim ‘Artık yeter!’ diye bağırıyordu. Daha fazla yarışacak halim yoktu. Farklı doktorlara göründüm, en azından üç ay boyunca dinlenmem, altı ay boyunca da işleri ağırdan almam gerektiğini söylediler. Ben de bunu yaptım.”
Bu dinlenme periyodu, Hollandalı bisikletçinin şöhretinin farklı kıtalara ulaştığı bir dönemde gelmişti. Zaten ülkesinde büyük bir kahraman olan, bisiklet dışında da yüzü, ismi tanınır hale gelen Vos, Londra 2012 Olimpiyat Oyunları’nın yol bisikleti yarışında elde ettiği altın madalyayla birlikte tüm dünyaya kendisini tanıtmıştı. Sadece bisiklet üzerinde değil, yarışlar dışında yaptığı çalışmalarla da sporunu geliştirmeye çalışıyor, kadın bisikletini daha büyük kitlelere yaymaya uğraşıyordu. O sırada her şeyi bırakıp eve, odanıza dönmek ağır olmalı...
“Çok zordu. Küçüklüğümden beri yarışıyorum, bisiklet sürüyorum, rekabet etmeyi seviyorum. Farklı disiplinlerde yarıştım, dünyanın her yerini gezdim. Ve geçen sene Mayıs ayında, birden durmak zorunda kaldım. Yapmayı en çok sevdiğim şeylerden mahrum kaldım. Günlük pratiklerimden, rutinimden...”
Küçük Şeyler
Marianne Vos için bisiklet sadece parasını kazandığı bir meslek değil. Hiçbir zaman da böyle olmadı. İki teker, bütün hayatıydı. Bisikletin bir aile geleneği olduğu Hollanda’da yaklaşık 400 kişinin yaşadığı Babyloniënbroek’te doğmuş, hayatını hep ailesine yakın, dinine bağlı sıradan bir insan olarak geçirmişti. Onu sıradan olmaktan çıkaran, hayatını adadığı bu spordu. Büyük şehirlerden, spot ışıklarından uzak durmayı tercih etse de olağanüstü yeteneğinin onu götürdüğü yeni duraklara da alışmış, utangaç kimliğini üzerinden atmaya uğraşmıştı. Duraklaması da işte bu kazanma ve değişim sürecinin zirvesindeyken gelmişti. Peki bütün o sakatlık sürecinde, kazanmayı özlemiş miydi?
“Kazanma duygusundan daha çok özlediğim şey rekabetti. Elbette yarıştığım zamanlarda kazanmayı severim, sevmişimdir. Lakin çalışmak, bir amaç uğruna antrenman yapmak, akabinde yarışlara katılmak ve başkalarıyla mücadele etmek daha çok özlediğim şeyler arasında. Sporda sık görülen, herkesçe bilinen bir gerçek var. Bu da her zaman kazanamayacağınız. Bunu hep aklımda tutuyorum. Geri dönüşümden beri çok az şey kazandım. Bir şeyler yapmaya, bir temel inşa etmeye çalışıyorum. Ve bu şartlar altında başka şeylerden, attığınız adımlardan keyif almaya başlıyorsunuz. Kazanamasanız bile mutlu olabileceğiniz küçük şeyler oluyor.”
Küçük şeylerden kastı ne?
“Yaptığınız ufak bir gelişim, geçirdiğiniz iyi bir antrenman, dinlenme gününüzde içtiğiniz bir fincan kahve...”
Geçmişte işler yolunda giderken ve podyumun birinci basamağı ona daha yakınken Marianne Vos’un bisikleti sıkıcılaştırdığını, sürekli kazanmasının bu spora zarar verdiğini düşünenler de vardı. İşler o dönem şimdikine göre çok daha farklı gelişiyordu.
“Bu yorumların elbette farkındayım. Bunları okumak bazen can sıkıcıydı çünkü yaptığınız bütün o çalışma, yaşadığınız zorluklar, karşılaştığınız engeller göz ardı edilmeye başlanıyor. Hak ettiğiniz değeri görmüyorsunuz. Bunun için insanları tabii ki suçlayamam çünkü eğer böyle görmek istiyorlarsa, böyle görürler. Fakat bütun bu muhabbetler yüzünden ‘Haydi o zaman bu yarışı kazanmayayım’ diye düşünmedim, yoluma devam ettim.”

Şimdilerde Vos’un boşluğunu Lizzie Armitstead kapatıyor. Vos, Londra 2012’de olimpiyat altınını müzesine götürürken gümüş madalya Britanyalı rakibinin olmuştu. Rio 2016 öncesi sezona muhteşem giren Lizzie, kadınlar bisikletinin popülaritesinin kendi topraklarında artmasını da sağlıyor. Bradley Wiggins, Mark Cavendish ve Chris Froome ile birlikte Fransa Bisiklet Turu’nda tarihi başarılar elde eden ve bisiklet tutkusu Avrupa ile kapışmaya başlayan Britanya, kadınlarda da yol bisikletine gereken önemi vermeye başladı. Gezegenin başka tarafları gibi. Sözü Vos’a bırakalım:
“Kadınlar bisikleti daha popüler olmaya başladı. Her geçen gün daha çok kadını bisiklet üzerinde görüyoruz. İşin profesyonel tarafında da işler yolunda. Yayın haklarının artışı, yarışların tümüyle gösterilmesi çok önemli adımlar. Artık sadece son iki kilometre değil, bazı yarışların tamamı televizyonda. Bu çok kilit bir gelişme; zira bisiklet bir oyun. Duygularla, çekilen acılarla, yapılan cesur hamlelerle ve bazen beklemekle zenginleşen bir spor. Eğer bu oyunun bütününü göremez ve yarışçıları tanıyamazsanız sporun güzelliğini ıskalarsınız. O yüzden, ilginin artması ve yarışların tümünün gösterilmesi çok güzel. Bu, yeni seyircileri bize doğru çekecek.”
Kadın yarışlarının daha fazla gösterilmesi erkeklerle aralarındaki kıyaslamaların da artmasına neden oluyor. Hollandalı sporcuya göre bu farklar şöyle:
“Takımlarımız altı bisikletçiden oluşuyor ve yarışlarımız daha kısa. Bu, kadınlar bisikletini daha tahmin edilemez yapıyor. Bazı yarışlarda başlangıçtan itibaren ataklar görüyoruz, bazılarında 50 kilometre geride kalmışken bu hamleler yapılıyor. Yarışlarımızın kısalığı buna sebep. Takımların daha az sayıda isimden oluşması da yarışları kontrol etmeyi zorlaştırıyor. Yani bizde ‘Kaçan grup 10 dakika fark yapar ve 10 kilometre kala peloton tarafından yakalanır’ senaryosu çok sık görülmüyor. Daha çok atak, daha çok hamle ile karşılaşıyoruz.”
Geçiş Zamanı
Marianne Vos elbette sadece sakatlıklardan, sorunlardan ve aşırı antrenmandan kaynaklanan ağrılardan oluşmuyor. Hayatı boyunca hep, kaybettiğinden daha fazlasını kazandı ve bir gün emekli olduğunda da onu daha çok bu zaferler tanımlayacak. Ancak kısa süreli bir sohbet içerisine girdiğinizde bile bu kazanma-kaybetme meselesine kafayı takmadığını görüyorsunuz. Elbette o da eski Marianne Vos olmak istiyor ama daha çok keyif aldığı şey, sonuçtan çok süreç. Kendi ifadesiyle, “Takımınızla birlikte bir yarışa katılmak, orada beraber savaşmak ve bunu en güzel şekilde yapmak...”
Buna inanmıyorsanız onunla kendisine dair değil, bisiklet hakkında bir şeyler konuşmaya çalışın. Biz de bu fırsatı kaçırmak istemedik. Sohbetin sonuna gelirken 2016 Ronde van Vlaanderen’i hatırladık. Marianne Vos, geçmişte kazandığı yarışta bu sene başrolde değildi. Lizzie Armitstead ile Emma Johansson son bölümde öne çıktılar ve muhteşem bir düello içerisine girdiler. Bu, dünya çapında milyonlarca izleyiciyi heyecanlandıran erkekler yarışındaki Peter Sagan-Fabian Cancellara mücadelesinden birkaç saat önce gösterildi. Kısaca. Yine de çok heyecan verici bir sondu. Kadınlar bisikletinin gelmiş geçmiş en büyük ismi de bize katılıyor.
“Muhteşem bir sondu. Emma’nın bu yarışı kazanmayı ne kadar istediğini biliyorum ama Lizzie de bunu istiyordu. İkisi de kazanmayı istiyordu ve hak ediyordu. Üzücü olan günün sonunda sadece bir galibin olması. Bu, sonuçta bir bisiklet yarışı ve kazananı sadece bir santimetrelik fark belirledi.”
Belki de tek sorun budur. Sadece bir galibin olması. Bu isim bir zamanlar Marianne Vos’tu. Şimdi ise başkaları. Arada geçen sürede değişen tek şey bu. Geri kalan her şey aynı.