Air Canada

10 dk

Vince Carter'ın henüz basketbolu bırakmaya niyeti yok. Bekliyor. Belki bir sonraki maçı, belki bir sonraki kışı...

2014 NBA Finalleri’nde Miami Heat’i 4-1’le geçerek şampiyon olan San Antonio Spurs, aslında play-off yolunun henüz başında yüzük umutlarına veda etmenin kıyısından dönmüştü. İlk turda eşleştikleri Dallas Mavericks, tüm tablo boyunca seriyi yedi maça götürebilen tek rakipleri olmuş, yürekleri ağza getirmişti. Özellikle durumun 3-0 Spurs lehine dönmesini engelleyen üçüncü maç çok kritikti. Vince Carter’ın son saniye üçlüğü, Dallas’ı tek sayı farkla zafere taşıyordu. Maçı televizyondan takip eden ABD’liler, yorumcuların “Kendine ve kas hafızana güvenirsen işte bu olur” diye bağırdıklarını duyuyordu. Saha içerisi karnaval alanından farksızdı. Parkeye atlayan Mark Cuban, gecenin kahramanını daha önce kutlayabilmek için Dirk Nowitzki’yle itişiyordu. O sıralar 37 yaşında olan Vince Carter, üstlendiği yan rolün hakkını vermiş ve artık sonuna geldiği kariyerine unutulmaz bir an daha eklemişti. Ancak tüm bu sevinç sisinin ardında kalan soru başkaydı: Vince Carter bu üçlüğü atmadan, yeni bir role bürünmeden, alacağı dakikalar ince ince hesaplanmaya başlamadan basketbol sahnesinden çekilse daha iyi olmaz mıydı?

NBA'İ Kurtaracak Adam

NBA, ilk Michael Jordan sonrası dönemde yaşadığı krizi, yine en iyi ilaç olan Michael Jordan’ın kendisiyle aşmıştı. Ancak 1998’de MJ’in Chicago’yu ve ligi bir kez daha bırakmasıyla NBA için ‘Fetret Devri’ oluşumu kaçınılmaz hale geldi. Kobe Bryant, Allen Iverson, Tracy McGrady ve Tim Duncan gibi isimler o sıralar lige yeni adım atmıştı. Vince Carter ise tam bir devir-teslim yaşanırcasına 1998 Draft’ında Toronto Raptors ile lige girdi. Tıpkı Jordan gibi ilk sıradan seçilmemişti. Onun Sam Bowie’si, Michael Olowokandi olmuştu. Hem Jordan hem de Carter, North Carolina çıkışlıydı, ikisinin üzerinde de koç Dean Smith’in emeği büyüktü. Birinin lakabı ‘Air’dı, diğeri de yakın zamanda ‘Air Canada’ olacaktı. Benzerlikler bunlarla sınırlı değildi. Vince Carter, imaj olarak da Jordan’dan çok ayrılmıyordu. Dövmeleri veya örgülü saçları yoktu. Her gece sahaya çıkıp işini yapıyor ve bunu yaparken kendisini izleyenleri (Toronto maçları o dönemde ulusal televizyonda yayınlanmadığından genellikle salondakiler) büyülüyordu. Birçokları, ligin yatırım yapması gereken yeni genç yüzün Carter olduğunda karar kılmıştı. O birçokları, çok da haksız sayılmazdı. Benzer bir soruyu VICE Sports ve The Athletic yazarı, Kanadalı Eric Koreen’e sorduğumuzda da cevap, genel düşünceyi haklı çıkarır cinsten geliyor: “Vince, saf yetenek olarak zirvedeydi. Atletizm açısından onla baş edebilecek kimse yoktu. Şutu biraz dengesizdi ancak boyalı alana girdiğinde kendisi ve takım arkadaşları için yaratabileceklerinin haddi hesabı yoktu.”

Fakat tüm bu övgülere rağmen Carter, ileride çok uzağında kalacağı Jordan’la kıyaslanmaktan bıkmıştı. Yeni sorulara, başkası olmaya değil de kendi kimliğini yaratmaya uğraştığını söyleyerek cevap verecekti.

2000: Vince Carter Destanı

Vince Carter, Michael Jordan benzetmeleri ve belki de o benzetmelerin ağırlığıyla döşeli kariyer basamaklarını ilk yıllarında hızlıca çıkıyordu. 1998 Draft’ının -takas yoluyla da olsa onu kadrosuna katanToronto’nun geleceğini kurtardığı, iyiden iyiye belli olmuştu. NBA’in ne coğrafya ne de tarih atlasında kendine yer bulamayan Raptors, yavaş yavaş ayaklanmış ve play-off potasına oynamaya başlamıştı. Ancak milenyuma girişi Carter için asıl özel kılan, Oakland’da düzenlenen 2000 All-Star organizasyonuydu. Her ne kadar Jordan, ‘üniversitedaşlığı’ bir kenara bırakıp Kobe’nin, Vince Carter’a nazaran ‘komple’ bir oyuncu olduğunu söylese de Toronto’nun yıldızı, halktan hayal etmesi dahi zor bir destek görüyordu. All-Star oylamasında tam 1.911.973 oy almıştı. O dönem için, Jordan’ın 1997’de kırdığı rekora (2.451.136) en çok yaklaşan isimdi. Vince, hem smaç yarışmasında hem de All-Star maçında yer alacaktı...

Hayatını ve kariyerini değiştirecek o hafta sonuna, Toronto’dan kalkan bir özel uçak ve takım arkadaşı ve uzaktan kuzeni Tracy McGrady ile gitti. Kendileri için hazırlanan özel jette mutfak da en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Karides, kaburgalar, şampanya; hepsi tamamdı. Ancak Vince o yolculuğu, havaalanındaki McDonalds’tan aldıklarını yiyerek geçirdi! Lüksü kendine yontarak kullanmıştı. Kariyerinde bunu, birçok kez daha yapacaktı. Yolculuğun bitişinde ise kendisini smaç yarışması bekliyordu.

Herkesin bildiği üzere Vince Carter kazanmıştı. Hem de çıtayı başka seviyeye götürerek. Koreen’e göre aynı yarışma, kariyerinin en unutulmaz anıydı. “2000 Smaç Yarışması ve ‘Bu iş bitti!’ jesti. Bir numarada kesinlikle bu var. Vince, kariyerindeki maçlar sırasında da birçok harika an yaşadı ama özünü en iyi yansıtan sahne oydu.”

Kaan Kural ve Sinan Güler’in, Socrates’in Şubat 2016 sayısındaki All-Star sohbetinde de konu dönüp dolaşıp o smaçlara gelmişti. Kaan Kural, “Carter kadar estetiği gelmez. Onun büyüsü doğal oluşunda” derken, Sinan Güler de oyuncu gözüyle ortaya çıkan şeyin ‘game changer’ olduğunu söylüyordu. Carter’ın kariyeri o gece kırılmıştı.

Raptors aynı yıl, franchise tarihinde ilk kez play-off’a kaldı. Vince Carter da şahsi tarihinde ilk kez normal sezondan bir adım ötesini gördü. 2000’i onun için asıl özel yapan şey ise Sidney’deki olimpiyat oyunları olacaktı.

O ABD kadrosunun en genç oyuncularından olan Carter, daha önce hiç görülmeyen bir yüzünü sergiliyordu. Sports Illustrated yazarı S.L. Price bunu fark edenlerden olmuştu. Uzun saçlı Carter vahşiydi. Rus rakipleriyle kavganın eşiğine geliyor, Avustralyalı taraftarlarla atışıyordu. Sık sık “Artık 1 numara benim!” diyen jest ve mimikler kullanıyordu. Fransa basınının ‘le dunk de la mort’ yani ‘ölüm smacı’ olarak nitelediği, 2.17’lik Frederic Weis üzerinden yaptığı smaç da bu patlamaya ve kısa süren ‘Yeni Vince’ dönemine krema oluyordu. Her maçından sonra annesini arayan o güler yüzlü adam gitmiş, yerine farklı biri geçmişti. Price, o günlerde sahada çirkin ve kötü hissettiren her şeyin sembolünün Carter olduğunu söylemişti. Daha sonraları, o günlere ve tavra bir açıklama getirilmedi. Sadece Carter’ın annesi Michelle, “Artık Vince Carter olmak istemiyordu. Bir başkası olmayı tercih etmişti” diyecekti.

Toronto'yu Kurtaran Adam

Sidney sonrasında Carter, olimpiyat altınını duvara astı, saçlarını kestirdi ve Toronto mesaisine döndü. Raptors o yıl, bir kez daha onun önderliğinde play-off oynayacaktı. Bu kez konferans yarı finaline kadar geldiler. 2016 yılına dek tekrarlanmayacak bu başarının elde edilmesinde en büyük pay, yine ‘Vinsanity’ye aitti. Toronto yarı finalde Allen Iverson’ın lideri olduğu Philadelphia 76ers’la karşılaşırken, son maça taşınan seri, tahmin edileceği üzere belli bir rekabetin üzerinden gidiyordu. Kariyerlerinin zirvesini yakalamış Carter ile Iverson, birbirlerine karşıydı. 30 sayı barajının hemen her maç ikili tarafından aşıldığı seride 50’ler dahi bulunuyor ancak düelloyu kazanan Iverson oluyordu. Carter’ın son maç öncesinde okuluna yaptığı ziyaret ise tarihe elim bir not olarak düşülmüştü.

Kanada basketbolu, tarihinde ilk defa böyle bir heyecanı tatmış, atlaslarda ucundan kıyısından da olsa bir yer edinmişti. 2001 sezonu bardağın dolu tarafıyla kapatıldı ama gelecekte, beklenen olmayacaktı. Toronto bir sonraki play-off macerası için Vince’in gidişini beklemek zorundaydı. Ertesi sene diz sakatlığı ve ameliyatlarla boğuşmak durumunda kalan yıldız, takıma eskisi gibi katkı sağlayamadı. Dönüşünde ise sanki her şey farklılaşmıştı. 2004’te Toronto’ya veda etti. Kariyeri düşüşe geçmiş, üstüne üstlük şu sıralar takımın sahip olduğu şeylerin temelini atan isim olmasına rağmen taraftardan tepki görmüştü. Koreen, bu kararın kimseyi şaşırtmadığını söylüyor ve ekliyor: “Carter’ın Toronto’da zirveye çıktığı dönemde gençlik çağındaydım. Onun gidişi de bir çağın kapanışını hissettiriyordu.” O çağ kapanıyordu ama Carter gemiyi terk etmeden, Wayne Gretzy’nin hokey ve ABD ilişkisinin basketbol-Kanada hâlini kurmuştu. Yine veda zamanıydı...

Miras

Legacy... Son dönemlerde bu kelime daha sık karşımıza çıkıyor. Tabii ki Vince Carter da oyuna veda ettiğinde bir ‘legacy’, yani miras sahibi olacak. Toronto sonrası ziyaret ettiği Nets, Magic, Suns, Mavericks ve hâlâ kariyerini sürdürdüğü Grizzlies formalarıyla o mirasa çok şey katmadı belki ama Toronto günleri ve kariyerinin şaşaalı anları, o büyük serveti oluşturmasına yetecek. Zira Carter’dan kalanları incelerken bu iki parçayı ayırmak zorunlu gözüküyor; Toronto için yaptıkları ve NBA için ifade ettikleri...

Toronto uzmanı Koreen, bunu ancak uzun bir yazıyla anlatabileceğini söylese de birkaç cümlelik özetine Carter’ın çoğu Kanadalı çocuk için rol modeli olduğunu söyleyip ekliyor: “Kanada’dan lige giren oyunculara bakın; hepsinin gençliği, Carter’ın Toronto kariyerinin zirvesine denk gelmiştir.” Carter, Kanada’dan ayrılırken spor programlarındaki NHL üstünlüğünü çalmış, gazetelerdeki Maple Leafs-Vancouver Canucks fotoğraflarının yanına küçük de olsa Raptors’ınkini ekletmişti. Tüm bunlara rağmen taraftar gözünde hain ilan edilirken, eski salonuna farklı formayla her dönüşünde yuhalandı. Ta ki 2014’te, ligdeki 20. yılını kutlayan Raptors, tarihine altın harflerle kazınmış bu ismi onurlandırmaya karar verene dek. Memphis formasıyla Air Canada Center’a giden Carter, bu kez gözyaşları içerisindeydi. Kendisi için hazırlanan veda videosunu izlerken, Raptors’ın geleceği DeMar DeRozan, Kyle Lowry ve tüm salon onu ayakta alkışlıyordu. İş, sonunda tatlıya bağlanmış; masal, bir şekilde mutlu sonunu bulmuştu.

Tabii mirasın bir de NBA tarafı vardı. Hatta bir de bu bölümün tartışmaya kapalı kısmı: Ne olursa olsun Carter, tarihin en iyi smaç yapan oyuncularından biriydi. 40 yaşında olmasına rağmen smaç yarışmasına gireceği dedikoduları ve bunun herkesi heyecanlandırıyor oluşu, en büyük kanıtlardan. Koreen de buna katılırken “Bırakacağı mirasın kalanı oldukça karışık” diyor. Bunu tahmin edebiliyoruz. Hayat bilgisi yorumlara açık, matematik kısmıysa çok net. Kariyer toplamında 24 bin sayı barajını aşan Vince Carter, -şimdilik- tüm zamanların en skorer

  1. oyuncusu. Önündeki tüm isimlerin, (aktif ya da lige bu yıl veda eden oyuncular haricinde) Hall of Fame’e kabul edildiğini göz önüne alırsak, Carter için de senaryo, çok farklı olmayacak gibi.

Son?

Sona gelirken başa dönme zamanı. Vince Carter yeni takımlarda yeni ve yan roller almak yerine, kariyerine yıldız olarak veda etse her şey daha iyi olmaz mıydı? Son bir kez Koreen’e gittiğimizde, “Orlando’ya geçişiyle birlikte destek rolüne kayması, kariyerinin ‘süper yıldızlığından’ çaldı ama ömrü için çok daha iyi oldu” diyor. Bu cümledeki ‘süper yıldızlık’, aradığımız kavram olabilir. Vince, belki bu özelliğini zamanla yitirdi ama efsane statüsünü kaybetmedi. Şu sıralar neredeyse her gece, kısıtlı sürelerle de olsa parkeye çıkarak bu efsaneye katkı sağlamaya devam ediyor.

O, hâlâ salona ilk giden isim. Sessizliği sadece iki güvenlik görevlisinin konuşmaları ve file ile topun bozduğu salonda önce 250 şut atıyor, sonra da takımın gençlerine birkaç tavsiye verip yine ‘birkaç’la sınırlanması muhtemel dakikalarını bekliyor. Artık Toronto’lu değil, Memphis’li. Artık tam bir oyuncu bile sayılmaz. Şimdi, bir ‘player-coach’. Oyuna her girdiğinde ise akıllarda mazi var. Bu gece bir smaç yapacak mı? ‘Vintage Vince’ denen şeye şahitlik edecek miyiz? Yalnızca birkaç dakika içerisinde, bu ihtimalden umudu kesebilirsiniz. Ancak Vince’in vazgeçeceğini sanmayın. Herkesi dinledikten sonra, bir de ona kulak verelim: “Kobe gibi adamlar oyunu ne zaman bırakması gerektiğini biliyor. Ben henüz orada değilim. Sahaya çıkmamak, benim için aksinden daha zor. Hâlâ kafam çemberin üzerine çıkacak kadar yükseğe zıplayabiliyorum. Eski Vince her an ortaya çıkabilir.”

Bu görüşler iyimser, umut verici veya geçmişe hapsolmuş gibi çok farklı bir yelpazede değerlendirilebilir, değerlendiriliyor da... Ama Vince, “Bir sonraki maç için sabırsızlanıyorum” deyip bekliyor. Belki bir sonraki maçı, belki de bir sonraki kışı...

Socrates Dergi