
Döner Miyiz O Eski Günlere?
12 dk
Williams, McLaren, Ferrari... Yaptıkları ve kazandıkları ile F1 tarihine geçen ama şatafatlı günlerine uzak üç takım. Peki nostalji, zaferleri geri getirir mi?
Geçmişe özlem… Birçoklarının hayatında, geleceğe dair merak kadar yer kaplayan bir duygu. Bu his, bazen istikbalimizi güzelce şekillendirip bize fayda sağlıyor, bazense içinden çıkamadığımız bir girdabın olması gerekenden daha güzel görünmesine neden oluyor. Spor dünyasında da durum farklı değil. Bilinçli bir çaba sarf etmediğiniz sürece geçmişe takılıp kalmak kolayca düşülebilecek bir yanılgı. Özellikle de görkemli, süslü bir geçmiş söz konusuysa.
Williams, McLaren ve Ferrari… Belki katetmeleri gereken mesafe farklı ama bir hakikat var; hepsi de şampiyonluklarla dolu mazilerinden uzaktalar. Williams bu üçlü içinde varlık sebebini en çok değişime uğratan takım.
Frank Williams Racing Cars zamanı takımın devamlılığını sağlamak dışında bir gaye düşünülemezdi. Williams Grand Prix Engineering dönemi ise küçük bir garaj takımından 80'lerin ve 90'ların en çok imrenilen organizasyonuna evrilmeyi başarmışlardı. İyi bir ekip, iyi bir vizyon ve bu paketi pazarlayabilecek Frank Williams ile sponsorlarını çok sağlam bir biçimde oluşturan Williams, pilotlarına hiçbir zaman ödemedikleri meblağlarla hızlı otomobiller yapıyordu. 2000'lerin hemen öncesinde kendini belli eden marka üstünlüğü, Williams'ın düşüşünün başlangıcıydı…
Williams ilk şampiyonluğunu kazandığında grid'de Renault ve Lotus* dışında otomobil markası olarak niteleyebileceğiniz bir takım yoktu. 1997'de Jacques Villeneuve ile son şampiyonluğunu kazandığındaysa rüzgârın tersine dönmeye başladığı ufak da olsa hissediliyordu. McLaren'ın 'defacto Mercedes fabrika takımı' haline gelmesiyle başarının formülü değişiyordu. Williams daha önce Honda ve Renault ile kazandığı başarılar sırasında markaların bir ortaklık isteğine şahit olmuş, payenin önemli kısmını kendi markasının aldığını görmüştü. Ufukta görünen köyde ise devasa bütçeler için kesenin ağzını açan markalar, kendi efsanelerini yazacak birer kalem arıyorlardı.
Belki de Dünya Spor Otomobiller Şampiyonası'nın yükselişinin Bernie Ecclestone'ın üstün çabaları sayesinde bitirilmesinin ardından ortaya çıkan pazarlama boşluğu, Formula 1'e gelen markaların otomobil satmak için tam bir marka temsili talep etmesine neden oldu. Williams, BMW ile anlaşana kadar -ismi değiştirilmiş bir Renault motoru olan- Mecachrome ve sonrasında Supertec motorlarla iki yıl geçirdi. BMW Williams oldukça sağlam bir birliktelikti. Yarışlar kazanıldı, Ferrari'nin 'müsaadesiyle' boşta kalan şampiyona sıralamalarında gayet saygın yerlere oturuldu ama bir türlü şampiyonluk gelmediği için BMW, 2005 sonunda çekip gitti!
Markaların en büyük sorunu, artık çok büyük şirketler haline geldikleri için, zamanında başarıyı getiren o tutkuya sahip olmamaları. Yönetim kurullarının merakları, hobileri ve tutkuları toplantı odasının dışında bırakılır. Yüzde yüzlük bir tanıtım başarısı yoksa, markalar çekilirler. Williams'ın başına gelen de bu oldu. Kalan yıllarda bazen paralı pilotlar, bazen fena olmayan sponsorlarla ancak yarışmaya yetecek kadar kaynak oluşturdular. Dorilton Capital'a satış süreci maddi yükü ortadan kaldırdı. Takım adına ilerleme var, Formula 1 de sınıf farkının azaldığı bir seri olma yönünde adımlar atıyor. Fakat Williams, zafer defterini resmi olarak Pastor Maldonado ile kapatsa da BMW ayrıldıktan sonra kazanmak onların gündeminde hiç olmadı. Evet, turbo hibrit çağının başlangıcındaki roket misali, Mercedes güç ünitesinde bile...
Williams'ın düşüşü McLaren ve Ferrari'nin yükselişini işaret ediyordu. McLaren ilk yıllarından itibaren rekabetçi bir takım haline gelmiş, bugünlerde olduğu gibi hem Avrupa'da hem de ABD'de varlık göstererek kendini sağlam temeller üzerine oturtmuştu. 1970'te Bruce McLaren'ın bir test kazasında ölmesi takım adına kırılma noktası olabilecek bir trajediydi. ABD'li Teddy Mayer takım patronu olarak McLaren'ın dümenine geçti ve rotayı değiştirmeden, 1970'lerdeki birçok branşta şampiyon olan McLaren'ı görmemizde önemli bir çaba ortaya koydu.

Ron Dennis
1980'lere gelindiğindeyse McLaren için bambaşka ufuklar açıldı. O dönem başarılı bir F2 ve F3 takımının başında olan Ron Dennis, Project 4 takımını McLaren ile birleştirdi. İlk temas gerçekleşmişti. Yıllar boyunca duvarlardaki posterlerin köşelerinde yazan model isimlerindeki 'MP4' kodu buradan çıktı: Marlboro Project 4. Ron Dennis mükemmeliyetçiliği arşa çıkardığı yönetim biçimi ve doğru pazarları kestirebildiği yönetici gözüyle McLaren'ı şampiyon motorlar ile şampiyon pilotlara emanet etti. Önce Tecniques d'Avant Garde (TAG-Porsche), ardından da Honda motoruyla geleceğin fabrika ortaklıklarına ışık tutan McLaren, kendi yolunu çizerken Ron Dennis'in vizyonunu harfiyen uyguluyordu. Honda'nın gidişi sonrası Ford ve Peugeot motorlarıyla birer yıllık denemeler, takımı Williams'tan birkaç yıl önce büyük bir marka ortaklığı arayışına soktu.
1990'ların sonunda -Ferrari hegemonyası gelmeden önce- başlayan şampiyonlukların ardından Ferrari'nin en büyük rakibi olmaları, McLaren-Mercedes ikilisini ikonik bir seviyeye taşıdı. Mercedes'in, 2007'deki casusluk skandalı nedeniyle kesilen rekor cezanın faturasını tek başına ödemek zorunda kalması bu kusursuz birlikteliğin sarsıldığı ilk andı. Sonrasında 2010'da Brawn GP'yi devralarak kendi takımıyla motor sporları dünyasına girmeyi seçen Mercedes, 2013 için Lewis Hamilton'la anlaştığında McLaren için kabuk değiştirmenin vaktiydi.
Ron Dennis, CEO olarak dönüşünün ardından tıpkı Project 4 birleşmesinde olduğu gibi çoğunluk hissesini almak istedi. Mansour Ojjeh bu kez yanında değil, karşısındaydı. Zak Brown'un CEO titrini aldığı 2018'e kadar çalkantılı bir dönemden geçen McLaren bir öze dönüş arayışında olduğunu farklı şekillerde gösterdi: Papaya turuncusuna dönüş ve F1'in dışında, özellikle ABD'de varlık gösterilmesi. Geldiğimiz noktada ise kırılma 2022 yaşandı. Yeni kurallarla ve yeniden döndükleri Mercedes motoruyla McLaren, parlayan bir yıldız olmayı hedeflerken, geri kalanları en iyisi olmaya çabaladıkları yakın dönem kaderlerini henüz aşamadılar.

2022, Ferrari için de bir kırılma noktasıydı. Maranello ekibinin özgeçmişini tek tek dökmektense bir yanılgı içinde olup olmadığımızı sorgulamak daha doğru geliyor. Ferrari gerçekten kazanan bir takım mı? Başarıyı şampiyonluklar üzerinden tanımlamanın yanlışlığını markaların çekilme haberlerinde yeniden aklımıza getiriyoruz. Ancak yarışlar kazanabilen bir takım olmakla şampiyon bir takım olmak arasında bir fark var ve galiba Ferrari artık ilk kümeye ait bir ekip.
Art arda şampiyonluklar kazanmak için Jean Todt, Ross Brawn, Rory Byrne ve Michael Schumacher ile Mahşerin Dört Şahlanan Atlısı gibi bir ekibe ihtiyaç duydular. Öncesinde 21, sonrasında 15 yıldır şampiyonluklar yaşamasalar da çok kötü yılları bir elin parmaklarını geçmedi. Büyük düşüşler yaşanmayınca, temel eksikler de giderilmek zorunda gibi görünmüyor. 2022'nin şampiyon aracı Ferrari'de. Ne var ki inanılması güç şeyler yaşanmazsa 2022'nin şampiyon takımı onlar olmayacaklar. Belki bazı kırılma anlarında bir şeyleri temelden değiştirebilseler bugün Ferrari'yi potansiyelini harcadığı için değil, mirasını her gün büyüttüğü için konuşacaktık.
Şimdiye kadar adının geçmemesi dikkatinizi çekmiş olabilir. Bu üç efsane markanın arayışlarında ortak bir isim var: Adrian Newey. Williams ve McLaren, Adrian Newey'yi elinde tutamamış, Ferrari ise bir türlü onu transfer edememişti.

Adrian Newey
Adrian Newey 1997'de takımdan ayrıldığında Williams, son şampiyonluğunu kutlayacağından habersizdi. Birlikte elde ettikleri başarıların da katkısıyla kurdukları iş ilişkisi, 1994'te Ayrton Senna'nın ölümü ve kaptırılan şampiyonluklar ile çatırdamaya başladı. Newey'nin hem takımın hissedarı hem de teknik patronu olmak istemesi ancak Sir Patrick Head'in -en az Sir Frank Williams kadar tartışılmaz ağırlığı, Newey'yi McLaren'a sürükledi. Gittiği yerde de ortam pek farklı değildi aslına bakarsanız: Kazanma kültürüne alışmış ancak Senna sonrası orta şiddette bir düşüşten çıkmaya çalışan şampiyon bir takım ve sorgulanamaz bir patron (Ron Dennis) otoritesi... Newey neredeyse gelir gelmez McLaren'a şampiyonluklar kazandırdı. Bazen hızlı ama dayanıksız otomobiller mutlu sona ulaşabilirken, bazıları zafere uzak kaldı…
Sir William Shakespeare'in hemşerisi -belki de kendi alanını Shakespeare kadar yeniden tanımlayabilmiş- Newey'nin şimdilik son durağı Red Bull Racing. Ancak 2012'de Renault motorlarının yetersizliğinden bıktığında karşısına çıkan Ferrari teklifini neredeyse kabul edecekti. Takım değiştirmek istemiyordu ve bulunduğu kültürde mutluydu. Ferrari son şampiyonluğundan sonra birkaç kez şampiyonluğun kıyısından döndü. Fakat belki de bir şampiyonluğa en yaklaştıkları an, Newey'nin onlarla anlaşmayı aklından geçirdiği andı.
Güzel günlere özlem duymamak zor. Özel hayatınızda dahi tekrar zirveye tırmanmak istediğinizde, oralara ulaştığınız günlerdeki yöntemleri kullanma ihtiyacı hissedersiniz. Hem kusursuza yakın bir öze dönüş hem de geçmişe saplanıp kalmamanın örneği Top Gun: Maverick de olabilirsiniz, -iyi miydi kötü müydü, hâlâ karar veremediğim- The Matrix Resurrections da. "Yıllar sonra gerçekten buna gerek var mıydı?" dedirten The Godfather 3 ya da Blues Brothers 2000 olmak da var tabii… Ne yaparsanız yapın geçmişe dönemezsiniz. Geleceğinize kaç tutam geçmiş serptiğiniz ise kıvamı tutturup tutturamadığınızı belirler.
*: Kalanların hepsi yarışmak ve kazanmak için orada bulunuyordu. Kaldı ki Renault'yu ve özellikle de Lotus'u amaç olarak günümüz markalarıyla bir tutmak çok yanlış olur. Efsanevi takım patronu, mühendis ve çılgın profesör Colin Chapman biricik Lotus'undan bir yarış takımı yerine otomobil markası olarak bahsedildiğini duysa üzülebilirdi. Fakat günümüzde Lotus markası pistlerden çok yollarda varlığını sürdürebiliyor. Yoksa bu yazının içeriğinde dördüncü takım olarak pekâlâ yer alabilirlerdi.