
Ya Benimsin...
15 dk
Juventus & Agnelli Ailesi ortaklığı bir hanedanlığın temellerini atarken, rakipler için devamlı bir tartışma konusu olmuştu. Gerilimin doruğa çıktığı anlarda, Juventus'un transfer hamleleri de sık sık başroldeydi.
Angelo Forgione'nin kaleme aldığı Dov'e La Vittoria'nın ilk baskısı 2015'te çıktı. Kitap, İtalya Milli Marşı'na gönderme yapan ismi ve "Tek Topta İki İtalya" sloganıyla ülke futbolunun kuzeygüney çekişmesini anlatıyordu. Napolili Forgione'nin hışmına en çok uğrayan takım Juventus'tu. "Fiat'ın Juventus Üzerindeki Etkileri" bölümü, şu cümlelerle başlıyordu: "Agnelli'ler olmadan Juventus'un, İtalya'nın Kraliçesi'nin görkeminden bahsedemezdik. Juventus'taki zafer tutkusu, tam olarak ailenin tutkusuydu. Çevrelerindeki rekabeti sıfıra indirme arzusu. Ne pahasına olursa olsun!"
Rosetta Olayı
İlerleyen yıllarda "Dönemin Baresi'si ya da Scirea'sı" olarak anlatılacak Virginio Rosetta, kariyerine Pro Vercelli'de başladı. Savunmacı, Pro Vercelli'nin 1920-1921 ve 1921-1922'deki şampiyonluklarında başroldeki isimlerden biriydi. Fakat takip eden sezon sorunları da beraberinde getirdi. İtalya'da o dönem oyuncuların, kulüplerinden para alması yasaktı. Yine de el altından para verildiği anlatılır... Aynı zamanda İtalya Futbol Federasyonu Başkanı da olan Pro Vercelli Başkanı Luigi Bozino, maaş talep eden futbolcuların takımdan ayrılabileceğini belirtti. İki isim, fesih için kapısına dayanmıştı bile: Gustavo Gay ve Virginio Rosetta…
Gustavo Gay'in Milan'la anlaştığı konuşuluyordu. Milan, aynı zamanda Lega Nord adı altında toplanan, Kuzey takımlarının oluşturduğu organizasyona dahildi ve birçok kuzey takımı gibi oyuncularına belli kurumlar üzerinden maaş verebiliyordu. Fakat yerine getirilmesi gereken bazı prosedürler vardı. Bunlardan biri ikametgâh meselesiydi. Milano'ya gelecek futbolcunun bir süredir şehirde yaşadığını belgelemesi gerekti. Gay ise Vercelli'de yaşıyordu. Aynı zamanda Lega Nord'un başkanı olan Milan Başkanı Ulisse Baruffini, işleri kılıfına uydurdu ve ikametgâhı çıkarttı. Gay'in transferindeki pürüz kalkmıştı.
Agnelli'lerin vizyon sahibi üyesi Edoardo, Fiat'ın gücünü de arkasına alarak, Juventus'u bir 'aile takımına' dönüştürmek için kolları sıvadığında tarihler 1923'ü gösteriyordu. Kurulduğu 1897'den itibaren sadece bir kez şampiyon olan Juventus'u ülkenin en büyük takımı yapmayı kafasını koyan Edoardo'nun ilk hedeflerinden biri de ülkenin en iyi savunmacısı Rosetta'yı Torino'ya davet etmek oldu. Rosetta maaşa bağlandı, formayı giydi, sahaya çıktı ama bir sorun vardı…
Başkan Bozino, Gay transferinde Milan'ın yaptıklarına sinirlenmişti ve iki oyuncusunun da feshini iptal ettiğini deklare etti. Olay, Lega Nord ve İtalya Futbol Federasyonu'ndan birçok yöneticinin istifasıyla garip bir hal almıştı. Olimpiyat Komitesi araya girdi, siyasiler bile görüş bildirdi. Rosetta'nın oynadığı üç maçta da sonuç rakipler lehine onaylandı. Juventus, bu kayıplar nedeniyle sezon sonunda şampiyonluktan olacaktı. Rosetta Olayı olarak İtalyan futbol tarihine geçen hadise, 1924'te Agnelli imzası olan bir çekle son buldu. Meblağ 50 bin liretti. İtalyan futbolu, iki kulüp arasındaki ilk ticari anlaşmaya sahne olmuştu. Rosetta, uğruna para saçılan ilk yıldız olurken Juventus da ilerleyen yıllar için sinyali veriyordu…
Rosetta, Edoardo Agnelli'nin 1935'teki ani ölümüyle son bulan beş yıl üste üste şampiyonluk döneminin mihenk taşlarından biri olmuştu. Kaleci Gianpiero Combi ve savunmadaki Umberto Caligaris ile kurduğu ortaklık, 'Trio dei ragionieri' olarak tarihe geçecekti. Üstelik Edoardo'nun şehir dışından getirdiği heyecan veren yıldızlar, savunmacılarla sınırlı kalmamıştı. Orta saha virtüözü Giovanni Ferrari bu isimlerden biriydi. Üç Arjantinli; Raimundo Orsi, Renato Cesarini ve Luis Monti de kıta dışından teşrif eden yıldızlardı. Bu üçlü, 'Oriundi'* olmaları nedeniyle İtalya Milli Takımı'na kadar yükselecek, Cesarini ise tam anlamıyla bir Juve efsanesine dönüşecekti…
Giampiero Boniperti
Edoardo'nun hayata veda etmesi, İkinci Dünya Savaşı derken Juve'nin diğer zaferi, 1940'ların sonuna tekabül etmişti. Takımın yeni yıldızı, -savaş sonrası dönemde çok nadir görülecek şekilde- altyapıdan çıkan Giampiero Boniperti'ydi. Boniperti, henüz genç yaşta Grande Torino'dan gelen teklifi "Juventus'tan başka bir takımda oynamam" diyerek reddetmişti. Agnelli Ailesi, Gianni ve Umberto ile hâlâ kulübün arkasındaydı ve savaş sonrası ilk büyük Juventus'un temellerini de 1950'lerin sonlarında Boniperti'yi merkeze alarak attılar. Yine Arjantin sınırlarına girdiler ve ülkenin en havalı takımı River Plate'in yıldızı Omar Sivori'yi İtalya'ya getirdiler. Juventus, bir diğer büyük transfer Galli John Charles ve Boniperti'nin oluşturduğu 'Büyülü Üçlü' ile dört sezonda üç kez şampiyon olmayı başardı. Sivori ile aynı başarıyı yakalayan River Plate ise 18 yıl sürecek hasretin ilk yıllarını doldurmaya başlamıştı.

Giampiero Boniperti
Zaferlerin son ikisinde katkısı büyük olsa da ileri üçlü kadar sansasyon yaratmayan bir isim daha vardı: Savunmacı Sergio Cervato. Fiorentina ile 11 yıl boyunca sahaya çıkan ve Avrupa Kupası finaline kadar ulaşan Cervato, 1958'de Juventus formasını sırtına geçirmişti. Yıllar sonra büyük olaylara sahne olacak Juventus-Fiorentina hattının ilk rayları bu transferle döşenmişti…
1961'de Boniperti futbolu bıraktı, 1962'de John Charles takımdan ayrıldı, 1965'te ise antrenör Heriberto Herrera ile gerginlik yaşayan Omar Sivori güneyin, Napoli'nin yolunu tuttu. Juventus için daha da kötüsü 60'ların, Milanoluların onyılı olarak geçmesiydi. Birkaç sene Inter ve Milan'ın zaferlerine seyirci oldular. Bir de Sivori hamlesini, Milan'lı Jose Altafini ve Dino Zoff gibi isimlerle güçlendiren ve zirveyi zorlayan Napoli vardı. Juventus, 1966-1967'de bir şampiyonluk daha çıkarsa da popülaritesinden uzaktaydı…
Giampiero Boniperti, 1971'de bu kez yönetici olarak kulübün kapısından adım attı ve Kazanmak önemli değildir, kazanmak kayda değer tek şeydir" düsturu doğrultusunda yeni Juventus'un inşasına başladı. O sezonu şampiyon kapadılar. Ligin zirvesini zorlayan ve güney seyahatlerini zorlaştıran Napoli'nin iki kilit oyuncusu; Dino Zoff ve Jose Altafini'yi transfer ettiğinde ise takvimler 1972 yazını gösteriyordu. Bu iki parça ile bir şampiyonluk daha geldi. Zoff, bir Juventus efsanesine dönüşecekti. Eski günlerine nazaran ağır olsa da Altafini de hiç fena katkı vermiyordu. En ikonik imzasını ise 1975 baharında konduracaktı…
1960'ların ortasından itibaren lige ağırlığını koyan Napoli, 1974-1975 sezonunda bir kez daha Juventus'un ensesinde, son düzlüğe girmişti. Juventus, 31 Mart 1975'te derbide Torino'ya yenilip Napoli de Milan'ı iki golle geçince puan farkı ikiye inmişti.** Ertesi hafta, bitime beş maç kala Torino'da karşı karşıya geldi Juventus ve Napoli. Maç, büyük bir çekişme ile 1-1 devam ederken 88'inci dakikada sahneye Altafini çıktı ve karambolde topu eski takımının ağlarına gönderdi. Kalan haftalarda Juventus, Napoli'den daha çok puan kaybetse de bu gol, güneylileri bir kez daha üzmüştü. Öldürücü darbenin Altafini'den gelmesi daha da üzücüydü…
Riva İnadı
Boniperti'nin başkanlık dönemiyle geçen 1970'ler, Juventus'un oltayı her attığında büyük balığı çektiği bir dönem de olmadı. "Agnelli beni istemişti ama esas pes etmeyen Boniperti'ydi. Her yıl beni arardı. Havadan sudan konuşmaya başlar, sonra konuyu oraya, Juventus'a bağlardı. Her seferinde ona kibarca 'Hayır' dedim. Bilindiği üzere, bu topraklar aşkına…" Juventus, Gigi Riva'yı 1960'ların sonunda takıma katmak istemişti. Cagliari'nin iki silahı Nene ve Riva için bir milyar liret artı Causio gibi geleceğin yıldızlarının da içinde olduğu oyuncu havuzundan Cagliari'nin seçeceği üç isim transfer teklifinin içindeydi. Fakat daha sonra görüşmeyi durduran taraf da Juventus oldu. Riva'nın Portekiz maçında sakatlanması ve nasıl döneceği hususundaki muamma, bu kararı aldırmıştı. Daha sonra Riva iyileşti ve İtalyan futbol tarihinin en büyük masallarından birini yazarak Cagliari'yi şampiyonluğa taşıdı.
Zor bir çocukluk geçiren ve Cagliari'nin ona kattıklarına minnet duyan 'Gök Gürültüsü' lakaplı forvet, hayatı boyunca bir daha Sardinya Adası'nı terk etmeyecekti. Boniperti'nin ısrarları ise yıllarca devam edecekti. Takımla her güneye indiğinde Sardinya'ya uğruyor ve şansını deniyordu. Riva, bir kez ahlak sınırlarını zorlayan bir teklif ile geldiğini anlatıyordu. Boniperti'nin vefatından sonra ise verdiği demeçte, yıllar sonra yaptıkları telefon görüşmesine değiniyordu: "Birkaç yıl önce havaalanında Juventus'tan birileri ile karşılaştım. Bana 'Gigi, birlikte Boniperti'yi arayıp bir 'Merhaba' diyelim mi?' dedi. Eğer futbol âleminden saygı duyduğum biri varsa o da Boniperti'dir. Öyle olunca, 'Tabii ki' dedim. Telefonu aldım: 'Ben Gigi Riva!' Karşıdan ses gelmiyordu. 'Beni duyuyor musun Giampiero?' 'Duyuyorum Gigi, duyuyorum.' Sonra durdu. Öyle olunca 'Her şey yolunda mı?' diye bir daha sordum. Ve konuşmaya başladı, çok ciddiydi: 'Evet, yolunda ama senden bu telefonu elli yıl önce beklediğimi söylemezsem yalan olur.'"

Gigi Riva
Boniperti'nin bir diğer ulaşamadığı yıldız da Fiorentina'lı Giancarlo Antognoni olacaktı. 1970'lerde Mor Menekşeler'de parlayan zarif 10 numara için 1975-1976'da Floransa'ya uzanan Boniperti, 2 milyar artı Cuccureddu ve Anastasi gibi asların içinde olduğu gruptan üç isim önermişti. Ama Fiorentina Başkanı Ugolino Ugolini, transferi onaylamadı. 1970'lerin sonunda hâlâ Juve'nin azmi azalmamıştı: "1978 Dünya Kupası'ndan sonra Başkan Agnelli ile bir görüşme oldu. Juventus'a gitmemi istiyordu, çok da ısrarcıydı. Ama Fiorentina forması giyiyor olmak çok özel bir grubun parçası olmak demekti. Bu yüzden kalmayı seçtim ve hiç de pişman olmadım. Floransa'nın bana verdiği sevgi paha biçilemez." Giancarlo Antognoni, birkaç sene sonra Fiorentina ile şampiyonluğa oynasa da Juventus birçok kez olduğu gibi kazanan taraf olacaktı. Giancarlo, 1982 Dünya Kupası'nın kahramanlarındandı ama mor forma ile hiçbir zaman mutlu sona ulaşamayacaktı. Bu kariyer haritası, birkaç yıl sonra başka bir 10 numaranın yolunu değiştirmesine sebep olacaktı…
İyi Günde Kötü Günde
Juventus, sadece yaşadığı toprakları veya taraftarlarını seven vefalı topçulara ya da inatçı başkanlara takılmadı. 1970'lerin sonlarına doğru ülkedeki ekonomik kriz de transferdeki o iş bitiriciliklerini etkiledi. Paolo Rossi, futbola Juventus forması ile başlamıştı ama Torino'da bir türlü işler onun adına yolunda gitmedi. Genç forvet önce Como'ya kiralık gönderildi, sonra da Juve, İtalyanların sık başvurduğu transfer yöntemlerinden birini kullanarak Vicenza ile lisansı paylaşma yolunu seçti. Yeni takımıyla önce Serie A'ya yükselen Rossi, 1977-1978 sezonunda ligin en büyük yıldızlarından birine dönüşecek, 24 golle kral olacak ve Dünya Kupası için formayı kapacaktı. Fakat tarihe geçtiği satırlar bununla sınırlı kalmayacaktı…
Juventus, Rossi'den nihayet etkilenmişti ve ortaklığı sona erdirmek için kararlıydı. Bu durumlarda, bir nevi kapalı müzayedeye gidiliyor ve zarfa en yüksek parayı yazan takım, oyuncu haklarının hukuken sahibi oluyordu. Vicenza Başkanı Giuseppe Farina'nın yazdığı 2 milyar 612 milyon liretlik meblağ, sadece Juventus'un üzerine çıkamayacağı bir tutar değildi. Rossi, dünyanın en pahalı futbolcusu olmuş, İtalya'da yıllar sonra bile benzerleri yaşanacak "Bir futbolcu bu kadar parayı hak eder mi?" tartışmaları alevlenmişti. Farina, "Utanıyorum ama elimde değil, yirmi yıldır Vicenza artıklarla yetiniyordu" diyordu, "Ayrıca futbol bir sanattır ve Rossi de bizim Mona Lisa'mız." Juventus antrenörü Giovanni Trapattoni ise 'Avukat' Gianni Agnelli'nin Fiat'taki greve gönderme yaparak kendisine söylediklerini yıllar sonra dahi unutmayacaktı: "Benden başka birini iste Giovanni, o çok pahalı. Binlerce işçimiz var!"
Fiat grevi tatlıya bağlanacak, Farina'nın kumarı ise bir facia ile sonuçlanacaktı. Vicenza küme düştü, Rossi Perugia'ya kiralandı ve orada adının karıştığı Totonero Skandalı sonunda futboldan üç yıl men cezası aldı. Futboldan, hatta İtalya'dan soğuyan ve uzaklara gitmeyi kafasına koyan Rossi'nin bu dönemde karşısına 'bir dost' çıkacaktı. "Bizimle kampa gel" diyordu hattın diğer ucundaki Boniperti, "Diğerleriyle antrenmanlara çıkarsın hatta daha fazlasına." Kendisini yeniden futbolcu gibi hissettiğini anlatıyordu Paolo Rossi, yıllar sonra. Teklifi kabul etti ve 1981'de Juventus ile antrenmanlara çıkmaya başladı. Mayıs 1982'de erken af ile sahalara döndü, bir ay sonra ise Dünya Kupası tarihinin en acayip kahramanlık destanlarından birini yazdı. Juventus ise artık dünyaya açılmanın keyfini sürüyordu…

Paolo Rossi
Savaş
İtalya'da 1966'dan beri süren yabancı yasağı, 1980'de kalkmıştı. Juventus; Liam Brady, Michel Platini ya da Zbigniew Boniek gibi büyük isimlerle döneme damga vuran takım olmayı başaracaktı. Yerli oyuncu seçiminde de 1970'lerin ortasından itibaren daha çok sesi çıkmayan takımların potansiyelli oyuncularını gözlerine kestiriyorlardı. Yine de başarısız oldukları denemeler de yok değildi. 1980'lerin sonunda Atalanta ile ligi sallamasa da bireysel anlamda izleyiciyi büyüleyen Roberto Donadoni, belki de İtalya'da güç dengelerinin değişiminin simgesiydi. Atalanta, Juventus'un kardeş kulübü gibiydi ama Donadoni için elini çabuk tutan isim Silvio Berlusconi oldu. "İlk büyük zaferim" diyordu Silvio, Juventus'un elinden kaptığı kanat oyuncusu için. Gianni Agnelli de İtalyan futbolunun dönüm noktalarından biri olarak addediyordu bu transfer çalımını. Roma'nın orta sahadaki genç yeteneği Giuseppe Giannini ise kulübünden koparamadıkları listesine mensuptu. Özellikle Platini sonrası Agnelli'nin radarına giren oyun kurucunun 21 milyar liret karşılığında Juve'ye gidişi, Roma Başkanı Dino Viola'nın kesin bir şekilde reddi ile gerçekleşmemişti. Giannini, yıllar sonra Juventus ya da Milano takımlarından birinde oynamanın ona avantajlar getirebileceğini ama her zaman Roma formasına saygı ve sevgi beslediğini söylüyor, "Bu konuda kendimi her zaman Antognoni'ye yakın hissettim" diyordu…
"Baggio'nun Antognoni gibi bir sonu olmasına izin veremezdim!" Io che Saro Roberto Baggio belgeselinde Antonio Caliendo bunları söylüyordu. Kimdi bu adam? Caliendo, İtalyan futbolunun ilk futbolcu menajerlerinden biriydi. Adını duyurduğu ilk işbirliği, 1970'lerde Giancarlo Antognoni ile olmuştu. Belki Antognoni hiçbir zaman Fiorentina'yı bırakmayı düşünmemişti ama Caliendo, o yeteneklere rağmen sadece bir Dünya Kupası zaferi ile o kariyerin harap olduğunu düşünüyordu. Yıllar sonra Giancarlo Antognoni'den bayrağı alan Roberto Baggio, sakatlıklardan kurtulup yetenekleri ile Artemio Franchi'nin gönlünü kazandığında da oyuncunun hakları Caliendo'nun elindeydi ve Baggio'nun büyük bir takımda oynaması gerektiğini kafasına koymuştu. O takımlar içinde ilk büyük aday Juventus'tu. Ama Roberto Baggio, sakatlıklarla boğuştuğu dönem ona destek olan kulübü yüzüstü bırakmak istemiyordu. Üstelik performansı ile Fiorentina'yı UEFA Kupası Finali'ne kadar taşımış, taraftarın idolü olmuştu. Rakip yine Juventus'tu…
Agnelli'lere göre Platini dönemi sonrasında bocalayan Juventus, bir kez daha gündeme gelmeliydi. Aile baskıyı kurmuştu. Juventus, iki maç sonunda Fiorentina'yı devre dışı bırakıp UEFA Kupası'nı aldı. İkinci maçtan iki gün sonra ise Roberto Baggio'nun Juventus'a satıldığı açıklandı. Belki de ülke futbolunun o güne kadar gördüğü en büyük olaylar yaşanmıştı. Yaralanmalar, tahribatlar… Agnelli ise yine üslubunu takınmıştı: "Eskiden Fiat'ı protesto ederlerdi, şimdi Baggio transferini... Demek ki İtalya gelişmiş!" Juve, rakiplerini zayıflatma ve oyuncunun kafasını karıştırma hamlelerinin bir diğerini iki yıl sonra yapacaktı. Baggio transferine rağmen 1980'lerini arayan Agnelli'ler, ligi şampiyon bitiren ve Şampiyon Kulüpler Kupası'nda finale çıkan Sampdoria'nın santrforu Gianluca Vialli'yi gözlerine kestirmişlerdi. Belki normal bir anlaşma her şeyi halı altına süpürmek için yeterliydi. Nitekim Sampdoria Başkanı Mantovani de maddi zorluklara göğüs gerebilmeleri için Vialli'yi satmaları gerektiğini savunuyordu. Ama can acıtan; transferin, Sampdoria ile Barcelona'nın oynayacağı Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'nden birkaç gün önce açıklanması ve Vialli'nin kaçırdığı gollerle finale damga vurmasıydı. Cenova menşeili Corriere Mercantile, "Bize ihanet ettin Vialli!" başlığını atmıştı. Vialli ise yıllar sonra verdiği röportajda o mağlubiyetin tek sorumlusu olduğuna ikna olduğunu söylüyordu…
Başka Zamanlar
"Altafini'den sonra sen de… Vefasız kalp. Rezil!" Gonzalo Higuain, 90 milyon euro karşılığında Juventus'a transfer olduğunda isyan eden binlerce Napoli taraftarından biri, bunları yazmıştı. Özellikle 1980'lerde aralarındaki husumet iyice büyüyen iki takım, 2010'ların başından itibaren tekrar rekabete girmiş, Juventus hanedanlığını en istikrarlı zorlayan takım Napoli olmuştu. Juventus, bu hamleyle hem forvet açığını kapatıyordu hem de rakibin yıldızını rakip olmaktan çıkarıp Forgione'yi bir kez daha haklı çıkarıyordu. Arjantinli, belki şampiyonu belirleyen golü atmadı ama Napoli'yi karşısında bulduğu ilk maçı da boş geçmeyecekti…

Juventus, Fiorentina ile alışverişini de kesmedi. 2000'lerde Moretti, Bojinov ya da Felipe Melo gibi hayal kırıklığı transferler çoğunluktaydı. İlk başlarda ses getirmese de Juventus'a yıllarını verecek ve efsaneye dönüşecek Giorgio Chiellini belki de kulübün karşılığını en çok bulan Fiorentina alışverişi oldu. İsyanlar Baggio dönemi gibi kesilmişti ki Fiorentina tedrisatından geçen bir diğer 10 piyasaya çıktı: Federico Bernardeschi. "Kim senin suratına tükürmek istemez ki!" Berna'nın Juventus transferi sonrası akla gelen ilk pankarttı. Floransalıların Juve için kullandığı 'Gobbo di Merda' kelamı da sık sık cümle içinde geçiyordu. Fiorentina taraftarını kızdıran, Bernardeschi'nin tutumuydu ama olan olmuştu. Higuain'den bir sene sonra Juventus bu sefer kuzeyden, Floransa'dan bol bol küfür yiyecekti.
"Seni korumaların bile kurtaramaz çingene. Sen bittin!" ya da "Saygı, gollerle kazanılmaz gobbo di merda!" Juventus, iki sezondur izleyenleri büyüleyen Fiorentina santrforu Dusan Vlahovic'i transfer ettiğini açıkladığı anda Floransa'dan yine bol 'merda'lı pankartlar yükseldi. Bernardeschi'den sonra bir diğer yıldızları Federico Chiesa'yı da kancaya takıp Torino'ya çeken Juventus'a öfkeleri anlaşılabilirdi ama gerçekleşmeyeceğini herkesin bildiği tehditler, biraz komik duruyordu. Fiorentina'nın Vincenzo Italiano ile sahaya koyduğu renkli oyun, Vlahovic'in merkezinde olduğu akışkan hücumlar ve alınan iyi sonuçlar, Fiorentina taraftarına uzun süredir uzak oldukları heyecanı vermişti. Belki de ondandır ki ellerinde yetişen Chiesa'nın gidişine çok ses çıkarmasalar da Vlahovic'te bir anda sesleri yükseldi. Ya da belki de kulübün son büyük santrforu, Arjantin'den Floransa'ya gelip Serie B'ye düştüklerinde bile takımın formasını çıkarmayan Gabriel Batistuta'yı fazlasıyla özlediler. Ama kötü bir haberim var. Sözü, 'Büyük' Antognoni'ye bırakalım: "Vlahovic mi? Üzücü; taraftarlar için de şehir için de. Nereye gittiğinden bağımsız önemli bir kayıp. En iyiler çekip gidiyor; geçen sene Chiesa, bu sene Vlahovic. Zaman değişti…"
Evet, zaman değişti. Antognoni ya da Riva'nın vefa gösterilerini görmemiz çok zor. Ama Juventus'un hâlâ 'Agnelli Projesi'ne sadık kaldığı aşikâr…
*Genelde Brezilya ve Arjantin gibi Güney Amerika ülkelerinde doğup büyüyen, hatta birkaç kuşaktır o ülkelerde yaşayan ama İtalyan kökleri olan göçmenler için kullanılan bir terim.
**Serie A o dönem iki puanlı sisteme sahipti.