Yalnızlık Senfonisi
15 dk
Saint-Etienne, 1976’da Şampiyonası Kulüpler Kupası Finali’ne ilerlerken, uzun saçlı genç bir forvet dikkat çekiyordu. Dominique Rocheteau ile rüya seneyi konuştuk.
Saint-Etienne, 1970'li yıllarda yeşil sahalarda fark yaratmıştı. Takımın hücumcusu Dominique Rocheteau da yıldız futbolcu anlayışında farkını ortaya koydu. Rock müzik dinledi, yıldızlığı kabul etmedi ve kalabalıklardan kaçtı... Rocheteau'yu 1976'daki final yolculuğunu konuşmak için aradık ama konuşmamız, -hâliyle- bununla sınırlı kalmadı.
Saint-Etienne nasıl 1970’li yıllara damga vurdu?
Çünkü Saint-Etienne, rakiplerinden birçok alanda üstün bir kulüptü. İdari, tıbbi, profesyonel anlamda çok gelişmiş bir ortamdaydık, rakiplerin önündeydik. Seyahatlerimiz çok düzenliydi. Kulüpte üst düzey bir bilgi alışverişi vardı, biçimsel olarak Fransa’nın en iyi işleyen takımı kabul ediliyorduk. Pierre Garonnaire, doğru oyuncuları kadroya katmasını biliyordu. Başımızda da teknik direktör olarak Robert Herbin vardı; kulübü çok iyi tanıyan bir isimdi. Şehir de futbol takımının arkasındaydı. Saint- Etienne işçilerin ve madencilerin şehridir. Burada yaşayanların birçok ortak değeri vardır. Dayanışma bunların başında gelir. Emek vermek ve çalışmak da aynı şekilde değerlidir. Böylece başarıya yürüdük. Saint-Etienne her şeyden önce insanlara aitti. Kulübe bu değerleri getiren önemli adamlar vardı; antrenör olarak -Herbin’den evvel- Jean Snella ve Albert Batteux çok etkiliydi. Başkan olarak ise Roger Rocher’nin katkısı da büyüktü. Bu adamlar bu kulübü inşa etti.
Saint-Etienne’in küçük bir şehir olması takımın kaynaşmasına olumlu yansıyor muydu?
Elbette çok etkiliydi. Maçlarımızı oynadığımız Geoffroy Guichard’ın lakabı Le Chaudron’dur; ‘Küçük Kazan’ anlamına gelir. Stadyumun ‘kaynayan’ atmosferine bir göndermedir. Biz maçlarımızı, halkın ve taraftarın yarattığı o atmosfer sayesinde kazandık. 40 bin seyircinin yarattığı büyüleyici bir ambiyans vardı orada. 1970’lerdeki Saint-Etienne efsanesinin büyük bölümünün kaynağı evimizdir. Zira çoğu zaman deplasmanda kaybeder, kendi stadımızda turlardık. Split’e, Kiev’e hep deplasmanda kaybetmiştik, sonra dönüp evimizde turları geçtik. Bunlar o taraftarlar sayesinde oldu.
1976'daki Şampiyon Kulüpler Kupası Finali yolculuğunuzda çeyrek finaldeki Dinamo Kiev eşleşmesi çok mühimdi. İlk maç, bir hayli zorlu bir atmosferde oynanmıştı. Nasıl bir ortam vardı?
Yoğun kardan ötürü maç Kiev’de değil, Karadeniz yakınlarındaki Simferopol’da oynanmıştı. Zemin hiç de elverişli değildi. Bu yüzden, orada bizi süpürdüler. 2-0 mağlup olduk. Ama dönüşte onları 3-0 yendik. İlk maçın ardından inancımızdan vazgeçmemiştik, ikinci maça güveniyorduk. Büyük bir destan yazabileceğimizi, patlama yapabileceğimizi biliyorduk; zira geçmişte benzerlerini yaşamıştık. Ve ikinci maç, bu sayede tarih sayfalarına girdi. Çok istisnai bir karşılaşmaydı. Dinamo Kiev çok güçlüydü, Ballon d’Or kazanan Oleg Blokhin önderliğinde Avrupa’nın en büyük takımı olmuşlardı. O yüzden, onları eleyebilmek için böylesi fantastik bir performansa ihtiyacımız vardı.
Turu getiren gol sizden geldi. O andan neler kaldı aklınızda?
Büyüleyici bir hatıra. Açıkçası o dakikalarda artık koşamıyordum, sakatlığım vardı. Patrick Revelli sağdan topu getirdi, ben ceza sahası içindeydim. Top önüme geldi ve golü attım. O anda baldırlarımdaki ağrıyı unuttum ve deli gibi koşmaya başladım. Şimdilerde o görüntülere bakın; sahaya giren seyirciler görürsünüz, bir yandan fotoğrafçılar koşturur. Çok özel bir andı.
Zaferden sonra birçok takım arkadaşınız şehir meydanındaki kutlamalara katıldı. Ama siz, eve gidip müzik dinlemeyi tercih ettiniz. Neden?
Yalnız kalmak istedim. Fiziksel ve ruhsal açıdan dayanılması güç bir maçtı. Bunun sonrasında sakince, bir başıma kalmak istedim. Ama başta, bunu elbette tam olarak başaramadım. Daha sonraki saatlerde olabildi ancak.
Peki ne dinlediğinizi hatırlıyor musunuz o gece?
Kaliforniya merkezli Amerikan rock müziğini severdim ama tam olarak hatırlamasam da o gece muhtemelen daha sakin bir ballad dinlemişimdir.
Müzikle çok ilgili olduğunuzu biliyoruz. O yıllarda takım arkadaşlarınız arasında sizinle aynı zevki paylaşan başka kimler vardı?
Dominique Bathenay ve Piazza gibi isimler vardı. Ama ben sadece kulüpte yaşamıyordum. Şehirde futbol dünyası dışında da çok arkadaşım vardı, genelde onlarla takılıp müzik dinlerdim.
Takım arkadaşlarınızdan bahsetmişken... Kiev’i eledikten sonra PSV ile eşleşmiştiniz. Özellikle rövanşta, sahanın yıldızı kaleci Ivan Curkovic’ti. Jean-Michel Larque, tıpkı Kiev maçında olduğu gibi PSV’ye de bir frikik golü atmıştı...
Curkovic müthiş bir kaleciydi, sıkı da bir dosttur. Hâlâ zaman zaman Saint-Etienne’i ziyaret eder; buluşuruz. Curkovic’in en önemli özelliği, kulübe kattığı şeylerdi. O gerçek bir profesyoneldi ve bu özelliğiyle de çevresindeki herkese örnek olurdu. Bu konuda çok katıydı. Jean-Michel Larque ise bizim kaptanımızdı. Müthiş bir oyuncuydu, çok teknik ayaklara sahipti. Sahada onunla gerçekten çok iyi anlaşırdık, aramızda kuvvetli bir bağ vardı. Bu yıl, 1976 sezonunun 40. yıl dönümü için buluştuk. Bir hafta boyunca Saint-Etienne’de muhteşem kutlamalar yaptık. Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’ne çıkmamızın yıl dönümüydü.
Konuşmamızın başında, Robert Herbin’in antrenör olarak takıma kattıklarından bahsetmiştiniz. Taktiksel olarak farkınız neydi?
Bizim özelliğimiz şuydu. Çok iyi oyunculara sahiptik ama bir yıldızımız yoktu. Bu yüzden de her şeyi birlikte, kolektif bir biçimde yapmak zorundaydık. İletişimimiz çok iyiydi, birbirimizi anlardık. Yani, takımda o yıllarda gerçek bir dayanışma vardı.
Herbin, gerçekten büyük bir karizmaydı. Kulüp içinde kendisine çok saygı duyulurdu; zira geçmişte Saint-Etienne formasını terletmiş, çok da iyi bir performans ortaya koymuştu. Harika bir antrenör olduğunu söyleyebilirim. O dönemler Ajax’ı izlemeyi çok severdi, onların taktiğinden epey etkilenmişti. Bizim de Ajax gibi oynamamızı isterdi.
Finalde Bayern Münih’e karşı iyi başlamıştınız. Kenardan karşılaşmayı izlerken “Bu maçı kazanabiliriz” diyor muydunuz?
O gün tribünlerde tam 30 bin Saint-Etienne seyircisi vardı. 30 bin! Hepsi Glasgow’a, Hampden Park’a gelmişlerdi. Stadyum yemyeşildi, muhteşem bir atmosfer vardı. Resmen evimizdeymişiz gibi hissediyorduk o akşam. Ve hiçbir çekincemiz olmadan oynadık iki topumuz direkten döndü, iki büyük fırsattı. O kale direklerini yıllar sonra satın aldık, bugünlerde Saint-Etienne kulüp müzesinde duruyorlar. Maalesef, top bir türlü içeri girmedi ve o direkler de efsaneye dönüştü. Elbette çok ama çok büyük pişmanlıklarımız var o akşamdan. Yine de dönüşte, Champs-Elysees’de muhteşem karşılandık. Bütün Fransa, o dönemler Saint- Etienne’in arkasındaydı. Bunu şimdilerde başarmak imkânsız. Şimdi Marsilya’yı destekleyenler ayrı, Paris Saint-Germain’i destekleyenler ayrı. Ama 1976’da herkes Saint- Etienne’in arkasındaydı. Fransa Milli Takımı gibiydik. Bugün hâlâ Fransa’nın her yerinde taraftarı olan tek kulüp Saint-Etienne’dir.
Siz o finalde sakatlığınızdan ötürü ilk 11’de değildiniz. Hisleriniz nasıldı?
Hayal kırıklığına uğramıştım. Zira tüm kupa yolculuğu boyunca forma giydikten sonra final karşılaşmasına çıkamamıştım. Uyluk kemiğimden sakatlanmıştım. Bu çok acı veren bir şanssızlıktı ve baş etmesi epey zordu. Son bölümde oyuna girmiştim ama final sonrası ameliyat olmuştum. Yani çok zor bir durumdu, çok üzgündüm.
O finalden sonra Avrupa'da bir daha aynı başarıyı tadamadınız. Neden?
Bir jenerasyonun sonu gelmişti çünkü... Larque emekli oldu, Piazza ve Bathenay takımdan ayrıldı. Ben de sonra PSG’ye gittim. Bu nesil sona ererken Saint-Etienne’e Michel Platini geldi.
1977'de Avrupa'da yine iyi işler yaptınız ama şampiyon Liverpool'a elendiniz. O yenilgi bir anlamda dönüm noktasıydı, değil mi?
Kesinlikle. Liverpool, o yıl Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanmıştı. Onları geçsek belki şampiyon biz olurduk. Evimizdeki ilk maçta 1-0 kazanmıştık. İngiltere’deki maçta ise Piazza oynayamamıştı, büyük bir eksikti bizim için.
O Liverpool-St. Etienne maçı, tarihe geçen bir karşılaşmadır. Liverpool’un müzesinde özel yer ayrılan efsanevi maçlardan biridir. Liverpool ile Saint-Etienne, aynı ruha sahip iki ekiptir. Onların da arkasında, bizimkisi gibi büyüleyici bir halk var. Takımlarını her an desteklerler.
Saint-Etienne’den sonra Marsilya, Avrupa’da en büyük başarıyı sağlayan Fransa kulübüydü. Ama o dönemki şike soruşturması, size nazaran daha kötü anılmalarına neden oldu...
Marsilya, çok popüler bir kulüp. Bana göre Fransa futbolunda gerçekten popüler üç kulüp vardır: Saint-Etienne, Marsilya ve Lens. Şimdilerde Lens, ikinci ligde mücadele ediyor ama gerçekten çok önemli bir ekip. İngiliz kulüplerine benziyorlar; taraftarlarıyla, tarzlarıyla... Sonra PSG, Lyon ve Monaco gelir. Ama bunlar arasında gerçek bir popülariteye sahip olanlar, ilk saydığım üçlüdür...
Sizin başarınızdan önce Fransa futbolu bir krizde miydi?
Evet, başarılı bir örnek yoktu önümüzde. Saint- Etienne bir fünye gibiydi, Fransa futbolunu ateşlemiştik. Büyük takımların yaşadığı sorunları çözmüştük. Milli takıma gönderdiğimiz oyuncular da Michel Platini liderliğinde büyük işler yaptı. Saint-Etienne, Fransa futbolunda yeni bir seviyenin habercisiydi.
Milli takıma yaptığınız etki burada çok kritik değil miydi?
Kesinlikle. Bilhassa 1970’lerin sonu, 1980’lerin başında milli takımı değiştirmiştik. 1978 Dünya Kupası’nda ufak sakatlıklarım vardı ama milli takıma benimle birlikte 4-5 oyuncu vermişti Saint-Etienne. Daha sonra Michel Platini, Alain Giresse, Jean Tigana gibi isimlerin gelişiyle birlikte milli takım büyük başarılara koştu. Ama yolun başında, 1976’da ve 1978’de, Saint-Etienne’in etkisi çok büyüktü.
Sonra o Fransa Milli Takımı 1984'te Avrupa Şampiyonluğu’na yürüdü...
Evet. Bana göre, 1982 ve 1984’teki takımlar Fransa tarihinin en iyi kadrolarıydı. Hatta 1982’de İspanya’daki Dünya Kupası’na katılan milli takım, tarihimizin en büyüğüydü diyebilirim.
L’Ange Vert (Yeşil Melek) lakabını sevmediğinizi söylerdiniz geçmişte, peki ya şimdi?
Hayır, artık her şey yolunda. Bu lakapla aramız şimdilerde iyi. Bu, hatırlanmanın güzel bir yolu. Sempatik bir isimlendirme.
Rock’a ilginiz devam ediyor mu?
Bazı güncel grupları takip ediyorum. Günümüz gruplarından Coldplay’i seviyorum, Paris’e geldiklerinde onların konserine gitmiştim. Onun dışında, çoğunlukla hâlâ benim dönemimin müzisyenlerini seviyorum; Roger Waters gibi...
Şöhretle aranız pek yok gibi. İsyankâr bir karakteriniz vardı geçmişte...
İsyankâr, büyük bir kelime. Bilemiyorum. Evet, farklı fikirlerim vardı. Hümanist düşüncelere sahiptim. Müzikle aram iyiydi, rock severdim, uzun saçlarım vardı.
Şöhreti neden sevmezdim? Çünkü ben sakin kalmak, basit yaşamak istiyordum.
Dinamo Kiev rövanş maçında durum 0-0’ken ilginç bir pozisyon var. Korner kullanıyorsunuz, seken top Blokhin’in önünde kalıyor ve kendine has driplingiyle ceza sahanıza kadar ilerliyor. Onun ayağından alınan top dönüyor ve atağın sonunda 1-0 öne geçiyorsunuz. Maçın döndüğü an bu olabilir mi?
Böyle anlar nasıl hatırlanmaz ki? Bütün bunlar, Saint-Etienne kulüp müzesinin duvarlarını süslüyor. Fransa’da müzesi olan tek kulüp biziz. O Kiev maçının fotoğrafları da her yerdedir, efsanevi bir mücadeledir. O pozisyonda Christian Lopez, Blokhin’in ayağından topu almıştı. Arkasından pasını Osvaldo Piazza’ya uzattı. O, topu Patrick Revelli’ye verdi, Patrick’in ortasında ise golü Herve Revelli buldu. Öncesinde Kiev de atabilirdi golü ama olmadı.