socratesXreflect_alt

Yapboz

25 dk

Chelsea’de Roman Abramovich dönemi sona eriyor. Futbola ve politikaya dair yarattığı tartışmalar ise bitecek gibi görünmüyor.

Chelsea, asla başarısız bir kulüp değildi. Yerel kupalarda zafere yürüdükleri yılların yanında, ara sıra bir alt ligin havasını soludukları günler de oldu. Fi tarihinden milenyuma dek, lig şampiyonluğuna hasretlerdi. Bir de ardı arkası kesilmeyen finansal sorunlar vardı. Uzak diyarlardan gelen sessiz, utangaç bir genç, kaynağı belirsiz servetinin para püskürten hortumunu Güneybatı Londra'ya çevirdikten sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Roman Abramovich, önce Chelsea'yi, akabinde de Premier Lig'i ve Avrupa futbolunu kökünden değiştirdi. Ceketini alıp çıkmaya hazırlandığı şu günlerde ardında bıraktığı soru sayısı, yanıtladıklarından daha fazla…

Gullit, Zola, Vialli...

Önce tarihte kısa bir yolculuğa ihtiyacımız var. Ligdeki tek şampiyonluğunu 1955'te kazanan Maviler'in 1970'leri, sanki lunaparktaki bir hız treninde geçti. FA Cup ve Kupa Galipleri Kupası gibi ilklerle çok hızlı yükseldikleri onyılın sonunda bir o kadar keskin şekilde inişe geçtiler. Asansör takım tabirini karşılarcasına bir tenis topu misali iki lig arasındaki filenin bir o yanına bir bu yanına geçtikleri seneler, maddi zorlukları da beraberinde getirdi. 1982'de, Ken Bates takımı satın almak istediğinde kulübün o kadar borcu vardı ki fiyat etiketinde sadece 1 sterlin yazıyordu.

Fikirlerini almak için Zoom'da buluştuğum, The Athletic'in Chelsea muhabiri Liam Twomey'ye göre Bates, "Bugün dahi Chelsea taraftarlarını ikiye bölen bir figür." Elbette Bates'in yadsınamaz başarıları vardı. Bunlardan en belirgini, düşme korkusunun koynunda geçen yılların ardından, takımı ilk 10'un gediklisi haline getirişiydi.

Twomey'ye göre Bates'in diğer imzası da oldukça barizdi: "Kulüp için yaptığı en önemli şey, Chelsea'yi Stamford Bridge'de tutmaktı. Ortaya koyduğu karmaşık sistemle, gelecek takım sahipleri de dahil herhangi birinin, takımı Stamford Bridge'den çıkarma ihtimalinin önüne geçti. Stadyumun üzerine kurulu olduğu arazinin kullanım hakkı, o günlerden beri taraftarlara ait. Böylesi büyük bir kulüp için benzeri olmayan bir uygulama bu."

Stat krizi aşıldı, 1990'ların ikinci yarısı güneşli günler vadetmeye başladı. "Rekabetçi bir takımdı Chelsea," diyerek o yılları anıyor Twomey. "Ruud Gullit, Gianfranco Zola, Gianluca Vialli gibi uluslararası arenada kendini kanıtlamış futbolcular, Chelsea'yi değiştirmeye başlamıştı." İthal yıldızlar, yeni lakaplarına da zemin hazırladı: "Chelsea'nin adı 'Yabancı Taburu'na çıkmıştı. Bu eklemeler kulübü popüler hale getirmiş, kupalar kazanmalarına yardımcı olmuştu. Tarihlerinin en başarılı dönemiydi; FA Cup, Lig Kupası ve Kupa Galipleri Kupası zaferleri peşi sıra geliyordu."

Jimmy Floyd Hasselbaink ve Gianfranco Zola

Jimmy Floyd Hasselbaink ve Gianfranco Zola

1997-2000 arasına, tüm bu kupaların yanında Community Shield ve UEFA Süper Kupası da sığmıştı. Şampiyonlar Ligi'ne vize aldıkları ilk sezonda, Barcelona'ya yedi dakika daha direnebilseler yarı final göreceklerdi. 1997 FA Cup öncesi 26 sene kupa kaldıramayan bir camia için harika yıllardı. Twomey'ye göre, Chelsea'yi tanımlayan bir diğer sıfat 'sempatik'ti: "İlgi çekici bir futbol oynuyorlardı. Abramovich'in parasının provoke ettiği kin, o zamanlar ortada yoktu. Zola'nın çiçek açtığı yıllar, Chelsea'yi birçok İngilizin en sevdiği ikinci takım haline getirdi. Sevilesi bir karakterdi, sahadaki futbol izleyene keyif veriyordu. O dönemi bilmeyen ve umursamayan genç Chelsea'lileri görmek beni üzüyor." Rüzgâr, 1970'lerin başındaki gibi mavi yelkenleri şişiriyordu. Ancak, Chelsea'de değişmeyen iki şey vardı. İlki, lig şampiyonluğu ve Kupa 1 hâlâ Stamford Bridge'e yaklaşmamıştı. İkinci mevzu daha önemliydi: Kulübün kasası yine bomboştu.

Gronkjaer, Hasselbaink, Gudjohnsen…

Chelsea, 2002-03 Premier Lig sezonunun son maçında, Liverpool'a karşı bu üç hücumcuyla sahadaydı. Maçın önemi büyüktü, Şampiyonlar Ligi bileti masadaydı. James Montague'ın, Oyunun Efendileri kitabında paylaştığı üzere kulübün altı hafta içinde ödemesi gereken 23 milyon sterlinlik bir borcu vardı. Twomey de o dönemki kara bulutları doğruluyor: "Dönemin CEO'su Trevor Birch takım otelinde oyuncularla bir araya gelip 'Bakın, bu maçı kazanamazsak batıyoruz' demişti." Birch'ün sözlerini teyit edenler arasında, o toplantıda bizzat bulunan Gronkjaer de vardı. Danimarkalı kanat oyuncusunun kaydettiği gol, maçın sonucunu tayin etti ve Maviler, 2-1'lik skorla Şampiyonlar Ligi'ne katılım hakkı kazanan son takım oldu.

Şampiyonlar Ligi, para demekti. Tüm o borç yığınının içinde, finansal bir pansumandı. O maçın asıl anlamıysa birkaç hafta sonra su yüzüne çıkacaktı. Daha önce Portsmouth gibi kulüplerin de önerildiği bir Rus oligark, Şampiyonlar Ligi'nin de cazibesiyle, Maviler'e talipti. Ülkede merak hâkimdi. Chelsea için eşi benzeri görülmemiş bir para ödemeye hazır olan bu adam kimdi?

Chelsea'yi yıllardır en yakından takip eden Twomey bugün dahi "19 sene geçti, adamı hâlâ tanımıyoruz" diyor ve ekliyor: "Asla konuşmuyor ki!" Hakkını yemeyelim, Abramovich'in konuştuğu oldu. Yani, birazcık. 2003'te BBC'ye, 2006'da Observer'a ve 15 sene röportaj vermedikten sonra, geçen yıl Forbes'a bir şeyler anlattı. Duymamızı istediği şeyleri söyledi, kalanıyla ilgilenmedi. 19 yıldır, futbol takip eden herkes adını biliyordu, kimseyse fazlasından emin değildi. Tamamlanamayacak bir yapbozdu Abramovich, ancak yerine oturan bazı parçaları mevcuttu.

Saratov'da doğdu. Bir yaşında annesini, dört yaşında babasını kaybetti. Çocukluğu amcasının yanında, epey kuzeydeki Uhta'da geçti. Sekiz yaşında büyükannesinin yanına, Moskova'ya taşındı. Öğrencilik yılları, yapbozun kayıp parçaları arasındaydı. Mühendislik okudu, muhtemelen mezun olmadı. Zorunlu askerliğini tamamladıktan sonra, karşısında yepyeni bir Sovyetler Birliği buldu. Gorbaçov'un glasnost (şeffaflık) ve perestroyka (yeniden yapılandırma) hamleleriyle, özel teşebbüse imkân tanınıyordu. Kısa süre tamircilik yapan Roman, kendi işini kurmaya karar verdi. Dominic Midgley ve Chris Hutchins'ın The Billionaire from Nowhere kitabında detaylandırıldığı üzere, oyuncak ördekler satmaktan güvenlik görevlisi bulmaya kadar değişen, yirminin üzerinde denemesi oldu. Asıl sıçramayı, Sovyetler yıkılınca yapacaktı.

Boris Yeltsin ile Boris Berezovsky

Boris Yeltsin ile Boris Berezovsky

Rusya'nın ilk başkanı Boris Yeltsin, serbest piyasaya dair adımlar atarken her şey güllük gülistanlık değildi. 1996 seçimi yaklaşırken, Gennady Zyuganov'a karşı anket sonuçları iyi görünmüyordu. Kendisine yakın oligarkları toplayıp kampanyasına destek olurlarsa ödüllendirileceklerini müjdeledi. En güçlü destekçilerinden biri, devlet televizyonunun yüzde 49 hissedarı Boris Berezovsky idi. Önceki yıllarda Abramovich'le de sıkı dost olan Berezovsky, medya gücünü sonuna kadar kullanıp seçimin gidişatını Yeltsin lehine değiştirdi. Karşılığında, Abramovich'le 50'şer milyon dolar ödeyerek, devletin doğalgaz şirketi Sibneft'in iki ortağı oldular.

Yeltsin, borçları finanse edebilmek için devlet kurumlarını ederinin çok altında, yakınındaki işinsanlarına peşkeş çekiyordu. Ekonomist Paul Gregory'nin, "İş dünyası tarihinin en büyük soygunu" olarak nitelediği süreçte köşeyi dönenler arasında Abramovich de vardı. Ederi üç milyar doları bulan Sibneft'i, cüzi miktara kapatmıştı. Berezovsky'yle yakınlaşmayı nasıl başardığı, ileride Gazprom'a satacağı Sibneft'i alacak parayı nasıl bulduğu ve daha birçok şey, bugün dahi yapbozun kayıp parçaları arasında. Kesin olansa, parasını bir diğer maden yatırımıyla büyüttüğüydü. Sibirya'daki alüminyum epey değerli, bir o kadar da ihtilaflıydı. Oligarklar, yabancı işletmeler ve Rus mafyasının kapışması arasında, Montague'a göre yüzün üzerinde insanın öldürüldüğü Alüminyum Savaşları'nda ateşkesi sağlayan, Abramovich'ti. Endüstriyi bir araya getirmiş, savaşın yerini kâr hesapları almıştı. Artık serveti, tahayyül edilemeyecek seviyedeydi. Ve 2003 yazında kesesinin ağzını, Chelsea için açmaya hazırdı.

Makelele, Duff, Joe Cole...

15 dakika. Roman Abramovich ile Ken Bates arasındaki görüşme, çeyrek saatte meyvesini vermişti. Abramovich, Britanya tarihinin en pahalı faturasıyla Chelsea'nin yeni sahibiydi. Bates'in cebine girecek para, kulübün borçları, borsadaki hisseler derken BBC'nin haberine göre 140 milyon sterlinin üzerinde bir para harcamıştı. Ancak daha yeni başlıyordu.

Britanya futbolunda o yaza dek bir sezonda en çok para harcayan kulüp, 2001-02'de 77,3 milyon sterlin bonservis ödeyen Manchester United'dı. Abramovich, yeni bir dönemin başladığını, takip eden altı haftada o miktarın yaklaşık iki katını harcayarak gösterdi. Makelele'den Duff'a, Joe Cole'dan Veron'a transferlerin ardı arkası kesilmedi. O yaz Avrupa'da yapılan en pahalı on transferin yedisi, mavi formayı giyecekti. Gelecek yıllarda Arsene Wenger, Chelsea'yi finansal dopingle suçlayacak; Arsenal'ın o dönemki CEO'su David Dein, konuya dair şahane bir teşbih sunacaktı: "Abramovich, tankını bahçemize park etti ve üzerimize elli sterlinlik banknotlar fırlatıyor." Arsenal dahil birçok kulüp, o banknotlara karşı rekabet etmekte zorlanacaktı.

Öte yandan, Abramovich neden böylesi bir oyuncak seçmişti? Yeni başkan Vladimir Putin, selefi Yeltsin'in oligarklarıyla bir bir ters düşünce parasını daha güvenilir bir limana mı yanaştırmak istemişti? Yoksa Putin'in yönlendirmesiyle, İngiltere'deki Rus nüfuzunu büyütmek için miydi tüm bu tantana? Küresel ticarette, birçok kapıyı açabilecek bir etiket miydi Chelsea sahibi kartviziti? Muhtemelen hepsi, belki de hiçbiri. "Bugün dahi, kulübü satın almasının arkasındaki asıl niyeti bilemiyoruz" diyor Twomey ve devam ediyor: "Perdeyi hiçbir zaman karakteri ya da Chelsea sahipliğinin nedeni hakkında doğru düzgün bir fikre sahip olmamıza yetecek kadar aralamadı."

Odaklanmamız gereken konunun farklı olduğuna inanıyor tecrübeli gazeteci: "Kesin konuşabileceğimiz tek şey, bu ilişkinin sonuçları: Chelsea, Abramovich'i dünyanın en meşhur Rus oligarkı yaptı. Bu bir gerçek. Chelsea gibi vitrindeki bir ürünü bu kadar başarılı yaptığı için, son yirmi senede Londra'ya akan Rus parasının en ünlü örneği oydu." Onca Rus oligark demişken... Britanya'nın milenyumla beraber çoğu Rus milyarderin favori para aklama merkezlerinden birine dönüştüğünü not düşmek gerek. Birleşik Krallık'ın 'altın vize' olarak nitelediği yatırımcı vizesi, uzun seneler iki milyon sterlinin üzerinde yatırım yapan yabancılara oturum izni sağladı. Üstelik beş sene içinde kalıcı oturma iznine çevirme sözüyle. Kesenin ağzını 10 milyon sterlinin üzerine dek açanların, kalıcı oturum için iki sene beklemesi yeterliydi. BBC'nin devlet verilerine dayandırdığı sayılara göre, bu 'fırsattan' 2581 Rus vatandaşı yararlandı. O 2581 kişi arasında, Abramovich'ten daha meşhuruna rastlamak kolay değil.

Peki bunu tercih etti mi? "Hem İngiltere'de hem de dünyada, bu imaj ona yardımcı oldu. Ta ki şu son aylarda olan bitene dek... Peki bu kadar ünlü olmak istedi mi? Bundan keyif alan biri gibi görünmüyor" diyor Twomey. Abramovich'le tanışan, iş yapan neredeyse herkes onu tanımlamak için ketum ve utangaç kelimelerini seçiyor. Eclipse adlı yatında verdiği Noel partilerinde sahneye Prince, Beyonce, Red Hot Chili Peppers gibi devleri çıkaran biri için şaşırtıcı sıfatlar. Ama işte, Abramovich bir yapboz. Partiyi onun verdiğini bilseniz de çoğu zaman gözünüzle göremediğiniz gizemli bir yapboz.

Roman Abramovich ve Vladimir Putin

Roman Abramovich ve Vladimir Putin

Twomey'ye göre atıldığı her işte olduğu gibi yeşil sahada da rotası belliydi: "Nedenini bilmiyoruz ama şurası kesin: Futbolda başarılı olmak istedi. Bunun için her türlü bedeli ödemeye hazırdı. Çoğu Premier Lig kulübünün hayalini süsleyecek, Britanya futbolunun kahramanlaştırdığı türde bir takım sahibiydi. Kulübe para, para ve biraz daha para akıttı, hiçbir zaman kâr etmeyi düşünmedi. Tek hedefi sahaya en iyi takımı sürebilmek, kupalar kazanabilmekti."

Drogba, Torres, Lukaku...

Twomey, Abramovich'in ilk yıllarını şöyle anımsıyor: "2012'yi dönüm noktası seçebiliriz. Öncesinde çok daha sabırsız bir patrondu. Kazanamamaya toleransı yoktu. İlk yıllarında 'yeni takım sahibi' hataları yaptı. Her şeyi bilemeyeceğini kabullenemedi ya da şöyle söyleyeyim, neyi bilmediğinin farkında değildi. Birlikte çalışacağı, futbola dair kararları verecek doğru insanları bulmakta zorlandı. Bir süre, Abramovich'in ilgisini çekmeyi başaran kimse, kulüpte söz sahibi oluyordu. Dengesiz, politik, toksik bir ortam vardı."

O toksik ortam, takıma kazanma alışkanlığı aşılamak için Londra'ya gelen Jose Mourinho'nun da başını yiyecekti. İki büyük ödülden birini, lig şampiyonluğunu üst üste iki sene cebine koyan Mourinho'nun ilk dönemi, Twomey'ye göre kulüp içi dengelere kurban gitti: "Chelsea, istikrarlı bir yapıdan ziyade bir kraliyet ailesi gibiydi. Çok farklı arka planlara sahip bambaşka insanlar Abramovich'in kanına girip kulüpte güç sahibi olabiliyorlardı. Etki alanlarını genişletmek için bir mücadele halindelerdi, bu da uyumlu bir karar mekanizmasını imkânsız kıldı."

Mourinho sonrası, Abramovich kusursuzun peşindeydi. "Karizmatik bir karakter, afili bir futbol, kazanan bir takım, Şampiyonlar Ligi kupası... Pek bir şey değil, sadece her kutucuğu dolduracak biri. Tüm unsurların bir arada bulunduğu yegâne isim Carlo Ancelotti'ydi bence. Yeniden lig şampiyonluğu, tek sezonda 103 gol, iyi futbol ancak Milan kariyerinin aksine kazanamadığı Şampiyonlar Ligi. 2012'ye kadar Abramovich'in karar sürecini etkileyen ana güdü, hasretini çektiği Şampiyonlar Ligi'ydi." O hasreti dindiren, kariyerli bir hoca değil, karakterli bir süper yıldızdı. Abramovich döneminin en büyük simgesi Didier Drogba, giderayak en kritik anlarda sahneye çıkıp kulübe ilk Kupa 1'i getirdi. Patron rahatlamıştı.

Abramovich, yaptığı harcamalarla önce Premier Lig'in sonra da Avrupa futbolunun kurallarını baştan yazdı. Fernando Torres ve Andriy Shevchenko eklemeleri, bu dönüşümdeki kilometre taşları arasındaydı: "Mesaj transferleriydi" diyor Twomey bu imzalara, "Shevchenko Ballon d'Or almış, Ukrayna'yı Dünya Kupası'na götürmüş, Milan'la Şampiyonlar Ligi kazanmıştı. Şahane bir özgeçmişi vardı; insanlar, otuzunda dahi olsa İngiltere'ye geleceği için heyecanlılardı. Torres daha ilginçti. Liverpool'da yaklaşık iki sene o kadar iyiydi ki dünyanın en iyi golcüsü gibi görünüyordu. O transfer, tam bir güç gösterisiydi. Liverpool'daki sorunları, en büyük yıldızlarını çekip alarak su yüzüne çıkarmıştı Abramovich. Bunun için kaç para gerekiyorsa ödemeye hazırdı."

Rakipleri, Chelsea'yle aşık atmak için daha fazla para harcıyor, ligdeki yıldız sayısı artıyordu. Yayın gelirleri patlama yaşıyor, yabancı yatırımcıların akıttığı para, gerek kıtanın parlak zihinli çalıştırıcılarını gerekse de çoğu yıldızını Ada'ya çekiyordu. Abramovich'in son büyük transferi, diğer liglerle açılan ekonomik makasın bir diğer göstergesiydi. Inter'i şampiyon yaparken Serie A'nın yüzü haline gelen Romelu Lukaku'yu ya da İspanya'da parlayan genç bir kaleciyi devasa paralara Londra'ya getirip, üstüne yedek oturtabilecek lükse sahiplerdi. Söz Twomey'de: "90'larda Jack Walker da Blackburn'de şampiyon olacak bir kadro kurmuştu. İngiliz futbolunda her zaman parayla şampiyonluk satın alma geleneği olmuştur ama farklı ölçeklerden bahsediyoruz. Abramovich, bunu daha önce görülmemiş mertebelere ulaştırdı. Bu büyümenin, diğer büyük liglerin kanını emdiğini de söylemek mümkün. En iyi hocalar, en iyi oyuncular Premier Lig'e geliyor ve bunun sonucunda diğer liglerdeki kalite küçülüyor.

Havertz, Pulisic, Werner...

Abramovich Chelsea'yi, Premier Lig'i, Avrupa futbolunu değiştirdi ve artık veda etmeye hazırlanıyor. Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaş neticesinde Birleşik Krallık'taki malvarlığı dondurulan Rus oligark, kulübün satışından herhangi bir gelir elde edemeyecek. Geride kalan 19 senede kulübün ettiği 1,5 milyar sterline yakın zararı cebinden karşılayan Abramovich'in mirasını sorduğumda, farklı katmanlara göz atmamız gerektiğini düşünüyor Twomey: "Sadece sahaya odaklanırsak, Chelsea tarihinde en büyük izi bırakan kişi o. Kulübün altın çağını finanse eden adam. Chelsea, böylesi bir başarı istikrarının benzerini muhtemelen bir daha göremeyecek. 19 senede 21 kupa... Mümkün ama gerçekçi değil."

Kulübün önünde artık zor bir rota var: "Artık bir milyarderin oyuncağı değiller. Sıradaki başkan kim olursa olsun, kulüp artık bir şirket gibi yönetilecek. Makul kararlar vermek zorundalar." Twomey'ye göre yeni patronun ilk büyük sınavı stadyum renovasyonu olacak. Abramovich'in bir dönem yeltenip sonra istediği şartlar oluşmayınca vazgeçtiği proje, ek bir mali yük demek. Muadillerine göre daha az izleyici kapasiteli stadyum, kulübün maç günü gelirlerini sınırlıyor. 'Yeni Stamford Bridge' Chelsea'yi daha sürdürülebilir bir finansal yapıya kavuşturabilir.

Abramovich döneminin asıl mirasının, futbolun jeopolitik tarafında hissedileceğini düşünüyor Twomey: "Abramovich Chelsea'yi aldığında yapılan tek itiraz, Premier Lig'in rekabet dengesine, artan maaşlara ve transfer bedellerine ne olacağı hakkındaydı. Son yirmi, otuz yılda İngiliz futbolunun ve Britanya politik kurumlarının tavrını özetliyor.

Abramovich'in parasının nereden geldiğine dair şüpheler, Rus devleti ve Vladimir Putin'le olan ilişkisi daha o günlerde ortadaydı ama kimse bunu umursamadı. O günden bu yana fazla şey değişmedi. Premier Lig, yabancı yatırımcılara açık kapı politikası uyguladı. Bu yüzden şu günlerde Abu Dabi, Manchester City'nin; Suudi Arabistan'sa Newcastle'ın sahibi oldu. Abramovich, bu yolculuğun yön levhasıydı." Artık İngiltere'de taraftar olmak, karmaşık hisleri bir arada yaşamak demek. "Bir yandan başarıların getirdiği mutluluğu, gidilen maçların anılarını, -Abramovich'in parası olmasa mavi formayı giymeyeceksayısız yıldızı unutmaları kolay olmayacak. Öte yandan, büyük resim onları rahatsız etmeye devam edecek. Manchester City ya da Newcastle taraftarıysanız paranın, kupaların tadını çıkarabilirsiniz. Ama bir yandan da aklınızın bir köşesinde o soru olacak: Günün birinde Birleşik Krallık'ın Abu Dabi veya Suudi Arabistan'la ilişkisi bozulursa ne yapacağız?" Peki İngiliz futbolu, kendine bir ders çıkarabilir mi? "Artık kulübünüze gelen paranın kaynağına sırtınızı dönemezsiniz. Lig, kendini içine soktuğu bazı durumlardan nasıl kurtaracak, bunu kestirmek güç. Yakın dönemden bir örnek: Maçlardan önce Ukrayna'ya dair bir anma faslı eklediler ve Çin bu yüzden, o hafta sonu oynanan maçları yayımlamadı. Premier Lig'in Çin'de de çok büyük yatırımları var... Hepsi, dibine kadar birbirine bağlı. Abramovich döneminin kapanışı kulüp sahipliği, yabancı yatırım, 'Kötü para diye bir şey yoktur' anlayışı gibi konularda dönüşü olmayan bir eşiğe geldiğimizi gösteriyor olabilir. Para hususunda apolitik duruş da özünde politik bir seçimdir." Roman Abramovich Chelsea'ye, Ada'ya ve Avrupa futboluna veda ediyor. Belki geri dönmek, muhtemelen bir daha ortada görünmemek üzere. Tabii ki bilmiyoruz. Ve hayır, bugün dahi Roman Abramovich'i tanımıyoruz.

Socrates Dergi