
Üç Y
12 dk
Yeliz Yılmaz ve Yeliz Özel, muazzam kariyerlerinin son dönemecinde bu kez de Yalıkavak formasıyla Türkiye'de ve Avrupa'da fırtınalar estiriyorlar. Hem de her şeyin güllük gülistanlık olmadığı bir dünyada...
Yeliz Yılmaz ve Yeliz Özel, Türk hentbolunun son yirmi yılına damga vurdu. Milli takımın en başarılı döneminde onlar vardı. Şampiyon olmak isteyen her kulüp, önce onları kadrosuna kattı. İki Yeliz, şimdilerde Yalıkavak Spor Kulübü'nü Avrupa Kupası Finali'ne ve ilk lig şampiyonluğuna taşımakla meşguller. Onlarla buluştuğumuzda Yalıkavak antrenörü Kıvanç Özcan da aramıza katıldı, iş yine dönüp dolaşıp bu "Sporu nasıl kurtarırız?" sorusuna döndü.
Sohbete başlarken daha önce Beşiktaş Aygaz'la dergi için yaptığım röportajı hatırlattım. Orada da sakin sakin giden muhabbet derinlere indikçe yönetimden, ilgisizlikten, ödemelerden ve federasyondan şikâyetler silsilesine dönmüştü.
Fakat oyuncular bir noktada "Ya bunları söylüyoruz ama sen yine de yazma" demişlerdi. Normal şartlarda bu, gazetecinin sinirini oynatacak bir cümle. Ama hentbolun içindekiler bilir, bu cümlenin sebebi ne korkudur ne de baskı. Olumsuzluklardan yorulmuş insanların "Bunlar çözülmez, zaten yapacak da bir şey yok, vakit kaybetmeyelim" bıkkınlığıdır. O bıkkınlığı almak da tek röportajla mümkün değil...
Her ne kadar Şampiyonlar Ligi gruplarına kalan ilk Türk takımı bir Erkekler Süper Lig ekibi Beşiktaş Mogaz olsa da ekonomik şartların zorlaştığı bir dönemde, yönetim ve yapılanma açısından Kadınlar Süper Lig takımları bir adım öne geçti gibi. Buna katılır mısınız?
Kıvanç Özcan: Bence kadın hentbolu her daim Türkiye'de erkek hentbolunun önünde oldu. Hem oyunculuk yıllarıma hem de 12 senedir çalıştırdığım kadın takımlarına baktığımda bunu net şekilde söyleyebilirim. Yani Türkiye'de ilk Avrupa Kupası finali gören hentbol ekibi bir kadın takımı, Akdeniz Oyunları madalyası alan yine Kadın Milli Hentbol Takımı, lig çekişmesi de daha üstün.
Yeliz Yılmaz: Ben şöyle söyleyeyim, milli takımlar seviyesinde yeni nesille birlikte erkekler, tarihimizde ilk kez belki de kadın milli takımının önüne geçti. 2006 Avrupa Hentbol Şampiyonası'na bir golle gidememiştik, yine dört sene sonra eleme grubunda son maçta kaçırdık Kuzey Makedonya karşısında. O dönemde erkek milli takım böyle bir seviyede değildi. 2000'lerin ortasından bu döneme kadar kadınlar hep öndeydi.
Yeliz Özel: Aslında bunun sebebi federasyonun son dönemde erkek hentbolunu kadın hentboluna göre daha fazla ön plana çıkarması. Mesela Yeliz'in ve hocamın bahsettiği dönemde kadınların getirdikleri başarıların hiç üstüne düşmediler.
YY: Kadın erkek eşitsizliğine giriyoruz yavaştan.
YÖ: Girelim girelim.
YY: Güzel. Hangi alanda durum böyle değil ki? Bana erkek sporcularını veya takımlarını kadınlara göre ön planda tutmayan bir spor, bir federasyon söyleyebilir misiniz? Kadınlar çok çok daha başarılı olmak zorunda kalıyor erkeklere göre ki belki o zaman eşit ilgi veya övgü görebilsinler. İki tarafa da aynı özen gösterilse, kadın milli takımından bir anda el etek çekilmemiş olsa durum daha farklı olurdu. Neyse, zaten ülkenin her yerinde bu hikâye yok mu?
Şöyle sorayım o zaman, muazzam kariyerlere sahipsiniz ve Türk hentbolunun her şeyini gördünüz. Geçmişten bugüne değişen herhangi bir şey yok mu?
YÖ: Kadınlarda altyapılar çok az destekleniyor, bu hiç değişmedi. Yani erkek oyuncu havuzu sürekli geniş, erkekler sporculuğa çok daha rahat adım atıyor.
YY: İşte az önce söylediğim, erkek milli takımındaki yeni jenerasyon...
YÖ: Aynen öyle. Bir de kariyerimin başından beri değişmeyen şey, kadın antrenör sayısının azlığı…
KÖ: Ek olarak bizim ülke sporunun en kötü yönlerinden biri de şu: Bizde altyapı antrenörlüğü -ki kesinlikle üst yapıdan daha zordur ve daha fazla çalışma gerektirir- A takımlara geçmek için bir basamak olarak kullanılıyor. Altyapı antrenörlerinin elindeki genç oyuncuyu yetiştirmek gibi bir niyeti olmuyor. Bu da oyuncunun üst seviyeye ciddi eksiklerle gitmesi demek. Maalesef Türk hentbolu yıllar içinde fazla bir şey öğrenmedi.
Bu aynı zamanda hentbolumuzun içine kapalı yapısından ileri gelmiyor mu? Yıllarca yurtdışında oynadınız, yabancı takım arkadaşlarınız, antrenörleriniz oldu, sizden iyi yanıtlayacak kimse yoktur...
YÖ: Aslında bu soruya cevap vermek için yirmi yıllık kariyere falan gerek yok. Hentbolu anlatamadığınız, medyada da görmediğiniz bir noktada böyle yetişiyorsunuz. Biz küçükken de böyleydi. Yani hentbolcuyum demek beraberinde ya hentbolun ne olduğunu açıkladığınız bir konuşmayla devam ederdi ya da 'ana spor' olmadığı için şakalarla... Ben bu yaşa geldim, daha yeni aşmaya başladım o durumu. Arka planda kalmış bir sporun içine kapanmaması çok zor zaten. Örnek vereyim, yurtdışında oynarken fotoğraf çektirmek isteyenler etrafıma toplanınca veya gazeteye haber olunca fark ettim nasıl bir sporcu olduğumu.
YY: Kapalılık bir de spor kültüründen. Yurtdışında oynayan bir sporcunun gelecek kaygısı yoktur mesela. Sistem bunu sağlıyor. Biz çocuklara rahat bir sportif gelecek sunmuyoruz. Önceliği hiçbir zaman spor olmuyor o çocuğun. Önceliği spor olsa belki yurtdışına gitme hedefi koyacak, kendini geliştirmek için burada gördüğüyle yetinmeyecek. Gelecek kaygımız olduğu, "Yurtdışında oynayıp dönsem iş bulabilir miyim?" diye düşündüğümüz sürece bu kapalılık değişmeyecek.
YÖ: Ben yıllarca yurtdışında oynadım ama bir yandan okulu bitirmek ve öğretmenliği almak zorundaydım. İkiye bölünüyordu hayatım sürekli.
YY: İşte... Kariyerim bittiğinde ne olacağım diye düşünmek zaten ne kendini ne oyununu geliştirmene izin veriyor. Bu korku varken belli bir süre sonra yılıyorsun zaten.
KÖ: Biz eşikleri atlayamıyoruz. Yelizlerin söylediğine ek olarak desteksizlik de, cesaretsizlik de, ne istersen de... Düzgün bir yönetim ve planla biz bir büyük şampiyonaya gidebilmiş olsak -ki kıyısından döndük- belki ülkede hentbol sevilecek, sporcularımız büyük takımlarca takip edilecek ve yurtdışına gidecek.
Doruk Pehlivan mesela Akdeniz Oyunları'ndaki performansıyla transfer oldu Fivers'a.
KÖ: Misal menajerim iki senedir yurtdışına CV'mi yolluyor. Fakat Türk antrenörünün yetenekleri öyle bilinmiyor ki... Hatta bana "Hocam keşke soyadınız Özcaniç falan olsaydı, eski Yugoslav antrenörleri kimse bu kadar sorgulamıyor" diyor. Sorunu medyada da arayabilirsin tabii ama hepsinin bir araya toplanmasından ileri geliyor bu içe kapalılık ve gelişmemişlik.

"Cesaretsiz sporcularız. Küçüklere hep söylüyorum. Sadece şut çekip durmayın, İngilizce öğrenin." - Özel
Yani hem yurtdışından iyi teklif gelmesine rağmen gitmemeyi seçenler -mesela Can Çelebi yine öğretmenlik durumundan dolayı Sporting'den gelen teklifi reddetmişti- hem de "Dil öğretmiş olsalar giderdim" diyen Tolga Özbahar gibi oyuncular var.
YÖ: Biz cesaretsiz sporcularız. Küçüklere hep aynı şeyi söylüyorum, sadece şut çekip durmayın. Gidin İngilizce öğrenin. Kursa gidemeyebilirsiniz ama internet var. Bu çekingenliği kırmak kolay. Yani bir-iki kelime İngilizce bilerek benim oynadığım takıma transfer olan yabancı bir oyuncu tak diye adapte olurken biz neden korkuyoruz ki? Burada da yine aile ve altyapı eğitimi ön plana çıkıyor.
YY: Misal Doruk örneğini verdin, annesi Zeynur Pehlivan ve babası Zeki Pehlivan da eski oyuncular ve çocuklarına Avrupa'ya gidebileceği bir zihniyet aşıladılar. Aile doğru yetiştirecek, altyapı antrenörü doğru eğitimi verecek, devlet "Sen git yurtdışına, dönünce öğretmenliğini veririm sana" diyecek. Hepsi birlikte olmalı.
Kökte sorun olunca her yere sirayet ediyor. Hentbolumuzun son dönemi de bir tuhaf. Kulüpler bazında Beşiktaş ilk kez Şampiyonlar Ligi gruplarına kaldıktan, hatta o sezonun şampiyonu Montpellier'yi deplasmanda yendikten birkaç sene sonra şu anda ekonomik sorunlarla boğuşuyor ve Kupa 2'de puansız grup sonuncusu oldu. Selkaspor diye bir takım kuruldu üç sene önce, büyük bir yatırım yapmışlardı, şampiyonluk gelmeyince sezon sonu kapatıldı. Kadınlar Süper Lig'de örnek gösterilen Ardeşen vardı, yok oldu. Antalya takımları Şampiyonlar Ligi'ne oynuyordu, yatırım çekildiği için şu an ligde üst sıraları zorlayamıyorlar. Kısacası hentbol, parası olan ve sporla ilgilenmek isteyenlerin oyuncağı olmaktan öteye gitmedi bir süredir. Fakat Yalıkavak'ta durumlar biraz daha farklı.
Yalıkavak'ın son iki sezonuna bakarsak ülke hentbolunun en büyük eksiğini tamamladığını görüyoruz: İstikrar.
KÖ: Geçen sezon takımın başına geldiğimde bana "Süreklilik istiyoruz" dediler. İki-üç senelik bir planla şampiyonluğa gitmeyi hedefliyorlardı. "Bu sezon lideriz, şampiyon olursak ertesi sezon büyük bütçelerle bir anda ortalığı dağıtmayalım" diye düşündüler. Yani, yapı sağlam. Sonuçta ayağını yorganına göre uzatmayan yapılar son dönemde hep kayboldu. Bunda hentbolu bilmeyen yöneticilerin payı büyük. Antrenörünü veya oyuncusunu dinlemeyen yöneticiler takımı da dibe sürüklüyor. Yalıkavak bana çok büyük bütçe değil, başarıya gidecek bir yapı sundu.
YY: Kulüpler çok başarı endeksli. Ya sıkılan yöneticiler ya da ekonomik sorunlar kulüpleri küçülmeye veya yok olmaya götürüyor. Bu bir performans sporu. Sadece para harcayarak, kadro kurarak başarıya ulaşmak diye bir şey yok. İşler bir sezon hayal ettiğin gibi gitmez, ertesi sezon istediğini alırsın. Önce ekip ruhunu kurmak, bir plan sahibi olmak, transfer yapmaktan da bütçeyi büyütmekten de daha önemli.
YÖ: Bir plana, kulübe ait hissetmek, antrenmana giderken keyifli olmak sporcuları başarıya götüren en büyük etkenler arasında. Çünkü o zaman takım için bir şeyler yapmak istiyorsun. Kıvanç Hoca'nın varlığı, oyuncu grubunun uyumu, yöneticilerin doğru planıyla birlikte 18'de 18 yaptık, Avrupa'da da yarı finaldeyiz.
Bu yapıyı kariyerinizin son bölümünde Yalıkavak'ta bulmak çok özel olsa gerek…
YY: Benim çok unutulmaz sezonlarım var. Aklımdan hiç çıkmayan şampiyonluklar, Avrupa'da veya milli takımda güzel anılar... Ama kariyerimin bu döneminde böyle bir ekibin parçası olmak Yalıkavak'ı ayrı bir yere koyuyor.
YÖ: Ben 41 oldum, Yeliz 40. Hâlâ başarıya aç hissediyorsak böyle bir ekipte olmamızın büyük etkisi var. Aramızda konuşuyoruz zaman zaman "Bizi ne itiyor?" diye, o yaptığın şeyden mutlu olmanın verdiği hissiyat bu.
KÖ: İnsanların bize bakışı da çok olumlu. EHF Avrupa Kupası çeyrek finalinde Gran Canaria'yı yendik, bütün Süper Lig hocaları beni tebrik için aradı. Yarı final eşleşmemiz belli oldu, bütün hocalar bana rakibimiz Lokomotiva Zagreb'le ilgili bildiklerini yollamaya başladı yardımı dokunur belki diye.
Röportajın merkezi Yeliz, Yeliz, Yalıkavak oldu madem, şunu sorayım: Üç Y'nin geleceğinde ne var?
KÖ: Yalıkavak tarafını ben söyleyeyim. Her sene hedefin daha yukarı çıkmasını istiyoruz. Tabii ki Şampiyonlar Ligi'ne gitmek isteriz ama oradaki bütçeler beş milyon euro civarı. Çok büyük fark var. Biz bu sezonki yarı finalle birlikte düşük bütçeyle iyi işler yapılabileceğini gösterdik. Önce Kupa 2 olur, oradan daha da yukarıya tırmanırız. Adım adım gitmek istiyoruz.
YÖ: Ben vücudum el verdikçe oynamaya devam etmek istiyorum. Bir sezon önceki başarımı tekrarlayamadığımı düşündüğümde bırakmayı düşünebilirim. Kariyerim boyunca yaptıklarımın altına düşmek, hedef küçültmek istemem. Sonrasını da emekli olunca düşüneceğim. Yüksek ihtimal yine hentbolun içinde olacağım ama...
YY: Ben de bıraktıktan sonra bir şekilde bu spora yardımcı olmak istiyorum. Bu kadar uzun zamanını hentbola vermiş insanların dışarıda kalmaması gerek. Antrenör, menajer, kulüp yöneticisi, belki başkanı...
İlk kadın Türkiye Hentbol Federasyonu Başkanı olmak ister misiniz?
YY: Neden olmasın? Bu kadar sene neyin eksik olduğunu gördükten sonra o eksikleri düzeltmek gerek diye düşünüyorum. En azından düzeltmek için çalışmak...
Hentbola başlayan her çocuğun adını duyduğu, idol olarak aldığı Yelizler belki kariyerlerinin sonuna geliyor ancak görünen o ki hem Yalıkavak'ta mücadelelerini sürdürecekler hem de hentbolu bıraktıktan sonra sporun çözülemeyen sorunlarına çözüm aramaya devam edecekler. Üç Y Türk hentbolunu kurtarmaya yeter mi? Keşke ama zor...
Garip bir şey bu hentbol, canınızı yakıyor ama bırakamıyorsunuz da...