Yerleşik Yabancı

15 dk

Türkiye'ye basketbolu ve izciliği getiren Ahmet Robenson; aynı zamanda Hindistan'dan İstanbul'a, İzmir'den New York'a uzanan koca bir ömrün kahramanı.

Sürgün… Bir bitkiden çıkan taze filiz ile mecburen gidilen uzak diyarların aynı adla anılması ne tuhaf… Biri kavuşmayı diğeri ayrılığı çağrıştırmıyor mu? Biri başlangıç ise öteki veda. Biri, taze ve diri; diğeri örselenmiş ve yorgun… Sürgünde yeni ve daha iyi bir hayat kurulmaz demek istemiyorum. Giderken geride bıraktıklarımızın bagajı ile taze bir filiz olunmaz. Olsa olsa, yeni sürgünlerin pıtrak vereceği sağlam ve olgun bir gövde olur sürgündeyken...

Hayatlarımız yaşadığımız çağın ve toplumun dayattığı gerçekler karşısında öyle kırılgan ki… Bazen istenmesini beklemeden çekip gitmeyi bilmek gerekiyor. Böyle olunca sürgün yerine göç mü deniyor? Murathan Mungan'ın Terkediş şiirindeydi, "Aslında giden değil kalandır terk eden" dizesi. Dün kahraman olarak anıldığın toplumda ertesi gün 'hain' yaftalarına maruz kalırsan sen ülkeni değil, ülken seni terk etmiş oluyor. Memleket tablosu, yalnızca rayından çıkmış bir tren gibi savrulan bu çağda değil; her çağda göç ve terk ediş manzaralarından müteşekkil. Galatasaray'ın kurucu önderlerinden, Türkiye'ye izcilik ve basketbolu getiren isim olarak bilinen Ahmet Robenson'un yaşam öyküsü, tam da böylesi bir 'sürgün ve göç tarihi.'

1986 yılının bir bahar günü ünlü gazeteci Naim Tirali, yolda bir diğer fikir insanı Ziyad Ebüzziya ile karşılaşır. Beraber Galatasaraylı şehitler için düzenlenen sergiye giderler. Galeriyi gezerlerken Ebüzziya, Tirali'ye Ahmet Robenson ve kardeşlerinin ilginç yaşam öyküsünü anlatır. Naim Tirali, Ziyad Bey'in anlattığı çarpıcı hikâye karşısında lal kesilir. Bu anısını paylaştığı gazetedeki köşesinde, tarihe de bir not düşer: "Bunlar mutlaka yazılmalı, yoksa unutulup gidecek!"

Naim Tirali'yi sanıyorum hepimizden önce Gareth Winrow isminde İngiliz bir yazar duydu. Winrow bu yazının da temel kaynaklarından birini teşkil eden ve Robenson ailesinin yaşamına ışık tutan kitabını 2019'un sonlarında yayımladı. Ve bu sayede spor tarihimizde efsane mertebesine yükselmiş, çok bilinen isimlerin az (ve hatta yanlış!) bilinen yaşam öykülerinden biri daha önemli ölçüde aydınlandı.

İstanbul’dan Önce, İstanbul’dan Sonra

Ahmet Robenson, 1889'da Hindistan'ın Bengal şehrinde Hristiyan bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelir. Vaftiz ismi Peel Harold Robinson'dur. Baba Spencer doğup büyüdüğü İngiltere'nin Lincolnshire kasabasında yarıcı olarak çalışırken eşini kaybeder ve 1870'lerde memleketinden ayrılıp Hindistan'a gider. Burada bir süre çay tarımı ve odun ticareti ile uğraşır. 1880 yılında İngiltere'de Hannah ile evlendikten sonra yeniden, bu defa beraberce Bengal'e dönerler. Spencer, en küçük çocuğu Peel Harold doğduktan yalnızca altı ay sonra hayata gözlerini yumar. Dört ufaklık ile Bengal'de kalmak istemeyen Hannah, yıllar sonra yeniden İngiltere'ye yerleşir.

Hayat onlar için Brighton'da yeniden başlar.

Ahmet Robenson, yani Peel Harold çocukluğunun ilk birkaç yılını da burada geçirir. Öte yandan 19. yüzyıl İngilteresi'nde kasvetli bir kasaba yaşantısı içinde serpilip sonlanabilecek sıradan bir öykü, anne Hannah'nın 'yeniden hayat kurma' mücadelesi ile bambaşka bir veçheye bürünür. Hannah önce Gholab Shah adındaki Afgan bir doktorla evlenir, ardından Müslüman olur ve çocuklarını da yanına alarak yeni eşiyle birlikte Osmanlı'nın başkenti İstanbul'un yolunu tutar.

Hannah artık Müslüman bir ülkede Müslüman bir kocayla yaşayacaktır. İşe kendisinin ve çocuklarının isimlerini değiştirerek başlar. Yeni adıyla Fatma, çocukları Yakup, Abdurrahman, Ahmet ve Adile ile artık yeni bir yaşama hazırdır. Her ne var ki Fatma Hanım'ın büyük umutlar içinde başlayan evliliği kısa bir süre sonra tam bir felakete dönüşür. Zira kendini doktor diye tanıtan kocasının kadınlarla parası için evlilikler yapan bir üçkâğıtçı olduğu ortaya çıkar. Fatma, yabancı bir ülkede yaşadığı bu zorlu ayrılık sürecinde beklenmedik bir şekilde Osmanlı sarayının ilgi ve desteğine mazhar olacaktır. Sultan Abdülhamit, Mustafa Zeki Paşa gibi isimlerin Robensonlara gösterdiği bu ilginin arkasında ise Fatma'nın kişisel olarak tanıdığı, Osmanlı'nın ilk ve son Britanya Şeyhülislamı olarak bilinen William Henry Abdullah Quilliam'ın parmağı vardır.

İstanbul'daki askeri okullardan sorumlu olan Mustafa Zeki Paşa, Robenson ailesi ile bizzat ilgilenir. Öncelikle Fatma'nın üç oğlunu Kuleli Askeri Okulu'na yazdırır. Ardından kızı Adile'yi bir süreliğine kendi evine besleme olarak alır. Artık sırada Fatma'ya 'münasip' bir kısmet bulmak vardır. Kısa bir süre içinde Sultan Abdülhamit'in de teşvikiyle genç subay Ahmet Bahri ile dünyaevine girer Fatma. Çiftin Fevzi isminde bir oğulları olur.

Hayat onlar için Beşiktaş, Akaretler 107 numarada yeniden başlar.

Mekteb-i Sultani Günleri

Robenson kardeşler eğitimlerine Kuleli'de başlamış olsalar da Fatma çocuklarının asker olmasını istemez. Bir süre sonra üç kardeşin kaydı Kuleli'den Mekteb-i Sultani'ye alınır. Ahmet ve Abdurrahman kardeşlerin yıldızı da burada parlayacaktır.

Ruşen Eşref, hatıratında Robensonlardan Yakup'u sert, Abdurrahman'ı içine kapanık ve Ahmet'i arkadaş canlısı biri olarak anımsar. Burhan Felek'e göre ise Yakup, hemen herkesle dost olan, her yere girip çıkan ve safdilliği ile bilinen bir tiptir. Felek, belki de Yakup'un bu özelliklerini bildiği için, onun Birinci Dünya Savaşı'nda şehit düştüğü iddiasından ziyade casusluk suçu ile kurşuna dizildiğine inanır.

Robensonların en küçüğü Ahmet, Galatasaray Kulübü'nün 9 numaralı üyesi ve aynı zamanda ilk şampiyon takımının da file bekçisiydi. Sarı-Kırmızılı kulübün iki numaralı kurucu üyesi Asım Tevfik Sonumut, Ahmet'in kaleciliğe nasıl başladığını şöyle anlatır: "Ben Galatasaray'ın ilk kalecisiydim. Oldukça çeviktim. Fakat boyum kısaydı. Ahmet Robenson'un boyu uzundu. Kendisine kaleci olmasını söyledim. Kalecilik üzerine bildiklerimi, tecrübelerimden elde ettiğim neticeleri söyledim, gösterdim ve alıştırdım, yerimi de kendisine terk ettim."

Ruşen Eşref Ünaydın'a göre Ahmet Robenson döneminin 'en üstün kalecilerinden biri'ydi. Galatasaray'ın ilk şampiyonluğunu göğüslediği 1908-1909 sezonunu takiben iki yıl boyunca sahaya çıktığı 14 maçta yalnızca 4 gol yemişti. Öte yandan o günlerin yine önemli tanıklarından Burhan Felek, Ahmet'in kaleciliğinden pek de sitayişle söz etmezdi:

"Hiçbir kuvvetli şutu tuttuğunu görmedim. Golü yedikten sonra topun nereden girdiğini, kendisinin nerede kaldığını uzun uzun etüt ederdi. Ve bu hareketiyle şöhret bulmuştu."

Gerçekten futbola, genel olarak spora teknik ve fenni bir yaklaşımı vardı Ahmet Robenson'un. Basketbol ve izcilik alanında yaptığı girişimler de bunun bir göstergesi. Onun öncü çabaları bu iki faaliyet alanının önce Mekteb-i Sultani gençleri arasında, ardından başkentin spor çevrelerinde yaygınlaşmasını sağlayacaktı. Robenson'un basketbolla nasıl tanıştığına ilişkin nüanslar barındıran benzer anlatılar var. Bu defa sözü Haluk San'a bırakalım:

"Memleketimizin eski tanınmış sporcularından Mekteb-i Sultani Galatasaray Lisesi'nin o zamanki beden terbiyesi öğretmeni ve gene Galatasaray Kulübü'nün o zamanki umumi kaptanı Ahmet Robenson 1911 yılında eline geçen ve sportif oyunların oynanışını izah eden İngilizce bir kitapta basketbol oyunu tarifine rastlar. O zaman kendisi futbol oynadığı için bunun hakkından geleceğini tahmin eder. Bu kitap basketbolun ilk oynanış zamanına ait bir tarifname olduğu için onar kişilik takımlarla oynandığını işaret etmektedir. İçinde fazla izahat verilmeden, karşılıklı duvarlarda iki sepet bulunacaktır, denildiğinden Galatasaray Mektebi Jimnastikhanesi'nin iki duvarına birer kâğıt sepetini kuvvetlice tespit eder ve sahaya davet ettiği 20 kişiye oyunu kitaptan anladığı kadar kısaca tarif ettikten sonra oyun başlar. Fakat bir tarafın kazaen yaptığı 8 diğerinin yaptığı 3 sayı ile oyun kendiliğinden durur. Çünkü oyuncularda kırılmadık burun, şişmedik göz, patlamadık kaş kalmamıştır."

Ahmet Robenson, yalnız basketbolda değil; izciliğin kurumsallaşıp geliştirilmesinde de çığır açan kişi olmuştur. Abisi Abdurrahman ile birlikte 1912 yılında Galatasaray Lisesi bünyesinde memleketin ilk 'keşşaflık' teşkilatını kurar. Böylece Türkiye'de izcilik tatbikatı ve seyahatleri de başlamış olur. İttihat ve Terakki'nin bu yıllarda yaygınlaşmaya başlayan paramiliter gençlik örgütleri, keşşaflık hareketini 'milli bir görev' olarak benimseyecektir. Kaderin bir oyunu ki izciliğin Türkiye'deki kurucu önderi Ahmet Robenson'un bu topraklardaki yaşamının sonunu getiren milliyetçi zihniyet de yine bu örgütlerden yükselir.

Robensonlar Cephede

Ahmet, mezuniyeti sonrası Galatasaray ve Vefa liselerinde beden eğitimi öğretmenliği yapar. Popüler bir hocadır. Derslerinde İngiliz spor âlemine ilişkin hikâyeler anlatır, sporculuk yıllarından komik anılarını öğrencileriyle paylaşır. Lakin Ahmet'in hocalık saadeti, savaşın kapıya dayanmasıyla son bulacaktır. Askeri eğitimini Harbiye kampında aldıktan sonra, 3. ve 9. Ordu'da askeri memur olarak çalışmak üzere İstanbul'dan ayrılır.

Esasen sadece Ahmet değil, Abdurrahman ve Yakup da Osmanlı Ordusu'nda yer alır. 'Galatasaraylılık' kimliği, Robensonlar ile Türk-Müslüman cemaat arasında bir tutkal vazifesi görmektedir. Kökleri ister Hristiyan ister İngiliz olsun, bu gençler Galatasaraylıdır! Bu topraklara okulda, sahada ve salonda olduğu gibi cephede de hizmet etmeyi sürdürürler.

Ahmet Robenson savaşın bitmesinin hemen ardından, bu defa Osmanlı Ordusu tarafından Kafkaslarda görev yapmak üzere işe alınır. Önce Kars İslam Şurası ve ardından Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti için tercüman olarak çalışır. İngiliz işgal kuvvetleri ile yapılan üst düzey görüşme ve münazaraların hepsinde yer alır. Ahmet, fırsat buldukça buradan ailesine mektuplar yazar. İngiliz işgali altındaki İstanbul'un geleceğine ilişkin yaptığı yazışmalar askeri otoritelerin radarına takılır. Şüphe tohumu akıllara düşmüştür bir kere. Kazım Karabekir Paşa gizli bir telgraf çekerek askeri istihbarattan Ahmet ve ailesi hakkında soruşturma başlatılmasını ister. Acaba Ahmet Robenson bir İngiliz ajanı mıdır? Ahmet'in aynı yıl Kars Hükümeti'nin posta ve telgraf biriminde görev yapan Polonya uyruklu Nina Yankovski ile tanışıp evlenmesi de şüpheleri besler. Ahmet ve Nina 1921 yılında İstanbul'a dönerler.

Hayat onlar için yeniden başlar.

Yükselen Zenofobi

Ahmet Robenson, İstanbul'a taşındıktan sonra spor ve beden eğitimi alanında faaliyetleri ile bilinen Hristiyan Genç Erkekler Birliği'nin (YMCA) Beyoğlu şubesinde işe girer. İlerleyen yıllarda Türkiye'yle kültürel ilişkiler kurmak isteyen Amerikalıların başka misyonerlik faaliyetlerinin de içinde bulunacaktır. Kuşkusuz tüm bunlar Türk milliyetçilerinin gözünde İngiliz kökenli bir Müslüman olarak onun hanesine 'eksi puan'dır. Yine de Cumhuriyetin ilk yılları boyunca önemli sosyal çevrelerde boy göstermekten çekinmez. O, Büyük Millet Meclisi'nin açılışlarına çağrılan; davetlere, balolara, spor organizasyonlarına eşiyle beraber katılan ve girdiği çevrelerde her daim saygı uyandıran bir isimdir. Öyle ki yakın dostu Ali Sami Yen'in destek ve teşvikiyle 1925 yılının 17 Temmuz günü Galatasaray Kulübü Başkanlığı ile taltif edilir. Ancak başkanlığı sadece üç ay sürer. Robenson'un çok önemli bir spor insanı olduğunu fakat kulübü yönetmek için bunun yeterli olmadığını düşünen bir grup Galatasaraylı üye imza toplayarak 'olağanüstü kongre' kararı aldırır ve kongrede Ahmet Robenson başkanlık görevine veda eder.

Ahmet Robenson gibi Türk spor tarihinde defalarca çığır açmış bir şahsın Galatasaray Kulübü başkanlığı için 'uygun' bulunmaması nasıl açıklanabilir ki? 'İngiliz' kimliği yeniden hatırlanmış olmalı… Ajan, hain yaftaları kapalı kapılar ardında yeniden yükselmiş… Her ne olmuş olursa olsun bu veda, Robenson için önemli bir kırılma noktası anlamına geliyordu. Kısa bir süre sonra annesi ve eşiyle birlikte İstanbul'u terk ederek İzmir'e taşındı. Burada İzmir Refah Meclisi gibi Amerikalıların desteklediği çeşitli sivil toplum oluşumlarında çalıştı.

1926-27 yılları olmalı... İzmir Refah Meclisi tarafından 'pastörize süt' kampanyası başlatılmıştı. Fransızca ve Türkçe mektuplar basılarak halka ne kadar süte ihtiyaç duydukları soruluyor, bu bilgiler ışığında dağıtım planlaması yapılıyordu. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın İzmir teşkilatından Hikmet Bey, İzmir Refah Meclisi'ni Türkçe yerine Fransızca kullandığı için ağır surette eleştirerek hedef gösterdi. Ahmet Robenson'un yanıtı gecikmeyecekti. Mektupların küçük bir kısmının Fransızca basıldığını, çoğunun Türkçe olduğunu ifade eden Robenson ekledi: "1908 yılında eline fırçayı alıp İstanbul sokaklarına çıkan kimseler değil; bir tek kendisiydi! Yabancı dillerdeki yazıları 'Burası Türkiye, Türkçe yazın' sözleriyle boyayarak şehrin duvarlarından tek başına o silmişti!"

O vatan sevgisinin lafta değil, icraatta olduğunu söyleyerek çalışmalarına devam etse de kendisi hakkındaki şüphe bulutları bir türlü dağılmak bilmiyordu… Üstelik yabancıların ve yabancı odaklı derneklerin üzerindeki baskılar da gün geçtikçe artıyordu. Otoriter milliyetçilik henüz sert çekirdekli bir ideolojiye dönüşmemişti belki, otuzlara kıyasla sosyo-kültürel iklim hâlâ gevşekti ancak Ahmet zenofobinin ayak seslerini işitmeye başlamıştı. Bundan dolayı daha fazla beklemek istemedi. 1929 senesinin sonunda, biricik annesini geride bırakarak eşi Nina ile Türkiye'yi terk edecekti.

Hayat onlar için New York'ta yeniden başlıyordu.

Ahmet yeni bir yaşam kurmak için ana vatanı İngiltere'yi değil; Amerika'yı seçti. Zaten duygusal köklerini yaşamının neredeyse ilk kırk yılını geçirdiği İstanbul dışında başka nereye ait hissedebilirdi ki? New York'ta önce halı ticareti ile uğraştı, ardından ünlü Lyndhurst Konağı'nın idari müdürlüğünü yaptı. Nina ve Ahmet çiftinin hiç çocuğu olmadı.

Türk spor basını Ahmet Robenson'dan senelerce haber almadı. Öyle ki hayatta olup olmadığı bile meçhuldü. Peki Ahmet neden memleketinden kimseyle iletişim kurmayı tercih etmedi? 1948 yılında Fatma Robenson'un vefatının ardından Fenerbahçe Spor Gazetesi'nde çıkan uzun başsağlığı yazısında Ahmet Robenson'un Amerika'da bulunduğu kaydedilse de akıbeti hakkında herhangi bir yorum yapılmamıştı. 1965 yılında Robenson'la New York'ta tesadüfen karşılaşan Hayat dergisi muhabiri Sara Korle, okurlarına "Türk spor tarihinde yaptıkları ile kendilerinden sonra gelen nesillere öncülük edenler arasında çok önemli bir yer tutan" Ahmet Robenson'un hayatta olduğunu müjdeliyordu! Robenson, Korle ile gerçekleştirdiği mülakatını memleket hasretine vurgu yaparak gözyaşları içinde noktalayacaktı.

Talih bu ya; aynı sene vefat etti Ahmet Robenson. 76 yaşında. Yerleşik bir yabancı olarak doğduğu dünyadan yine yerleşik bir yabancı olarak göçüp gitti…

Socrates Dergi