Yetenekten Geleneğe

10 dk

Sovyetler Birliği bir tenis ülkesi değildi, en büyük mirasçısı ise uzun yıllardır bu payeyi taşıyor. Kafelnikov, Safin, Sharapova ve Rusya'nın tenis yolculuğu sizlerle…

Artık formatı değişmiş ve yeni rakipleri türemiş olsa da erkek tenisinde en güçlü ulusu belirlemenin birincil yolu hâlâ Davis Kupası. 1900 senesinden beri düzenlenen organizasyon, uzun süre boyunca ABD, Britanya, Avustralya ve Fransa gibi öncü ülkeler arasında geçti. 1974 senesinde Güney Afrika şeytanın bacağını kırana dek, bahsettiğim devler, aralarına başka hiçbir milleti sokmayacaktı. Sonrası ise farklı ilerledi. Bilhassa Kıta Avrupasının Fransa hariç paydaşları gücünü gösterecek; Björn Borg'un sürüklediği İsveç, Adriano Panatta'lı İtalya, Ivan Lendl'lı Çekoslovakya gibi örnekler, tenisin daha global bir spora dönüştüğünü ispatlayacaktı. Çok benzer görüntü, şimdilerde Billie Jean King Kupası olarak anılan Fed Kupası için de geçerliydi. Kadın tenisinin hâkim ulusları arasına yetmişlerle beraber yeni üyeler katılacaktı. Fakat fotoğrafta hem yüzölçümü hem spor geleneği bakımından büyük bir eksik mevcuttu...

Basketboldan futbola, atletizmden jimnastiğe kadar pek çok branşta dünya devleri çıkaran Sovyetler Birliği, -nasıl olduysa- kortlarda aynı kudrete sahip değildi. Kâinatın en geniş ülkesinin uçsuz bucaksız topraklarından gayet tabii tenisçi çıkabilirdi. Zaten ülkede tenis oynanmaması gibi bir durum da yoktu. Rus İmparatorluğu'nun son demlerinde başlayan raket sporları furyası, kapalı kapılar ardında sayısız oyuncuyla varlığını sürdürmüştü. Fakat yetmişlerde Alex Metreveli ve Olga Morozova gibi profesyonellerin Grand Slam seviyesinde adını duyurması bile yolu açmamıştı. Kendi ekipmanını kendi imal eden, birçok sporcusuna ülke dışında profesyonel oynama imkânı vermeyen Sovyetler Birliği'nin baskıcı yaklaşımı, devasa yetenek havuzunun dünya sahnesine açılamayışına nedendi. Önemli antrenörlerinden Igor Volkov'a göre, ülkeden kaçacakları korkusuyla yurtdışına gönderilmeyen çok sayıda yetenekli oyuncu vardı ve imkân verilse Sovyet tenisi yükselişe geçebilirdi.

Seksenli yıllar sona ererken, tenis yeniden olimpik programın parçası oldu. 1924 Paris'ten itibaren 64 sene boyunca -iki test organizasyonu hariç- olimpiyatta boy göstermeyen kortlar, 1988 Seul ile beraber en iyilerin madalya mücadelelerine ev sahipliği yapacaktı. Sportif başarı odağına her zaman olimpiyat oyunlarını koyan Sovyet spor ekolü de bu dönemde tenisi tekrar radara aldı. Natasha Zvereva ve Larisa Savchenko gibi sağlam oyuncular, uluslararası turnuvalarda kapıyı çalmakta ve gözle görülür bir çıkışın sinyallerini vermekteydi. Rusya özelinde asıl atılım ise çehrenin tamamen değiştiği, 'birlik' kavramının ortadan kalktığı 1991'den itibaren başlayacaktı. Çiçeği burnunda devlet başkanı Boris Yeltsin, amatör bir tenis oyuncusu ve tutkulu bir izleyiciydi. Onun varlığı daha fazla yatırım, daha fazla görünürlük anlamına geliyordu.

Marat Safin ve Yevgeni Kafelnikov

Marat Safin ve Yevgeni Kafelnikov

Rus tenisi henüz emekleme dönemindeyken ortaya Yevgeny Kafelnikov çıktı. Moskova'daki meşhur Spartak Tenis Kulübü'nün toprak kortlarında Fotoğraf yetişen Kafelnikov; Pete Sampras, Andre Agassi, Jim Courier ve Michael Chang'in ABD'yi bir süper güç yaptığı, Michael Stich, Patrick Rafter, Carlos Moya, Marcelo Rios gibi dünya 1 numaralarının onlara eşlik ettiği yıldızı bol dönemde en iyiler arasına girecekti. Rusya'nın teklerde ilk Grand Slam şampiyonu olmak ve dünya sıralamasının zirvesine çıkmak ona nasip oldu. Müthiş çalışma etiğiyle arkasından gelen tenisçi adaylarını da etkileyen Kafelnikov'a göre, yaptıklarının sırrı tam da orada gizliydi: "Hiçbir zaman John McEnroe veya Roger Federer kadar yetenekli olmadım. Hatta Nick Kyrgios ve Marat Safin kadar da yetenekli değildim. Ben, amaçlarım uğruna çok ama çok çalıştım, başarılı olmam da bu yüzdendir." Rus tenis geleneğinin ilk taşlarını döşeyen Kafelnikov'un ismini zikrettiği Safin, onun tam zıddı bir görüntüyle geldi. Hem de ardından fazlasını getirerek…

Eğer Rusya'nın kortlardaki altın çağından bahsedeceksek, milenyumun ilk on senesi hâlâ rakipsiz konumdadır. 2000 yılında Sampras'ı evinde devirerek Amerika Açık şampiyonu olan Safin, sahip olduğu süper yetenek ve müthiş doğal karizmasıyla ortalığı kasıp kavuruyordu. Sporun yeni poster yüzleri şeklinde lanse edilen Lleyton Hewitt, Andy Roddick, Juan Carlos Ferrero ve Roger Federer'li jenerasyonun parçası olan Safin'in istikrarı ve adanmışlığı sorgulanabilecek seviyedeydi. Fakat o da tıpkı Kafelnikov gibi nesilleri ardına takmıştı. ATP'ye verdiği bir röportajda, selefinin üzerinde yarattığı etkiden şu sözlerle bahsedecekti: "Yevgeny'nin o seviyede yaptıklarını görmek beni de ateşledi. Onu görene dek Rusya'dan çıkıp müthiş bir tenisçi olabileceğime dair fikrim yoktu."

Üstelik konu sadece iki isimden ibaret değildi. Aşağı yukarı aynı dönemde kariyer yolculuklarına başlayan genç Mikhail Youzhny ve Nikolay Davydenko da dünya sıralamasında ilk 10'a girecek, Grand Slam'lerde ileri turlar oynayacak kapasitede tenisçilere dönüşeceklerdi. Kafelnikov'un -yıldız gücü bakımından- yalnız kalmasına rağmen doksanlarda iki finale taşıdığı Rusya Davis Kupası Takımı'nın derinliği artık çok daha fazlaydı. 2002 senesinde Kafelnikov'un da yer yer aldığı takım, Paris'te Fransa'yı yenerek mutlu sona ulaştı. Bu organizasyonda ilk zaferine imza atan Rusya'yı tribünden izleyenler arasında Boris Yeltsin de vardı. Emekli devlet başkanı, mimarlarından olduğu başarıların çoğuna yakından tanıklık ediyordu.

Yeltsin'in en sık iletişimde olduğu, hatta zaman zaman oyununa dair tavsiyeler dahi verdiği raket ise Anastasia Myskina'ydı. Erkek tenisinde kalkınan ve elit seviyeye yükselen Rusya, WTA düzeyinde de Myskina gibi klas oyuncular çıkarmıştı. 2004 Roland Garros Finali'ni yurttaşı Elena Dementieva ile oynayan Myskina, tek kadınlarda Grand Slam kazanan ilk Rus raket oldu. Bir bakıma, doksanların ortasında Anna Kournikova'dan bekleneni farklı profilde gerçekleştiriyordu. Kournikova'nın doğal yeteneği ne yazık ki sahip olduğu yıldız ışığına yenilmiş, genç raketin ilgisi kort dışına kaymıştı. Her ne kadar onunla kıyaslanmayı sevmese de Maria Sharapova'nın Kournikova ile bazı paralellikleri vardı. Hem kort üstünde hem de sponsorlar nezdinde yıldız olabilme şansına sahip Masha, 17 yaşında Wimbledon şampiyonluğuna uzandı ve ışık hızıyla dünyanın en popüler sporcuları arasına girdi. Çocukluk günlerinden itibaren Florida'da büyümesine rağmen zirvede Rusya'nın bayrağını dalgalandırıyordu.

Rus tenisi adına 2004'ün şahikaları henüz bitmemişti. Myskina ve Masha'nın ardından Amerika Açık şampiyonluğuna giden Svetlana Kuznetsova, akıllara durgunluk veren Grand Slam sezonuna nokta koydu. Dementieva ise tıpkı Paris'te olduğu gibi, New York'ta da vatandaşına yenilip ikincilikte kalmıştı. 2004 başlarken herhangi bir Rus kadın tenisçinin slam zaferi yoktu ama şimdi, listede tam üç isim yazılıydı. Yıllardır beklenen Fed Kupası zaferi için daha ideal bir dönem olamazdı. Sharapova ve Dementieva'nın katılmadığı finallerde, Myskina ve Kuznetsova'lı takım bile yeterince kuvvetliydi. Tesadüftür, kupa yine Fransa karşısında geldi. Dinara Safina ve Vera Zvonareva'yı da içeren aynı jenerasyonun farklı yıldızları Rusya formasıyla toplamda dört Fed Kupası zaferi yaşayacaktı. Erkek ve kadın tenisinde gelen takım düzeyinde başarılar gösteriyordu ki artık saman alevi tadında çıkışlardan değil de bir gelenekten bahsedilebilirdi.

Boris Yeltsin ve 2004 Rusya Fed Kupası Takımı

Boris Yeltsin ve 2004 Rusya Fed Kupası Takımı

Doksanların başında henüz yeni yeni işlenen bir yetenek havuzuyken 2000'lerde dünyanın en önemli tenis ekollerinden biri haline gelen Rusya, şimdilerde yine görkemli bir gelecek hayali kurabilir. Neden mi? Öncelikle erkek tenisinde kartların yeniden dağıtıldığı dönemde, en nevi şahsına münhasır elit oyuncuya sahipler. 2021'de Novak Djokovic'i takvim slam'inden ederek Amerika Açık kazanan Daniil Medvedev, siz bu satırları okurken 2022 Avustralya Açık'taki yolculuğunu kupayla taçlandırmış ve dünya sıralamasında 1 numaraya yükselmiş olabilir. Üstelik Medvedev'in de tıpkı Safin tarzı bir doğal karizması, 'troll' ama son derece eğlenceli bir karakteri var. 1.98'lik boyundan beklenmeyecek kadar çevik geri çizgi oyunu ise ideal olmayan tekniği ve farklı vuruş seçimlerine rağmen son derece efektif. Henüz majör turnuvalarda atılım yapamasa da Andrey Rublev de devamlılığı yüksek bir ilk 10 tenisçisi. Performans dalgalanmalarına rağmen uzun seneler üst düzeyde oynamaya aday Karen Khachanov ve peri masalı tadında bir yıl sonrası vitrine çıkan Aslan Karatsev de Rusya'nın yeni jenerasyon yıldızları arasında. Kadınlar tarafında Medvedev tarzı süper yıldız kalibresinde bir figürden bahsetmek şimdilik mümkün değil. Ancak Anastasia Pavlyuchenkova, Daria Kasatkina, Veronika Kudermetova gibi iyi oyuncular ilk 10 çevresinde dolaşmayı sürdürüyorlar. Alttan gelen birçok isim de cabası...

2021 senesini Medvedev'in Amerika Açık zaferi, erkeklerde Davis Kupası, kadınlarda Billie Jean King Kupası ve olimpiyat oyunlarında gelen üç madalyayla tamamlayan Rusya'nın kortlarda bir gelecek kaygısı olmasa gerek. Sovyetler Birliği günlerinden taşınan sportif miras, genetik yatkınlık faktörü ve tenise yönelen sayısız gençle beraber, bu kaygıyı duymalarına hiç lüzum yok. Ne diyelim… Darısı kendi geleneğini arayan diğer ülkelerin başına.

Socrates Dergi