Yokuş

11 dk

Polis, futbolcu, teknik direktör, sportif direktör, başkan ve duvar ustası... Stefan Kuntz çok farklı hayatlar yaşadı ama hep bir çıkış yolu buldu. O yolu şimdi de Türk futbolu için bulmak zorunda.

Daha önce o yokuşun farkındaydı belki de ama önemsemiyordu. O yokuş vardı, bir tehlike arz etmiyordu ve hayat iyi gidiyordu, bu yüzden bir eylem planına da gerek yoktu. Ta ki işlerin iyi gitmediği bir döneme girene kadar. İşte o günlerden birinde bahçesindeki yokuşu gördü, ona bir anlam yükledi ve bir şey yapması gerektiğini düşünmeye başladı. Stefan Kuntz, o yokuşun önüne doğal taşlarla bir duvar örme kararı almıştı. "Başta yedisekiz metrelik bir duvar örecektim" diyen Kuntz, süreç tamamlandığında yüz metrelik bir duvar örmüştü. Mantıklı, yani anlamlı bir şey yapmak istiyordu, kendi deyimiyle günün sonunda neleri başarabileceğini görmek istemişti.

Kuntz'un bir onaya ihtiyacı vardı. Yararlı bir insan olduğunu, bir şeyleri başarabileceğini hatırlaması gerekiyordu çünkü hayatında ilk kez işsiz kalmıştı ve buna alışık değildi. Son derece başarılı bir futbol yaşantısının hemen ardından teknik direktörlük kariyerine başlamıştı. Karlsruhe'de işler hiç fena gitmemişti, Waldhof Mannheim ve LR Ahlen'de ise başarısızlığı gördü. Kasım 2003'te Ahlen ile yollarını ayırdıktan sonra zamanının müthiş golcüsü için hayatının en zor dönemi başlayacaktı. Teklif gelmesi bir tarafa, telefonu dahi çalmıyordu. "Bir gün eşime beni aramasını söyledim, belki telefon bozuktur diye." Eşinin çağrısı ulaştı ama başka arayan yoktu. Hayatı boyunca ilgi gören, manşetlerden düşmeyen, her söylediği önemsenen bir yıldız artık yalnızdı. Şöyle diyor zaten: "Takdir görmek uyuşturucu gibi, sürekli arzuluyorsunuz ve bu sizi motive ediyor." Eşi Sabine, sevdiği adama nasıl davranacağını bilmiyordu fakat kendini paralayan hayat arkadaşına bir önerisi vardı: "Takdir görmek için başka bir şey bul!" Ama ne olabilirdi ki bu?

Stefan Kuntz, radikal bir karar alarak iş bulma kurumuna gitti. O günü şöyle anlatıyor: "Her vatandaş gibi numara fişimi çektim, sıramı bekledim, benimle ilgilenen hanımefendiyle iyi bir görüşme yaptık ama konuşmanın sonunda bana 'Sana iş bulmak zor' dedi." Futbolcu olmadan önce polis okuluna giden, hatta bir dönem memurluk yapan Kuntz, eski mesleğine dönemezdi çünkü üzerinden çok zaman geçmişti. Futbolculuk da bitmişti. "Teknik direktörlük için hazır değildim" diyen Kuntz çaresizdi. Yakın arkadaşları için de zor bir dönemdi. Hayatının her evresinde en popüler, en güçlü, en hayatın içinde olan oydu ama bu sefer roller değişmişti ve arkadaşları ona nasıl yardımcı olacaklarını bilmiyordu. Psikolojik destek alan Kuntz, bu süreçte bir şeyi fark etti: "Kimse sana yardım edemez, iç sesini dinlemek zorundasın ve kendinin en iyi arkadaşı olmalısın çünkü insanı en çok kendisi anlar."

Bu buhranın içinde yakından tanıdığı bir gazeteciye güven ortamında söylediği "Artık teknik direktörlük yapmak istemiyorum" cümlesi ertesi gün manşetlere çıkmıştı ve Almanya bu haberle çalkalanmıştı. Gerçi bu tam doğru değil çünkü Mannheim ve Ahlen'de bile başarısız olan birinin teknik direktörlük yapmaması gayet normaldi. Haberin çıktığı gün bir 3. Lig takımı Kuntz'u arayıp "Sizi yeni sezonda sportif direktör olarak istiyoruz ama o zamana kadar yarım sene hocamız olur musunuz?" teklifini sunmuştu. Kuntz'un içinde bir ateş yanmıştı. "Evet tam olarak aradığım bu, sportif direktör olmak istiyorum" diyordu kendi kendine ama işin ucunda hem yarım senelik antrenörlük hem de gazetedeki somut manşet vardı. Sabine'yle konuşmuş, eşinin "Bana ne soruyorsun, gazetedeki manşet ortada!" çıkışıyla karşı karşıya kalmış ve lafını yememek adına teklifi geri çevirmek zorunda kalmıştı.

Yerle bir olmuştu âdeta, soğuk terler döküyordu. Tam yeni bir şans yakalamışken, tüm o üzüntüleri, iş bulma kurumunda beklediği koridoru, görüştüğü hanımefendinin nazik bir şekilde iş bulamayacağını söylemesini unutacaktı ama hayatta değerleri olan biri için, geçici de olsa, o lafı yemek yakışık almazdı. Ama o gazete manşetini sadece az önce bahsi geçen 3. Lig kulübü okumamıştı. Yine 3. Lig'de mücadele eden TuS Koblenz kulübünün de bir fikri vardı. Soğuk terlerin döküldüğü akşamda Kuntz'a sportif direktörlük görevini teklif eden Koblenz, yeni bir dönemin açılmasına vesile olacaktı.

Mütevazı şartlarda çok iyi işler çıkaran Kuntz, kısa bir süre sonra zamanında futbol oynadığı VfL Bochum'dan teklif almış ve köklü kulübün sportif direktörü olmuştu. Futbolu çok seven, çok da iyi bilen Kuntz artık kendine yeni bir alan bulmuştu ve orada da adından söz ettiriyordu. Düşük bütçeyle son derece başarılı transferlere imza atan Alman futbol adamı, daha sonra Türkiye'de de iyi izler bırakan Theofanis Gekas'ı keşfedip Bochum'a kazandırmıştı. 22 gol atıp Leverkusen'e giden Gekas'ın ardından, transferi gizli tutmak için arabasıyla Slovakya'ya gidip aldığı Stanislav Sestak da başka bir örnekti. Kuntz bir zamanlar kaybettiği takdiri tekrar görüyordu ve büyük kulüplerin de dikkatini çekmişti.

Daha önemli fırsatları olmasına rağmen gelen tekliflerin arasından Kaiserslautern'i seçmesi de hayata bakışını anlatan bir hamle. Futbolcu olarak en çok forma giydiği, en çok gol attığı ve en başarılı olduğu kulübe bir vefa borcu olduğunu düşünüyordu. Kaiserslautern 2008'de 2. Lig'e de veda etmek üzere olan, maddi ve manevi anlamda yıpranmış bir kulüptü ama Kuntz başarılı olacağına inandı. Belki de hayatta ikinci bir şansın ne kadar kıymetli olduğunu hatırladı. Kulübün önemli bir sponsorunun başındaki isim, kendisine "Bir yola çıkacaksan trenin dolmasını bekleme. Yola çık, yolculuğunda sana eşlik edenler olacak" diyerek bir öğüt vermişti. Tam bir yıl sonra Kaiserslautern'i Bundesliga'ya taşıyan Kuntz, rüştünü bir kez daha ispatladı. Bu başarılı süreç onu başarısız olduğu tek alan olan teknik direktörlük konusunda da tekrar düşünmeye sevk etti. En iyi arkadaşı olan kendine bazı sorular soruyordu. "Ben nerelerde yanlış yaptım? Acaba teknik direktör olarak yaptığım hataların kaynağı daha mı derinlerde? Belki de çocukluğumda yaşadığım bir şey var?" Bunları öğrenmek için profesyonel destek de alan Kuntz, kendini yeniden keşfetti. Başarının sadece saha içiyle değil saha dışıyla da alakalı olduğunu gördü. "Bir teknik direktörün yapacağı en büyük hata, kendi bakış açısını kıstas olarak görmesidir" diyen Kuntz, futbolcuların da kendine has özellikleri olan bireyler olduğunu, onlara yaklaşımın başarı ve başarısızlıktaki önemini anladı.

Nesil ve mantalite farkını Alman teknik direktör güzel bir örnekle anlatıyor: "Polis maaşı olarak 1000 mark alıyordum, 200-300 mark civarında da yol parası veriyorlardı. Para biriktirmiştim, kendime BMW marka bir araba alacaktım ama babam çok kızdı, çünkü bu alışveriş dışarıda benimle ilgili bir şeyler anlatacaktı insanlara." Kuntz hâlâ aynı değerlere sahip olsa da bugün henüz yirmi yaşına gelmemiş gençlerin çok daha lüks arabalarla gezmesini yadırgamıyor. Yeni nesli de anlıyor, empati kuruyor ve yakınlık gösteriyor. Artık farklı bir dünyada yaşadıklarını biliyor: "Yeni nesil gençlerin sorun çözme yöntemleri daha farklı. Ben futbol oynarken babam idmana gelip hocama 'Oğlum neden oynamıyor?' demedi, okulda sorun yaşadığım zaman annem öğretmenimle konuşmadı, bir sorun varsa kendimiz hallettik. Bugünkü neslin 500 tane daha az çatışması var hayatta." Bu yüzden onlarla iletişimi de farklı götürmesini gerektiğini öğrenen Kuntz, bu farkındalık sürecinin sonunda 2016'da tekrar teknik direktörlüğe döndü.

Almanya U21 Milli Takımı ile elde ettiği başarıların altında mutlaka çok iyi bir tekniktaktik bilgisi vardı ama her şeyin başında iyi insan yönetimi geliyordu. U21 sürecini yakından takip eden ve maçların daimi yorumcusu olan eski Almanya Milli Takımı oyuncusu Rene Adler de bu noktaya temas ediyor: "Stefan oyuncularını çok iyi tanıyor, özellikle de insani açıdan... O insanlara çok iyi dokunuyor. Futbolcularına böyle yaklaşan başka bir teknik direktör örneği vermek zorunda olsam Jupp Heynckes derdim."

Kuntz'un Türkiye A Milli Takımı'nın başına geçmesinin sebeplerinden biri belki de buydu. A Milli Takım'a baktığımızda üç ayrı insan grubu dikkat çekiyor: Türkiye'de yetişip Türkiye'de oynayanlar, Türkiye'de yetişip Avrupa'da oynayanlar ve Avrupa'da yetişenler... Bu grupları ortak bir dilde ve anlayışta bir araya getirmek, uzmanlık isteyen bir durum. Farklı bir kültür ve futbol anlayışından gelen bir grubu uyumlu kılmanın anahtarı şimdi Kuntz'un elinde. Gelişi sonrası klişe bir şekilde kendisinden Alman disiplini beklense de 58 yaşındaki teknik direktör, duygulara müsaade eden bir futbol adamı. Türkiye'yi 2022 Dünya Kupası yolunda hayatta tutan Letonya maçından sonra döktüğü gözyaşları da bu dünyanın bir parçası. Vaktiyle Almanya U21 Milli Takımı'yla Portekiz'i 1-0 yenerek ikinci kez Avrupa şampiyonu olduğu maçın ardından Kuntz, galibiyet golünü atan Lukas Nmecha'ya, "Hatırlıyor musun, evinde babanla oturup çırpılmış yumurta yerken seni Almanya için oynamaya ikna ettiğim günü?" demiş, oyuncusuyla duygusal bir an paylaşıp yine gözyaşı dökmüştü.

Zamanında bahçesinde duvar örerken Stefan Kuntz, bugün geleceği noktayı belki öngörmemişti ama yıllarca önemsemediği yokuştan aşağı yuvarlanmayı da engellemişti. Onu yeni yokuşlar beklese de düşmemek için artık duvara ihtiyacı yok.

Socrates Dergi